Brotherhood | [Türkçe Çeviri]

By bitterthesweet

14.3K 1.4K 2.2K

[Yoonmin・ Vhope] Yedi genç, berbat hayatlarını geride bırakıp büyümeden önce son bir kez yolculuğa çıkar. ・ O... More

Giriş
Bölüm 1: Güvercin Çocuk
Bölüm 2: Zıpla!
Bölüm 3: Tak tak, prenses?
Bölüm 4: Kötü Örnek
Bölüm 5: İç Çamaşırsız
Bölüm 6: Bahşiş
Bölüm 7: Sikeyim Seni
Bölüm 8: Önerilen Dozaj
Bölüm 9: Boş Konuşma Şeyleri
Bölüm 10: Feleğin Çemberinden Geçmek
Bölüm 12: Bakire 150
Bölüm 13: Bariz
Bölüm 14: Şamandıra Değil, Çapa
Bölüm 15: Kemikleri ve Ses Duvarını Kırmak
Bölüm 16: Olan Oldu
Bölüm 17: İşaretleri Takip Et
Bölüm 18: Ben Yanındayım Dostum
Bölüm 19: Şişe
Bölüm 20: Uyan
Bölüm 21: Yardım
Bölüm 22: Ruhum Var Benim
Bölüm 23: Küçük İstek
Bölüm 24: Yakala Beni
Bölüm 25: Demiryolu Çocukları
Bölüm 26: Biz Tamamen Savaştık [Final]
2. Kitap: Testament of Youth

Bölüm 11: Hippi Karşıtı

396 49 67
By bitterthesweet

***

YOONGI ANİ BİR ŞEKİLDE UYANDI ve bir çığlık kaçırmamak için ellerini zorla ağzına kenetledi. Kalbi göğsünün içinde o kadar hızlı atıyordu ki nabzını tüm vücudunda hissetti, damarlarına gönderilen dalgalar onu rüzgardaki bir yaprak gibi titretti; hatta ne kadar güçlü olduğuna bakılırsa fırtınadaki bir yaprak gibi titretmişti. Birkaç derin nefesten sonra ellerini hareket ettirebildi ve bileğinin tekini alnına yasladı. Teni nemliydi ve saç diplerinden ter damlıyordu, hissetmeyi beklemediği bir şeydi. Sertçe terini sildi ve derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışırken titreyen ellerini kucağına düşürdü.

"İyi misin?" Soru onu hazırlıksız yakaladığında kafasını hızlıca çevirdi ve birkaç adım ötesinde oturan Namjoon'u gördü, bağdaş kurduğu bacaklarına dirseklerini yaslamıştı. Endişeli bir ifadesi vardı ve Yoongi sebebini biliyordu. Arkadaşı büyük ihtimalle kendisine bakarken ruh gibi solduğunu, terleyip titrediğini görmüştü ve bu haline bir bakış bile insanı endişelendirmeye yeterdi. O anda kesinlikle bok gibi hissediyordu ama bunu ona söylemeyecekti.

"Kah-kabus," cevap vermeye çalıştı, ağzı kupkuruydu. "Kabus gördüm."

"Şaşırmadım, Jimin ve Hoseok da buranın korkutucu olduğunu söylüyordu..."

Yoongi gözlerini arkadaşından çekip etrafına baktığında nerede olduklarını hatırladı. Terk edilmiş metro istasyonundaydılar tabii ki; Jimin'in hazine arayışında yanlışlıkla benzinlik yerine bulduğu ve başka şansları olmadığı için geceyi geçirmeye karar verdikleri. Sonunda birkaç saatliğine yürüyecek olmaları fikri hoşuna gitmişti ve içerinin karanlık olması ya da bir tür anıt mezarını andıran soğuk beton duvarlar, umurunda bile değildi. İlk birkaç saati her zamanki gibi geçirmişti, sigara içerek ve her şeyden nefret ederek çünkü huzursuzdu ve modunda değildi ama ilk defa yalnız olmamıştı. Hayır, herkese göz kulak olup beladan korumak isteyen Seokjin ve derin düşünceleri yüzünden uyuyamayıp konuşmak isteyen Jimin'le birlikte nöbet tutmuştu.

Uyuyan arkadaşlarının formuna bakmak için kafasını kaldırdığında Seokjin'in Jungkook ve Hoseok arasına sıkışmış uzanıyor olduğunu gördü, aralarındaki boşluğu akıllıca hem ısınmak hem de daha güvende hissetmek için kullanıyordu. Sadece kafasının arkası gözükse de uyuyor olduğu belliydi. Yoongi onun dün gece sanki çöpmüş gibi denemesini yanan varile atışına ve bu aptal macera uğruna üniversitesini ektiğine inanamıyordu. Onun yerinde Yoongi olsaydı kendisini es geçmelerini, mecburen okulda kalması gerektiğini söylerdi ve profesörünü kızdırıp kaydının silinme riskini almazdı. Peki o neden böyle yapmıştı? Hiç emin değildi. Belki arkadaşı bir noktadan sonra derslerden yorulmuştu ama her üniversite öğrencisi aynı şeyleri yaşıyordu. Bu atılmayı riske almak için yeterli bir sebep değildi ve Seokjin'in tek sebebi o olsa kafasını öne eğip her şeye rağmen devam edecek bir tip olduğunu biliyordu. Mükemmel sonuçlar için çabalamaya inanmanın reçetesini yazmıştı, aynı Namjoon'un pozitiflik adına vaaz vermeyi sevmesi gibi, ve kesinlikle böyle sorumsuzca davranmak onun doğasında yoktu.

Bir de Jimin konusu vardı...

Yoongi bu kaçamak için oğlanlardan en azından birinin ebeveynlerini kızdırmış olması gerektiğini biliyordu ve her zaman o kişinin Jungkook olduğunu düşünmüştü; ötekinin aksine küçük olan bela ve sorun çıkarmaya daha meyilliydi çünkü, patlak dudağı da kanıtıydı. Jimin ise belalardan kaçmaya çalışırdı çünkü hep üstüne geri teperdi, hatta başlatan o olmasa bile olayların sonucunda zarar gören en çok o olurdu. Jimin; Jungkook ve Taehyung'un onunla aptalca kan kardeş olmaya karar vermesi sonucu bıçakla baş parmağını neredeyse kemiğine kadar kesip hastanelik olan, sırf o ikisi daha fazla kendisiyle uğraşmasın diye işledikleri neredeyse her bokun sorumluluğunu üstlenen, babasından en saçma şeyler yüzünden dayak yiyen kişi.

O adamın oğluna piçlik yapmak için eline bir fırsat geçtiği an değerlendireceğini düşünememişti, o yüzden Jungkook diye tahmin ettiği için salak gibi hissetti. Yine de oğlana küfürler edip, hatırlamak istemeyeceği şekilde vurarak eve tekrar gelmemesini söylemek...bu kadarı aşırıydı. Baya baya aşırıydı. Yoongi o adama davranışlarının nasıl olması gerektiğiyle ilgili temel dersler vermekten mutlu olurdu ama duruma müdahale etmeye hakkının olmadığını düşünüyordu. Bütün bunlar olurken annesi neredeydi? Jimin onun hakkında pek konuşmazdı, o yüzden sadece psikolojik sıkıntılarıyla aldığı bir ton ilaçtan dolayı evden pek dışarı çıkamadığını biliyordu. Kadının umurunda değil miydi? Uçan yumruklardan birkaçı kendine çevrilir diye tartışmaya dahil olmaktan mı korkuyordu? Yoksa lanet olası beyni tamamen donmuş muydu? Bu soruların cevabını bilmiyordu ama sormayacaktı da. Jimin zaten yeterince kafaya takıyordu, konuyu daha fazla deşmeye gerek yoktu.

Jimin onun birkaç adım sağında, yağ varilinin önünde oturuyordu ve o pozisyonda uyuyakalmıştı. Sırt çantasına yaslanmış, çenesini göğsüne yapıştırmış, kollarını karnına sarmıştı. Hala onun verdiği ceketi giyiyordu o yüzden en azından biraz ısınmış olmalıydı. Yoongi onu incelemekle o kadar meşguldü ki Namjoon'un bir şey dediğini anlaması zaman aldı ve düşüncelerinden sıyrıldı.

"Hı, özür dilerim ne dedin?"

"Neyle ilgili kabus gördün dedim," Namjoon tekrar etti. "Eğer sormamda bir sakınca yoksa?"

"Ben, ah..." Yoongi bir an durdu ve sertçe yutkundu, ağzının aniden kupkuru oluşu hoşuna gitmedi. Tabii ki de ona ne gördüğünü söylemeliydi, sadece aptal bir kabustu ama yapabilecek gibi hissetmedi. Anlatmak istemiyordu çünkü hala düşüncesiyle bile titreyebilirdi ve bu, konuyu açmaması için başlı başına yeterliydi.

Rüyasında yanarak öldüğünü görmüştü. Kazayla değil, kaçamayıp bir yerde sıkışmasıyla da değil. Hayır, rüyasında yangını kendisi başlatıyordu.

O otel odalarından birindeydi, hepsi birbirine benzediği için hangisi olduğunu ya da kendi hayali olup olmadığını çıkartamıyordu. Koyu mavi halı, boğucu krem renk duvarlar, beyaz çarşaflı bir yatak; tamamen normal bir sahneydi...eğer her yere benzin dökülmüş olmasaydı. Yoongi hepsini kendi gözleriyle görmüştü, korku filmi gibiydi ama izlemek yerine kendisi yapıyordu. Kırmızı plastik benzin bidonunun kapağını kendi elleriyle açıp etrafa dökmüştü. Sıvı, koyu kahve rengindeydi ve gözlerini yakacak kadar ağır kokuyordu, bir demlikten akan çay gibi süzülmüştü. Duvarlara kadar sıçramış ve minik dereler oluşturmuştu, puslu perdeleri ve beyaz çarşafları kerih bir renkle lekelemiş, çıplak ayağıyla hissettiği halıyı ıslatmıştı. O kısmı canlı bir şekilde hatırladı, ayağının altında nasıl yapışkan sesler çıkardığını ve ellerinde tuttuğu bidonun ne kadar gerçekçi olduğunu. Ağırlığını bile hissetmişti. Odada ilerlemişti, sıvıyı her yere fütursuzca dökmüştü, arkadaşlarından bir iz yoktu, onlarla paylaşmak istemiyormuş gibi gözüküyordu.

Kafasında tekrar canlandırırken fark etti, orası bir otel odası değildi, Seul'deki köhne evindeki kendi yatak odasıydı.

Sonra çakmak geldi, aynı şekilde ağırdı, soğuk metali parmaklarında hissetmişti. Sallayıp ağzını açmıştı ve dans eden alevin burnunun önünde nasıl titreştiğini görmüştü; benzin kokusu o kadar güçlüydü ki kafası çoktan uçmuştu, midesi bulanıyordu. Koku her yerdeydi, kendi kıyafetlerine ve tenine bile sıçramıştı. Çakmak ellerinin arasında ısındıkça ısınıyordu ve baş parmağını üstünde tuttuğunda alev uzayamayıp kısacık kaldı.

Tıpkı Venüs gibi.

Bu kadar küçük bir şeyin kocaman bir güç taşıması büyüleyiciydi. Sadece minik bir tutuşturmayla her yeri ateşe verebilirdi. Yoongi nefesinin boğazında tıkandığını ve paniğin içinde yükselmeye başladığını hissetmişti. Ne yaptığının farkına varmaya başlamıştı ve kendini durdurmaya çalışmıştı ama kafasının içinde kapana kısılmış gibiydi, düşünceleri çılgına dönmüştü ve kaçamamıştı: elindekini bırakmadan önce parmaklarını durduramamıştı.

Çakmak ıslak halıya düştüğü an yüksek bir pum sesi olmuş ve ses kükremeye dönmüştü; minik alev anında tüm benzini yırtıcı bir canavar gibi yutmuştu. Halı, alevlerin dans ettiği bir denize dönmüştü ve köşelerinden yatak çarşafına sıçramıştı. Pamuk kumaş bir saniye içerisinde kömüre dönmüş ve Yoongi o an kapana kısıldığının farkına varmıştı. Odanın kapısı tam karşısındaydı, pencere arkasındaydı, ama tül perdeler çoktan alevlere karışmış ve bir ateş çemberine dönüşmüş olduğu için tek çaresi sirktekilerin yaptığı gibi ortasından atlamaktı. Yine de atlamak istemedi. Bacakları olduğu yere mıhlanmış gibiydi ve kaçmak için fazla güçsüzdü.

Yoongi geçmişte gerçekten kendini birkaç kere yakmıştı, ama her zaman kazayla olmuştu çünkü dikkati dağılmış veya düşüncelerine dalmıştı. O yüzden o duyguyu iyi bilirdi, ani acıyı ve devamında gelen zonklamayı, ama hiçbir şey onu bu duruma hazırlamamıştı. Bu sefer çaydanlık sapından ya da sigara külünden gelen yanıklara benzememişti, o kadar acı vericiydi ki ömrünün sonuna kadar unutabileceğinden emin değildi; çığlık bile atamayacak kadar haşlandığı sırada ise, uyanmıştı.

Sadece bir rüyaydı ama iliklerine kadar hissetmişti. Etinin aynı o ucuz çarşaflar gibi yanışını ve kömürleşip sert bir tabakaya dönüşünü hissetmişti, ve nasıl can çekişerek uyandığı hala aklındaydı, sanki gerçekten kendini yakmıştı.

Ve şimdi Namjoon rüyasının ne olduğunu soruyordu ama o söylemeyecekti.

"Bugünün pazartesi olduğunu gördüm," dedi sonunda, espri yapmak için düşünmemiş ve sadece aklına gelen ilk bahaneyi söylemişti.

"Öyle kabuslar olduğunu duymuştum," dedi diğer genç adam sırıtarak, "görünüşe bakılırsa o lanet pazartesilerden kaçış yok. Seni vampir gibi avlıyorlar."

"Ve tüm mutluluğu hayatımdan sömürüyorlar," dedi Yoongi cebinden sigaralarına ulaşıp kutuyu açarken. Altı tane kalmıştı, stokunu yenilemesi gerekecekti. Dudaklarının arasına yerleştirip çakmağını açtı. Ateşi gördüğü zaman aniden kolunu kıpırdatma yetisini kaybetti, sadece sanki daha önce hiç görmemiş gibi şapşalca bakakaldı. Ellerinin titrediğini fark etti ve birkaç saniye sonra kafasını öne eğip çubuğunu ateşe yaklaştırdı. Çakmak elinden kayıp kucağına düşmeden önce kapağını kapatabildi ve sonunda derin bir nefes alarak iç çekti.

"Şunları bırakmalısın," dedi Namjoon, arka tarafta arkadaşlarından biri uykulu bir şekilde esnerken. "Uyumadan önce on tane sigara içmek beynini bulandırıyor olmalı, sonra da pazartesilerle alakalı kabus görüp duruyorsun."

"Joonie, bunları öldüğüm zaman bırakacağım."

"Zorunda kalacaksın çünkü ölmüş olacaksın." dedi Jungkook oturup gözlerini açarken.

"Beni birkaç paketle gömeceğinize söz verir misiniz, lütfen?" dedi Yoongi ve sigarayı ağzından çıkarıp beton kolona yaslandı, birkaç saniye alt dudağını kemirdi. Sonra çubuk tekrar ağzını buldu ve hızlı birkaç çekişten sonra titreyen ellerinin sakinleştiğini, dehşete düşen zihninin yatıştığını hissetti.

"Cidden Yoongi, eğer stres seni öldürmezse o elindekiler öldürecek." dedi Namjoon ayağa kalkıp bacaklarını gererken, ayak tabanları istasyon platformuna çarpınca çıkardığı sesler yüksek duvarlar boyunca yankılandı.

Yoongi elini sabit tutarak çubuğun dibinin külünü silkeledi ve arkadaşlarına göz gezdirirken bir anlık dilini ağzında dolandırdı, artık kuru değildi ama tütün tadını hissedebiliyordu. En genç oğlan Seokjin'i kabaca uyandırmak için döndü, onu iterek sırtının üstüne yatmasını ve kafasının bavuldan yere düşmesini sağladı. Seokjin kalktı ve yavaşça kafasına dokunduktan sonra suçlu oğlanı sertçe tuttu. Jungkook kahkaha attı ve büyük olan kollarıyla onun kafasını yakalamayı başardı. Belki de o kadar da yaşlanmamıştı. Onların gülüşme sesine Hoseok kıpırdandı ve birkaç saniye sonra yavaşça gözünü açtı. Baş ağrısı bugün de gelecek miydi? Merakla sorusunun cevabını bekliyor gibiydi. Sonra Jungkook'un uçan bacağı arkasındakine çarpmak yerine yanlışlıkla Taehyung'a çarptı ve arkadaşı anında uyanıp yanındaki kargaşaya katıldı, oğlanı hapis tutan Seokjin'e doğru saldırdı ama tuttuğunu da kurtarmadı. Jungkook'un sesi yeterince yüksek çıkıp neredeyse havayı salladığı sırada Jimin sonunda kafasını çantasından kaldırdı ve böylece herkes uyanmış oldu. Yoongi onun uyanıp elinin üstüyle gözünü ovuşturmasını izledi, diğer eli hala çantasını tutuyordu. Sonra sigarasını tekrar dudaklarının arasına koydu ve Namjoon'a baktı.

"Hepimiz bir gün öleceğiz, değil mi?"

*

Kaderlerinin garip bir cilvesi olarak tekrar yola çıkmalarından sadece bir saat sonra diğer şehre vardılar. Eğer hepsi Hoseok'a uyup temkinli olsa ve yürümeye devam etse, önceki geceyi yataklarında geçirebilecekti ama sonradan pişman olmak bir işe yaramıyordu. Yoongi kullanılmayan bir yerde uyumayı takmamıştı, kabusu dışında, çünkü birazcık bile yürüyecek hali yoktu. Bacakları tutukluk yapar gibi bükülmemekte ısrarcıydı, bilekleri ve dizleri senkronize bir halde ağrıyordu ve bel kısmı da ağrımaya başlamıştı. Muhtemelen hepsi bavulunu taşımanın sonucuydu ama engebeli arazide tüm gün yürümek ve çakıllı taşlara basıp durmaktan da olabilirdi. Bu sabah sonraki şehre varmaları bir saat sürmüştü ama gece yürüselerdi iki, belki de üç saati bulabilirdi çünkü herkes ayaklarını sürüyerek ilerliyordu. Soğuk ve rahatsız olsa da geceyi metroda geçirmek en iyi karar olmuştu.

Yangpyeong Bölgesi, Gyeonggi'nin içine geri dönüş yollarının üzerindeki ilk şehirdi ve etrafa bakacak kadar kalmamışlardı bile, sadece aceleyle diğerine ilerlemişlerdi. Coğrafya kendisinin en iyi dersi falan değildi ama yine de Seul'e kadar önlerinde bir sürü şehir, ve her birinin arasında kilometrelerce yol olduğunu biliyordu. Bu da günde en azından iki şehir ilerlemeleri gerektiğini gösteriyordu, hiç enerjileri kalmayıp bacakları ağrıdan kopsa bile. Seul'e geri döndüklerinde kaslarını dinlendirmeleri için dünyalar kadar vakitleri olacaktı ve Yoongi en azından üç günü sadece evin zemininde uzanarak geçirmeyi planlıyordu, iş ya da başka bir şey düşünmeden ve kıpırdamadan. Aynı iki arkadaşı gibi tüm bu düşünceleri kafasından uzaklaştırmak ve zaten yeterince aklına geliyorken daha fazla kafa patlatmak istemiyordu. Geceleri zaten uykusuz geçiyordu, günlerini de endişelenerek harcamaya ihtiyacı yoktu.

Öğrenmesi kolay olmayacaktı ama eğer diğerlerinin de bulaştıkları belalar varsa öğrendiği an sadece onu düşüneceğini biliyordu. Jungkook ve sokak kavgaları gibi, ya da Hoseok ve ilaçları. Jimin ve Seokjin hakkında da biraz bilgisi vardı ama ya Namjoon ve Taehyung? Onların da gizlediği sırlar olabilir miydi? Arkadaşlarının kendisinden bir şey saklayacağını düşünmüyordu, en azından cidden önemli olanları ama aynı zamanda diğerlerinin de saklamayacağını düşünmüştü ve yanıldığı ortadaydı. Her zaman genç adama kendisiyle ilgili şeyleri anlatacağı için güvenmişti, görünüşe bakılırsa Namjoon ve Seokjin gurubun içinde en yakın olduğu arkadaşlarıydı. Belki Jimin'le de yakındı ama Taehyung'un tren garında bahsettiği o korkunç hisse kapılmaktan kendini alamıyordu; eninde sonunda hayatın onları başka yönlere çekeceği gerçeği. Şimdiye kadar birbirlerinden uzaklaşmamışlardı ama zamanla olacaktı, zamanla belki daha az konuşup daha az görüşeceklerdi, kulağa korkunç geliyordu. Tamam, belki Namjoon'un kendisinden bir şey saklamıyor olma ihtimali vardı ama diğer oğlan... Taehyung'un hiçbirine söylemediği yüzlerce şey olabilirdi; alkol bağımlılığı, kleptomanisi ve dilinden kolayca dökülen yalanları hesaba katarsak. Sokaklarda yaşamak hiç kimse için kolay değildi ve Yoongi onun her ne kadar umursamaz davransa da buna bağışıklık kazandığından şüpheliydi. Sadece 'mış gibi' yapıyordu, işin dış yüzüydü, buna neredeyse emindi. Taehyung, onun için endişelenmesinler diye bu kadar umursamaz gözüküyordu...ya da onu durdurmasınlar diye.

Yangpyeong Bölgesi'nden ayrıldıktan sonra kendilerini başka bir uzun ana yolda buldular ama bu sefer tekrar kocaman yeşil araziler ortaya çıkmıştı, zümrüt yeşili çimenler ve ufukta gözüken minik tepeciklerde pirinç tarlaları vardı. Manzara iç ferahlatıcıydı ve otoban hiçbir zaman arabalardan boş kalmayacak gibi gözüktüğü için yolun kenarına doğru taşmak zorundaydılar. Her ne kadar patikalardan ilerleseler de doğayla iç içe olmak güzel gözüküyordu. Neredeyse bir saat kadar yürüdükten sonra ilk defa bir suya rastladılar. Yol yavaşça aşağı doğru meyleden bir tür gölün üstünden köprü olarak devam ediyordu, etrafında muhtemelen rüzgarın sürüklediği çöpler vardı. Ve şanslıydılar ki yolun kenarında yürüyebilecekleri kaldırımlar vardı, dar ama kullanışlıydı.

Yoongi ne ara grubun önüne geçtiğini bilmiyordu ama umursamadan ilerlemeye devam etti. Köprünün kenarında ucuna kadar devam eden ferforje korkuluklar vardı, boyu belinin yukarısına geliyordu ve kafasını çevirip aşağıdaki suya baktı. Bir nehirmiş ve bulundukları yerde genişliyormuş gibi gözüküyordu. Başlarının üstünde ışınlarını saçıp pişmelerini sağlayan güneşin olduğu gökyüzü gibi berrak bir mavi değildi, daha bulanık bir renkteydi. Suyun dibi tortular ve pisliklerle dolu gibi gözüküyordu, bakınca bile tiksindi. Yüzeyi ara sıra dalgalanıp duruluyordu ve o sırada bir tane balık gördüğüne yemin edebilirdi.

"Voaa, bunu gördünüz mü?" diye bağırdı Jimin, gölün yüzeyinde gümüş bir şey belirip kaybolduktan sonra. "Orada balık var! Balıklar için fazla pistir diye düşünmüştüm."

"Al sana bir fikir Gerzek Kıç, çıplak elle balık yakalamak nasıldır bilir misin?" diye sordu Taehyung. "Git ve bize öğle yemeği getir."

"Öğle yemeği? Hangi cehennemde pişireceğiz onları?" diğer oğlan itiraz etti, gözleri hala utangaç balığa dair tekrar bir ipucu bulabilmek için suyun yüzeyindeydi.

"Yoongi'nin çakmağını kullanırız." dedi Jungkook genişçe sırıtarak.

"Sigaralarıyla da bir kamp ateşi yakarız," Taehyung fikri genişletti, "sonra da pişiririz işte. Bak, her zaman bir planım var."

"Gıda zehirlenmesi için de bir planın var mı?" diye sordu Namjoon gülerek. Yoongi gözlerini bir kez daha önlerindeki yola bakmak için çevirdi. Köprü o kadar da uzun değildi ve birkaç dakika sonra inip tekrar kirli patikada yürüyor olacaklardı. Nehrin ileriden güçlü bir şekilde aktığını görebiliyordu ve gözüne kilometrelerce uzakta gözükse onun yanında ilerleyerek daha serin bir ortamda gitmiş olabilirlerdi.

"Eğer bu kadar kirli olmasaydı atlamak isterdim," dedi Jimin ve Yoongi tekrar omzunun üstünden arkadaşlarına baktı. "Sizce de öyle değil mi? Ferahlardık, güzel olurdu."

"Sen yeter ki iste," dedi Taehyung ve onu kollarının üstünden tutarak kaldırdı. Jimin şaşkınlıktan sonradan kahkahaya dönüşen bir bağırtı çıkardı ama arkadaşı onu gerçekten kaldırıp botlarının yerle temasını kesince gülmeyi bıraktı. "Kookie, beni tekmeliyor, bacaklarını yakala." Ve genç oğlan onun dediğini yaparak ilerledi ama Jimin ona tekme savurdu.

"Hadi Tae, bu kadarı da fazla." dedi Hoseok, onların birkaç adım önünde yürümeyi bırakıp dönüp olanları izlerken. "Benzinlikte yıkanırken olan kazayı hatırladın mı?"

"Evet, çok eğlenceliydi." diye cevapladı Taehyung, o sırada Jungkook onun bir bacağını bileğinden yakalamayı başardı.

"Gayet zorbacaydı..."

"Cidden komikti evet, çok komikti." dedi Jimin hızlıca, "ama ah, beni yere indirin şimdi. Lütfen?"

"Ama yüzmek istedin?"

"Hey," Yoongi seslendi, "kes şunu." Araya girmek için en iyi anı bekliyordu ve şimdi tam sırasıydı. Sadece bir şaka olabilirdi ama süratle başka bir şeye dönüşüyordu, ne zaman Taehyung ve Jungkook oğlana karşı takım olsalar başlarına gelen gibi; tıpkı kötü biten kan kardeş şakası gibi. Yoongi gerçekten Taehyung'un Jimin'i göle atıp atmayacağından emin değildi ama atsa şaşırmazdı.

Onun sesiyle ikili uğraşmayı bıraktı ve Jimin dondu, kendisini yakalamaya çalışan gence tekme atmayı kesti. Jungkook omzunun üstünden ona bakmadı ve birkaç saniye sonra Jimin'in bacağını bırakıp ayağa kalktı ve yürümeye devam etti ama Taehyung bırakmadı. Arkadaşı sadece onunla bakışmaya devam edip meydan okumayı sürdürdü, elleri hala oğlanın kollarını sıkıca tutuyordu. Hoseok ona baktı, eğilip diğerine baktı ve Yoongi diğer iki arkadaşının da kendisine baktığını fark etti. Gözlerini bir an Taehyung'dan ayırmadığı için suratlarında nasıl bir ifade olduğunu tam göremiyordu.

"Tae, bırak onu." dedi Yoongi alçak bir sesle.

"Tanrım, sadece şakaydı." oğlan şikayet etti.

"Sana durmanı söylediğinde ve sen durmadığında siktiğimin şakası olmaktan çıktı. Hoseok haklı, zorbalık yapıyorsun. Bırak onu." Taehyung gözlerini devirerek onu bıraktı ve Jimin'in botları zemine yüksek bir sesle çarptı. Sonra yürümeye devam etti ve yanından geçerken Yoongi'ye omuz attı. Yoongi kıpırdamadı ve onun yerine diğerlerinin biraz ilerlemesini, Jimin'le grubun gerisinden yürümeyi bekledi. Oğlan botlarının ucunu yere sürerek ona baktı, böylece Yoongi de ona beraber yürümeleri için kafasıyla işaret etti.

"İyi misin?" diye sordu Yoongi, onunla ve grubun kalanıyla birkaç adım mesafe bırakarak.

"Hı-hı," dedi oğlan anında. "Bilirsin, beni gerçekten atmayacaktı?"

"Bilmem," cevapladı, "ve bu yüzden ona durmasını söyledim. Sence şaka mı yapıyordu, ha? Çünkü ben kimsenin güldüğünü duymadım." Jimin bir an sessiz kaldıktan sonra omuz silkti.

"Ben alışkınım."

"Alışmamalısın, sen dalga geçme malzemesi değilsin Jimin, özellikle de Tae'nin." Bir an durdu ve onun suratına baktı, oğlan botlarından kafasını kaldırmadan ve göz teması kurmadan ilerliyordu. "Bunu çok sık mı yapıyor?"

"Hayır, çok değil, yani-"

"Baban gibi mi davranıyor?"

"Hayır." dedi Jimin keskince, kafasını kaldırıp onunla göz göze gelerek, "Öyle bir şey değil, o sadece... Tae sadece bazen şakasını çok abarttığının farkına varmıyor. Bana o şekilde zarar vermeyi istemez..."

"Ama onun 'şaka'larından zaten şimdiye kadar bir çok kerecik zarar gördün?"

"Ben iyiyim." dedi Jimin, mesajını anladığından emin olmak için vurgulayarak. "Bebek değilim, prensesini kurtarıyormuş gibi kahramanlık yapmana ihtiyacım yok, tamam?" Bunu yumuşakça gülüp sırt çantasının kayışlarını düzeltirken söyledi. "Eğer böyle yapmaya devam edersen gerçekten bana tekrar 'bebek' demeye başlayacaklar..."

"'Gerzek Kıç'tan iyidir, değil mi?" Oğlan omuz silkti ve Yoongi onun çantasına baktı, kayışlardan biri neredeyse kopacaktı. "Ne yapayım, kendimi engelleyemiyorum. Durmalıyım ama Tae de öyle. Sırf keyfi yerine gelecek diye sana zarar vermesini istemiyorum. Kookie de eğer çağırırsa ona uyuyor ama böyle yapmasına izin verirsen o da alışacak."

"Nı-ıh, Kookie sadece bana lakap takıp boyumla dalga geçiyor, fazlasını yapmaz."

"Çünkü daha onu kızdırmadın..."

"Hmmm?" Jimin duymayınca kaşlarını kaldırarak sordu ve ifadesi o kadar yavru köpek gibiydi ki patilerini uzatsa Yoongi şaşırmayacaktı.

"Yok bir şey." dedi Yoongi uzanıp onun saçlarını karıştırmadan önce. Oğlan buna gıcık olmuş bir ses çıkardı ama gülümsemesini bozmadı. Yoongi onu bırakıp önündeki yola baktığında Taehyung'un onları izleyebilmek için geri geri yürüdüğünü gördü. İfadesi garip bir şekilde kızgın ya da sinir olmuş gözükmüyordu. En azından bu, onun Jungkook'un aksine öfkesini çabuk atlatabildiğini gösteriyordu. Birkaç saniye onunla bakıştıktan sonra Taehyung kafasını sallayıp önüne dönerek normal şekilde yürümeye devam etti.

*

Tahmin ettiği gibi nehir uzunca bir süre yola paralel ilerliyordu, tam olarak olmasa da onlara deniz kokusuna benzer bir koku taşıyordu. Kenarları tamamen çöple dolu değildi, tam tersi gittikçe temizleşiyor ve su bulanıklığını yitiriyor gibiydi. Jimin suya atlamanın ne kadar güzel olacağı konusunda haklıydı ve Yoongi bunu düşünerek birkaç dakika yamaca baktı. Çok derin gözükmüyordu, ölçmesi de kolay olabilirdi o yüzden ilerleyip içine girmeye karar verdi.

"Yoongi?" diye seslendi Seokjin, eğlendiği sesinden bellliydi. "Yüzmeye mi?" Yoongi onu umursamadı ve yavaşça nehrin kenarındaki çamurluğa girdi. Ayağının altındaki zemin yumuşamıştı, neredeyse siyah renkteydi ve kayıp çamura bulanmak istemeyeceğiniz şekildeydi. Minik eğimden aşağı indiğinde bavulunu kenara koydu, eğildi ve parmaklarını akıntıya değdirmesiyle çekmesi bir oldu. Şaşırtıcı bir şekilde soğuktu ve tekrar eğilip bir avuç alıp inceledi. Tertemizdi. Su parmaklarının arasından damlamaya başlayınca ellerini açıp tekrar nehre boşalttı ve o sırada diğerlerinin de yanına gelip çamura adımladığını duydu.

"Sakın," dedi Yoongi anında, arkasında bir gölge hissettiğinde. "beni itme yoksa ölürsün." Omzunun üstünden dönüp baktığında sırıtan bir Namjoon gördü. "Yah, sinsice yaklaşabileceğini mi sandın? Şimdiye kadar elli kere aynısını yaptım."

"Eminim Seul'de elli tane nehir bile yoktur."

"Nehirler, göletler, yüzme havuzları..."

"Tamam, pekala." dedi Namjoon eğilirken ve o da ellerini suya daldırdı.

"Mayolarım Seul'de kaldı!" Hoseok anons ettiğinde hepsi bu yoruma güldü. "O yüzden bana yüzmek yok."

"Burada yüzülmez," dedi Yoongi. "o kadar derin değil."

"Çok mu sığ?"

"Bekle." Yoongi doğrulup nehre bir adım attı ve anında hata yaptığını fark etti. Sadece yansımalardan dolayı sığ görünüyordu ama geç kalmıştı çünkü çoktan botlarıyla suyun dibine inmişti. "Siktir, ah siktir!" Ayağının altındaki toprak kaybolmuş gibiydi, bacakları suya battı. Kollarını hızlıca sallayarak Namjoon'un koluna uzandı ama yakalayamadı ve dengesini kaybedip sendeledi. Şanslıydı ki tamamen düşmedi ama şimdi dizlerine kadar buz gibi suya batmıştı.

"Bunu da kasten mi yaptın?" Hoseok sırıtarak sordu ve Yoongi ona tip tip bakarak nehirden çıktı. Botları o kadar ıslanmıştı ki çıkarmaktan başka şansı yoktu, ve eğilip çıkaracağı sırada Taehyung ile Jungkook'un çantalarını umursamadan bir kenara atıp suya atladığını gördü. Yoongi ıslak toprağın üstünde diz çöküp sinir olarak ayakkabısının bağcıklarını çözdü. Diğer iki oğlan kendininkileri çoktan çıkarmıştı tabii ki ve iplerinden boyunlarına asmışlardı. En genç olan zıplayınca etrafa o kadar su sıçrattı ki tişörtünün altına birkaç damla geldi.

"Ah, buz gibi!" Jungkook kahkaha atarak bağırdı ve Taehyung da etrafa aynı şekilde su sıçratarak derede ilerledi.

"Böyle yapacağınızı bilsem yanıma şişme havuz alırdım." Seokjin dalga geçti.

"Yoongi'nin hoşuna giderdi, böylece yüzebilirdi."

"Sikeyim seni Taehyung." Oğlan ona sırıtarak baktı ve Yoongi taktiğini kopyalamaya karar verdi, botlarının bağcıklarını birbirine bağladı. Sonra boynundan asıp göğsünün üstünde sarkıttı.

"Neden kendimizi Busan'da bulmadık ki?" diye ekledi Namjoon, birkaç avuç suyu kendi suratına çarparken.

"Bulmadığımız için şanslıydık sanmıştım," diye cevapladı Hoseok yavaşça çamurda ilerlerken. "Seul'e gitmeye çalışmıyor muyuz?"

"Biliyorum, ama sahilde bir gün geçirmek şu an kulağa mükemmel geliyor."

"Ve bir patbingsu." Seokjin suya bakarken onayladı, girip girmemeye karar vermeye çalışıyor gibiydi. Yoongi dönüp baktığında Jimin'in Seokjin'in yanında, minik tepenin üstünde dikiliyor olduğunu gördü. Köprüdeki olaydan sonra pek aşağı inmek istemiyor olmalıydı, o yüzden Yoongi ona ses çıkarmadan ağzını oynatarak bir şey söyledi. Jimin onun dudaklarını oynatışını izledikten sonra dediğini anladı ve genişçe sırıtarak aşağı indi. "Ama en azından bir yerimize kum girecek diye bir derdimiz yok."

"Ucunda aşk yapmak varsa kumda sürünmeye razıyım," dedi Taehyung. "Kıçımdan kum çıkarmak biraz sinir bozucu olsa da."

"Çıplaklar plajına mı gittin?" diye sordu Yoongi, Hoseok kotunun paçalarını sıyırırken ve diğer oğlan hızlıca botlarından kurtulurken.

"Harekete geçmek için en iyi yerlerdir." arkadaşı sırıtarak yanıt verdi.

"Ah evet, çıplak yaşlı kadınları seyretmeye bayılırım." diye alay ederek yanıtladı Seokjin, onları izlemek için tepelerden birine otururken.

"Yaş, tecrübe demektir." Taehyung tek bir nefes kaçırmadan cevapladığında hepsi kahkahaya boğuldu. Jimin botlarını çıkarmayı başardı ve pek umursamadan onları toprağın üstünde bıraktı, sırt çantasını da ceketinin üstünden omuz silkerek yere attı ve sonra suya atladı, aynı anda ne kadar soğuk olduğunu söyledi. Yoongi bir an bekledikten sonra aynı şekilde suya girdi, kafasında kurduğu planı düşündü. Kotunu kıvıran Hoseok'a su sıçratmakla meşgul olan Taehyung'a arkadan yavaşça yaklaşıp Jimin'e işaret etti. Sonra ayağına çelme takarak Taehyung'u geriye doğru çekti.

"Yah, seni küçük piç!" Taehyung bağırdı ama dengesini sağlamaya fırsatı kalmadan Jimin öbür taraftan kolunu tutup iyice geriye iterek suya düşmesini sağladı. Taehyung nehrin içinde poposunun üstüne düştü ve sonra Jungkook onlara katılmaya karar verip kalkmasın diye sudakinin üstüne atladı. Hoseok onları izlerken kahkahaya boğuldu, oğlanın her yeri ıslanırken sudan çıkmaya mücadele ediyordu. Yoongi hepsini sırıtarak izlerken Jimin'in de kendini Taehyung'un üstüne attığını ve onu ikinci kere suya batırdığını gördü. Saniyeler içinde üçü de resmen suda güreşiyordu.

"Onu bana yapmayın lütfen," dedi Hoseok, sonunda nehre girdiğinde. Paçalarını kıvırsa da ucu ıslanmayı başarmıştı ve bunu görünce ağırca iç çekti. "Tabii ki de böyle olmalıydı..."

Yoongi'nin Hoseok'u suya batırmasına gerek kalmadan diğerleri onun için yaptı. Yoongi de böylece tekrar sudan çıkıp minik tepedeki Namjoon'un yanına oturdu ve onların nehri dalgalandıracak kadar oynaşmalarını izledi, etrafa o kadar su sıçratıyorlardı ki Seokjin'in hala ıslanmamış olmasına şaşırdı. Büyük olan arkadaşı suya girmedi ama yanlarına gelip yamaçta durdu ve birkaç dakika sonra seslice boğazını temizledi.

"Umarım orada hiç sülük yoktur..."

"Sü... Sülük?" Jimin şapşalca sordu, elleri hala sıkıca kendisini suya çekmek isteyen Taehyung'un yakasını tutuyordu.

"Evet," dedi Seokjin sinsice gülerek, "onlar böyle nehirlerde yaşar." Yoongi bir an onun suratına baktıktan sonra dönüp Namjoon'a onun doğruyu söyleyip söylemediğini sormak için tek kaşını kaldırdı. Diğer oğlanlar da aynısını yapıp Namjoon'a baktı ve bir an sonra o yavaşça ayağını sudan çekti.

"Ah, aslında evet..."

Birkaç saniyeliğine hepsi yeni bilgiyi duyunca dondu, Namjoon'un doğrulaması havada asılı kaldı. Eğer Seokjin'in doğruyu söylediğini söylüyorsa, o haklı demekti ve bunun tek bir anlamı olabilirdi: Suda yaşayan sülükler olma ihtimali vardı. Sonra Hoseok ağlamaklı bir iğrenti sesi çıkardı ve bu hepsini harekete geçirdi. Yoongi de Namjoon gibi ayaklarını sudan çıkardı ve teninin herhangi bir haşereden mükemmel biçimde temiz olduğunu gördü ama diğer oğlanlar nehirden çıkmak için resmen yarıştılar, neredeyse geri düşeceklerdi.

"Lanet sülüklerden nefret ediyorum!" Jungkook bağırdı, muhtemelen ömrü boyunca bir tane bile görmemiş olsa da.

"Üstümde hiç var mı?" Jimin sordu ve Hoseok olmadığını onayladı.

"Neredeyse üç kere ağız dolusu su yuttum," dedi Taehyung. "Yemin ederim eğer midemde o sikik sülüklerden varsa hepinizi öldürürüm."

"Sadece şaka yapıyordum," dedi Seokjin hepsine bakıp gülerken, hızlıca kollarına veya bacaklarına yapışmış bir yaratık var mı diye kontrol ediyorlardı. "Ama sülükler böyle sularda yaşarlar, orası doğru."

"Baya hoş bir şaka." dedi Yoongi sırıtarak ve arkadaşı ona elini uzattığında kendisini daha yukarı çekmesine izin verdi. Ceketini aldı ve beline bağladıktan sonra dönüp çocuklara baktı. Komple ıslanmışlardı, kotları koyu bir renge dönmüştü ve tişörtleri vücutlarına yapışmıştı. Saçlarından sular damlıyor, özellikle Taehyung'unki minik bir nehir gibi saçlarından yüzüne akıyordu ve çıplak ayakları çamurlanacaktı.

"Pekala," dedi Namjoon, "sülüksüz macera olmazdı, değil mi?"

*

Önlerinde duran oteli görüyor olmak o kadar harikaydı ki Yoongi rahatlamayla ağlayabilirdi, hatta etraftaki insanları umursamadan önünde diz çöküp sıcak asfaltı öpebilirdi. Zaten baya bir süredir millet dönüp onlara bakıyordu o yüzden alışmıştı. Islak kıyafetleri yüzündendi tabii ki, ve kendisinin ayakkabısız yürümesinin de etkisi vardı. Hava çok sıcak olsa da hala tam kurumamışlardı. Saçları ve tenleri kurumuştu ama kıyafetleri akıtmaya devam ediyordu ve çamur gibi kokmaya başlamıştı, ve kendi botları o kadar ıslaktı ki yapış yapış olmuştu o yüzden giyemiyordu. Onun yerine Yeoju sokaklarını çıplak ayakla gezip neredeyse herkesin dikkatini üstüne çekiyordu, yayalardan sürücülere kadar. İlk başta rahatsız ediciydi ama sonradan onların haklı olduğunu fark etti, gerçekten çok salakça gözüküyorlardı ve yaptıkları kaba da olsa tip tip baktığı için insanları suçlayamazdı.

Her zamanki gibi Seokjin ve Namjoon içeride tüm kayıt zımbırtılarıyla uğraşırken grubun geri kalanı dışarıda bekliyordu. Amaçları bir anda otel sahiplerine yedi tane üstü başı dağılmış genç görünümü vermemekti, o zaman bir oda almak şöyle dursun direkt kovulabilirlerdi, şimdiye kadar öyle bir şey olmasa da şu anki halleriyle bir otele kabul edilmeseler şaşırmayacaktı. Her zamankinden daha pis gözüküyorlardı, hatta belki sokak serserileri gibi. O yüzden sadece binanın yanındaki çalılıkların birine oturdu ve yakmak için sigaralarını çıkardığında sırılsıklam olduklarını gördü. Paketi kotunun cebinde unutmuştu ve nehirdeyken bir şekilde su sıçrayıp içini ıslatmış olmalıydı. Yoongi paketi çöpe atmadan önce bir süre inceledi ve sonra sinirle iç geçirdi.

"Şurada bir market var." dedi Jungkook pakete bakarak.

"Sence beni bu halde içeri alırlar mı?" gülerek sordu. "'Ayakkabınız yoksa giremezsiniz' diye bir kural var."

"Ayakkabın var," dedi Hoseok, "sadece giymiyorsun." Taehyung otel duvarına yaslanmıştı ama konuştuklarını görünce muhabbete katılmak için yanlarına geldi. Çalılıkların yanında durup konuşulanları dinlemek için eğildi.

"O ne demek?" Jimin sordu. "Tüm bu 'ayakkabısız girilmez' şeyi? Kim ayakkabısız dolaşır ki?"

"Bu hippilere karşı bir önlem bence..." dedi Yoongi, Taehyung'un bir anda trafiğin arasından yolun karşısına doğru koşmasını izlerken. "Ya da ona benzer bir şey."

"Hippiler ayakkabı giymiyor mu?"

"Eh... Bazen."

"Hippi Yoongi." dedi Hoseok nefesinin altından yumuşak bir ses çıkarırken. "Sana uyuyor aslında, çiçekli gömlek giymek de yakışır."

"Tarzım değil." Yoongi yanıtladı, Taehyung bir kez arkasına bakmadan marketin içine girerken. Bir dakika sonra tekrar ortaya çıktı ve hızlıca trafikten tekrar karşıya geçti. Yanlarına geri varınca elini cebine atıp bir şey çıkardı ve Yoongi'ye attı. Yoongi jelatini açılmamış sigara paketini yakaladı ve markasına baktığında en sevdiği marka olduğunu gördü. Bir anda, birkaç gece önce Seokjin'in yaptığı şakanın tüm komikliği kaçtı, çünkü Taehyung gerçekten de ona bir paket çalmıştı.

Çok geçmeden iki arkadaşları rezervasyon bölümünden anahtarlara çıktı ve herkes birinci kattaki otel odasına doğru ilerledi. Paslanmış metal zeminde yürüdüler ve L şeklinde koridorun köşesinden dönüp odalarını buldular. Yoongi herkesten önce davranıp direkt banyoya yürüdü; sıcak suyun, sokağın tüm pisliğini yıkayacağını ve saatlerdir üstüne yapışan boğucu nehir kokusundan kurtaracağını bilmenin verdiği huzurla rahatladı. İşini bitirdiğinde tekrar odaya döndü ve Seokjin'in koltukta olduğunu görünce yatağa oturdu ve odanın karşısındaki pencereye baktı. Koyu turuncu gökyüzü yanıyor gibi gözüküyordu, bir anda sabahki kabusun tüm sahneleri gözünün önüne geldi ve karnında huzursuzlukla dolu bir girdap oluşturdu. Daha sokak lambaları bile yanmaya başlamamıştı ama o kadar yorgundu ki, hafifçe yerleştiğinde anında uykuya daldığını hissetti.

Uyandığında otel odasının zifiri karanlık olduğunu gördü ve yavaşça yerinde doğrulup başucu masasındaki saate baktı. Görmek için kaldırdığında 3:17 yazdığını gördü. Akşama doğru uyuyakalmıştı ve şimdi sabahın erken saatlerinde tekrar uyanıktı... Yoongi iç çekerek saati yerine koydu ve sonra sertçe gözlerini ovuşturdu. Yangpyeong'dan beri hiçbir şey yememişti ve neredeyse midesi delinmiş gibi hissediyordu o yüzden homurdanarak yataktan inmek için kıpırdandı. Tabii ki Seokjin tarafından ortadaki sehpaya konulmuş bir şey vardı. Yemeği ve üzerinde bir not. Uzanıp eline aldığında arkadaşının uyanırsa diye aldığı yemekten ona ayırdığını okudu ve mesajın sonunda bir kalp vardı: tipik Seokjin. Yoongi yere oturdu ve yemeye çalıştı, dolu mideyle tekrar uykusuna dönebileceğini umdu. Kimbap soğuktu ve tadı pek de lezzetli değildi ama umursamayacak kadar acıkmıştı, hepsini bir çırpıda bitirdikten sonra peşinden bir şişe suyu da kafasına dikti. Midesi guruldamayı kestiği için tatmin olmuş bir şekilde sigarasına uzandı ve her zamanki yerine, pencere kenarına oturdu.

Jelatini sıyırıp yere attıktan sonra paketi ellerinde çevirdi: Taehyung'un onun için çaldığı paketi. Kendisi ona sormamıştı bile ama oğlan kötü alışkanlığının onu tekrar ele geçirmesine izin vermişti, ve muhtemelen Yoongi'nin suçlu hissetmesi gerekiyordu ama hissetmiyordu. Sadece çok fena içmek istiyordu. Kapağını açtı ve bir dalı çıkarıp dişleriyle tuttuktan sonra pencere çerçevesine yaslanıp odanın içine baktı. Yerdeki halının koyu mavi renk olduğunu gördüğünde çakmağını çıkarmak üzereydi ve kalakaldı. Tıpkı kabusundaki gibiydi. Birkaç saniyeliğine neredeyse benzin kokusunu aldığını hissetti ve sonra çakmağı alıp sertçe kapağını açtı.

Neden şimdi böyle bir şey düşünüyordu ki, ihtiyacı olmamasına rağmen? Neden ilk etapta öyle aptalca bir kabus gördüğü de güzel bir soruydu ama ona verecek bir cevabı yoktu. Yoongi neden kendini yakarak intihar ettiğini gördüğünü bilmiyordu ve bunun sebebini eşelediğinde de tatmin edici veya yeterli bir cevap alabileceğinden emin değildi. Muhtemelen şu anki hayatının nasıl olduğuyla ilgili bir metafordu. İnsanlar rüyaların önemli olduğuna inanırdı, değil mi? Kişinin bilinç altındaki psikolojisini yansıttığını?

Yoongi düşüncelerine o kadar dalmıştı ki yaklaşık otuz saniyedir çakmağı açık tuttuğunu fark etmedi ve ateş baş parmağına değdiğinde fark edip şaşkınlıkla kucağına düşürdü. Birkaç saniye elini salladıktan sonra yakmadığı sigarayı çıkardı ve baş parmağını dudağına aldı. Ateşin değmesi çok kısa sürmüştü o yüzden parmağını yakmamıştı, izi bile çıkmamıştı, parmağını ağzından çıkardıktan bir an sonra sigarayı tekrar dudağının kenarına koydu ve çakmağı aldı. Plastik kap, parmaklarının arasında ılıktı. Kapağı tekrar kaldırdı ve yakmak için küçük çarka bastırdı, ve sonra kaldırıp sigaranın ucuna tuttu. Çubuk tutuşurken alev dans ediyordu ve işi bitince çakmağı bir kenara fırlattı, başka ihtiyacı yoktu. Bu uyumadan önceki son sigarası olacaktı, gün içinde zaten üç tane daha içmişti ve sakinleşmesine o kadar da yardımcı olmamışlardı.

Derin bir nefes alıp pencereden karşısındaki yol ve binaların manzarasına baktı. Arabalar hızlıca geçip gidiyordu, birkaç tanesi otoparka durmuştu ve bu geç saatte bile kaldırımlarda yürüyen birkaç kişi vardı. Onlar kabusları ve kendi canına kıymayı düşünmüyordu. Sürücüler çimento bloklara hızlıca çarpıp benzinlerini tutuşturarak arabalarını havaya uçurmanın hayalini kurmuyordu. Hayır, öyle olan tek kişi kendisiydi ve şu anda kendi düşüncelerini uzaklaştırabilecek gibi görünmüyordu. Gecenin bir saatinde evin içinde duyduğunuz minik bir tıkırtı sizi nasıl tedirgin ediyorsa, üstelik önceki gece izlediğiniz seri katil filminden sahneler aklınıza geliyor ve pencerenizde gölgeler görmeye başlıyorsanız, Yoongi de kendi kabusuyla aynı şekilde kapana kısılmış haldeydi ve gülüp bir kenara atacağı türden boş bir kuruntu da değildi. Hepsini capcanlı bir şekilde görmüştü ve içi rahat etsin diye evin tüm ışıklarını açarak yatmayla kurtulamazdı.

Yoongi gözlerini pencereden çekip onun yerine uyuyan arkadaşlarına baktı. Namjoon en uzak yatakta sırtını dönmüş bir şekilde yatıyordu, örtüsünü çenesinin altına kadar çekmişti. Seokjin onunla sırt sırta yatıyordu ve suratı bu tarafa dönüktü, suratındaki boş ifadeye bakılırsa derin bir uykudaydı. Neden kendisi de bunu yapamıyordu? Neden sadece gözlerini kapatıp uykuya dalamıyordu? Ne zaman kendini birkaç sigara içip odanın içinde saçlarını yolarak volta atmadan uyuyamaz halde bulmuştu? Bu düşünce bir sinir dalgasının içinde yükselmesi için yeterliydi, ateş kadar sıcak bir öfkenin.

Sigarayı dudaklarından çıkardı ve dikkatlice baktı. Gözlerini ince beyaz gövdesinin, açık kahverengi filtresinin, bir şömine gibi tüten ucunun üstünde gezdirdi. Hali hazırda minik bir yığın kül oluşuyordu ve henüz silkelememişti.

Bir an, sadece bir an, dakikalar önce çakmak tenine değdiğinde, bir şey hissetmişti. Geçen hafta oynadığı oyun gibiydi, elini sıcaklığın üstünde tutup yanmadan önce çekme oyunu gibi. Ani ve sarsıcı bir histi ama nahoş değildi. Çubuğun ucunu derisine bastırsa nasıl hissederdi? O da ani bir sarsıntı mı olurdu, yoksa başka bir şey mi? Kendisini durduramadan elini dirseğinin altına doğru götürdü ve derisinin bir santim üstünde tuttu.

"Aptallık yapıyorum," diye mırıldandı nefesinin altından. "Nasıl hissettireceğini biliyorum. Lanet olası acıyacak..." Ve nasıl olacağını bilmesine rağmen bu bilgi elini kaldırmasına yetmedi. Her zaman yaptığı gibi pencere pervazında söndürmek yerine, orada söndürse, yerinden kaldırmayıp iyice bastırsa nasıl olurdu? Emin değildi ama yapmak için o kadar karşı konulmaz bir arzusu vardı ki derin bir nefes alıp çubuğu bastırdı.

Ucu tenine değdiği an, acıdan önce bir duraksama olmamıştı. Çakmaktaki gibi ısı gittikçe artmamıştı, o böyle değildi, incecik temasla bile tenini yakabilecek kadar sıcaktı ve sigarayı bastırıp çekerken kendisinin tısladığını duydu. Sonra büzüşmüş sigara halıya düştü ve Yoongi geride kalan ize baktı.

Teninde biriken izmariti hızlıca sildi ve parmaklarını o noktaya sürdüğü sırada gözlerini kırptı, kabarmaya başlayan parlak kırmızı bir iz oluşmuştu; koyu pembe kenarları içe doğru kararan garip bir daire. Tam alt dirseğinin üzerindeydi ve açık renk cildinde bir dövme -ya da daha çok dağlama- gibi duruyordu. Daha birkaç saniye önce çubuğu kaldırsa da sanki hala orada duruyormuş gibiydi, sinir bozucu bir şekilde karıncalanma hissediyordu ve soğuk suya tutmadığı sürece geçmeyecek gibiydi.

Yoongi tuttuğu nefesini ağırca iç çekerek bıraktı ve sonra zihninin ne kadar...boş hissettirdiğini fark etti. Kafasında oradan buraya koşan fareler gibi stresli düşünceler ve panik yoktu artık, kendisini tetikte ve huzursuz hissettirip dudaklarını çiğnemesini sağlayan. Hayır, daha durgun hissediyordu ve bu onun pencere pervazından kalkıp yatağına tekrar uzanması için yeterliydi. Rahat bir pozisyona gelmek için kalktığı sırada odanın karşısındaki Seokjin burnunun altından yumuşak bir ses çıkardı, uykusunun arasında kafasını öbür tarafa çevirdi ve böylece sadece kafasının arkası gözüküyordu. Yoongi birkaç saniye ona baktıktan sonra yatağa uzandı ve tavanı seyretmeye başladı, gözlerini kapattığında uyumasa da o şekilde uzanabileceğini düşündü ve-

Biri onu uyandırmak için sertçe kolunu sarsıyordu. Yoongi gözlerini tamamen açmadı ve hafifçe araladığında birinin üzerine eğildiğini gördü. Jimin? Jimin bu odada ne yapıyordu? Kafası karışmış bir şekilde doğruldu ve şişmiş göz kapaklarıyla, onun yatağının ucunda oturduğunu gördü. Seokjin veya Namjoon yerine.

"Hah...n-ne?" diye sordu, kendi sesini duyduğunda kulağına bir yabancınınki gibi geldi; fazla ağır ve fazla yaşlı. "Ne yapıyorsun?"

"Seni uyandırıyorum." dedi Jimin anında.

"Evet evet Jimin," dedi Yoongi gözlerini ovuştururken. "O kadarını anladım. Yani burada ne yapıyorsun? Niye odanda hazırlanmıyorsun?"

"Çünkü bir saat önce uyandım ve çoktan hazırım," oğlan açıkladı, "ve kapınızı tıklayıp Namjoon'u uyandırdım. O yüzden o da hazır, Seokjin banyoda işini bitirmek üzere ve sonra sen de kalkıp yıkanabilirsin."

"Imm... İstemiyorum, uykuya devam etmek istiyorum." Yoongi homurdandı ve odanın karşısından bir gülüş duyduğunda dönüp baktı, Namjoon çantasının fermuarını çekiyordu. "Neye güldün?"

"Şu an çocuk gibisin," dedi Namjoon. "Gece yatma zamanını geçirip sabah da okul için kalkamayan bir çocuk gibi."

"Benim yatma zamanım falan yoktu." diye cevapladı esnemesini bastırırken. "Onlar bebekler için."

"Sen de bir zamanlar bebektin, hatırla?" dedi Seokjin banyodan çıkarken, havlusu omuzlarındaydı. "Hepimiz bebektik."

"O kadar uzun zaman önceydi ki unutmuş." Jimin dalga geçti. Sonra uzanıp bileğinden onu tuttu ve yataktan sürükledi. "Hadi, hazırlanma zamanı." Yoongi dramatikçe inledi ve halıda ayaklarını sabitlemeye çalıştı ama halı fazla ince olduğu için yine de sürüklendi ve kendini banyoda buldu. Jimin eğilip duş başlığını açtı ve su gürültülü bir şekilde akmaya başladı, porselen küvetin kenarlarına çarparken ince bir çatıya yağan yağmur gibi sesler çıkardı.

"Keşke kanatlarım olsaydı." diye mırıldandı, akan suya bakarken.

"Ne, neden?" Jimin durumdan keyif alan bir gülücükle sordu.

"Bir lanet gün bile olsa yürümeyeyim diye."

"Hayır, uçsan bile yorulacaksın, o da bir çeşit egzersiz."

"Egzersiz? Almayayım," Yoongi tişörtünü kafasından çıkarmak için boyun kısmına uzanırken cevapladı. "Daha fazla hareket etmek-"

"O ne?" Jimin aniden sordu ve dediğini anlaması biraz zaman aldı. Sonra kaşlarını kaldırıp ne demek istediğini sordu. "O şey, kolundaki o şey?"

"Neremdeki ney...?" Yoongi tişörtünü tamamen çıkardı ve yumuşak bir sesle zemine düştüğünü duydu, ve sonra gözlerini koluna çevirdiğinde dirseğinde duran izi fark etti; soluk kırmızı halka beyaz cildinde bariz bir şekilde gözüküyordu. Şapşalca ona bakakaldı ve sonra ne diyeceğini bilemeden dudaklarının kendi kendine hareket ettiğini hissetti. "Ben...ah, dün gece sigaramı düşürdüm ve kendimi yakmış olmalıyım...ya da öyle bir şey."

"Yanık gibi gözüküyor," dedi Jimin onun kolunu sertçe tutup çevirerek daha yakından bakarken. "ve baya kötü bir tane. Acımadı mı?"

"Biraz," dedi Yoongi, oğlan yanığı incelerken kendisi de onun suratını inceleyerek. "Fark etmedim bile, aslında sen demesen fark etmeyecektim..."

"Dün gece oldu?"

"Hı-hım."

"Uyuyakaldın ve yanlışlıkla kendini yaktın?"

"Hayır, ben ah...biraz düşüncelere dalmıştım," Yoongi zorlukla söyledi, "ve muhtemelen ağzımdan falan düşmüştür."

"Eminim bu seni düşüncelerinden çıkarmıştır, ha?" dedi Jimin onun kolunu bırakırken. Yoongi rahat bir nefes bırakmak üzereydi ki oğlanın kendisine nasıl baktığını gördü. O kadar güçlü bakıyordu ki gözünü bile kırpmıyordu. "Kesinlikle bir kazaydı?" Yoongi onaylayıp öyle olduğunu söyledi ama kendi cevabının sahteliğini onun da fark edip fark etmediğini merak etti. Jimin birkaç saniye sessiz kalmayı tercih etti, duş sesi kükreyen bir şelale gibi odayı dolduruyordu ve sonra Jimin bir kez daha parlak bir şekilde gülümsedi. "Bir dahakine daha dikkatli ol, tamam?"

"...Tamam." Yoongi onayladı, aynı şekilde gülümseyerek. Sonra oğlan banyodan çıkıp arkasından kapıyı kapatınca derin bir nefes bıraktı.

Derisindeki yanık kaşınmaya başlamıştı, aynı yalanlarının kendisini acıtmaya başlaması gibi.



***

Ç/N:

Merhaba, bu bölüm tüm betimlemeler birbirine girmiş gibi hissediyorum ama anlamadığınız bir yer olursa lütfen sorun! Bir de bu bölümden sonra hikaye biraz daha ağırlaşmaya başlayacak, hatta kelime sayıları zamanla 10k'ya kadar taşacak. O yüzden sonraki bölümü heyecanla bekleyin, belki de bu sakinliği özleyeceksiniz... Görüşürüz <3

Continue Reading

You'll Also Like

61.5K 8.7K 31
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.
1.6K 630 15
[ TAMAMLANDI ] ↬texting | yetişkin içerik Jeon Jungkook ve Park Jimin yasa dışı işlere bulaşan birer gangsterdi. Jeon Jungkook 乂 Park Jimin Started...
4K 561 12
güzel sanatlar üniversitesinde öğrenim gören yoongi; her piyano çalışının ardından, piyanosunun üstüne yapıştırılan renkli yapışkan kağıtların ardınd...
130K 11.1K 30
zaman ağır çekimde ilerleyen bir sarkaç gibi. ileri geri, ileri geri. hiç bir yere varamıyorum, sana varamıyorum. ...