fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

LIX| plans on azul island

1.8K 200 114
By carmenfkahlo

CALUM

Hood Hanesi' nin koruyucu lordu olan bu kudretli adam, Calum Hood, yaşadıklarının hiçbirisini haketmediğini düşünüyordu. Bu sefil insanlar ne hakla ona dokunabilir, ona el koyabilirlerdi? Onlar fakirdi, bir avuç zavallı.

İnsanlarım üzülüyor olmalı, diye düşündü bileklerindeki zincirleri izlerken. Ashton da üzülüyor olmalı. Beni kurtarmak için planlar yaptığına eminim. Hood Hanesi' nin sonunun gelmesi, krallık adına hiç iyi olmaz.

Umutlarını ince bir iple düşüncelerine bağlamıştı. Umut etmek zorundaydı çünkü burada pek iyi şeyler yaşandığı söylenemezdi. Her tarafı demir parmaklıklardan oluşmuş bir hücreye atmışlardı onu. Hücre avludaydı ve yanından geçen herkes genellikle ona dışkı ya da can acıtacak parçalar fırlatıyordu. Bununla birlikte yaralarının durumu da iyi sayılmazdı ve kış, özellikle geceleri etkisini fazla gösteriyordu.

Çoğu zaman neden yaşadığını düşünüyordu. Fakir halk her zaman aptal olurdu ve şimdiye dek çoktan onu öldürmeleri ya da yüklü bir miktar altın karşılığında satmaları gerekirdi. Ama bunların hiçbirisi olmamış, ölecek gibi de görünnüyordu.

Ragnar Lothbrok akıllıca oynuyor. Onu hiçbir zaman hafife almamalıydık.

Ve bir de kız vardı elbette. Daryl Clifford' un piç kızı yaşıyordu, üstelik bu orospu çocuklarının yanında. Başlangıçta bunun mümkünatını aklında tartmış ve günler sonra aslında hainleri kaleye alan kişinin Clifford piçi olduğunu fark etmişti. Kadınlar, diye düşündü Calum. Hepsi birer orospu. Doğurmaktan başka bir boka yaramıyorlar.

Sağ taraftan gelen adım seslerini duyar duymaz başını o yöne çevirdi. Beş ya da altı yaşlarındaki bir kız çocuğu karanlığın içinden çıktığında Calum' un gözleri küçük kızın elindeki elmaya kaymıştı. Buradaki vahşi barbarların arasında yaşayan bu kız çocuğu her ne kadar sevimli gözükse de o da vahşiydi. Calum emindi ki, birazdan elma yüzünde parçalanacaktı.

Ancak tahmin ettiğinin aksine küçük kız parmaklıkların arasından elmayı yuvarlanacak şekilde fırlattığında elma Calum' un elinin hemen yanında durmuştu.

"Kimseye söyleme." dedi küçük kız. Ve sonra gülümseyip gitti.

Vikingler insan değildi onun için. Bu da bir tuzaktı, biliyor. Açlıktan ölecek gibi hissetse de öfkeyle aldığı elmayı parmaklıklardan dışarıya fırlattı. Bu tuzaklara gelmeyecek kadar zeki biriydi o, bir lorddu.

"Açsın." dedi bir ses. "Ama masum bir çocuğun verdiği yemeği kabul etmeyecek kadar gururlusun."

Ses karanlık taraftan geliyordu. Yüzünü görmese bile bu sesin kime ait olduğunu asla unutamazdı. Lanet adam.

"Çocuk beni öldürecekti." dedi Calum.

"Uzun bir yaşamın olduğunu mu sanıyorsun?"

Hayır. Yakında derimi yüzeceksiniz. Ve bense aptal gibi bir elmanın zehrini dert ediyorum.

"Sen ve senin gibilerin asıl sorunu bu arkadaşım." diyor Ragnar. "Ölüm yokmuş gibi davranıyorsunuz. Ama ölüm her an yanınızda. Ben yanındayım."

"Beni öldürmek için mi geldin?"

"Hayır, sizler önemli adamları esir tutarsınız. Sen de benim esirimsin."

Büyük Hood Hanedanı' nın asil lordu şimdi bir köylünün esiriydi. Bu utançtan başka bir şey olamaz.

"Sen kimsin?" dedi Calum aşağılarcasına. "Basit bir çiftçi bokusun sadece. Bu yükselişin çakılışı olmayacağını mı sanıyorsun? Öldürecekler seni. Sonun ölüm olacak."

"Sürekli ölümü düşünürsek yaşamın anlamı ne olur? Dert etme... Oyunu biz kazanıyoruz ve ölene kadar da durmayacağız."

Uzaklaşan adım sesleri onun gittiğinin habercisiydi. Bundan nefret etse de gerçek buydu ne yazık ki. Irwin Hanesi' nin başarısızlıkları her geçen gün artarken zayıflıklardan yararlanan Vikingler ise yükseliyordu. Her şey tehlikedeydi. Ve Ragnar istediği gibi kuzeyden sonra güneyi de ele geçirirse diyar korkunç bir felakete doğru sürüklenirdi. Daha da kötüsü ise Ragnar' ın bunu yapabilecek gücü vardı. Geçen aylarda güneyden gelen bir casus aslan kralının yönetiminin çok da iyi olmadığından bahsetmişti.

Düşünmemeye çalıştı. Gece öylesine soğuktu ki uyuyup hissizleşmesi gerekiyordu. Ancak kaburgalarındaki sızılar varken uyuması pek de mümkün değildi. Ragnar oğlu Bjorn düzenli olarak yanına geliyor ve Calum' un bedenine hasarlar bırakıyordu. Onu öldüreceğini haykırıyordu Bjorn. Ölümü onun ellerinden olacakmış.

Buna inandığı yoktu çünkü Ragnar yaşayacağını söylemişti. En azından şimdilik ölmeyeceğini biliyordu.

Sonraki gün de önceki günler gibi geçti. Talim yapan adamlar, hayvanlar gibi çiftleşenler, sarhoş olup kavga edenler ve 'Hood Lorduna En Fazla Sidik Ateşleme Yarışı' oynayanlar... Basit bir oyundu. Parmaklıkların çevresinde dikilen bir grup adam aletlerini kavrayıp Calum' un üzerine sularını fışkırtıyorlardı. Ardından kazandığını iddia edenler kavgaya tutuşuyor, bazen bu kavgalar ölüme kadar gidiyordu.

Barbar orospu çocukları.

Ancak o gece diğer geceler gibi bir gece değildi. Gecenin en karanlık vakitlerinde uyurken hücresinin kapısının açıldığını duymuş ve gözlerini açmıştı. Gelen kişi, pelerinin kapşonu ile yüzünü gizlerken aynı zamanda boynuna doladığı bir kumaş parçasını burnuna kadar çekmişti. Amacı gizlenmekti fakat Calum adamın gözlerine baktığı ilk anda onun kim olduğunu anlamıştı. Ragnar' ın oğlu. Gözlerindeki ölüm arzusu ile kendisine bakıyordu. İşte o an öleceğini anlamıştı Calum. Çığlık atmak için ciğerlerini havayla doldurmuştu ki Bjorn ondan önce davranarak eliyle ağzını kapatmış ve boğazına bir bıçak dayamıştı.

"Eğer bağırırsan seni şimdi öldürürüm."

Ölmek istemiyordu. Ölmek için çok gençti! Korkudan anında ter döktü. Parmakları titriyor ve midesi bulanıyordu.

Elini geri çeken Bjorn, Calum' un ağzını bir bez parçası ile tıkadı ve sonra kollarından tutarak onu ayağa kaldırdı. Günlerdir kıpırdamadan duran bacakları yüzünden dengesini kaybedip yere düşse de Bjorn' un sabrı yoktu. Calum' un zayıflamış vücudunu kolayca kaldırıp omzuna attı ve hızlı adımlarla hücreden çıktı.

Nereye gidiyorlardı?

Beyaz Kale' yi çevreleyen surlarda daha önce hiç görülmemiş küçük bir geçidin içinden geçtiklerinde duvarın diğer tarafına çıkmışlardı. Artık kalenin içinde değillerdi ve buna rağmen Bjorn ormanın derinliklerine doğru yürümeye devam ediyordu.

"Babamın yaptığı aptallıkları sen de görüyorsun." dedi hastalıklı bir sesle. "Seni parçalara ayırıp her parçanı o lord bozuntularına hediye etmemiz gerekiyordu. Gücümüzü ancak bu şekilde onlara kanıtlayabilirdik. Ama babam aptal. Bu gece onun aptallığını temizleyeceğim."

Calum bağırmaya çalıştı. Her deneyişinde sözcükleri ağzındaki beze takılıp birer iniltiye dönüşüyordu.

"Yalvarma. Bu gece seni öldüreceğim. Ve sonra kafanı evinin yakınlarına bırakacağım. Bedenini de kurtlar yer. Belki sikini koparıp hatıra olarak da saklayabilirim. Ne dersin piç? Sikini ölmeden önce mi kesmeliyim?"

Calum korku dolu iniltiler çıkarmaya devam ederken korkusu onu eğlendiriyor olmalıydı. Keşke şimdi ölseydi. Bjorn' un kendisine yapacağı işkenceleri düşündüğü her an tanrıya olan duaları büyüyor, bir mucize olmasını istiyordu.

Yaşama iç güdülerinin verdiği bir güçle aşağı sarkan bacağını büktü ve Bjorn' un karnına tekme geçirdi. İki büklüm olan Bjorn acıyla inlerken ellerinden kayan Calum karın içine düşmüştü. Vakit kaybetmeden ayaklandı. Ellerindeki zincirler yüzünden dengede durmak zor olsa da koşmaya çalıştı, sırtından bir darbe alana kadar. Yere yuvarlanıp yüzü karın içine gömüldü. Soğuğu tüm iliklerinde hissederken omzunu kavrayan bir el bedenini ters çevirmişti.

"Gerizekalı." diye fısıldadı Bjorn başını iki yana sallarken. "Seni şimdi öldüreceğim. Evine kadar tüm vücudunu taşıyamam. Aygırımız bile yok piç. Neden beni zorluyorsun? Neden?"

Dizinin tam ortasına ayağını geçirdiğinde kemiğinin kırılma sesini duymuştu Calum. Acı bir çığlık boğazından yükselip ağzındaki beze takıldı. Gözleri acıdan yaşarmış ve korku ise onların akmasına neden olmuştu. Birazdan ölecekti. Hood Hanesi' nin tek asil erkeği...

Bjorn kemerinde asılı olan hançerini çıkardı. Kendisine doğru bir adım atmıştı ki "Bjorn." dedi arka taraftan gelen Ragnar.

Yüce tanrım. Beni kurtardın. Beni kurtardın!

"Sana onu öldürmeyeceğimizi söylemiştim. Hançerini indir."

"Hayır."

"Hançeri indir."

"Anlamıyorsun! Çünkü benim kadar cesur değilsin. Ne kadar güçlü olduğumuzu görmüyor musun baba? Arkamızdaki ordu ile Kralın Şehri' ni bile ele geçirebilir ve tahtı gasp edebiliriz! Ama korkak gibi burada sallanıyoruz."

"Her şeyin bir zamanı var." dedi Ragnar. Oğlunun aksine oldukça sakinken temkinli bir adım daha attı. "Plan yapmadan saldırırsak kayıplar vereceğimizi sen de biliyorsun. Sana bunu anlatmıştım."

"Bizler güçlüyüz, sen söylemiştin. Ben güçlüyüm! Hoodların kalesini benim de alabileceğimi biliyordun ama Ivar' ı seçtin. Her zaman Ivar' ı daha çok sevdin değil mi? Senin için asla yeterli olamadım."

"Onu seçtim çünkü öfke problemlerin mantıklı düşünememene yol açıyor."

"BEN MANTIKLIYIM!"

Bjorn' un kükremesi tüm ormanda yankılanırken gözyaşları ardını izledi. Omuzları ve göğsü hızla inip kalkıyordu.

"Ben mantıklıyım baba. Bu piçin kafasını göndermemiz yapacağımız en mantıklı şeydi. Haklıyım. Haklı olduğumu-"

"Calum Hood' u öldürürsen tüm planlarım çöpe gidecek."

"Eğer planların burada korkak gibi saklanmaksa planlarını sikeyim."

Ragnar' ın sabrı tükeniyor gibiydi. Yılgın bir iç çekip gözlerini alayla çevrede gezdirirken son bir uyarıda bulunuyor gibi " Baban olarak Calum' u bırakmanı emrediyorum." demişti.

"Onu öldürmeden bırakmayacağım. Beni insanların önünde rezil ettin Ragnar. Altında kalacağımı mı sandın?"

"Pişman olacağın davranışlar yapma oğlum. Hiçbir zaman senin kötülüğünü istemedim."

"Yalan söylüyor ve beni yine kandırmaya çalışıyorsun! Beni tekrar yanından göndereceğini biliyorum. Ivar' la planlar yaptığınızı da biliyorum! Sana Beyaz Kale' yi verdim baba. Neden hiçbir zaman yeterli olamadım?"

"Beyaz Kale' yi sen değil, Laurie bize verdi. Şimdi... Hançeri bırak."

Bjorn çaresizce başını eğdi ve hançer ellerinden kayıp yere düştü. Calum onun gözlerindeki şeytanın parlaklığını gördüğünde "CEHENNEME GİT!" diye bağırmıştı Bjorn. Gözünü döndürecek bir öfkeyle kemerinden aldığı baltayı inanılmaz bir hızda babasına fırlattı. Ragnar bunu beklemiyordu ve beklenmedik bir anda kalbine saplanan balta yere yığılmasına sebep olmuştu.

Ne yaptığının farkına vardı Bjorn. Hayret ve korku içinde dizlerinin üzerine çöktüğünde dudaklarının arasından bir hıçkırık yükseldi.

"Baba?" 

Emekler adımlarla babasının yanına gittiğinde Ragnar birkaç kez kan öksürmüş ve sonrasında son nefesini vermişti.

"Sen yaptın!" diye haykırdı Calum' a döndüğünde. "Bana ne yaptırdığına bak! Hepsi senin yüzünden oldu. Hepsini sen yaptın piç. Babamı öldürdün."

Şimdi de ben öleceğim.

"Dünyadaki tüm soylular ölmeli." Yerdeki hançeri alıp ayağa kalktı. "Babam bir korkaktı. Ama ben korkak değilim."

Calum pes etti. Ne yaparsa yapsın ondan kurtulamayacağını biliyor, sadece hızlı olmasını istiyordu. Gözlerini kapadı ve sonra birkaç saniyelik o acıyı hissetti. Boğazını yaran hançerin ardından kıyafetleri kanıyla ıslandı, ağzı kanla doldu. Sonrasında bedeni sonsuz uykuya yatmıştı.

RHOSLYN

Bir şıngırtı işitti hassas kulakları. Günlerdir kendi kalbi ve solukları dışında nadiren başka sesler duyan Rhoslyn irkilerek gözlerini aralamıştı.

"Ayağa kalk." dedi muhafız.

"Neden?"

"Ayağa kalk."

Kendisine söyleneni yaptı. Çünkü bedeni daha fazla darbeyi kaldıramayacak kadar zayıftı. Buradayken, istenileni yapmazsan sana bir iz veriyorlardı. Bu, kraliçe bozuntusunun bir emriydi.

Uyuşmuş bacakları ile ayağa kalktığında başı döndü, dengede kalabilmek için kirli duvara tutundu. Ancak muhafızın bekleyecek sabrı yoktu. Koca ellerinden biri ile Rhoslyn' in ince kolunu tuttu ve onu sürüklemeye başladı. Nereye gidiyordu? Onu sonunda odasına mı götüreceklerdi?

Muhafıza soru sormanın gereksiz olacağını bildiğinden sessizliğini korudu ve bekledi. Muhafız onu kalenin banyosuna getirmişti. Tamamı beyaz ve mavi damarlı mermerden oluşmuş bu salon kuzey kadar soğuk bir yere rağmen güney güneşi gibi her daim sıcak olurdu. Mermerlerden buharlar yükselir, kalenin önemli insanları dilerse burada yıkanabilirdi.

İçeride sadece iki kişi vardı. Jeyne ve Jenna. İki kız kardeş olan bu hizmetçilerin yüzünü tekrar görmek Rhoslyn' e hiçbir şey hissettirmemişti. 

Kız kardeşler başıyla selam verdikleri sırada muhafız dışarı çıkmıştı.

"Sizi tekrar görmek çok güzel leydim." diyor Jenna.

Jeyne de sessiz kalamazdı. "Kocanızın yakında geri geleceği söyleniyor. Prensten gelen mektuba göre dolunay gecesi büyük bir zafer kazanarak yola çıkacakmış."

"Kraliçe Maria yeterince ceza çektiğinizi düşünüyor. Prens kocanız geldiğinde ona tamamıyla layık olabilmeniz için sizinle ilgileneceğiz."

Rhoslyn' in aklı çamurlu bir su gibi bulanıyordu. Çok uzun bir zamandır karanlığın dibindeydi. Şimdi ise gün ışığını ve insanları görüyor, çeşitli sesler duyuyordu.

"Kıyafetlerinizi çıkaralım leydim."

Jeyne ve Jenna birkaç adımda yanına gelip bir paçavraya dönüşmüş elbisesini bedeninden sıyırdılar. Kızların gözleri, vücudundaki çürüklerde gezinmişti.

"Suyu sizin için ısıttık."

"Bedeninize iyi gelecek."

"Saçlarınız da epey uzamış leydim."

Çok fazla gürültü, diye düşündü Rhoslyn. Onları duymak istemiyordu. Kızların kollarından tutmasına izin verdi. Hizmetçiler onu üç havuzun ikinci havuzuna kadar sürüklediler ve Rhoslyn kısa bir süre sonra kendisini on kişinin rahatlıkla sığabileceği havuzda buldu. Sıcak su anında etkisini göstermişti. Kasılan bedeni yavaşça yumuşarken oturmak için törpülenmiş olan mermere oturdu ve sırtını havuzun duvarına yasladı. Su seviyesi ayaktayken beline, oturduğunda ise neredeyse çenesine kadar geliyordu.

"Lestat adında bir adam varmış." diyor Jenna. "Vikinglerin planını biliyormuş. Prense yardım etmesi sizce de mükemmel değil mi?"

Tuzaktan başka bir şey değil, diye düşündü Rhoslyn. Bu kadar aptal olamaz.

"Başka haberler var mı?" diye sordu. Uzun zamandır dışarıdan çok uzaktaydı ve hiçbir şey bilmiyordu. Şanslıydı ki, Jenna ve Jeyne her şeyi çekinmeden anlatabilecek kadar salaktılar.

"Haberler krallık için pek iyi sayılmaz leydim. Etrafta bir kurt dolanıyor."

Kurt mu?

"Halk ona Kara Kurt diyor. Soylu askerlerimizi ve subaylarımızı zalimce öldüren bir adammış. Kral Irwin kurdun başına büyük bir ödül bile koydu."

Jeyne devam etti. "Kral Eli Jeremy Bieber kurdu bulacağını söylese de ben buna pek inanmıyorum. Bence Kara Kurt bir hayalet."

"Jeyne, hayalet diye bir şey yok."

"Neden olmasın kardeşim? Irwinlere sadığız fakat ne yaptıklarını hepimiz biliyoruz. Tanrının huzurunda yeminlerini bozup kralın kanını sofrasında akıttılar. Tanrı yemin bozanları affetmez. İnsanları cezalandırmak için Kara Kurt' u gönderdi."

"Saçmalık... Sadece birisi oyun oynuyor." 

Rhoslyn onların tartışmasını dinlemeyi bıraktı. Gözlerini kapatıp suyun içine biraz daha gömülürken parmaklarını karnında gezdirdi. Orada bir zamanlar bebeği yaşıyordu. Gözlerinin ardındaki karanlıkta bebeğini düşledi. Eğer onu kollarına alabilseydi yüzü nasıl olurdu? Şüphesiz babasının gözlerini alırdı. Güneşte yeşil gibi görünen, ejder aleviyle kutsanmış ela gözler... Siyah saçları olurdu. Belki teninin beyazlığını Rhoslyn' den alırdı. Ama Rhoslyn onun Zayn gibi esmer olmasını isterdi. Tamamıyla Zayn' in bir kopyasını. Zayn ölmüştü. Ama bebeği yaşasaydı Zayn' in ruhu onun içinde yaşamını sürdürmeye devam edebilirdi.

Zayn bebeğimizi taşıdığımı bilseydi mutlu olur muydu? Olacağına emindi. Ve bilseydi asla ama asla onları yanında ayırmaz, ayırmak isteyenleri Anghrist' in önüne atardı. Ama şimdi hepsi ölmüştü. Bebeği, Zayn, Anghrist... Ejderhalar düşmüştü.

"Ona güneyde olanlardan da bahset."

"Kes sesini! Kraliçenin ne dediğini unuttun mu?"

Rüyalarını terk eden Rhoslyn' in gözleri bir ejderha gibi açılıp parladığında arkasında dikilen kızlara döndü.

"Güneyde ne oldu?"

Göğsünün altındaki kalbi çok uzun bir zaman sonra hızlı atıyordu. Canlı hissediyor, Rhoslyn yaşıyordu.

Kızların yüzünde oluşan korku ona daha büyük bir cesaret verdi.

"Güneyde ne oldu?!"

"Bunu size anlatmamız yasak leydim. Kraliçe yasakladı."

"Kraliçe anlattığınızı bilmeyecek. Kimseye söylemem."

"Üzgünüz. Kraliçe bizi öldürür."

Bedeninde büyük bir güç doğmuştu. Öyle ki elbisesinin eteklerinden tuttuğu Jenna' yı kendine doğru çeken Rhoslyn tek seferde kızı havuza düşürmeyi başarmıştı. Jenna' nın saçlarını eline dolayıp diğer kolu ile bedenini sarmaladı. Kızın yüzünü suya daldırıp çıkardığında Jenna öksürüklere boğulmuş, Jeyne ise korkusundan ağlamaya başlamıştı.

"Kardeşini öldürürüm." dedi nefretle. "Dizlerinin üzerine çök."

Bu sırada geriye doğru adımlar atarak havuzun diğer tarafına gerilemiş, Jeyne' den olabildiğince uzaklaşmıştı. Genç kız istenileni yaparak dizlerinin üzerine çöktü. Jenna ise çaresizce bacaklarını çırpıyor, elleri ile Rhoslyn' in boynuna sardığı koldan kurtulmaya çalışıyordu. 

"Güneyde ne olduğunu anlat! Kraliçe neden öğrenmemi istemiyor?"

"Yapamam leydim."

Rhoslyn insanlığının son parçasını bebeğiyle birlikte kaybetmişti. Acımadan ve ölme ihtimalini umursamadan Jenna' nin yüzünü suya batırdı.

"Tamam! Yapmayın ne olur. Anlatacağım. Yemin ederim, durun! Durun!"

Kızın yüzünü sudan çekti ve beklenti ile diz çöken hizmetçiye baktı.

"Zayn Malik yaşıyor."

Ama Ashton onun...

"Yalan söyleme! Ashton onun öldüğünü söyledi."

"Öldüğü biliniyordu. Fakat sadece denizin ötesindeki diyardaymış. Geçen günlerde Meşe Limanı' na ayak bastı. Horanların yanında leydim. Yaşıyor ve tahtını geri almak için hazırlık yapıyor."

Jenna ellerinin arasından kayıp gittiğinde genç kız çığlıklar atıp ağlayarak havuzdan çıkmış ve kardeşine sarılmıştı. Rhoslyn o çığlıkları duymuyordu bile. Dudaklarındaki tebessümü gözlerinden süzülen tuzlu damlalar süsledi. Yaşıyordu. Zayn ölmemişti.

Benim için gelecek, diye düşündü sonra. Ayrılmadan önce bunun için söz vermişti. Buraya gelecek ve Ashton' un başını alacaktı.

Sadece biraz daha sabretmesi gerekiyordu. Bunu yapabilirdi. Çünkü şimdi damarlarında kimsede olmayan bir güç dolaşıyordu. Artık kimse onu korkutamazdı. Ashton bile. 

Günler geçti ve krallık felaket bir habere uyandı. Tıpkı tahmin ettiği gibi krallık ordusu tuzağa düşürülmüş ve binlerce adam katledilmişti. Yaşayanlar savaş meydanından kaçmak zorunda kalmıştı. Ashton da bunlarda biriydi ve duyduklarına göre önce babasının yanına, Buz Kalesi' ne, gitmişti. Orada yaklaşık bir hafta kaldıktan sonra ise Irwinlerin Kanlı Kalesi' ne doğru yola çıkmıştı.

Akşam vakitlerinde kalenin çanları kaleyi inlettiğinde Rhoslyn onun geldiğini anlamıştı. Kaldığı odanın kapısını kapatıp köşedeki sandık dolabının yanına -yere- oturdu. Karşıdan bakıldığında bir çocuk gibi göründüğünü biliyor fakat neden burada oturduğunu bilmiyordu. Gergindi. Çünkü çok uzun bir zaman sonra onu yeniden içinde hissedecek olmak midesini bulandırıyordu.

Vakit geçti. Ve sonunda ahşap kapısı gıcırdayarak açıldı. İşte oradaydı. Uzamış saçlarının bukleleri kıvırcıklığını kısmen kaybetmiş, kabarmıştı. Sakalları normale göre uzamış, elmacık kemikleri daha çıkık bir hal almıştı. Ardından gelen kürklü pelerini ile içeri girip kapıyı kapattığında Rhoslyn dizlerine sardığı ellerini kastı. Korkmadığını söylemişti. Fakat birazdan bedenine dokunacak ellerden ve yünlü pantolonun içindeki o canavardan çok korkuyordu.

Ashton birkaç adım daha attı. Rhoslyn, onun kendisine doğru yürüyeceğini sanmıştı fakat Ashton hemen karşıdaki yatağın olduğu yere çökmüş ve sırtını ise yatağa yaslamıştı. Yeşil gözleri genç kızın üzerinde, avını bekleyen vahşi bir hayvan gibiydi.

"Annem seni evcilleştirmeyi başarmış." dedi Ashton. Sesi alaydan uzak, fazlasıyla durgun. "Korkuyorsun."

"Artık korkmuyorum."

"Öyle mi?"

"Öleceksin."

"Beni kim öldürecek?"

"Kim olduğunu ikimiz de biliyoruz."

Ashton dudaklarını birbirine bastırdığında gözlerinin önüne bir bukle düştü. Umrunda değil gibiydi.

"Onu hala seviyor musun?"

"Evet."

"Herkes birilerini sevdiğini iddia ediyor." dedi başını sağa doğru eğip. Bukle de onu takip etti. "Babam tahtı, annem zenginliği, Lauren siki büyük olan erkekleri, Harry fahişeleri ve sen ise onu... Kimsenin sevdiği birisi olamadım. Belki bir zamanlar beni sevmeni istemiştim ama artık bunu dert etmiyorum. Çünkü sevgi yok Rhoslyn."

Neden kendisi gibi davranmıyor?

"Sadece güç var."

"Güçlü değilsin." dedi Rhoslyn. "Yenildin."

"Ama ejderha piçini yeneceğim. Sevgi dediğiniz saçmalık insanı zayıflatıp mantıklı düşünmekten uzağa itiyor. Kolay olacak, göreceksin."

SHAWN

Dudaklarının arasından gökyüzüne doğru bir buhar yükselirken yukarıdaki aydan bakışlarını ayıramıyordu Shawn. Belki de ayı son kez görüyor, bunun keyfini doyasıya çıkarmak istiyordu.

"Senin tanrın ayla bir bütündü değil mi? Beyaz Tanrı."

Killian Jones, sağlam eliyle tuttuğu, içi rom dolu metal matarayı uzattığında Shawn matarayı alıp birkaç büyük yudum içmişti.

"Benim tanrım yok."

"Ya?" Kaptan Hook matarasını geri aldı. "Yeşil diyardaki insanların dinlerine bağlı olduğunu sanardım."

"Hayal kırıklığına uğramış gibisin."

Korsan umursamaz bir tavırla omzunu silkti. "Neye inandığın umrumda değil. Konu tanrılar olunca bir sonuca varmak güç."

Çocukluğundan beri Kaptan Hook ile ilgili hikayeler duyardı Shawn. Hikayelerde her zaman Kaptan Hook zalim ve korkunç adamdı. İşkenceler eden, kancası ile insanların kalbini söken bir adam. Belki de öyle birisiydi. Fakat Shawn için kesinlikle bu doğru olamazdı. Korsana saygı duyuyor, ona korsan demek bile hakaretmiş gibi geliyordu. Çünkü tanınan hiçbir korsan onun gibi olamazdı. Çevresine bir korku saldığı doğruydu. Ancak otorite ve disiplin için korkunun gerekli olduğunu anlayabilecek kadar kötü durumlar yaşamıştı. Korku bir noktaya kadar olmak zorundaydı.

"İlk savaşın mı?" diye devam etti Hook.

"Evet." 

"Korkuyor musun?"

"Hayır demek saçma olur." Korsanın duygusuz yüzüne baktı. "Sen?"

"Bir korsanın her günü savaşla geçer. Nefes almak gibi. Ama evet, buna rağmen korkuyorum."

Shawn bakışlarını kıyıdan birkaç metre ötedeki yüzlerce savaş kadırgasına çevirdi. O kadırgalar yarın ilk gün ışığıyla savaşmak için adadan yola çıkacaktı.

Bir adadaydılar. Haftalarca süren bir deniz yolculuğunun sonunda tıpkı Zayn' in planında olduğu gibi adı Azul olan bir adaya ayak basmışlardı. Adaya varmanın bedeli elbette büyüktü. Horanların Meşe Limanı' ndan yola çıkılarak tüm Greenland' in güney yarım hattı boyunca ilerleyerek Ejderha Kalesi' ne oldukça yakın ve sık adalardan birisinde durmuşlardı. Kadırgalar gizlilik için güney kıyılarından fazlasıyla uzakta ilermesi, savaşın sadece biraz daha gecikmesine neden olmuştu. Ancak bu sorun değildi. Şu an, Ejderha Kalesi ve Azul arasındaki mesafe Zayn için mükemmel derecede azken, işgalci yakınında neler olduğunu bilmiyordu bile. 

"Kral Shawn, Kaptan..." Shawn ve Hook aynı anda arkalarındaki yaver çocuğa döndü. "Majesteleri çadırında sizleri bekliyor. Bir konsey daha yapılacak."

Durmaksızın konseyler gerçekleşiyordu. Ve Zayn için bunun nerede ya da ne zaman olduğunun bir önemi yoktu. Planlarında sürekli bir değişim olduğu için gerekli kişilerin de bu değişimlerden haberdar olması gerekiyordu.

Üçü birlikte kamp çadırlarını ve ateşlerini aşarak kampın merkezindeki en büyük çadırın içine girdi. Büyükçe bir masanın başında oturuyordu ejderha kralı. Sağ ve solunda kız kardeşleri, onların kocaları, kralın dostları ve iki lord kumandan... Hook ile Shawn kalan sandalyelere yerleştiler. Shawn her zamanki gibi masanın diğer başına oturdu. Bu onu mahcup etse de Zayn gerçekten ona bir kral gibi davranıyor, çevresindeki herkesin de aynen öyle davranmasını sağlıyordu. İnsanlar Shawn' a da Majesteleri diye hitap ederken asla saygısızlıkta bulunmuyorlardı, üstelik bir kuzeyli olmasına rağmen.

"Gecenin bir yarısı sizi yataklarınızdan kaldırmak istemezdim lordlarım." dedi Zayn.

Kimsenin uyuyamadığına eminim.

"Kral olan sensin." dedi Niall yamuk bir sırıtışla. "Emret ve yapalım."

Niall Horan' ı ve diğerlerini tanıma fırsatı bulmuştu elbette. Niall tanıdığı en rahat ve dobra adamlardan birisiydi. Kadınlara tümüyle aşık, evlenmemeye yeminli. Horanlar için verilen her yemin çok fazla kutsaldı ve Niall evlilik yeminini düğünün ertesi gecesi bozacağını samimiyetle itiraf ediyordu.

Louis Tomlinson kralı için ölmeyi diliyordu. Hatta hayatında istediği en büyük dileğin bu olduğundan bahsetmişti Shawn' a. Tomlinsonlar yolun en başından beri daima ejderha yanlısı bir hane olmuştu. Özellikle son üç Kral Eli' nin de Tomlinson Hanesi' nden olması sadakatlerini kanıtlar nitelikteydi.

Liam Payne tıpkı Tomlinson kadar sadık bir adamdı. Babası işgalci için diz çöktüğünde babasını karşısına alacak kadar cesur davranmış fakat zamanı geldiğinde Zayn' in yanında olabilmek için olanlara göz yummuştu. Babası bir sivri sinek yüzünden öldüğünde ise hanesinin başına geçerek bugünü beklemeye koyulmuştu.

Doniya ve Waliyha Malik kuzeyin görmediği türden inanılmaz kadınlardı. Toprakları için kanlarını akıtmaya hazırken aynı zamanda çocuklarına bağlı birer anneydiler. Onları her gördüğü zaman Shawn öyle ilhama kapılıyordu ki, eğer bir gün kuzeyin kralı olursa yaşamının sonuna kadar kuzeyin ezilmiş kadınlarını güney kadınları kadar yükselmiş bir hale getirmek için çabalayacaktı.

Luke Hemmings bir lord olmasına rağmen çocuk ruhlu eğlenceli bir adam sayılırdı. Yüzyıllarda önce bir kuzey prensesi ile evlenen Hemmings Lordu' nun çocukları saçları sarı renkte doğmuş ve yıllar da bunu takip etmişti.

Greg Horan erkek kardeşinin aksine daha ciddi bir pozisyon sergiliyordu. Tam olarak Niall Horan' ın tam tersi bir karakter de denilebilirdi onun için. Karısına sadık, halkını koruyan ve kralı için her şeyi yapmaya hazır olan cesur bir lorddu.

"Kral olmam istediğim her şeyi yapabileceğim anlamına gelmez. Sizlere teşekkür ederim. Özel zamanlarınızdan fedakarlık yapmanız unutulmayacak... Her şeyi son bir kez daha gözden geçirmemiz gerektiğini düşündüm. Hiçbir olasılığı atlamamalıyız. Hook, senin için de bir değişiklik var. Donanman öğle vakitlerine doğru yola çıkacak. Tam bir gece baskını yapmamızın beklenmedik olacağını düşünüyorum. Karanlık sular bizi gizleyecek. Fikrim hakkında ne düşünüyorsunuz Kumandan Oslyn?"

Her yeni bir karar aldığında mutlaka kararlarını askeri açıdan kendini kanıtlamış olan bu iki kumandana danışıyordu.

"Babam, bir kralın her şeyi bilemeyeceğini söylerdi." demişti Zayn geçen gece şarabını yudumlarken. "Her adamın fikrini almalı ve sonra karar vermeli. Aksi halde krallık felakete sürüklenir."

Zayn çoğu zaman babasının fikirlerini aktarıyordu Shawn' a. Bu sayede çok fazla şey öğrenmişti. Zamanında bir kral olmanın neler gerektirdiğini umursamaz ve öğrenmeye çalışmazdı fakat şimdi ölü Yaser Malik' in önerilerini Zayn yoluyla alıyordu.

Keşke zamanında babamı dinleseydim.

"Karanlığın bizi gizleyecek olması lehimizedir Majesteleri. Fakat karanlık savaşlarda askerlerin düzende kalabilmesi bir hayli zorludur."

"Bu komutanların yeteneklerine bağlı değil midir?" diye devam etti kral.

"Öyledir."

"Bunu becerebileceğinizi geçmiş zamanlardaki başarılarınızdan anlayabiliyorum. Aynı şekilde size de güveniyorum Kumandan Willas."

"Krallığımız için elimden geleni yapacağım Majesteleri."

"Öyleyse son bir tekrar yapalım. Hook ve donanması öncü bir baskın yaparak dikkatleri üzerine çekecek. Bizim bulunduğumuz donanma ise Azul' dan çıkıp doğruca kalenin bulunduğu kıyıya yaklaşacak. Kale duvarlarını kolayca aşabileceğimizi düşünüyorum. Koç başı hazır mı Lord Greg?"

"Şehrimdeki en iyi ağaçlardan yapıldı. İstediğiniz gibi gövdesi ince bir metalle de kaplandı."

"Güzel. Askerlerinize özellikle söyleyin, şehir kapıları aşıldıktan sonra insanlarımın hiçbirine dokunulmayacak. Aksi durumda vereceğim cezalar ağır olur.

Risklere gelecek olursak... Brannan Hanesi, işgalcinin en güçlü müttefiği şüphesiz. Tatlı kuzenim Cedric' in yanlış bir yola sapması fazlasıyla üzücü olsa da yapacak bir şey yok. Haritaya bakarsak," Parmağı ile Brannan Hanesi' nin olduğu bölgeyi gösterdi. "Karadan bir saldırı yapma olasılıkları büyük. Brannanların donanması yıllardır güçten düşmüş durumda. Bu sebeple askerlerin her an tetikte olması gerekiyor. Lordlarım, askerlerinizin hatta kalması için gerekirse her adamın eline bir sancak tutuşturun.

"Bir diğer tehlikeli mesele de aslanlar Majesteleri." dedi Liam.

"Evet." diye destekledi Louis. "Aslanlar bizden uzakken tehlikeli olmayacak fakat yakın bir mesafedeyken neler olacağını bilemiyorum."

"Onlara ateş ve kan verin." dedi kral buz kadar soğuk bir sesle. "Kimse ateşten büyük değil. Aslanlar bile." Gözlerini Hemmings Lordu' na çevirdi. "Fıçıların hepsi hazır mı?"

"Her şey hazır Majesteleri."

"Pekala. Kamptaki durum ne? Askerler iyi mi?"

"Heyecanlılar ama korkuyorlar." dedi Lord Kumandan. "Korkunun onları canlı tutacağını söyledim. Emin olun ki, yarın gece sizin için kılıçlarını sallayacaklar Majesteleri."

Masadaki herkes fikirlerini söyledi, tartıştı ve sonunda ise Zayn "Bu kadarı yeterli." diyerek konseyi bitirdi.

Herkes dışarı çıkarken Zayn ise gözlerini çadırın ortasındaki ateşe odaklamış ve düşüncelere dalmıştı. Öyle ki, Shawn' ın gitmeyip yanında kaldığını fark etmemişti bile.

"Uyumayacak mısın?" diye sordu ona.

Zayn ela gözlerini ateşten ayırmadı.

"Uykum yok."

"Günlerdir uyumuyorsun."

"Uyuyacak vaktim yok."

"Zayn, uyumalısın."

"Tahtımı geri aldığımda uyurum."

Shawn da gözlerini ateşe çevirdi ve günlerdir aklını kurcalayan o soruyu sonunda sordu.

"Herkesin bir görevi var, onlara anlattın. Ben ne yapacağım? Yarın nerede olmam gerekiyor?"

"Yanımda olmanı istiyorum. Birbirimizi kollayacağız. Tabi sen de bunu istersen. Çünkü öncü kuvvetlerin başında olacağım."

Öncü kuvvetler... Tehlikeli bir bölgeydi.

"Her zaman yanında olacağımı biliyorsun."

"Biliyorum." 

Yarın gece zafer bizim olacak, diye düşündü Shawn. Ardından da yeni zaferlerimiz gelecek, birlikte alacağımız zaferler.

___

Şimdi size durumu daha iyi anlamanız için şunu bırakıyorum.

Evet bu bir Afrika kıtası ama neden Greenland de olamasın 😏

Kırmızı bölge Ejderha Kalesi ve o bölgede çok fazla ada var Azul Adası da o büyük yer oluyor.

Pembe bölge Brannan Hanesi

Sarı bölge Meşe Limanı, Horanların bölgesi

Siyah bölge Buz Kalesi yani Shawn hazretlerinin yuvası

Yeşil bölge Kanlı Kale Rose orada kalıyor

Mor Bölge de Cliffordların yeri yani Beyaz Kale Laurie Ivar falan

O mavi çizgi de Gözyaşı Nehri' ni temsil ediyor ve tam ortadan geçtiği yerde bölge iki krallığa ayrılıyor.

Doğuda Brownland, daha güneyde Redland kıtaları falan var. Öyle işte.

Gelelim çok daha önemli bir meseleye. Kapakta da görmüşsünüzdür Fire and Blood Wattys2018 yarışmasının kazanan kitapları arasına girdi. Her şey sizin sayenizde oldu yavrucuklarım

İyiki varsınız ❤

Continue Reading

You'll Also Like

259K 17.1K 12
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!
betty By ︎ ︎

Fanfiction

2.4M 210K 33
Ama New York'a geldiğimden beri bir kokusu var. for vanilla baby
294K 27.6K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
761K 63.2K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar taekook