Sokakların Nabzı

By Damlanlas

2.5K 298 1.3K

Karanlığa karışmıştı ruhum, bedenim hala aydınlıkta iken. Hiçbir aydınlık kalbimi temizlemiyor ya da hiçbir... More

Sokakların Nabzı
'Geri Dönüş'-Bölüm1-
'Eski Bir Yüz'-Bölüm2-
'Başlıyoruz'-Bölüm3-
'Kırmızı Damga'-Bölüm4-
'Hikayeler ve Çimen'-Bölüm5-
'Çentik Sokağı'-Bölüm6-
'Kasımpatım'-Bölüm7-
'Sokak Lambası'-Bölüm8-
'Güven Bana'-Bölüm9-
'Non Serviam'-Bölüm10-
'Parti-Part1'-Bölüm12-
'Parti-Part2'-Bölüm13-
'Sigara'-Bölüm14-
'Yaren Yekta Çamyalı'-Bölüm15-
'Mezar Taşı'-Bölüm16-
'Kırmızı'-Bölüm17-
'Öfke'-Bölüm18-
'Günlük'-Bölüm19-
'İlk Tanışma'-Bölüm20-
'Tecrübe'-Bölüm21-
'Gösterişli İhanet'Bölüm22

'Nefret'-Bölüm11-

81 10 77
By Damlanlas

           

Selllaaammm

Parti bölümü için beni öldürebilecek arkadaşlarım var, aşırı baskı altındayım ama olsun, ben bunu severim. Yeter ki siz bölümleri beğenin😬😂

Ama bende de suç var, çok övdüm parti bölümünü, gerçi hazır ve yine söylüyorum ÇOK SEVECEKSİNİZ😏😂

Çok az oy alıyoruz hala bu beni üzüyor ama yapacak bir şey yok, yıldıza tıklamak çok zor sanırım okuyanlar için, bilmiyorum. Canları sağ olsun🤷🏻‍♀️🤷🏻‍♀️

Hatırlatma çok eski bölümden ve biraz uzun. Markab meselesini hatırlamayanlar için yazdım.

Bölüm biraz sakin, geçiş bölümü gibi aslında. Umarım sıkılmazsınız🙄😅😅

Yorgunluktan geberiyorum resmen, ellerim basmıyor tuşlara, düşünme yetimi kaybettim mantıklı cümle kuramıyorsam affola ama yazıyorum çünkü bir gün daha yayımlamasan katil olacak arkadaşlarım var, kıyamam onlara.😂🤦🏻‍♀️🤦🏻‍♀️

Hadi o zaman önce hatırlatma, sonra bölüm bu sırada da siz satır arasına yorum bırakıyorsunuz, bende okuyup sevinip, size cevap veriyorum. Bir de yıldıza basıyorsunuz. Bu kadarcık🤗🤗 Öpüldünüz, buyurun bölüme;

""Markab." Dedim. Gözler, o garip kıza çevrildi. Lakabını unutmam gayet doğaldı. Çok akılda kalıcı bir şey değildi sonuçta.

  "Ne bilmek istiyorsun? Mesela gerçek ismimi söylemeli miyim? Ya da yaşımı falan," dedi. Oldukça alaycı görünüyordu. En sevdiğim tavır.

"Hikayeni bilmek istiyorum. Neden bela ve bu bok çukuru?" ufak bir kahkaha attı.

"Yetimhane diyelim. Hayatı çalınmış 5 yaşında ki bir kız çocuğu ve intikamla dolu bir kalp Kronos. Tam da senin anlayabileceğin bir şey değil mi?" dedi.

"Kesinlikle. Cinayet mi?" dedim.

"Evet. Bir Aralık gecesiydi. 15'i. Kar yağıyordu ben yatağa girdiğimde. Annemlerden iyi geceler öpücüğümü almış, yarın okul ödevim olan noel babayı boyamış ve yeni yıla kaç gün kaldığını gösteren çizelgemde bir günün daha bittiğini sanıp üzerine çarpı koymuştum. Beş yaşındaydım. Günün bitmediğini ve saat henüz 12 olmadan silah sesiyle korkup yatağımın altında saklanacağımı bilmiyordum tabi.  Gece eve hırsızlar girdi. Annemle babamı öldürdüler ama evdeki bir iğneye bile dokunmadılar. Benim hayatım hariç. Onu çaldılar. Tüm mal varlığına amcamlar kondu. Teyzem, halam, dayım hiç kimse bana sahip çıkmadı ve bende yetimhane de büyüdüm." Dedi. Kafasını kaldırıp suratıma baktı. Gözlerini benimkilere dikti,

"Ve şimdi de bana ait olan her şeyi geri almak istiyorum, hakkım olan her şeyi Kronos. Mesela yıllardır halamların oturduğu evimi. Bir de intikam tabii"  Diye ekledi.

**

Bugün Pazar günüydü. Genelde pazarları herkes evinde kalırdı ki bugün yapacak hiçbir işimiz yoktu. Ben, Markab dosyası üzerinde çalışmaya başlamıştım ve onun üzerinde ilerlemeyi planlıyordum.

  Dosyayı incelemeye başladığımda, olayın Markab'ın anlattığı gibi olduğu yazılıydı. Evden çalınmış hiçbir şey yoktu, katiller ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmıştı ama kimlikleri belli olmasına rağmen bulunamamışlardı, kaçaktılar.

Markab'ın en az 20 yaşında olduğunu varsayarsak, bu adamlar yaklaşık on beş yıldır kaçaklardı. Dünyanın herhangi bir yerinde olabilirlerdi, başka kimlikler kullanıyor olmalıydılar mantıken ama şöyle de bir detay vardı ki, kafamı en çok kurcalayan da oydu;

Markab'ın amcası, işin içine parayı koymuştu. Bu adamlar kiralık katildiler. Öyle kolay, kolay kaçıp bir yere yerleşecek tipler değillerdi. Öyleyse hala ülkedeydiler ama başka bir kimlikleri vardı.

Ama yüzleri belliydi. Nasıl bu kadar süre firar edebilmişlerdi?

Amacımız Markab'ın amcasıydı ama ispat için kanıt lazımdı ve o, bu konumda, itiraftan geçiyordu. Yakalanamayan iki adamın itirafından.

Dosyada adamların resimleri de yer alıyordu. Belki de sadece olmasını istediğimdendir ama bir şekilde tanıdık gelmişlerdi. Hatta pis turuncu sakallı adamı kesinlikle daha önce görmüştüm.

Oturduğum sandalyede biraz daha yayıldım ve resmi daha dikkatli inceledim, en ufak ayrıntısına kadar.

Adı yazılıydı ama benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Çünkü Allah bilir kaç kez ismini değiştirmişti. Ben bu adamı nerden tanıyordum?

**

Kucağımda tuttuğum Markab'ın dosyasını Bulut'un bacaklarına bıraktım.

"Kızıl olan adam, çok tanıdık değil mi?" sanki fotoğrafı ona atmamışım gibi resmi eline alıp incelerken konuştu,

"Bence de ama kim?" yanına yaklaşıp fotoğrafa onunla birlikte bakmaya devam ettim.

"Adam seri katil Bulut, tanıdığımız kaç tane seri katil var ki?" 

"Çok yok," diye mırıldandı ve benim beynimde resmen bir ampul yandı.

"Sinan!" dedim resmi Bulut'un elinden çekip.

"Sinan Gündar bu Bulut! Hatırlasana, kendilerine 'Nu'diyen insanların düzenlediği bir partiye gitmiştik tecavüzcü bir pisliğiyakalamak için, orada konuşmuştuk bu adamla.

**

"Ne oldu? Bu haliniz ne?" üstleri başları darmadağınıktı.

"İnde pek hoş karşılanmadık ve şimdi adamlar onları aradığımızı biliyor."

Siktir.

"Nasıl yani Bulut? İçeriye mi giremediniz, daha mı kalabalıklardı?"

"Patronları oradaydı, içeriye bile giremedik." Bugün patronların mekan ziyareti günü falandı da bizim mi haberimiz yoktu?

"Ve şimdi geleceğimizi bildikleri için de adam yine kaçacak."  Markab konuya bodoslama dalmıştı. Sinirli görünüyordu ve aralarında en çok o hırpalanmış gibiydi.

"Hallederiz Markab, sakin ol."

"Ya annemle babamın katiliyle beni ayıran tek şey bir kapıydı Kronos ve ben o kapıdan içeriye giremedim. Nasıl oluyor da siz bu kadar kolay bulurken polisler onu 15 yıldır bulamıyorlar?"

Öfkelenmekte haklıydı ama hiçbir şey bitmemişti.

"Sen önce sakin ol ve o konuya hiç girme, kimi aradığınızı, neden girmek istediğinizi kapıdakilere söylediniz mi?"

"O kadar da toy değilim." Dedi Bulut.

"O zaman kimi aradığımızı bilmedikleri için kaçmayacak. Daha sonra tekrar gideriz, bulunacak Markab. 15 yıl bekledin, bir hafta daha bekleyebilirsin değil mi?" elimden geldiğince onlara yardım etmeye çalışıyordum. Sırf bana yardım etsinler, Kedi'yi bulabileyim diye başkalarının intikamlarını alıyor, düşman ediniyordum. Bu saygı kazandırması gereken bir şeydi.

Ve ben o saygıyı elbette kazanacaktım.

-11-Pazar günü-

          
Arabayı durdurduğum sokağın tabelasına baktım. 'Gritaş Sokağı' yazısında ki 'taş' kelimesinin üzeri siyah tebeşirle karalanmış yerine 'ay' yazılmıştı. Bunu yapmalarına çok da gerek olmadığını düşündüm. Çünkü zaten dışarıda insanların sigaralarının ucunda kıvranan kırmızı ateş dışında orayı aydınlatan tek şey, rengarenk ışıklarla daha da rezil görülmesini sağlanmış 'GRİAY BAR' yazısıydı.

Bar olduğu başlı başına palavraydı çünkü burası bin kilometre öteden bile anlaşılabileceği üzere bir pavyondu. Neden bar yazdıklarını bilmiyordum, eğer amaçları daha elit kesime hitap etmekse ilk olarak o dışarıda ki iğrenç ışıkları kaldırmaları gerekiyordu çünkü.

Bir de her duyanın midesinin kalkmasına yol açacak olaylarla ün salmışlıkları vardı ki, orası daha derin bir mevzuuydu.  

Markab meselesini bugün halletmek istemiştim ve bunun içinde zaten bir süredir kafamda bir şeyler planlıyordum. Buraya, Sinan Gündar'ı almak için gelmiştik ve alacaktık da. Onun bundan haberi yoktu, kimsenin izini bilmediğini, bulunamayacağını sanıyordu.

Ne yazık ki dünya böyle işlemiyordu. O kendini ulaşılmaz sanırken onun düşüşünün planını ilmek, ilmek dokumuştum. O içeride habersizce eğlenirken, ben onu yok etmek için gelmiştim.

Bu bana ayrı bir zevk veriyordu, ulaşılmaz sanılan her şeyi yerle bir etmekten tatmin oluyordum.

Gözlerimi sokaktan ayırıp arka koltuğumda oturan iki kişiye döndüm. Yan koltuğumda oturan Duman da aynısını tekrarladı.

"Evet, beyler. Pavyonumuza geldik. Şimdi, yanımda sadece erkekleri getirdim çünkü çok çabuk hareket etmek istiyorum. Kızlara sarkıntılık edecek piç kurularıyla uğraşmaya niyetim yok. Gireceğiz, alacağız ve çıkacağız. Bu kadar basit. Anlaşılmayan bir yer?" diye sorup onlara bakarken, hepsi kendinden emin bir şekilde başlarını salladılar.

Duman, Kartal ve Çimen'i almıştım yanıma sadece. Bulut, Herkül ve Atlas daha önce geldikleri için bugün gelmeleri yasaktı. Kapıda ki görevlilerin onları tanıyabileceği konusunda endişeliydim çünkü. Ve bu işin uzamasını dahi istemiyordum, bir kere daha aksaması tam bir felaket olurdu.

"Hadi o zaman." deyip ön koltuktan kendimi dışarıya bıraktığımda yaptığımı tekrarladılar. Çimen, birkaç uzun adımda dar sokakta yanıma geldi ve sağ tarafımda, adımlarını benimkilerle eşitleyerek yürümeye başladı. Kartalla Duman, birkaç adım gerimizden geliyorlardı.

Adamların her Pazar, buraya geldiğini birkaç sıkı araştırma ve takipten sonra öğrenmiştim. Mekanı gözlemesi için tuttuğumuz adamlar, insanların telefonlarını dinlemişler ve bana bu bilgiyi sağlamışlardı. Geçen hafta tamamen şanssızlıktı. Kulağa gelmemiş ufak bir bilgi yüzünden neredeyse büyük bir olay çıkıyordu ama sorun değildi. Bulut, bu işte profesyonel olduğunu kanıtlamış ve işler çığırından çıkmadan bizimkileri oradan çıkarmayı başarmıştı.

Mekanın kapısının önünde durduğumuzda, görevli gözlerini benimkilere kilitledi, aynısını yaptım ve konuştum.

"Bir şey mi diyecektin?" Çatılmış kaşlarım ve her bir zerresinden nefret akan yüzüme karşın yaptığı tek şey kenara çekilmek oldu. Yanımda ve arkamda bulunan üç gencin de benimkinden farksız surat ifadelerine büründüklerini tahmin ediyordum.

Adamın açtığı yoldan, hiç beklemeden içeriye daldım. Dışarıdaki boktan ışığa alışmış gözlerim, karanlıkta bir an hiçbir şey göremedi ama bozuntuya vermeden devam ettim. Dar bir koridordan ilerleyerek müziğin sesini takip ettim. Görüşüm netleşmeye başladığında koridoru bitirmiş, sigara dumanıyla renk kazanmış mekana girmiştim bile.

Burası aydınlık sayılabilirdi, en azından griydi ve etrafta, göremediğim fakat bir disko topundan çıktığını düşündüğüm, ucuz düğün salonlarında görebileceğiniz türden bir mor ışık tur atıyordu.

İlk başta gelişigüzel konulmuş sandığım masaların hepsinin bir sahneye baktığını fark ettim ve mekan kesinlikle tek katlı değildi. Ufak basamaklarla kendi çaplarında oluşturdukları localara kadar her yer doluydu. Saat henüz gece yarısı olmasına rağmen kalabalığa şaşırmadan edemedim. Adamımızın burada olup olmadığını bilmiyordum ama öğrenmenin çok kolay bir yolu vardı ve o da, ceketimin iç cebinde bulunan bir deri parçasının içinde saklıydı.

Adımlarımı kıyıda köşede kalmış, o saçma sapan disko topunun mor ışığının bile uğramadığı bir masaya yönlendirdiğimde, diğer üçü beni takip ediyorlardı. En az dikkat çekeceğimiz yerin burası olduğunu düşünmüştüm. Biz oturduktan yaklaşık yirmi saniye sonra yanımızda bir garson belirdi. Yanımda oturan Duman'ın kulağına 'Şişe açmasını söyle. Meze de iste.' diye fısıldadım ve söylediklerimi harfiyen tekrarladı.

Böyle bir yere dört kişi gelip, boş, boş oturamazdık. Paralı olduğumuzu göstermemiz gerekiyordu ki garsona sorduğum sorulardan doğru cevaplar alabileyim.

Masada sadece dördümüz kaldığında, yüksek sesli mekanda sesimin duyulmayacağını umarak ses tonumu alçaltmadan konuştum.

"Biraz ayak uyduracağız. Garson kıvama geldiğinde yüksek bahşişlerle sanıyorum ki bize adamın nerede olduğunu söyleyecektir." Masadan yükselen onaylama nidalarıyla birlikte bende başımı salladım ve yanımıza gelen garsonun servis yapmasını izledim.

**

Yaklaşık yarım saat geçmişti ve ben bu iğrenç yerde saçları turuncu olan kimseyi göremiyordum. Sinan Gündar'ın mekana girdiğinde dair herhangi bir belirti yoktu. Masada ki şişe neredeyse boşalmış, meze tabakları yarı yarıya boştu. Yanımdaki üç genç adamın sükuneti beni hayran bırakacak ölçüdeydi. Koyu bir sohbete dalmış ve oldukça eğleniyor görünüyorlardı ancak gözleri dört dönüyor, mekandaki herkesi tarıyorlardı. Kafaları buğulu değildi, her ne kadar öyle görünüyor olsalar bile. Diğer masalardan hiçbir farkımız yok gibiydi, temelde tamamen farklıydık halbuki.

Burada daha fazla oyalanmak istemiyordum bu yüzden bir el hareketiyle, masamızla ilgilenen garsonu yanıma çağırdım, elimdeki üç tane iki yüzlük banknotu, tabağımın altına sıkıştırırken konuştum.

"Sinan Gündar nerde?" diye sordum hiç lafı gevelemeden. Gözleri önce masada, sonra da tabağın altındaki mor paralarda dolaştı.

"Locada, üstten ikinci sıra." Bakışlarımı oraya yönlendirmeden devam ettim.

"Yanında kim var? Tek mi?"

"Bir tane kız var, az önce oda istedi." dediğinde Sinan'ın kıvama geldiğini tahmin ediyordum ama yine işimi şansa bırakmadan son bir soru daha sordum.

"Ne kadar içti?" Garson, hafifçe gülümsedi.

"Bu geceyi asla hatırlamayacak kadar. Yatağa girdiği an sızar." Gülüşüne karşılık verdim.

"Güzel. Hesabı getir. Biz kalkana kadar da masayı toplama. Biliyorsun ama söyleyeyim, üç maymun. Bu gece bu mekana üç erkek bir kız gelmedi. Böyle bir konuşma olmadı. Bizi hayatında görmedin. Bu masa bütün gece boştu. Anlaştık mı?" Garson doğruldu ve tam bir profesyonel gibi tabağın kenarına sıkıştırılmış banknotları alıp cebine koyarken,

"Tabi ki efendim, siz nasıl isterseniz. Hemen getiriyorum." deyip yanımızdan ayrıldı. O zaman gözlerimi üst locaya diktim. Tam da dediği gibi, ikinci sırada bir adam ve bir kadın bütün edep kurallarını yıkacak görüntüler sergileyerek konuşuyorlardı. Buna konuşmak denir miydi bilmiyordum gerçi ama dudaklarının oynadığı bir gerçekti. Garson, hesabı getirene kadar gözlerimi onlardan ayırmadım. Masaya hesabı koyduğunda, yanımda oturan Duman'ın eline hesabın neredeyse iki katı olduğunu düşündüğüm bir miktar para sıkıştırdım ve sorgulamadan parayı deri kutuya koydu. Garson son bir reverans yapmak için eğildiğinde, koyduğum paranın fazlalığını görmüş ve başka bir isteğimiz olup olmadığını sormuştu.

Bu adamlar böyle işlere gerçekten alışıktı.

"Yangın merdivenleri açık mı?" diye sordum. Reveransını bitirdiğinde cevap verdi.

"Hemen açıyorum efendim." Başımla onu onaylayıp yanımızdan ayrılmasını izlemeden, üst locadaki hareketliliği fark ettim ve bakışlarımı hemen oraya yönlendirdim. Saçlarını siyaha boyamış olan Sinan Gündar, yanındaki kadına tutunarak ayağa kalkmış ve koridora doğru yönelmişti. Vakit kaybetmeden bende kalktım.

Telaşlı olmayan fakat hızlı adımlarımı üst locaya yönlendirdim. Ben merdivenleri tırmanmayı bitirdiğimde, onlar koridora dönmüş ve görüş açımdan çıkmışlardı. Aynı hızla devam ettim ve girdikleri odayı son anda yakaladım. Adımlarımı yavaşlattım ve sanki o koridor dünyanın en ilginç şeyiymiş gibi incelemeye başladım.

Soyulmuş duvar kağıtları ve tavandan sarkan sarı bir ampulün aydınlattı yerde, en sondaki yangın merdiveni gözüme ilişti. O sırada yangın merdiveninin kapısı açıldı ve işbirlikçi çalışan, beni daha önce hiç görmemiş gibi davranarak yanımdan geçip gitti. Aşağı kapıyı da açmıştı.

Koridorda yaklaşık üç dakika oyalandım ve bekleyişim amacına ulaştı. Sinan Gündar'ın içinde bulunduğu odanın kapısı açıldı ve yanındaki kız, yüzünde memnun bir ifadeyle dışarıya çıktı. Kolundaki çantasına sevgiyle bakıyordu. Yüzümü duvara gömüp, o arkamdan geçerken bekledim ve koridorun tamamen boş olduğundan emin olup Sinan'ın odasına daldım.

Oda kelimenin anlamıyla berbattı. Küçük ve leş gibiydi. İğrenç bir sası ve alkol kokusu odayı boğuyordu ama aldırmadım. Cebimdeki telefonu çıkarıp Kartal'a mesaj attım ve Sinan'a odaklandım.

Yatakta gelişigüzel uzanmış yatıyordu. Sızdığı her halinden belliydi. Ben odanın penceresini açıp nefes almak için hava girmesini sağlarken odanın kapısı açıldı ve en önde Çimen'le birlikte üçü içeriye girdiler.

"Sızmış orospu çocuğu." dedi Kartal.

"İyi işte, daha kolay çıkarırız." diye cevap verim. Çimenle Duman, Sinan'ı koltuk altına girip onu kaldırdılar. Kartal'ı koridorun başını gözlemlemesi için gönderirken yangın merdiveninin kapısını açtım ve onlara yol gösterdim. Aşağıya indiğimizde yangın merdiveni mekanın arka sokağına çıktığı için etrafta hiç kimse yoktu. Duman ve Çimen, onu bir duvarın dibine çöpmüş gibi bıraktılar ve onlar başında beklerlerken arabayı yanlarına getirmek için uzaklaştım. Sinan'ı arabaya koyduğumuzda, herhangi bir kargaşa olmadan bu geceyi atlattığımız için oldukça tatmin olmuş bir şekilde, aracı mekana doğru sürmeye başladım.

Oraya vardığımızda, buz gibi havaya rağmen bizi dışarıda bekleyen bir Markab bulacağımı bilmiyordum tabii.

Ama tahmin etmedim de değil.

Arabayı park edip indiğimde, Çimen'le Kartal, Sinan'ı arabadan indiriyorlardı ve bu konuda zerre kadar özenle davrandıklarını söylemek, hayal görmek olurdu. Tabi ki umurumda olmadı.

Markab, çivilenmiş gibi yerinde duruyordu ama gözleri kısılmıştı ve insanların jest ve mimiklerinden duygularını tahmin etme sanatında benim kadar ustalaşmamış, hatta bu konuda hiç bilgisi olmayan biri bile her bir zerresinden nefret aktığını görebilirdi. Öyle kuvvetliydi ki, eğer ateş olsaydı tüm şehri yok edebilirdi.

Yine umurumda olmazdı gerçi.

Çimen ve Kartal, Sinan'ı taşırken girmeleri için mekanın kapısını açık tutan Duman'ın yanından önce ben geçtim ve sobanın yanında ki sandalyeye kendimi attım.  Buz tutmuş ellerimi ısıtırken mekanda sadece Bulut ve Kızıl vardı. Çimen'le Kartal'ın Sinan'ı içeriye taşımasının ardından Markab da resmen ayaklarını sürterek içeriye girdi ve Sinan'ı bıraktıkları köşeye dönük olarak oturduğunda, dilini yutmadığını kanıtlarcasına konuştu.

"Ne zaman ayılır bu, neden baygın?"

"Sarhoştu. İçip sızdı. Yarın öğlene kadar uyanması zor." diye cevap verdim ona. Bu gece uyanması tamamen mucize olacağını biliyordum. Yarın öğlene doğru uyanacaktı. Bu yüzden bu gece burada kalmanın bana kalırsa hiçbir mantıklı yanı yoktu. Bu düşüncemi dile getirdim.

"Bence şimdi gidelim. Yarın geldiğimize hallederiz."

"Ben yarın çalışıyorum. Akşama kadar bekleyemem." Durumu daha ne kadar net açıklayabilirdim bilmiyordum. Anlamamış olması mümkün değildi. Neden böyle tepki veriyordu ki? Tamam, adamdan nefret ediyordu, ailesini katletmişti. Bir an önce ondan öcünü almak istemesi çok normaldi ama ne yapabilirdim ki yani, adam sızmıştı işte.

"Markab." diye mırıldandım ve sinirlendiğimi belli etmemek için derince bir nefes aldım.

"Başka bir önerin var mı?" diye sordum. Neden sinirimi gizliyor ya da bastırmaya çalışıyordum ki, burası benimdi. Benim mekanım, benim sokaklarım, benim insanlarım. Bu, bu kadar basitti işte. İnsanlara değer vermenin bu yanını sevmiyordum işte, yolunca taş koyduklarında taşı sen kaldırmak zorunda kalıyordun. Ben bundan hoşlanmazdım.

Markab, başını kaldırıp gözlerini benimkilerle buluşturdu ve koyu kahve gözlerini sinirle kasılmış çehremde dolaştırdı. Siyah saçlarının çevrelediği yüzüne acının hücum edişini, titrediğini o an fark ettiğim elleriyle yüzünü kapatıp hemen arkasındaki sandalyeye çöküşünü gözlerimi kırpmadan izledim. Elleriyle gözlerini ve yüzünü sertçe ovaladıktan sonra kuzgun karası saçlarına daldırdı ve onlardan birkaç tutam çekiştirirken konuştu.

"Üzgünüm, Damla kusura bakma. B-bu adamı yıllardır görmüyorum. Annem ve babamı öldüren kişiyi bir anda karşımda görünce kanım dondu." 

Bakışları bana döndüğünde 'önemli değil' dercesine elimi salladım ve arkamı dönüp seri bir hareketle montumu üzerime geçirdim. Aslında önemliydi ama özrün gücüne inanırdım. Kolay, kolay söylenebilen bir illet değildi ve onu duyduğumda olay genelde benim için sorun olmaktan çıkıyordu. Mekandakilere döndüm.

"Yarın erkenden gelirim ben. Bu gece kimsenin burada kalmasına gerek yok. Şu pisliği sıkıca bağlayın her ihtimale karşı, kapıyı da son çıkan kilitler, yedek anahtar bende. İyi geceler." Bir avuç insanda gözlerimi hızlıca dolaşırdım ve baş sallamalarını beklemeden mekandan ayrıldım.

Gecenin ayazı suratıma çarptığında onu ciğerlerime doldurmaktan hiç çekinmedim ama bu içimin üşümesine yol açtı. Artık bir şeyler hissedebilmenin verdiği acizlikle kıvranmak istedim. Hissetmemeyi seviyordum, yaşadığımı unutturuyordu bana. Çünkü aldığım her nefes içimi acıtıyordu artık. Hissizlik böyle değildi.

Acı çekmiyor değildiniz, kafanızdan asla silemediğiniz gerçekler, hislerin bıraktığı boşlukta çığlık çığlığa bağırıyorlardı, yokluk da acı veriyordu ama daha farklıydı işte.

Gözlerimi diktiğim gri duvardan ayırdım ve sağ tarafımda duran sarı sokak lambasına son bir bakış atıp arabama ilerledim.

Dünyanın en boktan zaafına sahip kişisi kesinlikle bendim.

Eve geldiğimde saat gece 2ye geliyordu. Ev halkının uyumuş olduğunu sanıyordum ama kapıyı açar açmaz içeriden yükselen bağırışlar kulaklarımı doldurdu. Odama çıkmak için merdivenlere yöneldiğimde annem, salondan çıkıp üzerinde ipek geceliğiyle karşımda dikildi.

"Damla, salona gelir misin, konuşmamız lazım." İçeriye girdiğimde Helen ve ağabeyimin de orada olduğunu gördüm. Seslerden bağıran tarafın Helen olduğunu anlamıştım zaten ama ağabeyimi beklemiyordum.

Benden dört yaş küçük olan kız kardeşim çatılmış kaşlarıyla bana bakıyordu. Ona aldırmadan bakışlarımı anneme çevirdim.

"Dinliyorum." dedim çok net bir tonda. Onları gecenin bu saatine kadar ayakta tutan şeyin ne olduğunu az çok tahmin edebiliyordum ve bu kesinlikle tartışmak istemediğim bir konuydu.

"Helen o partiye gidecek Damla." dediğinde bıkkınlıkla nefesimi bıraktım. Annem genelde bana emir vererek konuşmazdı çünkü asla işe yaramayacağını bilirdi. Eğer şimdi bu şekilde konuşuyorsa, Helen tüm şımarıklılık sınırlarını zorlamış ve onu çileden çıkartmış demekti.

"Gelmeyecek dediğimi hatırlıyorum anne." Saat gecenin körüydü ve ben üstüm başım leş gibi sigara, alkol kokarken ve stresten beynim yanarken salonun ortasında küçük bir kızın şımarıklılığı üzerine tartışmak istemiyordum.

"Geleceğim diyorum sana ya, anlamıyor musun? Ge-le-ce-ğim!" Derin bir nefes alıp dudaklarımı yaladım.

Bana sesini yükseltiyor, sitemkar konuşuyor ve emir veriyordu. Evire çevire dövmemek için sebep aramama kalmadan annem lafa atladı.

"Şimdiye kadar o gitti, şimdi istemesi de normal." Annemin Helen'e karşı gösterdiği toleransa karşı şaşırdım. Beni küçükken şımartmamak adına istediğim ikinci oyuncağı bile almayan kadın, kız kardeşime kendisine bağırma yetkisi bile vermişe benziyordu. Onlardan bir kez daha tiksindim.

"Eğer sen gidersen ben gidemem." diye cevap verdim ona tüm sükunetimle. Sesimi yükseltip bağırmaya gerçekten gücüm yokmuş gibi hissediyordum. Kaybedeceğimi bildiğim bir savaşa girmemeyi çoktan öğrenmiştim ben ama Damla Aral da bir sıfır önde başladığı yarışı asla kaybetmezdi, hele ki yarışın favorisiyken.

"O zaman sen gitme." diye çemkirdi Helen ve ardından sessiz salonda tiz kahkaham yankılandı.

"Ben gitmezsem eğer, senin de gitmenin bir anlamı kalmaz ki. Çünkü eğer ben gitmezsem Helen..." deyip aşağılayıcı bakışlarımı gözlerine diktim ve zaten alçak olan sesimi biraz daha alçalttım.

"O arkadaş olmak için can attığın sosyete güzelleri de gitmez. Eğer ben gitmezsem Helen, görmek, tanışmak için çırpındığın Arslan da gitmez." Salonda mutlak bir sessizlik hüküm sürdü cümlelerimin ardından ve ben bundan aşırı keyif aldım.

"Anlamıyor musun yoksa anlamamazlıktan mı geliyorsun bilmiyorum ama bu evin büyük kızı da, gözde kızı da benim. Senin arkadaş olmak için can attığın kişiler de benimle iki kelime konuşabilmek için can atıyorlar. O partiye gitmek istiyorsun çünkü sosyetenin en büyük isimleri gelecek ama ufak bir ayrıntıyı atlıyorsun.

Benim için gelecekler Helen. O parti, ben teşrif edeceğim için bu kadar değerli. Sen değil.

Şimdi, o davetiyeyi bana ver ve odana gidip ağlamaya devam et. Merak etme, senin arkadaşın olan o eziklerin de partiye gelmemesini sağlarım. Böyle saçma sapan şeylerle bağdaştırdığın şerefini senin kefende yerle bir olmaktan kurtarmış olurum. Ablan olarak belki biraz saygı duyarsın bana."

Anlaması içim yavaş, yavaş anlatmıştım ve bana hiç benzemeyen ve ergenlik döneminde olan bu kızın yüzünün gittikçe ağlamaklı bir hal alıp nefretle çevrelenmesini izlemiştim.

"Senden nefret ediyorum biliyorsun değil mi abla." Gülmek istedim ama yapamadım. Ben de onu sevmiyordum ama onu korumak uğruna onun nefretini kazanmayı seçecek kadar da ablaydım işte. Nefreti hak etmiyordum. İstediğim tek şey saygıydı ama Helen bana onu bile çok görüyordu. Bir kez daha umursamadım ve elimi açık bir vaziyette öne uzattım.

Kotunun arka cebine sıkıştırdığı davetiyeyi aldı ve elime bıraktı. Davetiyeyi alıp arkamı döndüm ve tam salondan çıkacakken duymuş olduğum sesle durdum.

"Umarım bu içinde bulunduğun pislikten bir gün cesedini çıkarırlar."

Partiydi. Sadece bir doğum günü partisi. Dünyada her gün birileri doğuyordu ve yüzlerce parti yapılıyordu. Helen şimdiye kadar da yüzlerce partiye katılmıştı. Zararına olan bir şey yapmamıştım, ona şimdiye kadar zarar vermemiştim. Hatta ortadan kaybolarak onun evin en sevilen çocuğu olmasına da dolaylı yoldan neden olmuştum. Benim gibi sevgisiz büyümeyip, şımartılmasını bile sağlamıştım.

Bana beslediği şeyin öfke olması gerekiyordu, ölmemi isteyecek kadar yoğun bir nefret değil.

Söylediği cümleye karşın annemin derin bir iç çektiğini ve ardından nefesini tuttuğunu duydum.

"Ağzından çıkana dikkat et Helen." Ağabeyimin azarlayıcı ses tonu kulaklarımı doldurduğunda annemin de Helen'e kızdığını duydum.

Helen'in gözlerinin delmek istercesine sırtıma odaklandığını hissedebiliyordum. Suratımda oldukça içten bir gülümsemeyle ona döndüğümde, kısılmış gözleri koyu kahverengi gözlerimle buluştu ve yüzümdeki gülümsemeye karşın bana olan nefretinin mümkünmüş gibi biraz daha katlandığını anladım.

Şu anda, beni bir kaşık suda boğabilecek kadar nefret ediyordu benden. Gülümsememi bozmadan konuştum.

"Benim de tek temennim o." Yalan değildi. Benim için ölüm, Demir'e kavuşmak demekti ve ben bundan daha huzurlu bir şey hayal dahi edemiyordum. Ama eğer Kedi'yi bulmadan onun yanına gidersem, hayal kırıklığına uğrayacağını biliyordum ve ben onu üzmektense bu boktan hayatta biraz daha uzun yaşayıp, Kedi'yle birlikte onun yanına gitmeyi yeğliyordum.

Tabii, Kedi çoktan gitmediyse.


🥂🥂
           
Bölüm sizce nasıldı? Bu satıra yorumlarınızı alabiliriiimm

Helen'e anti sayfası kurmak isteyenler olduğunu biliyorum, seviliyorsunuz🖤🖤😂

Multi de Kartal en sonda da Kedi var. Nasıl sizce, beğendiniz mi?🔥🔥🔥

Beni sosyal medya hesaplarımdan takibe alabilirsiniz;

Instagram: damlanlas

Twitter: damlaanlas

Okuduğunuz için teşekkürler, yeni bölüm bildirimi için hikayeyi kitaplığınıza eklemeyi unutmayın ve hala yapmadıysanız yıldızımızı parlatmadan gitmeyin lütfen, empatiyle kalın ! 🥂🖤

Continue Reading

You'll Also Like

21.2K 1.7K 18
Buket Ayaz, Kraliçe takma adıyla popüler olmuş bir yazardır. Türkiye'nin en başarılı yazarları arasında parmakla gösterilir. İşinde başarılı olmayı k...
6.3K 270 17
Bahar en yakın arkadaşının düğününe mardine gider ve oraya damadın en yakin arkadaşı olan ateş'i görür ve o yüz bir daha aklından çıkmazsa ve bir ka...
MAHKUM By yağmur

Mystery / Thriller

1.8M 98.4K 31
Azılı bir suçlu. Masum bir doktor. Ve bu onların aşka düşüş hikâyesi. (01.08.2019)
13K 965 15
ASKER&DOKTOR 🍂 (Muşlu bir asker adam ile Mardinli bir doktor kadının hikâyesi!!!) 🍂 Mardindi orası! Cahilliğin geliştiği ama aklın gelişmediği bir...