Şimşek Tanrısı

rorylorenzo tarafından

657K 3.6K 142

Şimşek Tanrısı, Doğa Tanrıları'nın en güçlüsüydü. Bu yüzden herkes ondan korkuyor, yok olması için dua ediyor... Daha Fazla

Bölüm 2: Whitechapel Doğaüstü Varlıklar Akademisi
Bölüm 3: Olağanüstü Güçler Tarihi
Bölüm 4: Takipçi
DREAME

Bölüm 1: Kırık Cam Parçalarıyla Dolu Bir Gülümseme

32.5K 1K 66
rorylorenzo tarafından

Bölüm 1 "Kırık Cam Parçalarıyla Dolu Bir Gülümseme"

Yıldızlar. Kapkaranlık bir gece. Cızırdayarak sokağı aydınlatmaya çalışan zavallı sarı ışık. Sıcak nefesimin soğuk camda bıraktığı küçük buğu. Ve benim ruhumu yansıtan küçük odam. Siyah duvarlarım, gri yatak örtüm. Komidinimin üzerinde duran kitaplarım.. Nasıl olurda en ince ayrıntısına kadar görebilirdim ? İçerisi kapkaranlıktı, zifiri karanlık.

Derin bir nefes alarak soğuk camda duran elimi çektim, sandalyenin üzerine hoyratça atılmış montumu aldım ve sessiz olmaya çalışarak kapıyı açtım. Annem ve babam çoktan uyumuştu. Benimse gözlerime gram uyku giymiyordu. Bedenime karışan bu değişimin ne olduğunu gerçekten merak ediyordum. Korkuyordum. Ya aileme zarar verirsem, ya aynı ortamda bulunmak zorunda olduğum insanlara zarar verirsem ? Nasıl yaşardım bununla ? Ve arkamda bana destek çıkmayan ailemle, tek başıma nasıl başa çıkardım bu durumla ? Düşünmekten uyuyamıyordum.

Bedenimdeki bu olağanüstü değişiklikleri kontrol edemiyor olmak beni korkutuyordu.

Ve şimdi de gitmem gerektiği söyleniyordu bana. Beni bambaşka bir okula, şehre, hatta ülkeye gönderiyorlardı. Oranın kültürüne, insanlarına nasıl aşılacaktım ? Benim gibi insanlarla iletişim kurmakta problem yaşayan, sessiz, utangaç, çekingen bir kız nasıl yeni bir hayata uyum sağlayabilirdi ki?

Düşünüyordum da, benim kitaplarımdan, yatağımdan, her zaman tezgahın bir köşesinde kahve kalıntılarıyla temizlenmeden duran büyük siyah kupamdan başka neyim, kimim vardı ?

Annem ve babamın umrunda değildim. Hangi anne baba kızlarını yapmadığı birşey için suçlar, destek olmak yerine köstek olurdu ?

Yaşadığım hayat değildi benim. Ben sadece nefes alıyordum. Zaten başka hiçbirşey yapmaya iznim yoktu. Arkadaş edinmem, dışarı çıkıp eğlenmem, hepsi yasaktı. Sadece yemek yemeye ve uyumaya izmim vardı. Sıradan, monoton bir hayatım bile yoktu. Benim hayatım sıradanın da sıradanı, monotonun da monotonuydu. Cidden böyle yaşamayı haketmişmiydim ?

Yavaşça kapıyı araladım ve bir müddet salondan gelen sesleri dinledim. Televizyondan hafif bir piyano sesi geliyordu.

Babam en sevdiği dizi uğruna saatlerce uyanık kalıyordu ve bu gerçekten benim hiç işime gelmiyordu. Sessiz olmaya çalışarak, yavaş adımlarla salona doğru yürüdüm ve salon kapısına geldiğimde, yavaşça kafamı uzatarak içeri baktım. Babam koltuğa boylu boyunca uzanmış, kumandayı koltuğun başına koymuştu. Gözleri kapalıydı ve derin nefesler alıp veriyordu. Rahatlayarak çıkış kapısına doğru yürüdüm ve portmantonun üzerinde duran botlarımı alarak ayağıma geçirdim.

Kimseyi uyandırmadan dışarı çıkmayı başardığımda yüzümde gerçek bir gülümseme oluşmuştu. Çünkü ancak bu saatlerde kendim olabiliyordum, ancak bu saatlerce özgür olabiliyordum.

Hava gerçekten soğuktu, hafif bir yağmur çiseliyordu ancak umursamadım ve verandadan inmeye başladım.

Karanlık sokak boyunca yürüken, soğuktan nefesim dışarı buhar olarak çıkıyordu. Montumun içine biraz daha gömüldüm ve ellerimi cebime koydum. Holms gerçekten soğuk bir kasabaydı. Gerek havası, gerek insanları, herşeyiyle soğuktu.

On beş dakikalık bir yürüyüşün ardından parka varmıştım. Yağmur şiddetini iyice arttırmıştı. Ancak umursamadım, belki de umursayamadım. Çünkü özgürdüm.

Herzamanki bankıma oturup yine hayal etmeye başlamıştım. Hep düşünürdüm burya geldiğimde. Kaçsam bu dünyadan. Kaçıp kurtulsam. Olur muydu ? Ama Tanrı yine bulurdu beni. Hiç çekmemişti ellerini yakamdan zaten. Bana neden bu hayatı uygun görmüştü ? Hep soruyor ancak hiçbir cevap alamıyordum ondan.

Derin bir nefes aldım. Ailemden uzak kalmak beni üzmeyecekti. Çünkü onların varlığı da yokluğu da birdi. Ancak bu parkı, bu bankı özleyecektim. Ellerimi siyah montumun ceplerine yerleştirdim. Yarın bambaşka bir hayata yolculuk yapacaktım.

~

Sabah uyandığımda, bir an önce gitmem gerektiğini belirmek ister gibi bavullarımı kapının önünde görmek gerçekten ağrıma gitmişti. Beni göndermek istediklerini zaten biliyordum, ancak bu kadar acele etmelerinin bir manası yoktu. Beni biçbir zaman sevmediklerini biliyordum. Ne annemin gece gelip saçlarımı okşadığına şahit olmuştum ne de babamın saçlarımın arasına ufak bir öpücük kondurduğuna. Bu kadar nefret edilecek ne yapmış olabilirdim ?

Buradan gitmeden önce anneme ve babama beni unutmamaları için ufak hediyeler almıştım. Giyindikten sonra yatağımın yanındaki komodinden küçük hediye paketlerini çıkarıp aşağı inmek için kapıya yöneldim.

Anneme beş haftalık harçlığımı biriktirerek üçümüzün isimlerinin yazılı olduğu bir kolye ve aynı şekilde babama da üçümüzün isminin yazılı olduğu bir anahtarlık almıştım. Beni unutmalarını istemiyordum. Bir kızları olduğunu unutmalarını istemiyordum.

Merdivenleri sessizce inmeyi başardığımda tam kahvaltı için mutfağa gireceğim sırada duyduğum sesle durmuştum.

"Ona söylemeliyiz." diye fısıldadı annem yavaşça. Avcumdaki hediyelerin varlığını hissediyordum.

"Hayır, hayır." diye fısıldadı babam aynı şekilde. Kendine birşeyleri kabul ettirmek ister gibiydi.

"Daha fazla acı çekmesini istemiyorum. Zaten gidiyor. Kurtuluyoruz işte." Babamın cümlesi kalbimde derin bir acı hissetmemi sağlamıştı. Birisi kalbimi avcunun içine alarak sıkıyordu sanki. Nefes alamadığımı hissettim. Kalbimi sıkan avcu örnek alarak, elimdeki küçük hediye paketini sıktım.

"Öyle ama.." Annem tereddüt ederek konuşuyordu.

"Onun gerçek anne ve babası olmadığımızı bilmesi gerekiyor. Biyolojik anne ve babasının peşine düşmek isteyebilir." İşte hayatımın ilk yıkımı bu şekilde gerçekleşmişti. Gözümden düşen bir damla yaştı sadece. Canımın acısını sadece bir damla yaşla yansıtabilmiştim bedenime. Avcumda sıkmaya devam ettiğim hediye paketi canımı yakıyordu. Fiziksel olarak değil.

Sırf beni, kızlarını unutmasınlar diye bütün harçlıklarımı yatırdığım o uyduruk hediyeler aptallığımın simgesiydi ve bu canımı yakıyordu. Derin ve titrek bir nefes aldım.

Hızlı adımlarla dış kapıya yaklaşarak dışarı çıktım ve koşmaya başaldım.

Nasıl anlamadım ? Beni sevmemelerinin nedeni elbette onların gerçek çocukları olmamamdan kaynaklanıyordu. Altında başka ne arayabilirdim ki ? Bilmiyor muydum sanki ? Aklıma hiç mi gelmemişti ? Tabi ki biliyordum. Bu ihtimalin gerçekliğini hep biliyordum. Ancak inanmak istemiyordum. Bunu duymak bende bir şok etkisi yaratamamıştı. Çünkü lanet olsun ki, hissetmiştim. Hissetmiştim işte. Gerçek annem ve babam olmadıklarını hissetmiştim. Ama kendini kandırmayı başararak, bu ihtlimali aklımın ucundan bile geçirmeyip başka sebepler aramıştım hep.

Bir laf vardı ya hani. 'İnsanın başına korktuğu gelir.' diye. Öyleydi gerçekten.

Sonunda koşmaktan yorulduğumda parka vardığımı fark etmiştim. Nereye koştuğumu bile bilmiyordum bile. Elimdeki küçük kutuyu sıkmaktan avuç içlerim acıyordu. Her zaman oturduğum banka gittim ve elimdeki küçük kutuyu açarak içindekileri çıkardım. Kutuyu rastgele fırlatıp elimde kalan kolyeyi ve anahtarlığa baktım bir süre. Ne kadar da aptaldım. Gitmeden önce onlara ufak bir hediye vermek istemiştim. Benden kurtulmak isteyen aileme.

Gözlerim doldu. Ancak yaşlar akmıyordu. Kendimde ağlayacak gücü bulamıyordum. 18 yıllık hayatımda hep bir gariplik vardı zaten. Beni sevmemelerinin nedeni bendeki bu gariplik sanardım hep. İstemsizce eşyaları yerlerinden oynatmam, annemin en sevdiği bardakları çatlatmam, karanlıkta görmem, hissetmem..

"Tanrı'nın beni farklı olmak ile cezalandırması." Annemin deyimiydi bu.

Kolyeyi baş parmağımla okşadığımda içimde bir öfke hissi belirdi. Bunca yıl bana ufak bir sevgi göstermeyen üvey aileme hangi sıfatla hediye verecektim ki zaten ?

Hırsla fırlattım kolyeyi, ardından da anahtarlığı. Beton zemine düşüp tok bir ses çıkardılar.  Ardından sakince kalktım banktan ve eve doğru yürümeye başladım.

Kapıyı açıp içeri girdiğimde annem karşıma çıkmıştı. Bir süre gözlerini kızarık gözlerimde gezdirdi. Daha sonra bana doğru yürüdü. Babamında mutfaktan çıktığını görmüştüm.

"Zaman yok. Acele et, yola çıkacağız." Babam kapının önündeki bavulları alarak dışarı çıktığında annemin gözlerine baktım. Bana bakmıyordu.

"Acıktım." diye mırıldandım ruhsuzca.

"Yolda birşeyler yersiniz." Gözlerimi sıkıca yumup onayladım. Ve sonra arkamı dönüp açık kapıdan çıktım.

Babam arabada beni bekliyordu. Ön koltuğa yerleştiğimde gözlerini bende gezdirdi.

"Annene veda ettin mi Debbie ?" Cevap vermedim. Derin bir nefes aldı.

"Hazır mısın ?" Gülümsedim. Ancak bu gülümseme kırık cam parçalarıyla doluydu.

"Olmama şansım var mı ?"

⚡️

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

21.6K 1.3K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
68.8K 5K 35
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...
259K 23K 43
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
1.7M 95.1K 45
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...