Channie Says Special

By mello-mello

222K 19.6K 9.7K

Tuhaf. Galiba beni ve onca yıllık yaşantımı tanımlamaya yeterli bir kelime. Başka kelimeler de biliyorum ama... More

Özel
1. Bölüm "Eve Hoşgeldin"
2. Bölüm "Başlangıç"
3. Bölüm "Afrodit"
4. Bölüm "Ücret Meselesi"
5. Bölüm "Anlaşma ?"
6. Bölüm - Part 1 "Hazırlık"
6. Bölüm - Part 2 "Dejavu"
7. Bölüm - Part 1 "Birinci Derece Temas"
7. Bölüm - Part 2 "Sorun Çıkarma!"
8. Bölüm "Yalnız Kutlama"
9. Bölüm "Bi Sorun Var, Ama Ne?"
10 .Bölüm "Bilmesen Daha İyi"
11. Bölüm "Geçmiş Olsun"
12. Bölüm "İyi Bak Yeter"
13. Bölüm "Kaybedilen Günün Telafisi"
14. Bölüm "Sana Arkadaş Getirdim!"
15. Bölüm "Fare Kai"
16. Bölüm - Part 1 "Doğaüstü Bir Şeyden Bahsediyoruz."
16. Bölüm - Part 2 "Uyku Hapsi"
17. Bölüm "İsimsiz Not"
Orpheus I
Pororo ve Ben
Orpheus II
18. Bölüm "Yüzleş Onunla"
19. Bölüm "Sorular"
20. Bölüm "Hazırla Kendini"
21. Bölüm "Bence Çıkarmayalım..."
22. Bölüm "Kendime İlk Kez İtiraf Ediyordum."
23. Bölüm "Yeni Renkler"
24. Bölüm "Tanıdık Yüz"
25. Bölüm "Bu Sözümü Yedir Bana."
26. Bölüm "Artık Benim Sorunum"
27. Bölüm "Yardım Eli"
28. Bölüm "Çaresiz Kalmak"
29. Bölüm - Part 1 "Beraber Susmak"
29. Bölüm - Part 2 "En Yıldızlı Gecelerimize"
30. Bölüm "Ters Düz"
🌌⭐
31. Bölüm "Karmaşa"
32. Bölüm - Part 1 "Yeniden Düşme"
33. Bölüm "Çekirdek"
34. Bölüm "Toksik"
35. Bölüm "Ballad"
36. Bölüm "Yeni Düzen"
37. Bölüm "Myulchi"
38. Bölüm "Editör Buluşması"
39. Bölüm "Oyuncu"
Orphdogus
40. Bölüm "İğrenç"
41. Bölüm "Baskın"
42. Bölüm "Karma"

32. Bölüm - Part 2 "Limonata Etkisi"

1.7K 208 228
By mello-mello

Yarım saatte ben üç buçuk şişe daha devirmişken Jongin sadece eşlik ediyor olmak için bir tane kutuyu ağzında çevirip duruyordu.

Benim hızlı içişimin zaten bir sebebi varken Jongin'in elime ne olduğunu sormasıyla hızım daha da artıyordu. Bir yandan her şeyi hazır gevşemişken anlatıp bu yükü üstümden atmak istiyor olsam da diğer yandan onun ay ışığıyla gördüğüm yüzüne mal mal bakmaktan başka bir şey gelmiyordu içimden.

Jongin onunla ilk içtiğimizdeki zamanlarda olduğu gibi bana giderek yaklaşıp karşımda yerini almıştı dizlerimiz birbirine değene kadar. Cevap almaya çalışmayı, geçiştirmelerim sonucu bırakıp o da benim içimden gelen ikinci şeyi yapıyor, başka hayat gayesi yokmuş gibi yüzüme bakıyordu.

"Ne var?" Onun bana baktığı gibi gözlerim ondayken gülümsedim. "Yüzüm soyulmaya başlayacak." Boştaki sargılı elimi sahte bir telaş ifadesiyle yüzüme götürmüştüm.

"Benimki çoktan soyuldu o halde." Birasını kenara bırakıp küçük, anlamlı bir bakış attı.

"Hadi ya?" Gülümsemem genişlemişti. Elimi indirip bir yudum daha aldım bakışlarım sağa sola kaçarken. "Bakıyor muydum? Fark etmedim."

Jongin'in karanlık odada karşı karşıya otururken birbirimize bakıp gülümsememizle ya da şans eseri üzerimize yansıyan ay ışığıyla ilgili edebi bir şeyler söylemesini beklemiştim, ama beklediğimden farklı girmişti söze.

"Sehun?"

"Efendim?" Yarısından fazlası bitmiş birayı fondipleyip bir nefes verdim ve yüzüne baktım tekrar, biradan ekşittiğim ifademle.

"Dudaklarım neden küçük diye düşündün mü daha önce?"

Kaşlarımı çatıp düşündüm birkaç saniye. "İyi bi gündem maddesi olabilirmiş ama hiç düşünmedim... Ayrıca benimkiler küçük değil seninkiler büyük Robin-sshi."

Anladığını belirten bir kafa hareketiyle birasını içmeye geri döndü. Tam bir yudum alırken uykusuzluktan çökmüş göz altları çekmişti dikkatimi. Gün ışığı veya ay ışığı fark etmiyor, ufak anlık kusurları bile kusursuz geliyordu. Bunu fark etmiştim o an. Belki de alkoldendi. Ama tekrar düşündüğümde karar vermiştim ki ne tür ışıkta göründüğünün farkı olmadığı gibi, benim de ne tür bir kafada baktığım fark etmeden gözüme kusursuz geliyordu.

Bir anda "Ee?" dedim konudan sapan düşüncelerime ara verip. Devamında gülümsemiştim. "Bu gece de bunu mu düşünelim?"

Eliyle kavradığı bira kutusunu hafifçe indirip o da benim gibi gülümserken biraz sessiz kalmış, ardından hızlıca yaklaşıp küçük ama birkaç saniye süren bir öpücük kondurmuştu küçük dudaklarıma.

O yerine geri geçinceye kadar kıpırtısız kalmış dudaklarıma gecenin bilmem kaçıncı gülümsemesi yerleşirken Jongin, teorisini sunmak üzere sözlerine devam etmişti.

"Sana da öyle geliyor mu bilmiyorum ama seni öptüğümde, dudaklarım bi yapboz parçasıymış da hemen yanında olması gereken eksik parçayla birleşmiş gibi hissediyorum."

Ciddiyetini hiç bozmadan bitirme tezini sunar gibi devam etti. "Dudakların küçük... Küçük çünkü benimle karşılaşacağını biliyordu Tanrı seni yaratmadan önce."

Sözünü bitirdiğinde ikimizi de manasız bir gülme sarmıştı. Hızlıca kafamı sallayıp geciktirmeden yanıtladım.

"Siz sanatçılar çok garip adamlarsınız. Bi de mesela karşımdaki eğer sen olmasaydın cümlen bittiğinde aklıma gelen ilk şey, 'o zaman Tanrı ilk Jongin'i mi yarattı?' olurdu."

Jongin'in gülümsemesi içten bir kahkahaya dönüşürken ben aynı ciddiyetle devam ediyordum.

"Ama şimdi bi edebiyatçı karşımda bu lafları ediyor ve benim aklıma gelen ilk şey o olmuyor."

Yaklaşıp birkaç saniye yüzüne yakından baktıktan sonra, gülüşünü onunkinden daha uzun süren bir öpücükle kesmiş ve uzaklaştığım süre boyunca gözlerimi yüzünden çekmeden sözlerime devam etmiştim. "Bu oluyor. Parçalar ayrılmasın, sekiz milyar nüfuslu dünyada yan yana düşen parçaların birbirini bulması bu kadar imkansızken ele geçmiş bu fırsatı tepmeyelim, iyi değerlendirelim filan demek oluyor."

Gözlerimi kırpıştırıp etrafıma sonra da ona baktım. "Bi de on biradan sonra nasıl tek seferde kurdum bu cümleyi bilmiyorum."

Etrafımda Jongin dışında her şey dönmeye başlarken yavaş yavaş az önceki mutlu anlar aklımdan siliniyor ve benim gülümsemem de aynı hızla sönüyordu. Kendimi kaptırmıştım. Yarın üzerinde deney yapılacak bir tavşanla bağ kuruyordum. Elimden kopup gidecek birine içimden geldiği kadar yakındım. Ve en kötüsüne kendimi alıştırmam zorlaşıyordu. İçimdeki mızmız çocuk işler kötü gittiğinde ağlamaya başlayacak diye korkuyordum. Ona çekinmeden yaklaştıkça da kötüye dayanma gücüm azalıyordu. Onu öpmek o mızmız çocuğu besliyordu.

"Bana o akşam gerçekten seni seviyorum dedin mi?"

Ve Jongin beni çok zorluyordu.

'Elbette aptal. Seni seviyorum dedim. Üstelik sonrasında hiç pişmanlık duymadan. Tabii şu ana kadar.' cümleleri aklımda dizili kalmış kendi içimde dönerken, dışarıdan gülümseyip yeni açtığım biramdan üç-dört yudum aralıksız içmiştim.

Şöyle bir bana ve biraya baktı. "Bu evet demekti, seni tanıyorum."

Son aldığım yudumu yutup şişeyi indirecekken, söylediği şeyle şişeyi indirmekten vazgeçip gülümsemiş ve az önceki eylemimi tekrarlamıştım.

"Seni seviyorum. Ben de."

Bira epey azalmıştı.

"Özür dilerim." Artık görüş alanımdan Jongin de kaymaya başlamıştı. O gülümsemeyi kesip bana anlamsızca bakarken ben yüzümü çevirmiş, sargılı elime ve ara sıra etrafa bakıyordum.

"Seni hayal kırıklığına uğrattığımda bunu söylemem için geç olacak. Ki zaten buna yüzüm olacağını da sanmıyorum. Ben de seni tanıyorum. Ve çektiğim acının asıl sebebi de bu. Hayal kırıklığına uğradığında vereceğin tepkiyi tahmin etmeye şansım kalmıyor. Çünkü doğrudan biliyorum sonucunu."

Sözümü bölecekken biraz daha sesimi yükselterek ona baktım. Doğrudan gözlerine... "Ben hiç kendini şanssız sayan ağlak biri olmadım! Hayatımdan memnundum ufak şeyler dışında. Şimdi çok şanssız hissediyorum. Çünkü seni buldum."

Kalan yudumları da içip Jongin'in soru sormasına fırsat bırakmadan daha önce hiç kullanmadığım yakınma dolu bir ses tonuyla devam ettim. "Bu sözü nerden bildiğimi bilmiyorum. Ama şeydi... Ha! Bulmadığın bir şeyi kaybetmezsin. Ya da öyle bir şey. Sen geldiğin için kendimi her zamankinden şanslı saydığım için evren dengelemek üzere bana oyunlar oynuyor. Ve bu yüzden artık iki katı şanssız hissediyorum."

"Bağlandığı birini kaybetmek yerine onu hiç tanımamayı tercih eden Sehun'u tanıyorum." Gülümsedi. "Ama ben onu öldü sanıyordum."

Ben umutsuzca ona bakarken dizlerinin üstünde yükselip uzaktan ellerini omzuma koyarak başını alnıma yasladı. Nefesim yüzüne çarpıyordu.

"Belki de o Sehun'u benden önce kaybedersin." Gözlerime bakarken düşünür gibi biraz durdu. Donuk mimikleri yeniden yumuşadığında devam etti. "Hayata sözler verecek kadar güvenmiyorum ama beni kaybetmeyeceksin. Bu bi söz ya da değil. Ne olduğuyla ilgilenmiyorum. Sadece bu söylediğime kulak ver."

Neden bahsettiğimi bilmeden söyledikleri içime su serpmek yerine ateşimi körüklüyor olsa da gülümsedim.

"Ben hiç ağlamadım." O geri çekildiğinde mırıltıyla söylemiştim yeni bir bira açarken. Öncekinin yarım olduğunu bile sonradan fark etmiş ama önemsememiştim. Ortamın sıcaklığıyla ısınmış olmalıydı zaten. "O yüzden hangi içki beni ağlatır tam bilemiyorum. Kimilerinin öyle şeyleri oluyor. Mesela Pororo'yu en çok ağlatan içki bira. Sebebi Chanyeol'le ilk içtiği şey olması. Vodkada onu bunu elliyor, viskide ruhsuz pisliğin teki oluyor, soju içtiğinde Baekhyun'u bulamıyoruz."

Gözüm tavana dalmış başımı hafif sallayarak düşünürken birkaç örnek daha hatırlamaya çalıştım ama gerek duymayıp devam ettim. "Herkes için geçerli değil ama çoğu insanda oluyor bunlar, mesela ben en çok sojuyla çirkefleşiyorum, vodkada sağlam bir gülme tutuyor. Ama beni ne ağlatıyor bilmiyorum."

Cümlem bittiğinde dün olanları hatırlayıp başımı sallamayı kesmiş ve ifadesizce mırıldanmıştım. En son içtiğim şey? Ah evet... "Ya da galiba biliyorum. Beni limonata ağlatıyor."

"Limonata mı?"

Jongin'in alaycı sesini duyduğumda gülerek ona bakmıştım. "Neyse işte boşver."

"Sehun, açıkçası içkilerin üzerinde etkisi hakkında bildiğim tek şey hepsinin ortak yanı: Her şekilde çenen düşüyor."

Ben tam kaşlarımı kaldırıp kendimi savunacak gibi bir girişimde bulunacakken Jongin gülümseyerek elini havaya kaldırıp kısa bir düzeltme yapmıştı. "Tamam, biliyorum. İçmeden de çenen düşüyor..."

Yüzüme memnun bir gülümseme yerleşirken başımı salladım. "Ben de zaten bunu söyleyecektim."

Ertesi gün için hiçbir planım yoktu. Belki uyanıp ben de Yuna'nın yanına gider ve onunla birlikte ağlardım. Sahi... Benim ilişki demenin pek doğru olmayacağı şu oluşumum da neredeyse 2 yıl ediyordu. Tanrı'nın yüce adaleti herkesi aynı anda bulmuştu anlaşılan.

Ama zaten günü uyuyarak yarılamıştım ve kalktığımda yataktaydım. Saat neredeyse 4 olmuştu. Ve yatağa nasıl, ne zaman geldiğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Rezalet baş ağrıma rağmen biraz kendime gelebildiğimde kalkıp üstümde hala duran dünden kalma kıyafetleri çıkarıp ev giysilerimi üstüme geçirdim. Jongin'i etrafımda göremeyince odadan çıktım ama bulmam uzun sürmemişti. Puflardan birinin içine gömülmüş, dizlerini kendine çekmiş ve başını dizlerinin arasına sarkıtmış uyuyordu. Yere sarkmış elinin önündeki telefonunu alıp kenara koydum ve ona yaklaştım. Niyetim kalkıp bir yere uzanmasını söylemekti ama elbette derin uykusundan uyanıp bana tepki vermeyeceğini biliyordum. Omuzlarından yavaşça tutup diğer yanındaki pufa yatırdım gövdesini. Bir süre sonra dizlerini kendine çekip pozisyonunu kendisi düzeltmişti.

Önce duşa, sonra mutfağa girdim. Bütün sorunları unutmuş gibi kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Baekhyun'un arayıp bana geleceğini söylediği bir sıra Jongin'in uyanıp evin içinde yürüdüğünü duymuş ve Baek'in duymasından korkup kısa bir telaş yaşamıştım. Ama Jongin neyse ki telefonla konuştuğumu duymuş olacaktı ki mutfağa girmemişti. Duş alıp sonra yatak odasında epey bir zaman harcamıştı ben kahvaltıyla uğraşırken.

"Baek akşam gelme konusunda ısrar ediyor. Sen birkaç saat çıkarsın değil mi?"

Elimde tava ve spatulayla pancake yapmaya çalışırken bedenim tezgaha dönük, kafamı arkaya çevirip bağırmıştım. Ama bir tepki gelmediği için göz devirip önüme döndüm. "Beni duymayacak ne yapıyorsun içerde?" Yeniden uyumuş da olabilirdi. Rahatsız etmek yerine, onu kahvaltıyı hazırladıktan sonra mutfağa çağırmak üzere kalan hamuru pişirip, en son masayı hazırlamayı da bitirmiştim.

Ben mini pembe aşçı önlüğümle onu uyandırmak üzere mutfaktan çıktığım an karşımda bitmişti. Daha doğrusu çoktan hazırlanmış, dışarı çıkmak üzere kapıya dönük dururken yakalamıştım.

"Nereye gidiyorsun? Pancake yaptım. İngiliz kraliyet aşçıları da bu tarifi kullanıyormuş." Dudağımın bir kenarı hafifçe kıvrılmıştı. "Sen benim elimden hiç özenerek yaptığım bir şey yememiştin değil mi?." Mutfak önlüğüm üzerimde, ellerimi belimde dikilmiş ona bakıyordum. "Üstüm başım biraz un oldu ama değiştiririm şimdi. Sen mutfağa geç. Ve sakın ben gelmeden dokunma. Sunumunu kendim yapmak istiyorum."

Ben ellerimi yıkamak için banyoya girip tekrar salona döndüğümde, hatta yatak odasına girmek üzereyken arkası dönük durduğu yerde durmaya devam ediyordu. Elleri ceplerinde, kafası hafif öne eğikti ve ne bir tepki veriyor, ne de yüzünü bir yere çeviriyordu.

"Jongin?"

Tepki vermemesiyle gülümsemem solmuş, hatta dudaklarım titremeye başlamıştı. Ellerim de öyle. Ona bakarken birkaç saniyedir almayı unuttuğum nefesi derince bir anda içime çekip kötü ihtimalleri uzakta tutmak ister gibi gülümsedim. Yüzümde gülümseme varken kalbim istemsizce hızla çarpmaya başlamıştı. Ellerimle eşofmanımın iki yanını sıkarak tek elimdeki sargıya rağmen yumruk yaptığımı bir süre sonra fark etmiştim. O arkası dönük dururken gülümsememi genişletip bir şeyler söylemeye çalıştım. İlk anda bulamayınca titreyen bakışlarıma rağmen sırıtıp aklıma ilk ne geldiyse söyledim.

"Robin-sshi..." Ses tonum biraz daha yumuşamış ve ürkekleşmiş, gülümsemem daha da genişlemişti. "Bir şey söyle."

Jongin'in benim telkinlerimden sonra kıpırdattığı her noktası, eli kolu, bana doğru bir iç titremesi olarak geliyordu. Birkaç kez yutkunup ona doğru adım atıp atmamak hakkında düşündüm. Olduğum yerde düşüp ölmek istemiştim. Adını bir kez daha söyleyecekken ceplerinden çıkardığı elleriyle saçını karıştırdı. Ve hemen ardından bana doğru döndüğünde ben hala olduğum yere çakılmış duruyordum kıpırdamadan. Hala ellerim aynı yerde yumruk yapmış bacaklarımı sıkıyordu. Yutkunmayı kesemiyordum. Yüzündeki ifadeye bakarken yine nefesim kesilmişti. Yine tüm vücudum soğumaya başlamıştı.

"Planın neydi?" Sesinde en ufak bir yargılama, öfke ya da tiksinme belirtisi olmadan sordu. Günlük bir şeyden bahsediyor gibiydi. Yüzündeki acılı ifadenin aksine sesi son derece yumuşak ve anlayışlıydı.

"Bi..." Kekeler gibi yanıtlamaya çalıştım. Kafam istemsizce sağa sola çevriliyordu. "Bi, bi planım yoktu." Islanmaya başladığını hissettiğimde gözlerimi hiç kırpmamaya karar vermiştim. "Öylece... Bi-bilmiyorum. Hiçbir şey düşünemedim."

Jongin başıyla onayladığında kafamın titreme hızı da artmıştı. Kafam korku içinde bir sağa bir sola meyillenirken sanki bekle der gibiydi. "Jongin..."

İsmini benden duyunca yüzünde gülümsemeye yönelik kıpırdayan bir mimik gördüğümde kilitli dudaklarımın üzerinde sıcak bir ıslaklık hissetmiştim. Yumruk yaptığım ellerimden birinin tersiyle yüzümü silerken bakışlarım sadece gözlerimi kırptığım saliselik bir an boyu ondan ayrılmıştı.

Sırt çantasını kenarda gördüğümde öylesine bir yere gideceği fikrine kapıldığım için içimden kendimle alay ederken, o alaycı gülüş dudaklarıma da yansımıştı. Kolumla hala yüzümü silmeye çalışırken kendime acır gibi iç çekerek gülerken gözyaşlarımın kontrolünü de kaybetmiştim. Ve bir kez bıraktığım kontrolü geri alamıyordum. Tüm vücudumu titretecek kadar sert iç çekişlerimi de gözyaşlarımı da tutamıyordum. Hıçkırıklarımdan zar zor anlaşılır birkaç şey söylemeyi denemiştim. "Kahvaltı edelim. Konuşalım." Sonlara doğru inlemeye dönüşen sesimi ince bir hıçkırık bölmüştü.

"Belki yapacak bir şey olsa, ağlayacak bir şey olmazdı."

Gelip dokunmuyordu bile. Uzakta, kapının önünde söylediği tek şey bu olmuştu. Haklıydı, haklı olduğunu düşünürken ağlama şansını bir kere eline verdiğim 13 yaşındaki Sehun'u durduramıyordum.

"Kahvaltı hazırladım." Yine sona doğru çatlayan sesim ve ses tiremem hala aynıyken konuyla alakalı bir şey söylemekten korkuyordum. Sonucun değişmeyeceğini bildiğim halde korkuyor ve anlamlı hiçbir şey söyleyemiyordum. Gözlerim onun dışında bir yerlere bakıyordu çünkü kapıya doğru attığı adımları gördüğümde vereceğim tepkiyi kestirecek kadar kendimde değildim.

Ben bakmasam da gittiğini hissediyordum. Sarhoş olup kendimi kontrol etmeyi kendi isteğimle bırakmış gibi bir gevşemişlikle ağlıyordum. Ve o ilk kez gözyaşlarımı gördüğü halde gidiyordu.

O sabah uyukladığı sarı pufun dibine kadar ağır aksak gidip üstüne oturmuş olmayı bile dikkate almadan çökmüştüm önüne. Kendime çekili dizlerim arasından kafamı yere eğmiş, gözlerim sımsıkı kapalıyken başımı ağrıtacak bir güçte birbirine kenetlediğim dişlerimle kendimi tutmaya çalışıyor ama başaramıyordum. Şaka değildi. Gidiyordu ve sonu önceki gibi olmayacaktı. Kalmasını söylemem için tutar bir dalım bile yoktu ve onun da bunu beklemediğinden adım gibi emindim.

Kendi kendime düşündüğüm her şey bir bir gerçekleşiyordu. Olacaklara kendimi hazırlamak için şu ana kadar bütün felaket senaryolarını çoktan kafamda kurmuş olsam da, gerçekleştiği anı hesaba katmamıştım. İşte tam bu anda ne yapacağımı düşünmemiştim. Öyleydi ki düşünmüş olsam da bulamazmışım gibi hissettiriyordu.

"Sigara içme." Yüzüm hala yere bakarken, gözlerim kapalıyken sıktığım dişlerimin arasından kaçmıştı kapının sesini duyduğumda. Kapının açıldığını belirten o ses ağlamamı daha da şiddetlendirecek nitelikte olduğu için söylediğim şey bağırır gibi çıkmıştı. "Aç kalma..." Ve cılız sesim sonda yeniden ortaya çıkmıştı. Hıçkırırken sarsılan kafamı kaldırıp ona bakamıyordum. "Jongin gitme..." Daha kısık, yorgun ve çaresiz bir tonda çıkmıştı bu kez. Gözlerimi bile açmıyordum. Ve gözyaşlarımı üstümdeki pembe mutfak önlüğü topluyordu.

Çıkıp gitti. Kafamda uzun süre dönüp duran iki kelime bunlar olmuştu. Bu kez sesli ağlıyordum. Yıllardır biriktirdiğim gözyaşlarım benden kalp, beyin, mide, işe yarar neyim varsa içimde onlar olarak çıkıyordu. Sanki ağlamayı durduramadığım için kan kaybından zayıf düşüp yavaş yavaş ölür gibi oturduğum yerde ölecektim.

Elimdeki sargı da yüzüm gibi sırılsıklamdı. Beynim zonklarken ellerime ve yüzüme dakikalardır yapışıp kalmış ıslaklığa alışmıştım. Önceki gibi değildi. Önceki gibi bir kavga değildi, öfke değildi. O gün bende babasını gördüğü için gitmişti. Şimdiyse annesini gördüğü halde gitti. En kötüsü de buydu. Yapacak bir şey olmadığını en iyi anlatan gerçek buydu.

Toparlanıp çıktım ben de arkasından. Küçük bir sırt çantası hazırlamıştım ve bunu yaparken de sesli ağlamayı kesmiştim. Artık gözlerim tek başına hallediyordu o işi. Ben sadece kafamda kapşonum ve bir güneş gözlüğüyle sokakta yürüyordum. Taksiye giderken Baekhyun'a gelmemesi için bir mesaj attığımda anında beni geri aramıştı.

"Ne demek gelme?"

"Gelme, çünkü ben gidiyorum. Ahjumma'da daima yedek anahtarım var illa gitmek istiyorsan gidebilirsin."

"Senin sesin neden kısık? Ya ayrıca nereye gidiyorsun? Akşama dönecek misin? Bak içeceksen dışarı çıkıp içelim beraber. Yuna da gelir ağlarsınız işte. Süper akşam. Sonra şu olayı derinlemesine konuşur bi çözüm düşünürüz."

Ben cevap verecekken Baekhyun, harika bir fikri olduğunda sesine yansıyan o alışılmış heyecanlı tonla devam etti.

"Hem böyle eve kapanıp, dışarda da yalnız zaman geçirmek sadece depresyonu besler. Kafanı dağıtmalıyız-"

Kararmaya başlamış havada öylesine yürüyerek ona doğru gittiğimi fark eden taksi şoförüne elimi kaldırarak bir işaret çakmış ve sabırsızca Baek'in sözünü kesmiştim.

"Zaten yalnız olmayacağım Pororo. Bir süreliğine babamın yanına gidiyorum."

Beklediğim gibi telefonda uzun süren bir sessizlik olmuştu.

"N-nasıl? Incheon'a mı? Neden? Delirdin mi? "

Ben takside şoföre gideceğim yeri söylerken, Baekhyun konuşmaya devam ediyordu.

"Sehun sen baban iş yaptırır diye çağırdığında bile gitmiyorsun. Gidersen günlerinin limanda yük taşıyarak geçeceğini söylemiştin. Yani bu kafa dağıtma yönteminden pişman olmayacağına emin misin? Hem baban-" Bir an durup o telaşlı ses tonunu geride bırakmış olarak devam etti. "Baban..."

Benden hala ses çıkmıyordu. Taksi evin önünden geçerken gözlerim yeniden dolacak gibi olduğunda Baek'in olayı yeni çakmış, derinden gelen sesi buna engel olmuştu.

"Şimdi anlaşıldı... Kaçta uçağın?"

"Bilmiyorum. Birazdan bakacağım."

"Peki ne kadar kalacaksın?"

"Bilmiyorum... Onu da bilmiyorum."

"Peki babanın ameleliğe tapan zengin mimar gençlere ihtiyacı varmı? Bende bi tane var şu an."

Ben transtayken Baekhyun'un Chanyeol'e seslendiğini duymuş ama dikkate almamıştım. Evi geçmiştik. İçimde o ağlamaklı his varlığını korusa da gözlerim yeterince şişmişti ve daha fazla ağlarsam güneş gözlüğüne rağmen fark edilir bir hal alacaktı. Ayrıca kendime gittiğim yerde yeterince işkence edeceğim için şimdilik buna son vermeyi seçmiştim. Aptal gibi dışarıyı izlerken telefonun kulağıma dayalı olduğunu bile Chanyeol'ün boru sesiyle doğrudan iç kulağıma bağırışını duyduğumda hatırlamıştım yerimden sıçradıktan hemen sonra.

"Biz de geliyoruz!"

Continue Reading

You'll Also Like

118K 20.5K 16
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
414K 41.9K 61
Taehyung iki yıllık ilişkisini ayakta tutmaya o kadar odaklanmıştı ki yanı başındaki gerçek aşkını fark edememişti bile. |omegaverse| |omegatae&alfak...
71.8K 5.6K 37
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
68.2K 5.1K 30
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...