Brotherhood | [Türkçe Çeviri]

By bitterthesweet

14.3K 1.4K 2.2K

[Yoonmin・ Vhope] Yedi genç, berbat hayatlarını geride bırakıp büyümeden önce son bir kez yolculuğa çıkar. ・ O... More

Giriş
Bölüm 1: Güvercin Çocuk
Bölüm 2: Zıpla!
Bölüm 3: Tak tak, prenses?
Bölüm 5: İç Çamaşırsız
Bölüm 6: Bahşiş
Bölüm 7: Sikeyim Seni
Bölüm 8: Önerilen Dozaj
Bölüm 9: Boş Konuşma Şeyleri
Bölüm 10: Feleğin Çemberinden Geçmek
Bölüm 11: Hippi Karşıtı
Bölüm 12: Bakire 150
Bölüm 13: Bariz
Bölüm 14: Şamandıra Değil, Çapa
Bölüm 15: Kemikleri ve Ses Duvarını Kırmak
Bölüm 16: Olan Oldu
Bölüm 17: İşaretleri Takip Et
Bölüm 18: Ben Yanındayım Dostum
Bölüm 19: Şişe
Bölüm 20: Uyan
Bölüm 21: Yardım
Bölüm 22: Ruhum Var Benim
Bölüm 23: Küçük İstek
Bölüm 24: Yakala Beni
Bölüm 25: Demiryolu Çocukları
Bölüm 26: Biz Tamamen Savaştık [Final]
2. Kitap: Testament of Youth

Bölüm 4: Kötü Örnek

511 57 38
By bitterthesweet

TELEFONUN ÇALMA SESİ ONU uyandırdı ve gördüklerinin gerçek değil, rüya olduğunu anlaması birkaç dakika sürdü.

Çoğu sabahları olduğu gibi, Yoongi ani bir sarsıntı ile uyandı ve bu da onu kanepeden düşürdü. Bu sırada sadece kafasını yere vurmakla kalmayıp dirseğini de dibindeki sehpaya geçirmişti. Gözlerini açmadan önce bir şeylerin kayıp yere düşme sesini dinledi.

Sonunda lanet sehpayı kırmıştı.

Birkaç dakika boyunca kıpırdamamak ve hatta mümkünse nefes almamak istedi. Çünkü eğer gözü odanın duvarındaki saate kayarsa, en fazla bir saatlik içinin geçtiğini fark edecekti. Onun yerine sanki tüm gün uyumuş gibi davranmayı tercih ederdi, kendine yalan söylemiş olsa bile. Zihninde susmayan bir telefon sesi vardı. Zil sesi değil de çığlık atan bir siren gibi, çalarken dişlerini derisine batıran ve susmak bilmeyen bir telefon. Neyle ilgili bir rüya görüyordu? Ne kadar düşünse de rüyasında ne gördüğünü hatırlayamadı. Rüya mıydı kabus mu? Kapkara bir zemin üzerinde sadece bir telefon sesi hatırlıyordu. Telefon çalıyordu, gördüğüm şey ancak kabus olabilir... Yoongi ağırca iç çekti ve sonunda gözlerini hafifçe araladı, belli belirsiz seçtiği tavana camdan giren gün ışığı vurmuştu. Işık parlaktı, Yoongi gökyüzündeki yakıcı güneşini hissedebildi. Yaz yağmurlarını ümit edebileceği bir tane bile bulut ise yoktu. Diğerleri o anda neredeydi? Ne yapıyorlardı? Muhtemelen hepsi saatler önceden hazırlanmıştı, daha üstünü bile giyinmemiş kendisinin aksine. Sabah erkenden eve geldiğinden beri ne yaptığını bilmiyordu...

Yoongi koltuktan kafasını doğrultup etrafına baktı. Ortadaki sehpası onu aldığından beri kırıktı ama yapıştırıp bu zamana kadar idare edebilmişti. Bazen sallanıp dursa da ayakta kalabiliyordu ama bu sefer kesinlikle ölmüştü. Kırıldığı yerlerden dışındaki koyu ahşaba göre daha açık renkli kıymık parçaları fışkırmıştı. Belki birine tamir ettirebilirdi ama onunla uğraşacak zamanı yoktu. Odanın zeminindeki gazete ve yiyecek kutularının arasından parçalara ayrılmış ev telefonuyla bakıştı. Bir an kendi kafasıyla parçalasa ve bayılsa ne güzel olacağını hayal etti. Kesinlikle ayık olmaktan iyi olurdu.

Sigara paketini görünce eline aldı ve iki sıraya dizilmiş tam on bir tane sigaradan birini ağzıyla çekip çıkardı. Sonra paketi koltuğa bıraktı ve çakmağı için ceplerini yokladı. Yaktıktan sonra dumanı derince içine çekip bıraktı. Orta ve yüzük parmağıyla tuttuğu sigarayı dudağının kenarında gezdirirken gözüne tekrar fırlamış kablolar takıldı.

Yere düşen telefonun paramparça kalıntıları.

Yoongi, gözlerini cihazın üzerinde gezdirirken sigarayı yavaşça indirdi. Arkasında alıcının takılı olması gereken bir boşluk görebiliyordu. Artık dün olduğu gibi görünmüyordu ve artık bir telefona bile benzemiyordu. Alıcı, kıvrılmış bir siyah tel ile yuvaya bağlı yuvarlak eğrileri olan bir plastik dikdörtgen olmalıydı ama şimdi telin, metalin ve çiplerin göründüğü plastik parçanın yarısından öte bir şey yoktu, geri kalanı dağılmıştı. Keskin gözüken bir parça botlarının hemen altındaydı ve ona bakınca Jimin'in kolundaki sargı aklına geldi. Derisine saplanmış cam parçası. Gözlerini beyaz lastik parçasından bir sebepten ötürü alamadı ve kotuna düşen bir kül yığını onu gerçeğe döndürdü.

"Kahretsin..." Kabaca diğer eliyle silkeledi ve kumaştan hafif bir delik açtığını gördü, böylece küçük parmağını içine sokabilecekti. Kenarlar külden siyaha boyanmıştı ve cildi deliğin içinden hafifçe pembe görünüyordu. Yoongi sigarayı kaldırdı ve tekrar telefona bakmadan önce bir nefes çekti. Gözü dönmüş haliyle kırdığı tek şeyin o olması şanstı. Tabii, yanındaki sehpayı görmezden gelirse. İç çekerken kaşlarını ovuşturarak gözlerini kapattı. Başı ağrıyormuş gibi hissediyordu ve bu da her şeyi daha da iyi hale getiriyordu. Gözlerini kapayarak bir iki dakika geçirdi ve sonra saatine bakmak için döndü. 10:30. Üç buçuk saat uyku. Bu, geçen hafta boyunca kazanmış olduğu miktar kadardı ve korkunç hissetse bile hiçbir şeyden iyiydi.

İş arkadaşı, Ara, şu anda ne düşünüyordu? Almak için resmen yalvardığı vardiyaya gitmemiş hatta gitmeyeceğini haber vermemişti. Kim bilir şu anda kaç iş vereni ona ulaşmaya çalışıyordu?

Yoongi dün gece tren garındaki buluşmalarında neler olduğunu düşünüyordu. Evi terk ettikten kısa bir süre sonra geri dönmeyi düşünmüştü, çünkü gece vakti buluşmaların oldukça çocuksu olduğunu düşünmüştü. Birkaç yıl önce oraya hiç dikkat etmeden koşuyordu ama şimdi... Lisedeyken böyle şeylere ne kadar enerjisi ve hevesi olduğunu hatırladı. Şimdi ise git gide kendini zor ikna ediyordu. Çok fazla vardiya, sıfır boş zaman, fiziksel ve zihinsel olarak iş için şehrin yarısını gezmenin yorgunluğu... Onlarla buluşmak imkansız gibiydi ama sonra hepsini tek tek düşündü ve onların da nelerden geçtiklerini fark etti. Bu düşünceden sonra biraz daha hızlı bir şekilde pedal çevirerek bisikletiyle tren garına gitmeye devam etti. Sokaklarda yaşayan Taehyung, çaldığı malların satışından birikmiş parayla kiraladığı boktan pansiyona bile nadiren uğrayabiliyordu; Jimin'in acilen babasından uzak kalıp nefes almaya ihtiyacı vardı; Her gün tekrar tekrar kaçmayı seven Jungkook'un başına bir şey gelmesi an meselesiydi; Namjoon, ikisinin hayalini canlı tutmaya çalışmak için paralarla uğraşıp duruyordu; Seokjin üniversitenin beraberinde getirdiği cehennemdeydi ve Hoseok...

"Onu anlamıyorum." diye nefesinin altından mırıldandı. Çocuğun derdi neydi? Sadece aptal giriş sınavlarını dert etmediğini biliyordu, belki de hiç umurunda değildi. Onun sorunu başkaydı. Bu kadarını anlayabiliyordu Yoongi ama ne olduğu hakkında bir fikri yoktu. Eskiden sahip olduğu enerjisi kalmış gibi görünmüyordu ve ani değişimi neredeyse korkutucuydu; sanki tamamen bambaşka biri oluvermişti. Her şeye gülüp sürekli konuşan Hoseok, yerini depresif ve umutsuz biriyle değiştirmişti. Yoongi, Taehyung'un çok geç olmadan bir maceraya çıkmaları hakkında dediklerini düşündü: "Hepimiz herkes gibi değişmeye ve uzaklaşmaya başlamadan önce, büyümeden önce..." demişti ve gerçekten korkarak söylemişti.

Ve haklıydı. Zaten çoktan değişmeye başlamışlardı, yıl bitmese de... Çocuklar ileride de elbette bir araya gelecekti ve Hoseok üniversitede kendi arkadaşlarını bulana kadar bir iki yıl daha onlarla takılabilirdi. Kendisi ve Namjoon'un bir ortaklığı vardı ve belki Seokjin birkaç günde bir telefonla onları arardı. Bunun gerçekleşmesi çok doğaldı ancak henüz böyle bir şey istemiyordu. Ayrıca çocukları yalnız bırakırlarsa kötü yollara düşerlerdi. Taehyung zaten oradaydı; lise kaçkını kafasında aptal fikirler dönüyordu ve Jungkook'u da kendine benzetmek üzereydi. Eğer ikisiyle kalırsa Jimin de aynı şeyleri yapardı ama onun gerçekten düzgünce mezun olup kendi kişiliğini kurabileceği iyi bir geleceğe sahip olması gerekiyordu.

Yoongi düşüncelerine öyle dalmıştı ki sigaranın bittiğini ve geriye sadece filtresinin kaldığını yeni fark etti. Kırık masanın üzerine koymadan ve bir inilti ile ayağa kalkmadan önce boş boş baktı. Yatak yerine kanepede uzandığı için kasları sem sertti, biraz gerindi ve vücudunu esnetti. Sonra eğildi ve üst kata çıkmadan önce ayakkabısını aceleyle çıkardı. Basamaklara çıplak ayak tabanlarıyla basarak kata çıktı ve koridorda yatak odasına doğru ilerledi. Yatağının alt kısmına botları fırlattı ve sonra yolculuğa alacak kadar büyük bir çantayı nereden bulacağını merak etti. Yatağın altını kontrol etti ve sonunda dolabının üstünde bir tane buldu. Bronz detayları ve çokça bölmesi olan, askeri tarzda haki renk bir çantaydı. İçinde bir avuç dolusu makbuz ve eski bir tren bileti vardı, bu da ona birkaç yıl önce en son kullandığı zamanı hatırlattı: Lisedeyken Namjoon'da yatılı kalma yalanı söyleyip bir hip hop festivali için ülkenin öbür ucuna gittikleri zamanı, Jungkook'un son anda gelebildiği. On üç yaşındaydı ve o zamanlar boyu Jimin'le aynıydı. Yoongi çantasının tozunu silkeledi, eline bulaşan parçacıklara dik dik baktı.

Hazırlanmalı ve sağlam bir şekilde hazırlanmalıydı, bu yüzden baş ucu çekmecesinden bir tükenmez kalem aldı ve mürekkep görene kadar elinin arkasına karaladı. Sonra oturdu ve alınacaklar listesini not etmek için makbuzlardan birinin arkasını kullandı. Bir dakika sonra durdu ve yazdıklarını okudu: para, iç çamaşırı, yedek tişört, ilaç, tuvalet malzemeleri, elektronik eşyalar VE şarj cihazları. Kalemi alt dudağına sokarak listeye baktı. Kesinlikle yiyecek ve konaklama için paraya ihtiyaçları vardı. Çöp kutuları karıştıracak ve banklarda uyuyacak değillerdi. İç çamaşırlar ve yedek kıyafetler tamamdı. Kirlileri yıkamanın bir yolunu bulurlardı, bu yüzden hafifçe paketlemenin yeterli olacağını ve onu gün boyu ağır bir çanta taşımaktan kurtaracağını düşündü. İlaçlar için banyo dolabını boşalttı, cep telefonunu şarja taktı ve listeyi iyice kontrol edip duşa girdi.

Duşu açtı ve başlıktan akmaya başlamadan önce suyun eski borulara doğru ilerlerken çıkardığı sesi dinledi. Tabii ki her zamanki gibi dondurucu soğuktu, bu yüzden ısınması için açık bırakıp soyunmaya başladı. Buharlar çıkmaya başlayınca elini suya uzattığında sıcak olduğunu hissetti ve gün içinde alacağı en iyisinin bu olup olmadığını merak etti. Küvete atladı ama ancak sıcağa alışınca tüm vücudunu suya değdirmeyi başardı. Şampuanı köpürtürken o aptal telefonu tekrar düşündü. Duş jelinin vücudunu kaplamasına izin verdiğinde, onu böyle kırarak büyük bir hata yaptığını biliyordu. On dakika sonra aynadaki yansımasına bakarken dişlerini fırçaladı. Sürekli uyanık olmasına rağmen uykulu gözüken kabarık göz kapakları, altında koyu lekeler, dudakları bükülmüş... Bok gibi görünüyordu ve tam olarak ruh halini yansıtıyordu.

Yatak odasına gitti ve fazla oyalanmadan giyindi. Altına kotunu çekip üzerine beyaz pamuk bir tişört giydi. Pencereden hava yeterince sıcak gözüktüğü için başka bir şeye ihtiyaç duymamıştı ama yine de yanına bir hırka aldı. Havlu, iç çamaşırı, diğer kıyafet ve çoraplarını bavulunun içine koyduktan sonra plastik bir poşetten ilaçları çıkardı. Ucuz birkaç ağrı kesici, aspirin, alerji tabletleri ve bir rulo bandajı sığdırmaya çalışırken tamamen Jimin'i düşündüğü söylenemezdi ama dün geceki kazayı aklından geçirmişti. Sonra cüzdanını, şarj aleti ve telefonunu alıp toparladığı bavulla koridora indi.

Kahvaltısını yaparken cep telefonunu tekrar şarja taktı. Artan kimchi, pirinç ve tofuyu folyoyla sarıp bavulunun üst kısmına attı.

"Sakla samanı gelir zamanı." diye kendi kendine mırıldanırken şarjı prizden çekip kabloyu başlığının etrafına dolayarak yanına aldı. Hırkasını beline bağladıktan ve hazırlığından memnun olduktan sonra nihayet evden çıktı ve kapıyı kilitledi.

*

Yoongi'nin baş ağrısı evden çıktıktan kısa bir süre sonra hafiflemeye başladı ve buna şaşırmadı, nedeni her zaman taşıdığı ağırlığın kalkmasıydı belki de; onu her zamanki gibi sürükleyen iş stresi yoktu. Bir çok insanı sokaklarda yürürken, bir çoğunu da araba ya da otobüs, bisiklet ya da motosiklet sürerken görüyordu. Bunun nedeni çoğu insanın okulda ya da işte çalışıyor olmasıydı, o ve diğerlerinin olması gerektiği gibi. Normalde olsa o da bir ofisi temizlemeyi bitirdikten hemen sonra restorana gidecekti ve hayvan gibi çalıştırılacaktı, ancak burada başkentin sokaklarında dolaşıyordu. Dudaklarında sigarası ve omzunda bir bavulla rahat hissediyordu. Evinde gibi, evini yanında taşıyor gibi.

Buluşma yeri tren istasyonundan çok uzak olmayan bir otogardı ve iç merkezden ziyade şehir dışına seyahat eden yolcular vardı. Birkaç yıl önce festivale gitmek için kullandıklarıyla aynı yerdi. Oraya yürüyecekti çünkü hava oldukça güzeldi; parlaktı ama çok sıcak değil, nemli saçlarına değen hafif bir esinti bile vardı. Bu havada oldukça iyi seyahat edebileceklerini düşündü, nereye gidiyorlarsa artık, hiçbir fikri yoktu.

"Bilmiş Tae, bizi Timbuktu'ya sürecek." dedi Yoongi kendi kendine gülmeden önce. Gidecekleri yeri doğru dürüst düşünmemişti bile, hiç kendisinin yapacağı şey değildi. Her işinde plan yapmayı ve ona uymayı severdi, sabahki listesindeki gibi, ama yine de bu sefer hiç umursamamıştı. Bu bir macera sevinci miydi? Bilmemek ama daha çok keşfetmek istemek? Cevap muhtemelen "evet" idi, ancak çok aptalca geldiği için bunu arkadaşlarına itiraf etmeyecekti. Karnındaki hafif heyecan sancılarını görmezden gelmeye çalışırken görüş alanına bir grup beyaz okul üniformalı çocuk girdi. Büyük ihtimalle derslerini ekip dışarı kaçan birkaç liseliydi. Ellerinde cep telefonları ve gazozları, ağızlarında lolipop ve dondurmaları vardı. Onlar da bir zamanlar böyle miydi? Yoongi, kendi minik çetelerinin anılarını aklına getirdiğinde bir ayrıntı fark etti; çocuklar ortaokuldayken bile, ellerinde her zaman ucuz içki ve sigara olmuştu. Bu muhtemelen pek çok şeyimizi açıklıyor...

Bir sonraki bakışında otogarı gördü, büyük cam ve metal yapıyı oldukça uzak bir mesafeden seçebildi, çünkü güneş ışığını gözlerine rahatsız edici bir şekilde yansıtıyordu. Basamaklarda çoğunlukla siyah kıyafetlerden oluşan küçük bir grup görebiliyordu ve kim olduklarını biliyordu. Yazın sıcağında siyah giyecek kadar salak bir grup insan olsa, kim olurdu? Elbette kendi arkadaşları. Kaç kişinin geldiğini saymaya uğraşmadı, nasılsa gidince görecekti. Biri geldiğini görmüş olmalı ki, bağırışına bakılırsa Taehyung'du, ellerini havaya kaldırıp ona işaret etti.

"Uyuya mı kaldın?!" diye bağırdı Yoongi'ye ve Yoongi şaka yaptığını bildiği için gözlerini devirdi.

"Keşke!" diye geri bağırdığında diğerlerinin güldüğünü duydu. Yaklaştı ve tam olarak altı tane kafa görmeye başladı. Bu onun ortaya çıkması gereken son kişi olduğu anlamına geliyordu. Telefonuna hızlı bir bakış attığında yirmi dakika kadar erken geldiğini görse de garip bir şekilde geç kaldığını hissetti. Taş basamaklara rastgele dizilmişlerdi: kucaklarındaki çantalarına sarılmış bir şekilde Jimin, Seokjin ve Jungkook en alt basamakta dikiliyordu, Hoseok ve Namjoon basamakların yanındaki beton duvara tünemiş ve bacaklarını onların önüne uzatmıştı ve Taehyung en üst basamakta ayakta duruyordu ki onun geldiğini uzaktan görebilsin. Yoongi son bir sokak aralığını geçerken hepsini gözlemlemek için biraz zaman harcadı.

Namjoon duvarın kenarında ayaklarını sarkıtmış ve arasına çantasını almış bir şekilde oturuyor ve Timberland botlarını ileri geri sallıyordu. Kotu, siyah kapüşonlu hırkası ve beyaz bir tişörtü vardı, ayrıca güneşten korunmak için taktığı beysbol şapkasının altından sarı saçları gözüküyordu. Yanında oturup ayaklarını uzatmış olan kişi ise Hoseok'tu. Yoongi onun geleceğini hiç tahmin etmemişti, gelse bile en azından geç kalır sanmıştı ama işte, karşısında gayet sakin bir ifadeyle duruyordu. Omuzlarından hafif sarkmış uzun siyah bir hırka ve altına da ince gri bir tişört giymişti. Elinde neredeyse boş gözüken bir su şişesi vardı. Jungkook onun dibindeki basamaklarda oturuyordu, dizlerinin üzerine dirseklerini koymuş ve siyah kapüşonunu şaşılacak şekilde başına giymemişti. Solunda dünkü kıyafetlerinin aynısını giymesinden aceleyle yurttan çıktığını anladığı Seokjin vardı. O da küçük bavulunu dikkatlice yanında tutuyordu. Hemen yanındaki Jimin de kıyafetlerini değişmemişti, Yoongi sırt çantasını fark etmeden önce yanına hiçbir şey almamış olabileceğini düşündü. En azından bu havada polo gömlek giyecek kadar akıllıydı, diğerleri kapüşonlularıyla pişecekti. Taehyung da diğerleri gibiydi; şapkasını koyu kahve saçlarının üstüne geçirdiği siyah hırka, ilk defa yırtık ve deliksiz beyaz bir tişört, Hoseok'un botlarının yanına konulmuş çantası. Yoongi doğruca merdivene ilerledi ve önlerinde dikildi.

"Günaydın, çocuklar." dedi bir öğretmen edasıyla.

"Ve yaşlı," dedi Jungkook, en büyükleri ona pis pis bakarken.

"Ee, otobüse mi atlayacağız şimdi?"

"Çok beklersin." Taehyung tersledi, "Otobüse binersek yolculuk boyunca sadece otururuz, hayır." Eğilip çantasını yerden aldı. "Yürüyeceğiz." demesinin üzerine, birkaçı dramatikçe inledi. "Hadi bebişler, gidiyoruz."

"Tam olarak nereye, acaba?" Hoseok elinde çantasını sallandırırken duvardan indi. Çekinmeden duvardan atladığına göre baş ağrısı nihayet geçmiş olabilirdi.

"Ben nereye gidersem oraya."

"Seni takip etmek?" arkadaşı homurdandı. "Kötü bir fikir."

"Beni cehennemin dibine kadar takip edersin sen, sus." Taehyung kollarını göğe doğru kaldırdı. "Benimle yanardağlara, Antarktika'ya, uzaya bile gelirsin."

"Birimiz boş yapıyor ve bu kişi ben değilim." diye tekrar homurdandı Hoseok. Taehyung ilerleyip yürümeye başlayan Seokjin'in yanına katılmadan önce ona göz kırptı. Yoongi, Hoseok'a dönüp suratını kontrol etti ve iyi olup olmadığını sordu. "Evet, iyiyim. Sen?" dediğinde cevap olarak sadece omuz silkti ama arkadaşı cevabını almıştı.

"Seni takip edersek sonunda kendimizi nerede bulacağız?" diye sordu Namjoon, duvardan inip çantasını takarken de gerindi. Taehyung şehrin dışına çıkacaklarını söyledi. "Pekala, oraya nasıl gideceğiz?"

"Tam da... şuradan!" Taehyung topuklarının etrafında dönüp yanlarındaki geniş yolu işaret etti ve hepsi birkaç saniye sessizce o yöne baktı. "Hadi, kaldırın tembel kıçlarınızı." Bunun üzerine hala basamaklarda oturan son üçlü de kalktı ve esnemelerini bastırmaya çalışarak bavul ile çantalarını toparladılar. "Bugün en azından şehir dışına çıkabilmeliyiz, daha gidecek çok yol var. Lanet olası Seul kocaman." Taehyung çevik ve enerjik adımlar atmaya başlayınca Yoongi biraz geride durup diğerlerinin öne geçmesini bekledi. Jimin ve Jungkook hemen Tae'nin arkasında yürümeye başladı, Hoseok ve Namjoon kenarlardaydı ve Seokjin en arkada kalınca Yoongi de adımlarını ona yetiştirdi.

Birkaç dakika yürüdükten sonra omzunun üstünden dönüp arkasına baktı ve otogar git gide küçülmeye başlamıştı. Cam yapının önündeki insanlar karıncalar gibi gözüküyordu ve kafasını tekrar önüne çevirdiğinde Taehyung'un baya ilerlemiş olduğunu gördü. Bulundukları sokak genişti ve her iki kaldırım da dardı, onlar grupça sağ kaldırımda yürürken sol taraf ıssızdı. Kenarlarda barikat işlevi gören metal çitler vardı ve uzun çalılıklar aralarından fışkırıyor, meyvesiz kuru ağaçların dalları sarkıyordu. Bazı yerlerde çöpler, dallarına poşet takılmış yabani otlar ve kuru, çakıllı gözüken bir toprak vardı. Taehyung zıpladı ve dallardan birini kırıp kondüktörlerin sallaması gibi havada salladı. Yoongi birazdan sopayla birilerini dürteceğini tahmin ederken onun gidip Jimin'i didikleyerek sataşmasına şaşırmadı. Telefonunu cebinden çıkartıp saate baktı: Öğlenin ikisi olmuştu. Neler yaşayacaklardı bilmiyordu ama umurunda da değildi.

Yolları gittikçe darlaşıyor ve ince yollardan onları engelleyen yüksek metal çitler ile beton yürüyüş yolları olan bir çeşit otoyola dönüşüyordu. Çoğunlukla tırlar kenarlarından geçti; taşıdıkları malları ile sallanarak ve motorları gürültü yaparken suratlarına doğru egzoz dumanı yayarak. Yoongi bir sigara çıkarırken Jungkook'un çitlerin dar kenarlarına tırmanıp kedi gibi oradan yürüyüşünü izledi. Çantası hiç engel olmuyor gibiydi. Çocuk o kadar kendinden emindi ki ilk defa ne zaman yere yapışacağını merak etti Yoongi, o zaman bolca kahkaha atacaktı. Cevap muhtemelen hiçbir zamandı çünkü lanet olası şansı hep ondan taraftaydı. Sigarasının izmaritini kaldırıma silkerken Jimin'in Jungkook'un arkasından aynı şekilde çıktığını gördü. Demir korkulukların üzerinde tutunup kalktıktan sonra önündekini taklit ederek zıplamaya çalıştı. Dengesini kaybedecek gibi dursa da Jungkook'u takip ediyordu.

"Lanet boyunlarınızı kırmadan inin şuradan." Yoongi bağırdı.

"Of babaanne!" Jungkook onu takmadan ilerlemeye devam etti.

"Ölmektense babaanne olmayı tercih ederim!"

"Boş verin, kızıyor çünkü kendisi oraya çıkamayacak kadar kısa." Taehyung dalı ona uzatarak işaret etti. "Haksız mıyım?" Yoongi ona kötü kötü bakıp çantasını Seokjin'e verdi ve aynı şekilde demir çitlerin üzerine çıkmaya çalıştı. Çıkıntıdan tutup kendini yukarı çekerken tişörtü yukarı sıyrıldığı için karnı metale sürtüldü. Tamamen çıkıp ayağa kalktığında ellerini silkeledi. Gözüktüğünden daha dardı, botları zar zor basıyordu. "Vay canına, destek bile almadı!" Taehyung tekrar dalga geçtiğinde ona orta parmağını gösterip adımlarını hızlandırdı. Jimin tökezleyip neredeyse kendisine yapıştığında kimse şaşırmadı.

"Acıkan var mı?" diye sordu Seokjin, kendi çantasını öbür omzuna dengelemeye çalışırken. Bunun üzerine çoğu onaylayıcı sesler çıkardı. "Pekala, kimler kahvaltı yapmadan geldi?" Namjoon, Jimin ve Hoseok öğretmene kaldırır gibi ellerini kaldırdı. "Tae?"

"Ben sıvı kahvaltı yaptım!"

"Bira uygun bir yiyecek grubu değil!" Yoongi arkasına bakmadan ilerliyordu ama bunu söylerken Seokjin'in sırıttığını biliyordu. "Kahvaltı bile yapmamışlar ve öğlen oldu.... niye etrafım sorumsuz çocuklarla dolu?"

"Çocukların iyi annelere ihtiyacı vardır," Namjoon açıkladı. "Özellikle böylelerine."

"Dedi kahvaltısını yapmayan diğer çocuk." Hoseok sırıtarak ekledi.

"Pekala, iyi, buna ne dersiniz? Yiyecek satan ilk yeri bulduğumuzda ben ısmarlayacağım."

"Yani, ilk önce et lokantası bulursak," Jimin omzunun üstünden dönüp söyledi, "yine de ödeyeceksin?"

"Evet ama şehirden uzaklaşıyoruz, öyle bir yer bulamayacağımıza göre?" Namjoon sordu.

"Buluruz ama etin içinden kim bilir neler çıkar." dedi Jungkook köşeye varınca ve bir güm sesiyle yere atladı. Şakasına gülüşürlerken Jimin de köşeye gelince birkaç saniye durdu ve düşmeyi göze alarak yere atladı ama sağlamca indi. Yoongi fırsattan istifade ederek direkt Jimin'in sırtına atladı ve kolayca inmiş oldu. Jimin üstüne aniden binenle hafif sarsılsa da kollarını sıkıca sardı ve onu tuttu. Yoongi onun sırtından inmeyip kalmaya devam edince Seokjin çantasını hala taşıdığına şikayetlendi.

"Jungkook çavuş!" Taehyung tiyatral bir sesle söyledi. "Git ve adamlarımız açlıktan ölmeden önce düşman hattından yiyecek aşır!"

"Hay hay, çavuş." Oğlan elini anlına koyup selam verdikten sonra ana yola çıkan bir patikaya doğru koştu.

"Teğmen!" Taehyung tekrar bağırdı. Hoseok oynadıkları oyuna göz devirdi ve Taehyung elindeki dalı bir tüfek gibi ona doğrulttu. "Yoksa aramızda isyan çıkaranlar mı var?"

"Aslında, oynamaya devam edemeyeyim diye şimdi beni vurmanı tercih ederim."

"Cenaze törenini güzel yapacağım, asker." Yanaklarını şişirdi ve makineli tüfeğin patlamasını canlandırırken baya gerçekçi rol yaptı. Hoseok ellerini havaya kaldırıp mümkün olan en düz şekilde ölüyormuş gibi yaptığında Yoongi dayanamayıp kahkaha attı. Taehyung tüfeğin ucundan çıkan dumanları üflüyormuş gibi dalı kaldırdı. "Sıradaki kim?"

"Teğmenler isyan eden tüm adamlarını idam mı eder?" Seokjin alayla sordu.

"Sizin gibi lanet olasıca işe yaramazlarsa..." Herkes ona tip tip bakarken bilmişçe sırıttı.

"Ordun olmadan ilerleyemezsin ki," dedi Namjoon küçük bir çocuğa anlatır gibi, "ayrıca savaşı kazanmak için de orduna ihtiyacın var."

"Kahretsin, tüh." Yoongi Jimin'in kulağına fısıldadığında, Jimin kıkırdadı.

"Ben tek kişilik orduyum, sikik herifler." Dalı ikisine doğru tuttu. "Bu asker, diğer adamımızı üstüne almış kaçırıyor. Sıradaki o olmalı."

"Yaralı bir gazi taşıyorum ve sen beni vuracak mısın?" Jimin sanki oyun oynamıyorlarmış da gerçekmiş gibi inanılmazlıkla sordu. Taehyung kaşlarını şüpheyle kaldırarak sırtındakinin nesi olduğunu sordu.

"Kusacağım." Yoongi cevapladı.

"Neden?"

"Senin saçmalıklarından." Taehyung kotunun cebinden hayali bir el bombası aldı ve pimini çekip onlara fırlattı. Yoongi Jimin'in sırtından indi ve Seokjin'in uzattığı çantasını yakaladı.

"Ah, üç adamım da gitti. Ne yapacağım ben şimdi?"

"Üçünü de sen öldürdün ya..." dedi Hoseok gözlerini devirirken.

"Üç mü? Bekle, ben de mi öldüm?"

"Demin üzerinize el bombası attım Jimin, başka ne olacaktı gerizekalı?" Arkadaşı homurdandığı sırada Jungkook koşarak yanlarına döndü ve birkaç sokak ileride yemek satıcılarının olduğunu söyledi. Taehyung bir an durduktan sonra "Sona kalan dona kalır..." dedi ve Jungkook'un geldiği yöne doğru koşmaya başladı.

"Peşinden koşmayacağım." dedi Yoongi ama herkes Taehyung'un arkasından koşup yarışa katılınca pes edip o da peşinden gitti. Diğerleri çoktan ilerlemişti. Yürüyüş yolundan ayrıldı ve doğrudan önündeki yoğun ana yolu görmek üzere sokağa çıktı.

Sol tarafında apartman blokları başlıyordu, sağ tarafında ise kenarında terk edilmiş birkaç harabe bulunan bir yol devam ediyordu. Çetenin neredeyse tamamı ilk caddenin sonundaydı ve onların bağırışlarını bu mesafeden duyabiliyordu; Jimin, diğer iki çocukla birlikte en öndeydi. Yoongi yanlarına yetiştiği zaman aç gözlülükle satılan her yiyeceğe saldırdıklarını gördü. Etrafına baktığında hemen önünde ikinci el araba satan bir dükkan, dibinde bitkisel çaylar satan eski bir aktar, oldukça keyifsiz görünümlü bir dövme salonu ve 'kapalı' tabelası asılı bir berber gördü. Yiyecek tezgahları, bazı evleri ve Namjoon'un Jungkook'a yaptığı derse geç kalma şakasına bakılırsa muhtemelen ilkokul olabilecek bir bina gibi görünen kalabalık bir alanın etrafındaydı. Dizilmiş tezgahları gezdi, dikkatli bakmadı çünkü pek aç hissetmiyordu. Taehyung bir kalbi şişi ağzına çubuğuyla birlikte sokuştururken Hoseok caddenin karşısında köhne bir fast food yerini gösterince, Yoongi çocukların direkt yola fırlayarak oraya gideceğini biliyordu.

"Ah... bekleyin, ne kadar tutacak- lanet," Namjoon alınması gereken yiyecek miktarını çoktan aştıklarını fark edip iç geçirdi.

"Git onları yakala." dedi Yoongi. "Ben burayı öderim. Seokjin'le sen gidin de tüm menüyü sipariş etmeden önce onları durdurun." Cebinden cüzdanını çıkardı ve o gelmeden önce diğerlerinin yiyecek aldıkları standın önündeki kadına hesabı sordu.

"12,190₩." Bu beklediğinden ucuz bir miktar olunca Yoongi memnuniyetle parayı uzattı. Cüzdanı tekrar cebine kaldırırken önden giden iki adamı takip edip caddeyi geçti ve cam kapıyı iterek fast food dükkanına girdi. İki masaya çoktan yerleşmiş arkadaşlarını gördü: Taehyung önündeki neredeyse yüz tane pipetin kağıdını çıkarıp buruşturarak Jimin'e atıyordu.

Yoongi onların etrafta sataşmasını izledi, uzun bir gün olacağını biliyordu.

*

Yoongi önündeki iki yatağa bakınca biriyle yan yana yatmak zorunda kaldığını fark etti. Pek rahat olmayacaktı ama en azından çocuklarla değil, Seokjin veya Namjoon'la paylaşacaktı. Yan odadan seslerini duyabiliyordu; gözünde kolayca yataklarda zıplayarak tavana dokunmaya çalıştıklarını, yastık savaşı yaptıklarını canlandırabildi. Düşüncesi bile kendisini yormaya yetiyordu. Nasıl oluyor da lanet olasıca enerjik kalmayı, tüm gün oradan buraya koşuşturmalarına rağmen yorulmamayı başarabiliyorlardı? Hiperaktif çocuklar gibilerdi, o gün yedikleri tüm karbonhidratların ve aldıkları kalorilerin katkısı olmalıydı; içtikleri şekerli milkshakeler, bol yağlı patates kızartmaları ve hamburgerler. Yoongi sadece ağzına birkaç patates kızartması atmış ve hararetini bastırmak için soğuk bir soda içmişti, sabah bitiremediği kahvaltısı hala çantasındaydı. Diğerleri ise hiç tereddüt etmeden sonuna kadar yemişlerdi. Hoseok ise cebinden kurşun kalemini çıkarıp peçetelere resim çizmişti, defterini evde bırakmış olmalıydı. Peçetelere içecek kutuları, Taehyung'un hayal ettiği makineli tüfek gibi şeyleri çizerken o da sadece biraz patates kızartması yemişti. Kalan yemeği çöpe gitse de onun umurunda olmamıştı. Yoongi diğerlerinin de böyle israf yapmaya devam edip etmeyeceğini merak etti.

"Ben kanepeyi alacağım." dedi Yoongi çantasını ortadaki sehpaya bırakırken. "Nasılsa bu gece de uyumam."

"Yani," dedi Namjoon ona bakarken, "orada yatarsan tabii uyuyamazsın." Sonra yatakların birinden yastığını alıp koltuğa attı. "Böyle biraz daha iyi..." Öbür odadan duvara güm diye bir vurulma ve ardından kahkaha sesleri geldi. "Şimdi kovulacağız buradan."

"Ben gidip susturayım bari." dedi Yoongi ceketini ve botlarını çıkarırken. "Yoksa kıçlarına tekmeyi basacağım." Odadan çıkarken Seokjin'in de o sırada banyodan çıktığını görmüştü. Motelin odaları direkt dışarıya çıkarıyor, balkonlu yüksek bir güverteye benzeyen verandayla birbirine bağlanıyordu. Yoongi park etmiş araçlara, motelin karşısındaki sokakta yanıp sönen sokak lambasına baktı. Ufukta güneş çoktan bir saat önce batmıştı, koyu mor ve mavi tonları gökyüzünün etrafı, ışık kirliliği ve bulutların arasından parıldayan birkaç küçük yıldızla sarılıydı. Yoldan geçen araçların farları ara ara turuncu parlak ışıklar yansıtıyordu. Çıplak ayaklarıyla diğerlerinin odasına doğru yürürken altındaki soğuk verandayı hissetti. Kısa olan mesafeyi geçince henüz kilitlenmemiş olan kapılarını direkt açtı.

Ortalık dağılmıştı, yastıklar ve çarşaflar her yerdeydi. Kısaca ortalığa baktıktan sonra çocuklara döndü. Hepsi yarı çıplak veya giyiniyordu. Hoseok ortalarda gözükmediğine göre banyoda olmalıydı ve ıslak saçlarına bakılırsa Jungkook da yeni çıkmıştı.

"Çocuklar," dedi kısık bir sesle, "eğer uslu durmazsanız Seokjin gelecek ve kıçlarınıza bakıcılık yapacak." Jimin birazcık bile uykusunun olmadığını söyledi. "Evet, benim de yok ama iç çamaşırlarımla Jimnastik Olimpiyatları provası yapmıyorum." Kıs kıs güldüklerini duydu. "Yarın tüm şehri uçtan uca yürüyeceğiz. Dinlenin ve alabileceğiniz uykuyu alın, tamam?"

"Yarın tam olarak ne yapacağız?" diye sordu Hoseok, ıslak saçları anlına yapışmış ve omzunda havlusuyla banyodan çıkarken. Oda sessizliğe büründükten birkaç saniye sonra Taehyung başkentin dışına çıkacaklarını ve eğer doğru yoldan giderlerse diğer şehre üç-dört saat yürüyerek varabileceklerini söyledi.

"Gördünüz, yorucu olacak. En azından biraz uyumaya çalışın." Yoongi dağınık odaya kısaca tekrar baktıktan sonra odadan çıktı ve kapıyı kapattı. Kendi odalarına döndüğünde Namjoon'un yatağının ucuna oturmuş, ilgisiz bir ifadeyle başucundaki komodinden aldığı tanıtım broşürlerini okuduğunu gördü. "Temizleniyorlar, umarım sonra da yatacaklar ama oda berbat."

"Joonie?" Seokjin kafasını banyodan uzatıp sordu.

"Evet?"

"Buradan bir bina gerideki dükkanı gördün mü? Neon tabelası olanı?" Namjoon kafasıyla onayladı. "Sence deterjan satıyorlar mıdır?"

"Yıkama deterjanı? Kıyafetler için?" Yoongi omzunun üzerinden ona dönüp sordu. Muhtemelen yeni duştan çıkıp üstüne geçirdiği beyaz atlet ve çamaşırıyla elinde diş fırçasını tutuyordu. Seokjin tam olarak ondan bahsettiğini söylediğinde Namjoon bulabileceklerini çünkü tabelasında '7/24, her ihtiyacınız için' yazdığını söyledi.

"Ya, kıyafet durumumuz için sordum. Buradaki küvette yıkayıp sonra kuruması için balkona asabiliriz. Üç güne kalmaz kirlenecekler çünkü."

"İyi düşünmüşsün, çocuklar muhtemelen sadece bir parça yedek almışlardır." dedi Namjoon ayağa kalkarken gülerek. "Gidip dükkana bir bakayım o zaman." Yoongi onunla beraber gelmeyi teklif etti. "Yok, birkaç dakikamı alır zaten. Sen git temizlen."

"Tamam ama giderken ceketimi de al, dışarısı soğumuş." Yoongi ona ceketini uzatırken Namjoon teşekkür edip alarak kapüşonlusunun üzerine geçirdi. Kapının 'klik' sesiyle kapanmasını duyduktan sonra Yoongi bir müddet odayı seyretti. Çiçek baskılı demode duvar kağıtları, zeminde hemen kirlenmiş krem rengi halıfleks, sade iki beyaz yatak. Sonra lavaboya gitti ve orayı da inceledi: sol köşede klozet, dibinde musluk ve duşa-kabinli küçük bir küvet. Kendisi bile o küvete sığmak için dizlerini bükmeliydi. Duvarlarda ayna yoktu, farklı bir desende yine demode duvar kağıdı vardı. "Sabahki anne şakasını hatırlıyorum da..." dedi, arkadaşının arkasından.

"Üç günlük çamaşırlarını giymek zorunda kalmadıklarında bana teşekkür edecekler." dedi Seokjin musluğu açarken. "Ama Taehyung o duruma alışık olabilir."

"Var ya, o velet okula hiçbir zaman dönmeyecek." Yoongi kapının eşiğine yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi. "Kendi sistemini kurduğunu ve sonsuza kadar ilerletebileceğini sanıyor ama ilerletemeyecek. Yakalanana kadar çalmaktan başka bir şey yaptığı yoksa tabii." Seokjin son cümlesiyle ne demek istediğini sorunca biraz düşünüp cevapladı. "Bir şekilde para bulması lazım, değil mi? Hala o boktan pansiyonda nasıl kalacak yoksa?"

"Güzel nokta," Seokjin kafasını sallayarak onayladı. "Daha önce hiç düşünmemiştim."

"Diğerleri de ona benzeyecek diye korkuyorum," dedi sessizce Yoongi, "Jungkook çoktan o yola girdi ama zekası var, sırf ergenlik dürtüsüyle ailesini kızdırmak için beynini boşa harcamasını istemiyorum." Arkadaşı dişini fırçalamayı bitirip döndü ve ona baktı. "Bizim hiçbir şey bilmediğimizi sanıyorlar ama o yolların hepsinden geçtik, sen akıllılık ettin ve Joonie'yle benim aksime bir üniversiteye girdin. Bana değil, sana benzesinler istiyorum. Ben çok sigara içiyorum, çok küfrediyorum, siktir..." Yoongi yumuşakça güldüğünde Seokjin'in de dudakları yukarı kıvrıldı. "Bu macera... onları kendine getirip düzeltmemiz için iyi bir şans, değil mi? Şu ergenlik melankolisinden kurtarmak?"

"Sadece onlara ergenlik melankolisi olduğunu söyleme." dedi Seokjin sırıtarak. "Yoksa sinir olurlar."

Namjoon birkaç dakika sonra geri döndüğünde; Yoongi duştan yeni çıkmış ve etrafta iç çamaşırıyla dolaşmak istemediği, zaten uyuyamayacağını bildiği için kotunu giyiyordu. Görünüşe göre dükkanda deterjan vardı, elinde lila rengi kapaklı beyaz bir şişe tutuyordu Namjoon. Seokjin çocukların odasına gidip dağınıklıklarını biraz toplamaya karar verince diğer arkadaşı da nihayet duşa girdi. Yoongi kanepeye uzandı, bakışlarını hafif boyası çatlamış tavana dikti. Derince iç çekip gözlerini kapatırken duş sesini dinledi, diğer odadakilerin de sesi kesilmişti. Kasları saatlerce yürümekten ağrıyordu, özellikle dizlerinin arkası sızlıyordu ve sadece uyumak istiyordu ama gelmiyordu işte. Suratını büzüştürerek yan döndüğü sırada Seokjin elinde deterjanla tekrar onların odasına girdi.

"Jimin'e çamaşırları ovala dedim." dedi içeri geçip kapıyı kilitledikten sonra anahtarı kapının yanında duran alçak masadaki kaseye attı. "Çünkü Taehyung'un su savaşı çıkarıp deterjanla birini kör edebileceğini düşününce, garanti olsun dedim." Yoongi onaylar bir ses çıkardığında arkadaşı dönüp bir süre ona dikkatlice baktı. "Sen iyi misin?"

"Hayır, sanırım lanet olası insomniyak biriyim."

"Uyumakta çok mu zorlanıyorsun?"

"Geçen birkaç günde, toplam sekiz saat bile uyuyamadım sanırım, hatırlamıyorum." Seokjin suratını buruşturduğunda gülümsedi. "Tüm gün yürümek işe yarar sanmıştım ama hayır... hala uyuyabilecek gibi değilim."

"Uyuyamayacağını düşünmek yerine," dedi Namjoon gelip yatağına çıktıktan sonra üzerine beyaz bir tişört geçirirken, "uyuyabileceğini düşün, pozitif olmanın gücünü falan."

"Kıçım pozitif." Yoongi dediğinde arkadaşı gözlerini devirdi.

"Sadece dene."

*

Bir saat geçmişti bile ve hala zerre uykusu yoktu.

Diğerlerinin nefes alıp verişlerine bakarak uyuduklarını anlamıştı, diğer odadan ses gelmediğine göre onlar da yatmış olmalıydı. Ya da fısıldayarak konuşuyorlardı. Biraz mayışmak için tavandaki yumruları saymayı denedi. Gözlerini kapattı ve bir koca sürü koyunu saydı ama faydalı olmadı. Sonunda kıpırdandı ve yattığı yerden kalkıp pencerenin eşiğine oturdu. Kalan sigaralarından içmek için pencereyi açtı ve üç tane kaldığını saydı. Parmaklarını filtlerelenmiş tütünün üzerinde gezdirirken caddenin ilerisindeki markete gidip bir paket daha almaya karar verdi. Cam kaseden anahtarları alıp çıktıktan sonra güvenlice tekrar kilitledi ve dışarı çıktı. Sokağa çıkmadan önce çocukların odasını kilitleyip kilitlemediğini kontrol etmek için kapılarını yokladı ve kapıları kilitlenmişti, açılmadı. Anahtarları cebine atıp caddede ilerledi. Dükkanın neon tabelasında kırmızı yeşil renklerle 7/24 hizmet verildiği yazıyordu.

Cam kapıdan içeri girdiğinde direkt kasaya yöneldi çünkü sigaralar orada, yüksek raflarda ve çocuklardan uzakta satılıyordu. Kimliğini göstermesine gerek kalmadan bir paket aldı, tüm o uykuya dalma çabaları suratını kırk yaşında gösterecek şekilde çöktürmüş olmalıydı. Tekrar otele dönerken seyrek olan arabalara dikkat ederek caddeden geçti.

Kapıyı tekrar kilitler, botları kenara çıkarır ve pencerenin eşiğine otururken Yoongi sigarasını çıkarıp yaktı ve derince bir nefes çekti. Duvarın çıkıntısına sırtını yaslarken bir bacağını pervaza yasladı, diğerini de boşlukta sallandırdı. Dumanı içine çekerken olmayan manzarasına baktı, uzaktan gözüken birkaç neon tabela ve geçen arabaların farlarının ışığı dışında zifiri karanlıktı. Tek bir yıldız göremedi, tren garında gördüklerinin aksine. Güneş kadar parlak Venüs yoktu. Sigarasını indirdi ve dudaklarını ıslattıktan sonra geri ağzının köşesine koydu. Sabah gördüğü lolipop yiyen çocuklar gibi. Pipetiyle soda içen Taehyung gibi. Seokjin'e kötü bir örnek olduğunu söylerken şaka yapmıyordu: sigara tiryakiliği, suratında sürekli gergin bir ifade, kafasındaki boktan düşüncelerin yoğunluğundan uyuyamayacak hale gelmek...

Yoongi çakmağı eline aldı ve parmaklarının arasında tutarken metal kapağını açıp kapattı. Her açışında ortaya çıkan cılız alev parıltısı. Ellerinin arasında minyatür bir Venüs. Kendini durduramadan öbür elini uzattı ve yanan alevin üzerine yaklaştırdı. Sonra elini yavaşça indirdi, eline değen havanın ısındığını ve tenini yaktığını hissetti. Elini çekti ve çakmağı kapattı. Ama sonra tekrar açtı ve bu sefer elini direk aleve yaklaştırdı. Hızlı ama soluk bir acı avucuna vurdu. Yoongi çektiği sigarayı burnundan verdi ve duman yayılırken elini tekrar ateşe değdirdi, aynı hareketi daha yavaşça tekrarladı. Bu seferki daha güçlü acıtınca elini tıslayarak çekti. Parmaklarına iğne batırmaya benzeyen bir histi, sigaranın külü dirseğine düştüğünde hemen itti ama cildinde pembe bir iz bırakmasını engelleyemedi. Yoongi dudaklarındaki sigarasını eline alıp beyaz kısmının pek kalmadığını gördü. Dönüp odada uyuyan arkadaşlarına baktı, yastıklarına düşen saçlarıyla suratları görünmüyordu. Sonra tekrar önüne dönüp sigarasına baktı.

Sonu yanıyordu, siyah ve gri külün ortasında hafifçe turuncu kıvılcımlar gözüküyordu.

Yanardı.

Çok yanardı.

Sigarayı işaret ve baş parmağıyla tutup dirseğinin üzerinde duraksattı. Çakmağın hissettirdiği gibi olurdu, hafif bir acı ve daha fazlası değil. Belki arkada bir iz bırakabilirdi. Pembe bir nokta, belki de şerit.

"Gerçekten de kötü bir örneğim." dedi ve izmariti pencerenin önüne bastırıp söndürdü.

***

Continue Reading

You'll Also Like

75.2K 3.7K 40
Tanıtım tarzı bölüm içerir. Ana çift: Namjin Yan çift:Jikook
111K 12.6K 51
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
3.9K 303 11
[yoonkook]{slow update} 'Yoongi cinayet masasında çalışan bir komiserdir ve Jungkook ile gecenin bir yarısı karşılaşır. ________________________ Başl...
28.1K 3.3K 36
Park Jimin hayallerinin peşinden koşan ve ruhunu dansa adayan kendi halinde bir insandır. Her şey bir akşam vakti sokakta bulduğu siyah kediyi sahipl...