Sen Gitmeden Önce.

By jensenology

8M 170K 11.3K

☆ ★ WATR 2013 En İyi Teen Fiction Hikayesi ★ ☆ Genç bir kızın yıllar sonra İstanbul'a dönüp geçmişiyle tekrar... More

-1- Bahşiş.
-2- ''Sana arkadaşlık etmek istiyormuş.''
-3- Anılar.
-4- Sahilde parti.
-5- ''Seninle aynı yatakta asla yatmam.''
-6- Kıyafetler.
-7- Fahişe ?
-8- Anılardan kaçamazsın.
-9- Çalışma.
-10- Kaza ?
-11- Yolculuk.
-12- Konfetiler..
-13- Tüm dileklerimde o vardı.
-14- Doğruluk-cesaretlik ve biraz da sarhoşluk..
-15- Düne dair anıları hatırlamak.
-16- Olmak istediğim yer.
-17- "Tutmam gereken bir sözüm var."
-18- Artık gerçeklerin vaktiydi.
-19- Yapılacaklar Listesi.
-20- ''Eğlence anlayışınız bu mu cidden ?''
-21- 4 peluş hayvan.
-22- ''Bu bir evlenme teklifi değildi.''
-23- Üniversite mevzuları.
-24- "Evinin önünde."
-25- Minik sır.
-26- "Acaba bu sebep Buğra olabilir mi ?"
-27- Bir bar sürprizi daha.
-28- Kız tavlama teknikleri.
-29- "Sana bu kadar yakından bakmak.."
-30- Siyah ve dantelli.
-31- "Lades yapalım mı ?"
-32- "Kampa mı gitsek ya ?"
-33- Davetsiz misafir.
-34- Küçük sürpriz.
-35- Kamp Kahkahaları.
Notumsu bir şey.
-36- İltifatlar.
-37- Uzun bir yürüyüş fikri.
Minik dünyamız.
-38- "Sleeping with sirens,"
-39- "Pasif kalan her zaman bendim, Buğra."
-40- Gerçeklerin acı versiyonu.
-41- İyileşme süreci.
-42- Yine bir kural listesi.
-43- İşkence zamanı.
-44- Hazan vakası.
-45- "Buraya kadardı."
-46- Karmaşık olaylar döngüsü.
-47- Mail saçmalığı.
-48- Karşılık vermeme durumu.
-49- ''Ve son bir şey,''
-50- Loser.
-51- Minik bir döngü.
Özel bölüm. ☆ Yıllardan kesitler. ☆
-52- Esmer çocuk.
Final.
Veda Şeysi.
İkinci Kitap!

-53- Koala mevzusu.

59.2K 2.5K 446
By jensenology

Buğra'nın bana doğru dönmesinden faydalanan Emre'den gelmişti ilk yumruk.

Tam da Buğra'nın çenesine gelmişti sert darbesi.

Acısını sanki bana vurulmuş gibi hissettim.

Yalpalayarak sol elini çenesine getirirken ifadesini tamamiyle bir kinin bürüdüğüne dair kalıbımı basabilirdim.

"Bilirsin," dedi Emre, alayla sırıtırken. "Eskilerin şerefine."

Buğra'nın tüm duygulardan yoksun kahkahası öne serilirken ansızın gelen bir darbeyle savrulan kişi bu sefer Buğra değil, Emre'ydi.

Elmacık kemiğine, tam isabet.

"Bilirsin," dedi Emre'nin biraz önceki cümlesinden alıntı yaparak. "Eskilerin değil, yenilerin şerefine demeyi tercih ederim ben."

Bu aralarındaki olay sadece basit bir yumruklamadan oluşan bir olay değildi. Çünkü onlar kavga etmiş olmak için değil, yıllar önce içlerinde yer edinmiş olan nefreti yüzlerine püskürtmek için birbirlerine sataşıyorlardı.

Başarılı oluyorlar mıydı ? Kesinlikle.

Buğra'nın elinin ayarı olmadığını biliyordum zaten, ama bu olayla birlikte bunu da kanıtlamış olmuştu. Çünkü Emre denen çocuk ; sadece yalpalamaktan ziyade, dengesini kaybetmişti. Ki eğer yan tarafında bulunan, evin dış duvarına dayalı olan küçük masaya tutunmasaydı yerle bütünleşmesi an meselesiydi.

Kimse müdahale etmiyordu, hepsi stabil ifadeleriyle olanları izlemekle meşguldü sadece.

Bu kavganın sonunda en çok hasarı alacak olan kişinin Emre olduğuna emindim. Tamam, Buğra'nın bir Hulk olduğu falan yoktu ama hey, öğretmeni Kaan'dı sonuçta !

Emre daha yaslandığı masadan kolunu ayıramamışken, Buğra tişörtünün yakalarından kavrayıp kendine doğru çekti onu.

"Seni uyardım, Emre," Sesi düz ve keskin bir tondaydı ; kelimelerin zihninde yarattığı kargaşaya rağmen nasıl oluyor da bu kadar ifadesiz konuşabiliyordu, anlayamıyordum.

Emre'nin sırtı sert bir darbeyle duvarla birleşirken yüzümü ekşitmekten alıkoyamamıştım kendimi.

Bizim kızlar vay be dercesine nefeslerini sesli bir şekilde dışarı verirken, erkekler de hafif bir ıslık sesi çıkarmışlardı.

Ortalığı kızıştırdığım için kendi kendime kızıp sinir depoluyordum ve içimdeki tüm bu siniri ifademe yansıttığımdan emin bir şekilde onlara döndüm.

Gerçekten ama gerçekten, suratımın aldığı şekli tahmin bile edemezdim.

Bu işten eğlendiklerini belli eden sırıtmaları, azar yiyen çocukların masum ifadesine dönüşürken bu duruma daha fazla dayanamayacağıma emindim.

"Kaan, git durdur şunu, yoksa gider ben atlarım ortalarına." dedim, ve her kelimesinde ciddiydim. Yapardım, yapamayacağım şey değildi sonuçta.

Buğra'nın sinirini dışarı vuruşunun yarıda kalacak olmasını umursamadığını açıkça belli eden bir şekilde omuz silkip "Bana uyar," dedi ve yanlarına ilerledi.

Endişe ve rahatlamayla harmanlanmış bakışlarımı onlara yönlendirdim.

Kaan'ın her hareketi yavaştı, ağır çekimde gibi hareket ediyordu yanlarına ilerlerken.

Buğra'nın kolundan tutup kendine çevirmesi ise tüm bu olay döngüsünde gerçekleştirdiği en çevik hareketti.

Ama Buğra Kaan'dan kurtulmak konusunda da başarılı olmuştu, ve daha Kaan bile farkına varamadan dizini Emre'nin malum yerine geçirmesi an meselesiydi.

Ve işte o an, Emre'nin sırıtmasının tamamiyle kaybolmasına denk geliyordu.

Ellerini tam da o bölgesinin üstüne koyarak yere eğilirken, acının tüm izleri yüzüne dağılmıştı.

"Hazal konusunda her zaman fazla asabi olmuşumdur, bunu bilmen gerekirdi."

Emre aheste hareketlerle başını Buğra'ya doğru kaldırırken "Hassiktir lan," dedi, sanki Buğra devlet sırrı vermiş gibi.

Adımlarım benden istemsiz bir şekilde o tarafa doğru ilerlerken hala büyük bir dikkatle onları dinliyordum.

"Hala aynı Hazal mı, yoksa platonik Hazal'ını bulamayınca aynı isimli başka birini mi buldun?"

Çocuk bile acısını unutmuşcasına tüm dikkatini bana yöneltmişti, dengesizce davrandığımın farkında olarak sırıttım. Ama ne yapayım, verdiği tepki çok güzeldi.

"Tam da üstüne bastın," dedim, onlara doğru bir adım daha atmışken. "Hala aynı Hazal."

Verdiği tepki, beklediğim tepkinin tam tersiydi. Şaşırmasını bekliyordum, ama şaşırdıysa bile bunu dışarıya pek de yansıtmamıştı.

Onda fazlaca bulunan özgüven duygusuyla genişleyen gülümsemesi, içimi yeterince huzursuz etmeye yetmişti.

Ama son cümlesi, gülümsemesinden çok daha huzursuz ediciydi.

"Desene, daha çok eğleneceğiz o zaman,"

"Kızarmış," dedim, gözlerimi çenesine çevirirken. "Acıyor mu?"

"Hayır."

Umursamaz bir şekilde ellerini cebine sokmuştu, başı hafiften eğikti, yerdeki taşlara vuruyordu ve hala yürümeye devam ediyordu.

"İnşallah acır,"

"Çekinme," deyip sırıttı. "Küfret."

Eğer küfretmeye başlarsam, susamazdım. Sessizliği tercih ettim bu yüzden.

Ama sessizliğim ancak evin önüne gelene kadar sürebilmişti, çünkü eğer sormazsam sinirden kendi kendimi yiyecektim.

"Emre kim?"

"Liseden bir arkadaş işte," dedi dolaylı bir cevap vererek. Sorum gayet netti ama o, ucu açık bir cevap sunmuştu önüme.

"Düzgün bir cevap istiyorum ben, probleminiz neydi?"

Sıkıntıyla iç geçirirken bir yandan da elini saçından geçirdi, "Sonra anlatsam olmaz mı?"

Tepkisi, bu olayın bende yaratacağı etkinin farkında olduğunu vurguluyordu. Sinirleneceğimden emindi.

Onur da bizi yalnız bırakmanın en mantıklı hareket olduğuna karar verip yanımdan ayrıldı ve apartmana doğru yol aldı.

Apartman kapısının kapanışının çıkarttığı o gürültülü ses kulaklarıma ulaştığı an, "Anlat," dedim Buğra'ya, fazla sakin duruyordum ve bu hiç de hayra alamet değildi.

Sıkıntıyla bakışlarını bana çevirdi, "Lisedeydik. Emre başka bir okuldan arkadaşımdı. Ve Hazan'ı seviyordu."

Hazan ismini duymamla birlikte gerilen sinirlerim tüm hücrelerime uyarı yollarken bile dışarıya bunu yansıtmamayı başarabilmiştim, "Eee sonuç olarak?" dedim bu kavganın nereden geldiğini anlamadığımı açıkça belli ederek.

"Sonuç olarak, Hazan'ın da beni sevdiğini öğrendi işte. Ve bunun suçunu hep benim üstüme yıkmaktan da hiç vazgeçmedi. Ergen kafası işte, ne bekleyebilirsin ki? Bunun için de sayamadığım kez arkamdan iş çevirdi, lise yıllarım onunla uğraşmakla geçti işte. Bu.''

Yüzüme yerleşen sevimsiz gülümsemenin konuyla bir alakası yoktu. Tamamiyle Hazan ile alakalıydı, hayatımın her köşesinden ortaya fırlıyordu ve bu da beni delirtiyordu.

"Ve sen de Hazan'ın seni sevdiğini bile bile yanında durdun?"

"Sonradan öğrendim, çok sonradan. Ve inan bana, bu gerekliydi."

Allak bullak olan düşüncelerim tek rotası, Hazan'a olan sinirimi dışarı yansıtmaktı.

Kollarımı göğsümün altında çarpraz bir şekilde birleştirdim ve bakışlarımı yüzüne diktim. "Alkış mı bekliyorsun yani?" Ve sağ kaşım da özgürlüğünü belirtme ihtiyacı duymuş olacak ki, havaya kalktı.

Gözlerini sıkıca kapatırken kirpiklerine takılmıştı bakışlarım. Ama yine de umursamaz tavrımdan taviz vermeyerek o anki güzelliğinden etkilenmemiş gibi davranmayı tercih ettim.

Yeniden derin bir nefes alıp verdikten sonra -ki bu onun sakinleşme yöntemiydi- gözlerini aynı hızda açarak agresif bakışlarını bana yönlendirdi.

"Birincisi, bana ihtiyacı olan birini yarı yolda bırakacak biri değilim ben. İkincisi, bu Hazan konusunu burada kapatsak çok güzel olmaz mı sence de? Bence çok da güzel olur."

Ve tüm bu cümlelerini art arda sıraladıktan hemen sonra adımları apartmanın kapısına doğru hareketlendi. Cevap vermemi bile beklemeden?

"Beni beklemeden nereye çıkıyorsun sen ya?" diye çemkirmeye başladığım anda tam da apartman kapısının önünde durmuştu adımları.

"Çünkü eğer seni beklersem, bu tartışma kapanmayacak ve sen sabaha kadar burada bekleteceksin beni hayatım. Yeterince açıklayıcı oldu mu bu?"

Umursamaz tavrım harabeye dönmüşcesine hızla çökerken tek yaptığım şey öylece durmaktı.

"Eve gidince çenene buz koyalım, unutturma." Konuyu 180º derece döndürdüğümün farkındaydım, ama ne yapabilirdim ki? Gayet haklıydı sonuçta.

Yavaş adımlarla yanına ilerledim, omuzlarım bile yenilginin ağır yüküyle birlikte çökmüş gibiydi. Ben, Buğra ile olan tartışmamda yenilmiştim; haksızlık değil miydi bu?

"Seviyorum ya seni," dedi çarpık bir şekilde gülerek, sağ yanağındaki gamze de bu avantajı fazlasıyla kullanarak kendini açığa çıkartmaktan çekinmemişti. "Ben Buğra, sen koala hatta; o derece."

Kahkalarımla sarsıldı bedenim. Bu cümlenin ne kadar önemli olduğunu idrak etmek zor olmamıştı benim için, ama yine de gülmeden duramıyordum işte.

"Ya da dur dur, daha güzel bir fikrim var." dedi genişçe sırıtarak, "Ben koala, sen okaliptus yaprağı ; nasıl?"

İşte bu cümleyi kesinlikle anlamamıştım. Aralarındaki bağlantıyı geçtim, okaliptus yaprağının ne olduğunu bile bilmiyordum ki!

Ve anlamadığımı cümlelerime ve tavrıma da yansıtmayı ihmal etmedim, "Onlar ne alaka ya? Hem niye ben okaliptus yaprağı oluyorum?"

"Çünkü," dedi her bir heceyi ağır ağır söyleyerek, "Okaliptus yapraklarının koalalar için sarhoş edici bir özelliği var. Eğer onları yemezlerse hırçınlaşıyorlar, öyle masum görünmelerinin tüm sebebi o yapraklar yani."

Gözlerimi devirdim, bir de bunları mı araştırmıştı yani? "Ve ben hala ayrıntıda gizli olan şeytanı bulamadım."

"Sen diyorum, içmeden sarhoş ediyorsun beni. Gülüşünle. Dokunuşunla. Seslenişinle. Sinirlenişinle. Ve..." Duraksadı, yanıma yaklaştı ve dudağını dudağımın tam da önüne getirdi. "...öpüşünle. Benim üstümde nasıl bir etkin olduğunun farkındasın, değil mi?"

Tüm bu olayların üstünden dört gün sonra, bizimkilerle birlikte bizim apartmanın önüne toplanmıştık. Şaka gibi ama evet, meydandaki merdivenlere oturmamanın eksikliğini yaşamıyorduk hiç. Çünkü yine merdivenlerde oturuyorduk. Belki daha küçüktü, belki manzarası da pek iyi değildi ama yine de merdivendi. Apartman merdiveni. Alışkanlıklar işte, kolay kolay kurtulamıyorduk onlardan.

Dirseklerini dizlerine yaslayıp avuçlarını da yanaklarına bastıran Berk, "Bugün de mi boş boş takılıyoruz?" dedi, her bir cümlesinin üstüne sinmiş olan sıkıntı duygusuyla.

Hepimizden tepemizdeki güneş kadar bunaltıcı onaylama tepkileri çıkmıştı.

Konuşmamız bu kadar sürmüştü. Bu kadar. Şaka mıydı bu?

Herkes yeniden sessizliğin kollarına sığınmıştı ki, bu sessizliği bozan kişi bu sefer Bora oldu.

Ama bize hitaben konuşmamıştı, bakışlarının ve cümlelerinin tek hedefi vardı; o da Gökçe'ydi.

"Gökçe, biz psikopat mıyız?"

Ne içindi bu? Tamam, vardı ikisinde de biraz psikopatlık ama şu anda söylemesindeki mantığı daha keşfedememiştim.

Bakışlarımı yüzüne çevirdim; cidden de sorusunun cevabını bekler gibi, merakla bakıyordu Gökçe'ye.

"İstifham bu, istifham." diyecektim geçen seneden kalan edebiyat bilgilerimle. Ama anlamayacakları için dememeyi tercih ettim.

Üniversite zamanı yaklaştıkça lise yıllarım canlanıyordu zihnimde, ileriye adım attıkça geçmişten izleri hatırlıyordum resmen.

"Sen öylesin tabii ama benle ne alaka be?" diye karşılık verdi Gökçe.

Bizimkiler de pür dikkat olmuş o ikisini izliyordu, hepimizin bakışlarının hedefinde onlar vardı.

"Liseli gibi davranıyoruz çünkü. Sinemaya gidiyoruz, geziyoruz, mesajlaşıyoruz bile ama hala arkadaşız."

Bora'dan beklenen yılın itirafı buydu işte.

Haftalardır cidden sevgililer kadar yakınlardı, ama hala arkadaş olmakta ısrarcıydılar. Eğer Bora şimdi bunu itiraf etmeseydi daha da devam ederlerdi böyle.

"Eee," dedi Gökçe, "Ne yapmamı bekliyorsun? Önünde diz çöküp çıkma teklifi falan mı edeyim?"

Bu da, Gökçe'den beklenmeyen yılın en odun cümlesiydi.

Bora omuz silkmekle yetinip sırtını merdivene iyice dayadığında gerçekler yüzüne daha yeni yeni çarpmış olacak ki yüzüne yerleşen çocuksu sevinçle birlikte ayağa fırladı.

Bir saniye sonra Gökçe'nin önündeydi.

Ciddi ciddi diz çöküp evlenme teklifi eder gibi çıkma teklifi etmeyecekti, değil mi?

Şakaydı bu.

Şaka.

Tamamiyle gerçeklikle harmanlaşmış bir şakaydı hatta bu, aksini kabul edemezdim.

Tek dizini yere koyup Gökçe'nin önünde reverans yapan Bora, istemsiz bir şekilde Beste'nin önünde reverans yapan Buğra'yı getirmişti gözlerimin önüne.

Onu İzmir'de eve aldığım gün, üvey kardeşim olan Beste'ye yapmıştı bu hareketi.

Boğazını temizlemek için hafiften öksürdükten hemen sonra, "Biraz evlenme teklifi gibi olacak ama..." dedi, gözleri Gökçe'ye kitlenmişti. "Benimle sevgili olmaya ne dersin?"

Selam! Uzun bir ara oldu ama cidden problemler bitmiyordu. Diğer bölüm hızlı gelir ama, merak etmeyin.

Ve şey, geçen bölümde artık final olması hakkında falan bahseden birkaç kişi vardı; normalde söylemeyecektim ama bu şekilde düşünen kişiler varsa diye belirtme ihtiyacı duydum : Finale adım adım ilerliyoruz.

Hikayenin son demleri bunlar, siz de fark etmişsinizdir zaten amjdskzka Ama kaç bölüm kaldığını söylemeyeceğim, sürpriz olsun o da.

Ehehehe, multimediadaki mükemmel varlık da koala!

Continue Reading

You'll Also Like

40.8K 1K 33
Alıntı; Kulağıma yaklaşıp ürkütücü sesi ile konuşmaya başlamıştı. "Asıl Berzan Şahmaran ile tanışmaya hazır ol Farah Şahmaran." *** Bir berdel hikaye...
3.1M 46.6K 11
'Umudun gece ise, ay'a tutun.' ∞ (15/08/2018; Başlama tarihi.)
151K 9.7K 55
. . Başlangıç tarihi: 10.03.24
145K 5.5K 41
İhanetin gölgesinde kalan kadınların intikamı ağır olur. Mecburiyet, kollarını hayatına doladığı zaman susacağını sanır, seni hislerle yanıltır. Ama...