PERİ ve KUZGUN

By Esra269

4.3M 59K 4.8K

"Ona bir bak! Onunla beni bir arada düşünebiliyor musun gerçekten?" ☙ ❧ "Onu istemiyorum! Onunla ilgili h... More

Giriş
Giriş - 1
Giriş - 2
Giriş - 3
Giriş - 4
Giriş - 5
Bölüm 1 : Sinir Bozucu Adam
Bölüm 2 : Pembe Koltuk Değnekleri
Bölüm 3 : Yeni Bir Hayat
Bölüm 4 : İnatçı Pislik Herif
Bölüm 5 : Arkadaş Değiliz
Bölüm 6 : Açık Davet
Bölüm 8 : Figüran
Bölüm 9 : Zor Adam, Tutkulu Kadın
DUYURU - PERİ VE KUZGUN KALDIRILDI!

Bölüm 7 : Garip Bir Adam

44.4K 4.1K 301
By Esra269

Selamlar.. yorumlarınızı ilgiyle takip ediyorum. Sizleri seviyorum..(: Bol bol sevgiler..

Yağmur başladığında Armağan, Devrim'e "Bu saatte nereye gidiyorsun?" diye sordu. "Bu akşam lansmana gelmeni bekledim ama gelmedin. Sence de çok çalışmıyor musun Yekta?"

Genç adam onu evin kapısına bırakırken dişlerini sıktı ve bakışlarını ablasına çevirdi. "Lansmana ben değil, sen davet edildin. Sen uyu ben birkaç saat daha otelde olacağım. Yarın görüşürüz abla." 

Ceketini giydi ve siyah beresini başına geçirdikten sonra arabasına koştu. Bu eylül akşamında gelen yağmurun şiddetine hayret ediyordu. Hava beklenmedik şekilde soğumuş ve yağmur başlamıştı. Arabasının sığınağına girdiğinde arabayı hızla çalıştırdı ve evden ayrıldı. Büyük otel açılışından önce halletmesi gereken çok işi vardı. Yapacak daha başka bir işi olmadığı için bazen geceleri bile otelde sabahlıyor, çalışıyor ve her şeyin yolunda gittiğinden emin oluyordu. Onu tanıyan insanlar onun fazla işkolik olduğunu söylüyordu.

Haklılardı ancak Devrim bunu umursamıyordu. Bir saat içinde otele döndü ve orada unuttuğu dosyayı alıp bilgisayarda notları girdi. 

Birkaç saat kalmaktan vazgeçerek, işleri evde halledebileceğini düşündü ve kalan dosyalarla birlikte bilgisayarını da alarak aşağıya indi.

Yağmur aynı şiddette devam ediyordu. Arabasına bindi ve anayola çıktı. Yağmur yüzünden trafiğin sıkıştığını görünce sinirle homurdandı ve beklemekten nefret ederek arabayı ikinci çevre yolundan içeriye sürdü. Yolu biraz uzatacaktı ancak önemi yoktu. Beklemekten nefret ediyordu.

Burada da trafik biraz yoğundu ancak en azından beklemeden ilerleyebiliyordu. İnsanlar yağmura hazırlıksız yakalanmış gibi görünüyordu. Yavaşlayan arabaların arasından koşarak geçerlerken başlarına çantalarını siper etmişlerdi. 

Devrim sabırsızlıkla direksiyonda parmaklarıyla ritim tutmaya başladı.

Biraz daha ilerlediğinde o moda evinin bulunduğu caddeye girmiş olduğunu fark etti. İşin garibi moda evinin ışıkları yanıyordu ve saat neredeyse gece yarısı olmuştu. Kaşlarını çatarak gözlerini moda evinden ayırmadan dikkatli bir şekilde trafikte biraz daha ilerledi. Moda evinin kapısı açıldı ve dışarıya Gamze çıktı. Devrim onun kısa elbisesinin üzerine deri bir siyah ceket giydiğini gördü. Topuklu ayakkabıları hala ayağındaydı. Daha bir hafta öncesinde ayak bileğinin üzerine basamıyordu ama şimdi topuklu ayakkabı giyiyordu. 

Saçlarına bir bere takmıştı ve moda evinin kapısını kilitlerken tentenenin altına sığınmıştı. Döndü ve yağmura baktı. Telefonunu çıkarıp kısa bir telefon konuşması yaparken Devrim trafikte bir gıdım daha ilerledi. 

Gamze şimdi telefonu çantasına koymuş yüzünü buruşturarak yağmura bakıyordu. Ceketinin fermuarını çekerek yağmurun altına girdiğinde bu sefer Devrim yüzünü buruşturdu. Bu yağmurda üzerinde neredeyse hiçbir şey yokken nasıl yürümeyi göze alabiliyordu? Hasta olduğu zaman da aptallığından yakınıp dururdu. 

Trafik biraz açılınca onun yanına doğru arabayı sürdü ve o hızlı hızlı yürürken yavaşlayarak onun yanına geldi. Burada park edip onun arabaya binmesini bekleyemezdi. Biraz daha ileride durup onu arabaya alabilirdi ama hayır, Devrim park cezasını umursayan bir adam değildi. Gamze uçuşan saçlarının arasından dönüp ona baktı ve Devrim'i görünce yüzü şaşkınlıkla değişti. Birkaç saniye boyunca göz göze kaldılar. 

Devrim o anda arabayı durdurabilirdi, park cezası da umurunda olmazdı fakat arabayı sürmeye devam etti. Gamze'yi arkasında bırakarak ilerledi. Ancak otuz metre gitmişti ki vicdanı galip geldi ve arabayı durdurdu. 

Gözlerini sımsıkı kapattı. Dişlerini sıkarak uzandı ve yolcu koltuğunun kapısını açtı. Yağmur damlaları arabanın içine vururken, aynadan onun gelip gelmediğine baktı. 

Belki de bu aptalca bir fikirdi. Yoluna basıp gitmeliydi. Koskoca bir kadındı. Onun lansmana arabasıyla geldiğini biliyordu. Sevgilisi ile ayrı arabalarda ayrılırken onu görmüştü. 

Şuan neden buradaydı? Sevgilisi neredeydi? 

Bir dakika kadar sonra Gamze'nin koşarak arabaya doğru geldiğini gördü ve Devrim derin bir nefes alarak bekledi. Gamze arabaya bindi ve kapıyı kapattı. Sırılsıklam olmuştu. Saçlarından sular damlıyordu ve dönüp kendisine baktığında kirpiklerinin bile ıslandığını gördü. Gözlerini kırpıştırarak kendisine bakmaya devam etti ve elindeki çantayı kucağına koyarken boynundaki fuları gevşetti. 

Devrim arabayı çalıştırırken, onun, "Teşekkür ederim."  dediğini duydu.

Dişlerini sıkarak dilinin ucuna kadar gelen kelimeleri yuttu. Hiçbir şey söylemeden sadece başını eğdi ve yine sıkışan trafikte gıdım gıdım ilerlemeye başladı. 

*

GAMZE

Sessizlik boynuma geçirilmiş bir ip gibiydi. Arabanın içinde sessizliği dağıtacak bir müzik bile yoktu. Bu adam neden bu kadar gericiydi? Arabalar da ilerlemiyordu ve asıl sinir bozucu olan bütün vücudumun titremeye başlamasıydı. 

Elini uzatıp klimanın ısı seviyesini arttırdı ve hiçbir şey söylemeden önüne bakmaya devam etti. Tek bir kelime. Arabaya bindiğimden beri tek kelime etmemişti. Beni arabasına almasına bile şaşırmıştım. Ama en çok da onun arabasına bindiğim için kendime şaşırmıştım. Bunu yapmamalıydım. Durağa kadar yürümeli ve kendime bir taksi tutmalıydım. Ya da belki de o tentenenin altında yağmurun durmasını beklemeliydim.

Kardeşlerimden birisini arasam da olurdu ama şuan burada, bu adamın arabasındaydım ve havada boğucu bir sessizlik hakimdi.

Ben gerici sessizliklerden nefret ederdim. 

"Beni taksi durağına bıraksanız yeterli,"diye mırıldandım. Zaten çok bir şey kalmamıştı. En azından yağmurda yürümemiş olurdum. 

Bana şöyle bir baktı ve önüne döndü. "Taksi durağında ne yapacaksın?"

"Taksi tutacağım." Sorusu garipti. 

"Arabana ne oldu?" 

"Kaza geçirdi."

Başını bir kez daha benden tarafa çevirdi ve gözleri oturduğum koltukta baştan aşağıya vücudumda hızlı bir şekilde dolaştı. "Kaza?"

"Moda evinin önüne park etmiştim. Arkadan bir tır gelip arabama çarptı." 

"Neden oraya park ettin?" 

"Acil bir işim vardı, sadece girip çıkacaktım."

"Akıllıca bir düşünce olmadığı kesin."

Sinirle başımı ona çevirdim. "Akıllıca bir düşünce değil mi? Gerçekten mi?"

"Bulunduğunuz cadde dar ve sen park edilmesi yasak olan bir yere arabanı park etmişsin. Bu durumda bunun akıllıca olup olmadığını tartışmak istiyor musun?" 

Kahretsin! Sözleri küçük düşürücüydü ve beni sinirlendirmişti. 

"Bulunduğumuz cadde dar olabilir ama araba park etmek yasak değil. Daha önce de park ettim."

Sessiz kaldı. Şu an onunla ne konuştuğumuzun bir önemi olmaksızın bir 'sohbet' gerçekleştirdiğimize inanamıyordum. 

"Neden yağmurda taksi durağına kadar yürüdüğünü sorabilir miyim?" Arabalar hareket edince o da hareket etti ve bizi biraz daha ileriye taşımış oldu. Yağmur trafiği berbat etmişti. 

"Bunun da akıllıca olmadığını mı söyleyeceksin?" diye çıkıştım.

Çıkışımdan etkilenmemiş bir şekilde önüne bakmaya devam etti. Yüzüme belki de yalnızca bir iki kere bakmıştı, onun dışında hiçbir şekilde bakmıyordu. Ne kadar sinir bozucu olduğunun farkında mıydı? Beni böyle azarlayacaksa beni arabasına neden almıştı? Zaten beni akşam boyunca görmezden gelmişti.

"Sevgilini arayabilirdin." Düz, kesinlikle umursamaz bir tavırla konuşmuştu.

Sevgilim? Bir sevgilim olduğunu mu sanıyordu? 

Sonra onun bizi Efe ile sarmaş dolaş haldeyken gördüğü aklıma geldi ve içimden bir kahkaha seli yükseldi, ancak kendimi durdurdum. Onun benim sevgilim olduğunu zannediyordu. Kendi kendine yargılara varmakta üzerine yoktu. 

Buna bir cevap vermek istemesem de yalan söylemenin de anlamı yoktu.

"O benim ikiz kardeşimdi."

Ve bu onun bakışlarını üzerime çekmeye yetmişti. Gözlerinde küçücük bir şaşkınlık parıltısı gördüm ve hemen sonrasında geçti. Başına geçirdiği siyah beresi onu bir iş adamından çok serseri bir dergi pozları veren adama benzetiyordu.

İşin tuhafı yakışmıştı da. Ancak karakteri bir buz dağı gibi soğuktu. Onda sıcak olan hiçbir şey yoktu.

Taksi durağı nihayet göründüğünde, "Beni burada indirebilirsiniz,"dedim. "Teşekkürler."

"Gideceğin yere kadar bırakabilirim." Sesi soğuktu ve beni gideceğim yere kadar götürmek istemeyeceğini biliyordum. Ve ben eve değil, hastaneye gitmek istiyordum. Tır şoförünün sağlık durumunu merak ediyordum. Bir ailesi var mıydı? Ailesine haber verilmesi gerekiyordu. Belki de sağlık görevlileri bunu çoktan yapmıştı ama yine de aklım oradaydı. 

"Teşekkürler. Şurada durursanız.."

"Ama hala yağmur yağıyor," diye diretti. "Bu saatte bir taksiye binmek ne kadar güvenli olabilir?"

Başımı ona çevirdim. "Size neden güveneyim?"

Çenesini sıktığını gördüm ve bakışları bir kez daha benimle buluştu. Direksiyonu tutan elleri gerilmişti. "Bana güvenebilirsin çünkü ben kadınların ırzına geçen aşağılık bir herif değilim. Asla da olmadım!" 

Bu ani çıkışı karşısında şaşırarak geriye doğru çekildim ve ağzım açık bir şekilde ona bakakaldım. Basit bir cümle söylemiştim. Neden bu kadar kızmıştı? Ben ağzımı açıp tek bir kelime söyleyemeden arabayı kenara çekti. Hala çalışır bir haldeyken durdu ve beklemeye başladı.

Ah! İnmemi bekliyordu. 

Titreyen ellerimle kucağımdaki bereyi aldım ve saçlarıma taktım. Arabanın sıcak havasından dışarıdaki buz gibi yağmur havasına çıkmak istemiyordum. Yağmur aynı şiddette devam ediyordu. Kapıyı açtım ve ayağımı dışarıya çıkardım. Ona teşekkür etmeden şiddetli yağmurun altına çıktım ve kapıyı sertçe kapatarak çantamı başıma koyup topuklu ayakkabımın izin verdiği kadarıyla taksi durağına koşmaya başladım.

Yağmur o kadar şiddetliydi ki önümü zor görüyordum. Koşarken bir arabanın altında kalmaktan son anda kurtuldum ve öfkeli korna sesleriyle yuhalandım. Şoföre aldırış etmeden durağa vardım ancak bir tane bile taksinin olmadığını görünce hayal kırıklığı ile iç çektim. 

Hayır. Olamaz. 

Duraktaki adama, "Taksiniz yok mu?" diye sordum. 

"Maalesef abla. Bu saatte bütün taksiler tükenmiş durumda. Bir saat içinde üç tane taksim geri dönecek. Eğer onları beklemek isterseniz-"

"Teşekkür ederim." dedim ve Devrim'in olduğu tarafa baktım. Arabasının hala orada olduğunu görünce şaşırdım. Hala çalışır bir şekilde rölantide bekliyordu. Başımı çevirdim ve tek çaremin kardeşlerimden birini aramak olduğuna karar verdim.

Güney'i arayarak telefonu açmasını bekledim. Deli gibi üşüyordum. Bunu neden daha önce akıl etmemiştim ki? Islanmadan moda evinde oturur ve kardeşlerimden birinin gelip beni almasını bekleyebilirdim. Gerçekten çok zahmetli bir kadındım.

Güney'e gelip beni alabilir mi diye sordum ve yaklaşık yarım saat sonra burada olacağını söyledi. Telefonu kapattık ve kendime oturacak, sıcak bir yer aramaya koyuldum. Durağın içinde üç dört tane adam vardı ve rahatlıklarına bakılacak olursa ortamları sıcaktı. Ellerinde birer sıcak çay vardı.

Yanımdaki adam, "Çay ister misiniz?" diye sordu. 

Minnetle, "Olsa çok iyi olurdu."dedim. 

Ayağa kalktı ve, "Nasıl içersiniz?" diye sordu. 

"Açık ve şekerli. Dört tane şeker olursa yeter." Eğer küp şeker kullanılıyorsa daha fazlasını attığım zamanlar da oluyordu ama şimdilik dört tane yeterdi. Eve gidince kendime sıcak bir çikolata yapar ve şeker eksiliğini yeterince giderirdim.

Adam içeriye girdi ve onun bir kupaya çayı dolduruşunu içine de çay kaşığı ile dört tane küp şeker atışını izledim.

Ceketime sıkı sıkı sarıldım. Bacaklarım donuyordu. Topuklu ayakkabı ayağımı ağrıtmaya başlamıştı. Keşke moda evinde bekleseydim!

Adam çayımı getirdi ve bana uzattı. Minnetle elimi uzatırken, arkamdan gür bir ses, "Ben de bir bardak alabilir miyim?" diye sordu. "Demli ve şekersiz."

İlk düşüncem, ıyk oldu. Çayını  demli ve şekersiz mi içiyordu? İğrençti. Bir gram bile tadı olmazdı. İkinci  düşüncem ise, onun burada ne işinin olduğuydu. Çayımı adamın ellerinden alırken arkamı döndüm ve hemen yanımda, tentenin altına sığınan uzun boyuyla, beni az önce arabasından neredeyse kovan adama baktım. 

"Burada ne işiniz var?"

Gözleri akıp giden trafikteydi. "Çayını iç ve gidelim."

Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. "Anlamadım?"

"Durakta bir tane bile taksi yok. O yüzden çayını iç ve seni evine ben bırakayım."

Dünyayı umursamayan adam, beni mu umursuyordu? Gerçekten? Beni tümüyle yok sayan ve sinirlerimi bozacak  derecede kaba olan bu adam beni mi umursuyordu? Birisi şu an bütün bunların bir şaka olduğunu söylese ona inanırdım. Çünkü bu çok komik bir şakaya benziyordu ancak gülünecek bir şaka değildi.

Çayımı karıştırıp bir yudum aldım. "Gidebilirsiniz. Kardeşimi aradım ve gelmesini bekliyorum."

Başını çevirdi ve bana baktı. Ah. Lütfetmişti.

"O zaman kardeşin gelene kadar ben de bir bardak çay içebilirim." Adamın ona uzattığı çayı aldı ve bir yudum içti. Tadının kötü olduğundan dolayı yüzünü buruşturmasını bekledim ama tabiki öyle bir şey yapmadı. Muhtemelen demli ve şekersiz çayı onun için çok tatlıydı.

Çayımdan dolu dolu bir yudum aldım ve içimin ısındığını hissettim. 

Gözlerimi kapatarak bir yudum daha içtim. Ve bir yudum daha. Yağmur hala devam ediyordu. Çay biraz olsun titrememi azaltmıştı.

"Moda evinde üzerini neden değiştirmedin?"

"Efendim?" Bakışlarımı ona çevirdim.

Kaşlarını kaldırarak beni baştan aşağıya süzdü ve en sonunda saçlarımda durdu. "Üzerini değiştirip seni daha sıcak tutacak bir şeyler giyebilirdin?"

Evet bunu yapabilirdim ama yapmak istememiştim. 

Onu cevapsız bırakarak çayımdan bir yudum daha aldım. Birkaç adım ondan uzaklaştım ve aramıza mesafe koydum. Bakışlarının üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Ancak umursamıyordum. 

Çayımı bitirdiğimde adama boş bardağı verdim. Bir tane daha isteyip istemediğimi sordu ancak reddettim. Kibarca teşekkür edip kollarımı göğsümde kavuşturdum ve yerimde zıplayarak beklemeye başladım.

Devrim bana doğru bir adım attı ve yanımda dikildi. "Gel arabada bekle. Arabanın içi sıcak."

Hal ve hareketleri beni şaşırtıyordu. Ona şöyle bir baktım. "Teşekkür ederim. Kardeşim gelmek üzeredir."

Bakışlarının kızgınlıkla parladığını gördüm ve hemen başımı çevirip onu görmezden geldim. Bana sinirleniyordu. Bana sinirlenmeye cüret ediyordu. O kadar komikti ki. Ne sanıyordu? Onun sözünden çıkmayacağımı mı? Aramızda geçen hiçbir konuşmanın normal olmadığını o da biliyordu. O telefon konuşması aklımdan hiç çıkmıyordu. Bana arkadaş olmadığımızı ve gereksiz samimiyetlerden nefret ettiğini söylemiş, aramızdaki tek bağlantının Galip olduğunu belirtmişti. Bunu da profesyonelce yapacağımızı söylemişti. Gerçekten? 

Onun bana olan davranışlarını düşündükçe sinirlenmeye başlıyordum. Bedeni hemen yanıbaşımda duruyordu ve eğer daha fazla sinirlenirsem konuşmadan duramayacağımı biliyordum. Beynimin düşünme düğmesini kapatarak dikkatimi yağmurun altında bir yerlere gitmek için çaba veren arabalara çevirdim. Güney yarım saat sonra burada olacağını söylemişti ama yağmur çoğu yerde trafiği aksatmış gibi görünüyordu. Onun yanıma gelmesi bir saat de sürebilirdi, daha fazla da. Ve ben de burada zatüre olup ölebilirdim. 

Bütün vücudum buz kesmişti. 

Taksi durağındaki adam, "Hanımefendi, isterseniz içeriye girebilirsiniz." diye önerdi. "İçeride elektrikli soba var."

İçeriye şöyle bir baktım. Birkaç tane adamın rahatlıkla oturup sohbet ettiğini gördüm ve onların yanında oturmaktan rahatsızlık duyacağımı bilerek teklifini kibarca reddettim. Güney'in kısa zamanda buraya gelmesini umuyordum. 

Devrim'in homurdanarak, "İnat etme de bin şu arabaya!" diye çıkışını hissettiğimde beremi daha da aşağıya çekiyor, kulaklarımı kapatmaya çalışıyordum.

Ağır hareketlerle ona döndüm. Bu yeni Devrim'i tanımakta zorlanıyordum. 

"Sizin probleminiz değilim." Üzerine basa basa ekledim. "Arkadaş değiliz, o yüzden burada benimle beklemenize gerek yok. Lütfen gider misiniz?" Elimle arabasını gösterdim. 

Çenesinin kilitlendiğini, bakışlarının karanlık bir hal aldığını gördüm. Kollarımı birbirine sıkı sıkı doladığımı gördü ve , "Ne halin varsa gör." diyerek elindeki bardağı adama uzattı. Adam şaşkınlıkla bizi izlerken bardağı aldı. Devrim tek bir kelime daha etmeden arkasını döndü ve yağmurun altına çıkıp arabasına doğru yürümeye başladı. Koşmuyordu. Yürüyordu. Yağmurun onu ıslatıyor olması önemli değildi sanki. O da en az benim kadar ıslanmıştı. 

Üşüyor olduğuna emindim ama belli etmiyordu. Gözlerimi kısarak onun arabasına doğru yürüyüşünü izledim ve nihayet arabasına vardığında iç çektim. O kimdi? Neden aklımı bu kadar meşgul ediyordu? 

Hayatımın şu son dönemlerinde kendimi sürekli onu düşünürken buluyordum ve o hiç düşünmek isteyeceğim bir kişi değildi. Beni sinirlendirmekten başka bir şey yapmıyordu ama aynı zamanda yumuşak tarafını da görmüş birisi olarak nasıl bir karaktere sahip olduğunu çıkaramıyordum. O kötü bir adam olsaydı, Galip için bir evi öylece veriyor olmazdı. Annesinin durumunu öğrenmek istemez ya da az önce yaptığı gibi beni arabaya binmem için zorlamazdı. Sanırım benden uzak durmak istiyordu ama vicdanının baskın geldiği taraflar yüzünden bunu yapamıyordu.

Beni arabasına almasını beklememiştim ve almıştı. Sonu iyi olmamıştı ama yine de durmuştu. Benimle birlikte burada taksi durağında beklemeye kalkışmıştı ki hala bekliyordu. Gözlerimi daha da kısarak onun arabasının içinde öylece oturuşunu izledim. 

Bu arabanın camları siyah değildi. İçi görünüyordu. Ama yine de tam ona özgü bir arabaydı. Siyah. Parçalayıcı. Havalı ve kesinlikle biraz da soğuk.

Ona neden beklediğini sormak istiyordum. Neden? Benimle sohbet etme zahmetine bile girmeyen bir adam için fazla ilgili davranmıyor muydu? 

O kadar garip bir adamdı ki. 

İç çekerek bakışlarımı ondan çektim ve topuklu ayakkabılarımın ucuna baktım. Bu gece ayağımı fazla zorlamıştım. Acısını daha sonra çekecektim. İyileşmiş görünüyordu fakat yine de belli olmazdı. 

Eve gidip bir an önce keyfime bakmak istiyordum ama aklım hala tır şoföründeydi.

Ne Güney ne de herhangi bir taksi görünürlerde yoktu. Tır şoförü iyi miydi? Ona ne olmuştu? Telefon etsem ulaşabilir miydim? Ama adamın adını  dahi bilmiyordum. Hangi hastaneye götürüldüğünü ambulans görevlilerine sormuştum fakat adamın adını bilmiyordum.

Sabırsızlıkla beklerken, çok güzel bir gece geçiriyorum, diye düşünerek iç çektim. Oysa Devrim tam oradaydı ve beni istediğim yere götürmek için bekliyordu. Eğer şimdi gidip arabasına binersem bunu yapacaktı. Beni götürecekti. Ben de bu soğukta daha fazla beklemeyecek hastaneye ve evime daha fazla gecikmeyecektim.

Çok cazip bir fikir gibi görünüyordu. Gerçekten çok cazip bir fikirdi. Ama ona yenilmek istemiyordum. Orada durmuş sanki kendimi sorguladığımın farkındaymış gibi bekliyordu. Sanki arabasına binip gideceğimi biliyordu. Kararımı değiştireceğimden emindi. Değiştirecek miydim? Peki o zaman o sinirli, umursamaz çıkışlarım nereye gidecekti? Gerçi hiçbirinde alınganlık göstermemişti. Sanki sadece onu sinirlendirmeye cüret edişime kızmıştı. Garip bir adamdı. 

Ancak yine de çok cazip bir teklif olarak önümde duruyordu. Yağmur da dinecek gibi görünmüyordu. Sanki hızını daha da arttırmıştı. Ve boğazımda bir kuruluk oluşmaya başlamıştı. Bu geceden sağ salim çıkacağımdan şüpheliydim. Muhtemelen grip olacak ve yataklara düşecektim. Lansman sonrası tam da ihtiyacım olan şeydi!

Güney'i aradım ve nerede olduğunu sordum. Trafiğin yoğun olduğunu en az yarım saat daha gelemeyeceğini söylediğinde kararımı verdim ve ona hastanenin ismini söyleyerek oraya gelmesini söyledim. Sorgular başladığında endişe edecek bir şey olmadığını söyleyerek telefonu kapattım. Çantama koydum ve yağmura son bir kez baktıktan sonra iç çekip altına çıktım. Koşarak Devrim'in arabasına yöneldim. Bir kez daha görmediğim bir arabanın altında kalma tehlikesi atlattığımda Devrim'in arabasından sert bir korna sesi yükseldi ve başımı kaldırıp ona baktım. Yağmur damlaları arabanın camına çarpıyor, içeriye saydam bir şekilde gösteriyordu. 

Ben arabasına varmadan kapı açıldı ve aceleyle arabaya bindim. 

Kapıyı kapatırken onun, "Koşarken sağına soluna bakmaz mısın sen?" diye sorması üzerine dudaklarımı birbirine bastırdım. 

"Beni bölge hastanesine götürür müsün?" 

Dişlerini sıkarak başını salladı ve yola koyuldu. Sinirliydi. Harika. 

Ancak ben de sinirliydim. Onun arabasına binmek zorunda kaldığım için. Tam biz taksi durağından çıkmıştık ki boş bir taksi durağa girdi ve ellerimi yumruk yapıp öfkeyle inledim. Devrim bana şöyle bir bakış attı ancak hiçbir şey söylemedi. Trafiğe çıktık. 

Allah yardımcım olsun, onunla daha fazla vakit geçirmek istemiyordum.

*

Devam edecek.

Continue Reading

You'll Also Like

493K 35.8K 36
Bir Sage Taylors Romanı... Esrarengiz bir adamla tanışıncaya dek, Lucy'nin hayatında her şey yolunda sayılırdı. Paralı bir okulda okuyor, pahalı kıya...
24.3K 3K 30
Bir cinayet işlendi. Bıçak darbelerinin yağmur damlaları gibi yağdığı çok vahşi bir cinayet. Genç adam, yasını tutmaya ve acısını yaşamaya izin verm...
140K 17.2K 37
Ülkesinden kaçmak zorunda kalan genç bir kızdı. Yabancı bir ülkede sığınmacı olmanın tüm zorluklarını yaşadı. Taciz, hakaret ve sevgisizlik ar...
2.3M 37.1K 55
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...