fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

LIV| uri

1.5K 152 183
By carmenfkahlo

SHAWN

Bir kurdun ulamasını duyduğunda gözlerini araladı. Son birkaç gündür duyduğu bu uluma sesleri artmıştı ve bu ses ona huzur veriyordu. Her gece uyumadan önce dinlediği bir ninni haline gelmişti adeta. Fakat yakında bu ninniler son bulacaktı.

İki ya da üç güne kadar Dar Liman' a varacaktı Shawn. Ardından oradaki bir gemiye binecek ve Diega' nın istediği gibi en doğuya gidecekti. En doğunun neresi olduğunu bilmiyor fakat bir şeye ulaştığında onun en doğu olduğunu hissedeceğini düşünüyordu.

Masasına yaklaşan han sahibi kadını gördü. Elinde bir sürahi ile birlikte yanına vardığında "Biraz daha bira ister misin?" diye sormuştu sıcak bir sesle. Elindeki but parçasını bırakıp boş bardağını kadına doğru uzattığında kadın bardağının tamamını doldurdu ve karşısına oturdu. Shawn bunu umursamamıştı.

"Yemekleri beğendin mi?"

"Evet, teşekkürler."

Yaşlı kadının buruşuk yüzünden sıcak bir tebessüm geçti. "Kimsin sen genç adam?"

"Birisi değilim." Birasından büyük yudumlar alıp ağzının kuruluğunu engelledikten sonra etini kemirmeye devam etti.

"Kasabadan mı geçiyordun?"

"Evet, gezgin sayılırım."

Ve karnını doyurup sıcak bir yatakta yatabilmek için tek geceliğine bu küçük handa kalmak istemişti.

"Gezgin misin?" diye sormuştu diğer masadan kalkıp buraya gelen bir adam. Konuşmayı duymuş olmalı. "Diğer kasabaların durumu nedir evlat? Görmüş olmalısın."

Her şeyi görüyordu. Her suçu, her ihaneti, her acıyı. Elinden geldiğince bu pislikleri temizlemeye çalışıyordu geceleri. Siyah kurt postunu başına geçirip gaspçı askerleri öldürürken biraz olsun huzur bulduğunu hissedebiliyordu. Çünkü ailesinin uğruna elinden başka hiçbir şey gelmezdi.

"Gördüm. İnsanlar iyi değil." Hem de hiç değildi. Kış şartlarının altında çoğu insan aç ve ölüyordu.

"Tanrı bizi kurtarsın." dedi yaşlı kadın.

"Tanrı olsaydı bizi çoktan kurtarırdı." Ağzından öylesine çıkan bu cümlenin üzerine gözler ona döndüğünde hala sözlerinin arkasındaydı.

"Tanrının olmadığını mı iddia ediyorsun?"

"Varsa bile halimizden eğlendiği ortada."

"Tanrı esas senin ruhunu kurtarsın çocuk." diyen adam öfkeyle ayağa kalkmıştı. "Defol buradan! Senin gibi dinsizler yüzünden Irwinler kanımızı akıtıyor."

Gülebilseydi bu saçmalığa koca bir kahkaha atardı. Bunun yerine etini yemeyi kesip yağlı ellerini önündeki bez parçası ile temizledi.

"Burası bana ait bir yer Dandy. Kimseyi kovamazsın."

Yaşlı kadının bu sözleri Dandy denen adamın umrunda gibi görünmüyordu. "Dinsizlerin buraya uğursuzluk mu getirmesini istiyorsun Margaret?!" Tekrar Shawn' a döndü. "Dışarı çık piç. Cehenneme kadar yolun var!"

Shawn ayağa kalktı, cebinden çıkardığı iki bakırı masanın üzerine koydu. "Yemekler için teşekkür ederim Margaret." demişti.

"Tatlım, gitmene gerek yok. Lütfen otur."

"Gitmem gerekiyor."

Ben uğursuzun tekiyim. Adam haklı.

Sıralı masaların arasından geçerek handan dışarı çıktı. On yaşlarındaki seyis çocuktan aygırını getirmesini istedi. Aygırla birlikte gelen çocuğun gözleri heyecanla ışıldıyordu. Dizginleri Shawn' ın eline verirken "Sör, siz kimsiniz?" demişti ince sesiyle.

"Birisiyim."

Eyere bağlı olan çantasındaki uzun baltayı sırtında sabitledi. Geçtiği kasabalardan birinde baltasına uygun deri bir kayış yaptırmıştı. Böylece baltasını sırtında taşırken hiç zorlanmıyordu.

"Kara Kurt musunuz?"

Aygıra binecekti ki bundan vazgeçerek hayranlıkla kendisini izleyen çocuğa baktı. Kara Kurt olayını biliyordu. İki gün önce geçtiği kasabada kendisi hakkında konuşuyordu insanlar. Ona böyle bir lakap takmışlardı. Başlangıçta bunu umursamamıştı fakat insanlara verdiği umudu görünce doğru bir şeyler yaptığını fark etmiş ve biraz mutlu olmuştu.

"Bunu nereden çıkardın?"

"Az önce yanlışlıkla çantanız düştü. Kurt postunu gördüm. Ve bir de baltanız..."

"Adın ne?" dedi Shawn.

"Clay."

"Sır tutabilir misin Clay?"

"Sonsuza kadar!"

Çocuk ona Aaliyah' ı hatırlatmıştı. Aaliyah gibi hayat doluydu gözleri. Onun kadar neşeli, onun kadar meraklı ve sevgi doluydu.

"O benim. Ama bunu kimseye söylememelisin."

Çocuğun gözleri ve dudakları kocaman açıldı. İnanamıyor, şaşkınlıktan bir süre boyunca hiçbir şey söyleyememişti. Ve sonra kollarını Shawn' ın bacaklarına sardı.

"Sen kahramansın!"

"Değilim." diye mırıldandı. Sadece birkaç askeri öldürmek kahramanlık sayılmıyordu.

Kuzeyi kurtarabildim mi, diye sormak istedi çocuğa. Kuzeyi Irwinlerden, acıdan ve sefaletten kurtarabildim mi? Hayır. Ben kahraman değilim.

"Benim için öylesin. Ve küçük kız kardeşim Emmy için de."

"Kız kardeşin mi var?"

"Evet, dört yaşında." Clay ondan ayrılarak mavi gözlerini Shawn' a kaldırdı. "En azından ona anlatamaz mıyım? Emmy de sır tutabilir. Biraz hasta ama bunu yapacak kadar güçlü."

"Neden hasta?"

"Bilmiyorum. Annem onun için hep ağlıyor."

"Bir şifacı bulun."

"Annem bunun için paramızın olmadığını söylüyor."

Shawn düşünmedi bile. Cebinden öldürdüğü askerlerden aldığı paralar ile dolu olan kesesini çıkardı. İçinden iki altını alıp Clay' in eline sıkıştırdığında çocuk ilk kez altın görüyormuş gibi bir tepki vermişti. Bu para ailesi için o kadar fazlaydı ki şifacının yanında günlerce aç kalmadan uyuyabilirlerdi.

"Bunu annene ver. Kardeşini iyileştirmek için elinden geleni yapsın."

"Annem hırsızlık yaptığımı düşünürse çok kızar."

"Annene zengin bir adamın hana geldiğini ve seni çok sevdiği için bahşiş bıraktığını söyle."

Çocuğun kıvırcık sarı saçlarını okşayıp "Yakında her şey güzel olacak." dedikten sonra aygırına atladı ve oradan hızla uzaklaştı.

Vakit bir başka kasabadaki hana gidemeyecek kadar geç olduğu için ormandaki ağaçların arasında uygun bir yer bulup bir ateş yaktı ve ateşin hemen yanına oturup sırtındaki baltayı yanına bıraktı.

Ateşe baktıkça onu hatırlamak Shawn' ı derin bir acıya boğuyordu. Ateşin yanına uzandı ve alevlerin rüzgardaki hareketini izledi.

Her gece çok zor geçiriyor, onu aklından çıkaramıyordu. Birlikte geçirdikleri rüya gibi anılar varken onun hakkında hatırlayabildiği tek şey gözlerindeki son bakıştı. Ölü bakışlar. Kan içindeydi. Teni olduğundan daha solgundu. Ve teninin üzerine düşen kar taneleri erimiyordu. Ona sarılmıştı Shawn. Sonra onu gömmüştü. Kendi çocukluğu ile birlikte. Bunu şimdi bile hissedebiliyor. Duyguları, hayalleri, neşeleri... Diega ile birlikte toprağın altında kalmıştı.


Gözlerini kapadı. Uyumak ve rüyasında yine onu görmek istiyordu. Uyudu ama onu hiç görmedi.

Gün doğduğunda yolculuğuna aralıksız devam etti. Sadece aygırının dinlenmeye ihtiyacı olduğu vakitlerde küçük aralar verdi. Ve sonraki gün istediği gibi Dar Liman' a ulaştı.

Oradaki insanlardan birisine "Brownland' e giden bir gemi var mı?" diye sormuştu.

Denizci olduğu belli olan adam ona gitmesi gereken gemiyi gösterdiğinde Shawn adımlarını hızlandırdı. Geminin önündeki kalabalıktan yine bir kişiye geminin kaptanı sordu. Onu sıska bir adamın yanına getirmişlerdi.

"Doğuya gitmem gerekiyor." dedi Shawn.

"Bu gemi doğruca Uri' ye gidecek. Doğudan kastın hangi şehir?"

"Fark etmez. Uri de olur."

Kaptan detaylı bir şekilde Shawn' ı inceledi. "İç savaştan dolayı ücretler epey arttı."

"Ne kadar istediğini söyle."

"Bir gümüş."

Shawn kesesinden bir gümüş çıkarıp kaptanın eline sıkıştırdı.

"Gemiye binebilirsin."

"Oraya varmamız ne kadar sürer?"

"Şanslısın ki rüzgar var. Rüzgar böyle esmeye devam ederse iki günde varırız."

Başını onaylar anlamda sallayarak gemiye bindi, neyle karşılaşacağını bilmeden.

LAURIE

Beyaz Kale' de son birkaç gündür büyük hazırlıklar vardı. Vikingler her yerde sevişip yemekler yemek yerine avluları doldurarak çalışıyordu. Ivar, Bjorn ve Ragnar' ın diğer çocukları insanları çalıştırsa da Ragnar' ın ortalarda olmaması Laurie' yi hala şaşırtıyordu. Burada yoktu ama insanlar ne yaptığını biliyormuş gibi bir plana sadıktılar.

Avlunun yüksekteki galerisinden aşağıda birbirleriyle talim yapan insanları uzun bir süredir izlerken Bjorn' un tüm avluyu inleten küfrünü duydu. Dövüştüğü adamı bırakıp diğer taraftaki adamların arasından birini alıp yere fırlattığında adamın üzerine çıkarak onu yumruklamaya başlamıştı.

Bir anda neler olduğunu anlayamadı. Bjorn birden öfkelenmiş ve altındaki adam fırsat bulup onun yanağına bir yumruk indirdiğinde ise kınından çıkardığı hançerini adamın gözüne saplamıştı. Kimse onları engellemek için bir şey yapmadı. Hatta çoğu kişi gülerek onları izlerken bahis bile oynamıştı.

Bu insanlar çok garip.

Elinin arasında tuttuğu boynuzdan birasını yudumladı ve daha fazla Bjorn' un vahşetini görmek istemediği için kaleye girdi. Yapacak hiçbir şeyi olmadığından hiçbir Viking insanının uğramaya ilgi göstermediği kütüphaneye gitti. Sadece Ragnar... Herkesin kale içinde ne yapmak istiyorsa yapmasını ama kimsenin bu kitaplara zarar vermemesini emretmişti. Bu emir, bir adamın ateş yakmak için değerli bir kitabın sayfalarını yırttıktan hemen sonra verilmişti. İşte bu da Ragnar' ı sevme nedenlerinden birisiydi Laurie' nin.

Okumadığı kitapları okudu. Okuduğu her şeyi zihninde tutmak için çabaladı. Ama bir müddet sonra sıkıldığını hissetti. Kütüphaneden çıktığında aslında orada epey vakit geçirdiğini ve gökyüzünün çoktan karardığını görmüştü.

Yukarıdaki ayı bir süre izledi. On gün kadar sonra tam dolunay olacaktı.

Odasına doğru yürürken yanından geçtiği Ivar' ın odasına girdi. Bu bir alışkanlık olmuştu aslında. Odaya giriyor, ona laf atıyor ve karşılığını aldıktan sonra yoluna devam ediyordu. Günlerdir bu oyunu oynuyorlardı birlikte. Ve Laurie, eskisi gibi ondan ölesiye nefret etmiyordu.

Onu baltasını bileylerken bulmuştu. Akşamın bu saatinde neden bunu yapıyordu ki?

"Neden hazırlık yapıyorsun?"

"Yarın gidiyoruz." demişti Ivar ona bakmadan. Tüm dikkati yaptığı işteydi.

"Nereye gidiyorsunuz? Neden hiçbir şeyden haberim yok?"

"İşte şimdi söylüyorum." Cam gibi mavi gözler baltadan Laurie' ye kalktı. "O piçleri sikeceğiz."

"Ben de gelmek istiyorum."

"Hayır." Tekrar baltasına dönüp bileylemeye devam etti.

"İzin almıyorum."

Odanın içinde biraz daha ilerleyip onun yanına oturdu. Yatağın üzerinde beş hançer ve iki balta daha vardı.

"Zarar görebilirsin."

"Çocuk gibi mi görünüyorum? Kendimi koruyabilirim. Ayrıca Ragnar nerede? Burada olması gerekmiyor mu?"

"Babam olması gerektiği yerde."

Bu sözden hiçbir şey anlamadı. Umursamadı da.

"Plan tam olarak ne?"

Ivar bıkkın bir iç geçirdi. "Gidip saldıracağız."

"Bu kadar mı? Bir strateji yok mu?"

"Stratejimiz hazır."

"Anlatmayacak mısın?"

"Hayır. Çünkü ben de bilmiyorum."

"Öyleyse-"

Ivar yaptığı işi bitirerek baltasını yatağın üzerine bıraktı ve sonunda Laurie' ye tüm ilgisini verdi. Mavilerindeki şeytanilik Laurie' nin hoşuna gidiyordu.

"Her şeyi Ragnar hazırladı ve o planlarını kimseye anlatmaz. Bize ne yapmamız gerektiğini söyledi sadece. Biz de yapacağız."

"Ben de geleceğim."

"Laurie, tehlikeli olacak. Birisi sana saldırabilir."

"Daha önce birilerini öldürdüm. Yine öldürebilirim."

Ivar ikna olmamış gibiydi. Laurie, izne ihtiyacının olmadığını bilirken neden ondan bunu istediğini de bilmiyordu doğrusu. Ya da biliyordu. Burada o kadar yalnızdı ki, birisinin onu yanında istediğini bilmesine ihtiyacı vardı.

"Tamam. Bizimle gel. Ama çatışma başlayınca alandan uzakta bir noktada bekleyeceksin."

"Söz veriyorum!" dedi neşeyle. Neredeyse ona sarılacaktı.

Ivar kısaca gülümsemekle yetindiğinde Laurie ayağa kalktı. "Gün doğmadan önce buraya gelirim. İyi geceler."

"İyi geceler."

Tuhaf bir heyecanla sarmalanmıştı. Öyle ki sabaha kadar uyuyamadı ve neler olacağını hayal etti. Hayatında ilk kez gerçek bir savaşın içinde olacaktı. Belki bir şey olacak ve ölecekti fakat ölümü umursadığı yoktu. Hayat zaten zalim ve acımasızdı.

Sabah olmaya yakın bir vakit büyük bir enerji ile yatağının içinden çıkıp giysi sandığını açtı. Üzerine kaynatılmış deriden yapılma yünlü takımını giydi. Üzerindeki çivilerin takımını daha güzel gösterdiği ortadaydı. Ardından pelerinini sırtına bıraktı. Omuzları kahverenginin her tonunu barındıran bir kürkle kaplıyken pelerininin rengi ise koyu bir griydi.

Tamamen hazır olduktan sonra odasından çıktı. Etrafta acele ile gezinen insanları aşarak Ivar' ın odasına kadar hızla yürüdü. İçeri girdiğinde onu pantolonunun düğümlerini bağlarken bulmuştu. Ardından yatağın üzerindeki gömleğini giydi. Üzerine de yünlü deri yeleğini. Deri kolluklarını koluna taktı. Ardından kemerini ve silahlarını.


"Zırhın yok mu?"

"Biz zırh giymeyiz." dedi Ivar. Son baltasını kemerini sıkıştırdığında tamamen hazırdı. "Zırh yavaşlatır."

Babası ise her zaman zırhsız bir askerin çıplak bir adamdan farkı olmadığını söylerdi. Piç adam.

Birlikte odadan çıktıklarında kale içindeki kalabalığı aşarak dışarı çıktılar. Beyaz Kale' nin büyük kapıları yola çıkmak için açık bir şekilde bekliyordu.

Ivar, genç bir çocuğun elinden dizginleri aldı. Kızıl renklere sahip atın dizginlerini Laurie' ye uzatırken kendisi ise gece kadar siyah bir ata bindi. Kalenin içinde çok fazla at yoktu. Bu sebeple çoğu kişi yürümek zorunda kalacaktı.

Usta bir şekilde aygırının üzerine bindi. Orada diğerleri için epey beklediler. Tüm bu süre boyunca ileride duran Bjorn' un iki kadını sırasıyla öpmesini izlemiş ve bazen de Ivar ile konuşmuştu. Ama sonunda herkes hazır olduğunda Bjorn, Ivar ve Laurie başta olmak üzere yola çıktılar.

Bjorn bundan önce çevreyi kontrol etmesi amacıyla Ragnar' ın diğer çocukları Ubbe, Hvitserk; erkek kardeşi Rollo' yu önden gönderdi. Ve bunun yanında herkesten gereksiz gürültü çıkarmamasını istedi. Orman sessiz kalmalıydı.

Laurie nereye gittiklerini sorduğunda ona cevap veren 'Gereksiz Bjorn' du. "Ragnar ile buluşacağımız yere gidiyoruz."

Sonrasını sorsa da kimse bunu bilmiyordu. Ona sadece "Ragnar planlarını kimseye anlatmaz." demişlerdi.

Tüm gün arkasındaki ordu ile birlikte ilerledi ve gün batımına yakın bir zamanda Bjorn' un emri ile herkes durdu. Burada beklemeleri gerektiğini söylemişti onlara. Ardından üçü birlikte Ragnar' ı karşılamak adına biraz daha ilerlediler.

Ordunun geri kalanı görünmüyor, ormanın ıssızlığında, hiç konuşmadan bekliyorlardı.

"Ne zaman gelecek?" diye sordu Laurie sabırsızca. Beklemekten nefret ediyordu ve burada fazlasıyla uzun bir süredir bekliyorlardı.

"Soru sormaktan vazgeç artık." dedi Bjorn gözlerini devirerek. "Hiçbir sikim bildiğimiz yok. Tek akıllı sen misin?"

"Susun." diyor Ivar. Bir çıtırtı duymuşlardı çünkü. Gittikçe yaklaşan adım sesleri eğer Ragnar' a aitse yalnız değildi.

"Bahsettiğin adam nerede sikeyim? Akşam oluyor. Kampa geri dönmemiz lazım."

Bu sesi daha önce hiç duymamıştı.

"Gidebilirsin çocuk. Bu bana mutluluk verir."

Ragnar' ın sesini duyduğu anda hemen yanındaki Ivar' a baktı. Ivar kaşlarını çatmış bir şekilde gözlerini sesin geldiği yöne odaklamış, sadece izliyordu.

Ve sonra onu gördü Laurie.

Ragnar Lothbrok. Yanında bir Irwin askeri ile yürüyordu. Ancak onu şaşırtan kesinlikle o asker değildi.

Ragnar Lothbrok' un örgüler halinde beline kadar uzayan o güzel altın sarısı saçlarının tamamı gitmişti. Kambur yürürken aynı zamanda uzun bir dal parçasına tutunarak topal adımlarla yürüyordu. Ona ne olmuştu böyle? Kendisine ne yapmıştı? Tanıdığı o cesur adam, yerini adeta zavallı bir insana bırakmıştı.

Laurie hala şaşkınlığını üzerinden atamazken kendilerini fark eden Irwin askeri dehşete düştü. Kılıcını çıkarma fırsatı bulamadan Ragnar cübbesinin gizli cebinden çıkardığı bir hançer ile adamın boğazına derin bir yarık açmıştı.

Asker kendi kanı ile boğulurken son nefesini verdi. Ölümünün her anında gözlerinin içine bakan Ragnar elindeki bastonu bir kenara fırlatıp kambur duruşunu düzeltmiş, cam mavisi gözlerinde insanı korkutacak bir ateş parlamıştı.

"Lestat olmaktan sıkılmıştım."

"Yalnız gelirsin diye düşündük." dedi Ivar.

"Gaspçının piçi beni yalnız bırakmak istemedi... Tabi bunun bir önemi yok. Dediklerim yapıldı mı?"

Ragnar üzerindeki onu oldukça zayıf gösteren cübbeyi çıkardığında geniş ve kaslı bedeni ortaya çıktı. Üzeri metaller ile dolu olan deri bir takım gidiyordu.

"Hepimiz hazırız baba. Bekliyoruz."

"Güzel."

Gelmeden önce onun için getirilen boş ata bindi. Ve hep birlikte ordunun beklediği alana doğru atlarını mahmuzladılar. Oraya varmak çok uzun sürmedi. Ragnar' ı gören her insan çığlıklar atıp kahkahalar eşliğinde liderlerini karşıladılar. Atından indiğinde bir adam, getirdiği kar beyazı ayı postunu onun omuzlarına bıraktığında gerçek Ragnar Lothbrok olmuştu. İnsanlarla birlikte yemekler yedi, içki içti. Onlarla sohbetler ederken Laurie de yanında durmuş ve hayranlıkla dinlemişti onu.

Kim Ragnar' a hayran olmazdı ki zaten? O zekice konuşmaları, insanlara olan ilgisi, şakaları... Laurie' nin tanıdığı en mükemmel insandı o. Ragnar için her şeyi yapardı ve yapmıştı da.

Vakit öyle hızlı geçti ki yarım ay neredeyse en tepeye vardı. "Geceleri tüm adamlar sarhoş oluyor." demişti Ragnar. Şimdiye dek durmalarının sebebi de buydu. Saldırı beklenmedik olacak ve onlar hazırlanana dek hepsi ölecekti.

Ragnar Lothbrok beyaz atının üzerine bindi. Bir kral gibi görünüyor, diye düşünmüştü Laurie onu izlerken. Bir kralın tam olarak olması gerektiği gibiydi.

Son hazırlıklar yapılırken Ivar gelmişti yanına. Tam karşısına geçti. "Diğerleriyle burada bekle." dediğinde Ragnar' ın o güçlü sesi meydanda yankılandı.

"BİZE YILLARDIR YAPILAN BU EZİYETİN KARŞILIĞINI VERMEYE BU GECE HAZIR MISINIZ?"

"EVET!" diye bağırdı bütün ordu, baltalarını sallarken. Gürültü çok fazlaydı. Ve herkes öyle vahşiydi ki Laurie dehşete düşmüştü. Bağıran adamlar birbirini itekliyor, ağızlarından her yana küfürler ve tükürükler saçılıyordu.

"SOĞUKTAN ÖLEN ÇOCUKLARINIZA GÖZYAŞI DÖKEN KADINLARINIZI HATIRLAYIN. GÜNLERCE AÇ UYUYAN AİLENİZİ HATIRLAYIN. SİZİ SADECE BASİT BİR KÖLE OLARAK GÖRDÜKLERİNİ HATIRLAYIN. ŞİMDİ CEVAP VERİN BANA. HATIRLIYOR MUSUNUZ?!"

"EVET!"

Ivar kemerinde asılı olan üç baltadan birisini çıkarıp Laurie' nin eline tutuşturdu.

"Dikkatli ol."

"Olacağım."

Laurie' nin kalbi öyle hızlı atıyordu ki titreyen parmakları ile baltayı aldı. Daha önce hiç bu kadar canlı hissetmemişti.

"ONLARIN KANINI, SON DAMLASINA KADAR AKITACAK MISINIZ?"

"EVET!"

"GÖSTERİN BANA!" diye son nefesiyle bağıran Ragnar ormanı inletti, ardından atını tırısa geçirerek ilerlediğinde ardındaki elli atlı ve kalan tüm adamlar koşmaya başladı.

Ivar son kez Laurie' ye bakmıştı. Onun kahverengi gözlerindeki gerginliği gördüğünde rahatlatmak ister gibi gülümsedi ve elini genç kızın ensesine koydu. Baş parmağı ile yanağını narin bir şekilde okşadıktan kısa bir süre sonra geri çekildi. İşte o anda öfke ve vahşet tekrar gözlerine hakim olmuştu.

Hızla binmişti kara atına. Dizginleri şiddetle sallayıp insanların arasına karıştığında Laurie elini kalbinin üzerine koydu. Derin bir nefes bırakırken yüzündeki küçük gülücüğü engelleyememişti.

ZAYN

Kaçıncı kadehi bitirdiğini bilmiyordu. Ayağa kalkacak bir durumda bile değilken boş kadehini doldurmak için şarap sürahisine uzandı ama onun boş olduğunu gördü.

"Şarap yok." Yaverine döndü. "Şarap yok Dei."

"Majesteleri, çok fazla içmediniz mi?"

"Kralına şarap getir çocuk." dedi Thomas her zamanki alaylı tavrıyla. Dei başını onaylar anlamda salladı ve masanın üzerindeki sürahiyi alarak Zayn' in odasından çıktı.

Usi adındaki şehre gelmişlerdi öğle vakitlerinde. Aynı şeyler olmuştu. Şehrin valisi onları karşılamış, kaleye kadar eşlik etmiş ve akşam yemeğinde ise Regina valiye durumu anlatmıştı. Şehrin valisi cömert bir adam sayılırdı. Elindeki gücün dörtte üçünü vererek kraliçenin isteğini yerine getirmişti.

Yemekten sonra kendini bu odada bulmuştu Zayn. Thomas da peşinden gelmişti. Ariel da onlara katılmak istedi fakat Thomas "Erkek meseleleri güzelim." diyerek sevgilisini odasına gönderdi. Bunu yapmasının sebebi durumu anlıyor olmasıydı muhtemelen. Çünkü Zayn onları ne zaman samimi bir şekilde görse üzülüyor ve bu istemese de dışarı yansıyordu.

Uzun bir süredir birlikte içiyorlardı. Aynı miktarda içmelerine rağmen Thomas etkilenmemiş gibi, Zayn ise neredeyse sandalyeden yıkılacak gibi görünüyordu.

"Sadece mutsuz olanlar sarhoş olur derler," diyor Thomas arkasına yaslanıp bacaklarını masaya uzatarak. "Doğruymuş."

"Sen ise. Gördüğüm en mutlu insansın."

"Çünkü umursamıyorum."

"Hayır. Kadının yanında." Zayn yumruğunu çenesine yaslayarak gülümsedi ve güneşin altında ışıldayan altın saçları, yeşil lekelerin bulunduğu o güzel mavi gözleri düşledi. "Ve kardeşin de yanında."

Derin bir iç çekti.

"Kardeşimi düğününde öldürdüler." diyor kederle. "Daha çok gençti Thomas. Onu görmeliydin. Çok güzeldi. O kadar güzeldi ki, kalenin içinde yürürken etrafına ışığını saçar, karşısına çıkan her insanı güldürürdü. Ve ben onu koruyamadım."

Thomas' ın yüzündeki o bakışı yakaladı. Tuhaf bir bakış. Kaşlarını çatarak gözlerini kaçırdığında üzgün görünüyordu.

"En kötüsü ne biliyor musun? Onu kimin öldürdüğünü bile bilmiyorum."

"Her şey bir gün açığa çıkar dostum."

"Buna inanmıyorum. Şimdiye dek kimin yaptığını bulmam gerekirdi."

Dei tekrar odaya girip boş kadehleri doldurarak masadaki sandalyesine geri oturdu. Üzüntülü gözleri Zayn' in üzerindeydi. Kralı için her zaman üzülüyordu.

"Ben," dedi iğrenerek. "Hanemin utancıyım. Sadece ben kaldım, Thomas, sadece ben. Eğer ölürsem Malik Hanesi sonsuza kadar yok olacak. Ve ejderhalar. O kudretli ejderhalar tek tek öldürülürken bir şey yapamadıysam şimdi nasıl yapacağım?"

"Böyle konuşmayın Majesteleri." diyor Dei. "Sizin için buradayız. Kraliçe Regina sizin için şehirlerini dolaşıyor. Ve sizin için savaşıp her şeyi geri alacağız."

"Çocuk haklı. Hepimiz senin için buradayız."

"Horanlar beni kabul edecek. Ya sonra? Ya diğer haneler gaspçıyı desteklemeye devam ederse? Eğer oraya gittiğimde kimse yanımda olmazsa tüm bunların hepsi boşuna yapılıyor demektir."

Zayn' in tek korktuğu şey buydu aslında. Destek görmemek. Eğer haneler onun yanında olmazsa bu savaşın bir anlamı olmaz, Zayn en başında kaybederdi. Ve halk. Tahtını kaybetmesinin en büyük sebebi zaten halkının ejderhalara olan nefretiydi.

"Dostum," diyor Thomas geğirdikten sonra. Sikerim senin umutsuzluğunu. Kendine gel. Tahtını geri almaya gidiyoruz. Ya sikerek alacağız ya da bunun uğrunda öleceğiz. Ve ben ölmek istemiyorum. Tahtını geri almaktan başka seçeneğimiz yok."

Zayn gülmüş ve ardından kadehindeki şarabın hepsini içmişti. "Taşaklı adamsın." dedi Thomas' a bakarak.

"Biraz gül. İşte böyle! Çocuk, bir kadeh de sen iç." Thomas masadaki boş bir kadehe Deiondre için şarap doldurdu.

"Benim içmem doğru olmaz."

"İç." dedi Zayn. "Sorun yok."

Dei bunu emir olarak kabul edip bir yudum aldı ve kadehi geri bıraktı. "Tadı güzelmiş."

"Öyledir. Uma' nın şarkılar eşliğinde yapılan şaraplarındandır bu."

Uma. Rhoslyn Uma' yı severdi. Orada sadece eğlence ve aşk vardı. Tıpkı istediği gibi.

Gecenin sonuna dek içtiler ve Thomas ile Deiondre, Zayn' in moralini düzeltmek için ellerinden geleni yaptılar. Uyumadan önce, o cesareti geri dönmüştü.

Sabah olduğunda kahvaltı yapıldı ve doğruca kadırgaya binilerek yola devam edildi. Yol boyunca vakit geçirdiği tayfayı sevmiş, onlar da Zayn' i sevmişti. İri Jim' in bir kafa kadar büyük kol kasları ile Bebek Jackie' yi oradan oraya savurması, Tek Göz Alexander' ın birbirinden ilginç kadınlarla yaşadığı ilginç hikayeler, Beyinsiz John' un beyinsiz şakaları ve dahası... Onlarla zaman öyle hızlı geçiyordu ki geldiklerini fark etmemişti bile.

Uri' nin valisi Adrian, Thomas' ın anlattığına göre Brownland' in en sert ve askeri gücü en iyi olan adamdı. Onun aksi olduğunu da söylemişlerdi. Ve kimse ne ile karşılaşacağını bilmiyordu.

Jolly Roger' dan inerken onu görmüştü zaten. Uzun ve yapılı bir bedene sahipti. Kaşları çatık, yüzünde derin bir yara izi vardı. Her yönden askeri bir lider olduğu belli oluyordu. Oldukça soğuk bir şekilde karşıladı Regina' yı. Fazla ciddiydi. Bu ciddilik şehre bile yansımıştı.

Oldukça sade ve kaya parçalarından yapılmış bir kaleye vardıklarında Zayn' in yaptığı ilk şey sıcak su ile dolu bir küvetin içine girmek olmuştu. Tıpkı öncesindeki gibi hizmetçi kızlardan birisi onunla yatmaya çalışmış ama Zayn kızın yüzüne bile bakmayınca bir sonuç alamamıştı.

Tüm gününü dinlenerek geçirdi. Akşam olduğunda Deiondre' nin ona hatırlatması ile birlikte Regina' nın hediyesi olan kıyafetlerinden birisini giydi ve tamamen hazır olduktan sonra Dei ona yemeğin yenileceği salona dek eşlik etti. Regina da salona geldiğinde yerine oturdu ve akşam yemeği başladı.

Bir süre ardından Regina çatalını masaya bırakarak arkasına yaslanmıştı. "Buraya gelme sebebimizi açıklamak istiyorum."

"Tahmin etmek çok zor değil Majesteleri." diyor Adrian. Yemeyi keserek gözlerini Zayn' e dikti. Bu adamdan hiç hoşlanmamıştı.

"Güzel. Sözlerimi boşa sarf etmeye gerek yok öyleyse. Bize kaç adam ve gemi verebilirsin?"

"Saygısızlık etmek istemem. Fakat bu bizim savaşımız değildir."

"Bu savaşa giriyorsam kraliçeniz olduğum için sizin de savaşınız sayılır."

"O yeşil diyarın sorunları bizi ilgilendirmez Majesteleri. Büyük emeklerle yetiştirdiğim askerlerimi bir hiç uğruna ölüme gönderemem."

"Savaştan sonra alınan zararı fazlasıyla geri ödeyebilirim." dedi Zayn.

Vali Adrian' ın ince dudaklarında alaycı bir tebessüm oluşmuştu. "Bunu bana neye dayanarak söylüyorsun çocuk?"

"Karşında güneyin meşru kralı oturuyor. Bana ne hakla çocuk diyebilirsin?"

"Kral? Başında bir taç ya da arkanda seni destekleyecek kimseyi göremiyorum. Bunu kabullenmek senin için zor olmalı fakat ejderhaların hükmü çoktan sona erdi. Ve senin gibi bir çocuğun arkasından adamlarımı göndermem."

"Ben Zayn Malik' im!" diye bağırarak ayağa kalktı Zayn. Masa ve üzerindeki her şey adeta titremişti. "Ve ben yaşadığım sürece ejderhaların hükmü devam edecek."

"Güzel. Bu aptallıkla çok uzun yaşamayacağını düşünürsek sözlerim yine doğru çıkmış oluyor."

"Vali Adrian, konumunuzu kaybetmenize neden olacak sözlerden kaçınmanızı öneriyorum." diyor oldukça sakin olan Regina.

"Sizce vali olmak umrumda gibi mi görünüyor? Bir askeri lider olarak sizi mantıklı düşünmeye davet ediyorum Majesteleri. Obsidiyen tahtın yolunda bizim için sadece ölüm var."

"Öyleyse öleceğiz." dedi Kaptan Hook. "Kraliçenin isteğini yerine getir. Sıkılmaya başlıyorum."

Vali olduğunu temsil eden rozeti göğsünden çıkaran Adrian rozeti masaya fırlattı ve hiçbir şey söylemeden odayı terk etti.

Zayn gerçekler yüzünden öyle öfkeliydi ki masadaki çoğu şeyi yere fırlattı, az önce oturduğu sandalyeyi parçalara ayırdı. Regina yemeğini yemeye devam ederken Hook ise romunu yudumladı.

Uzun bir müddet sonra öfkesini yeterince çıkarıp nefes nefese kalmış bir şekilde Regina' ya baktı ve "Hiçbirini istemiyorum." dedi nefretle. "Topladığımız herkesi geri gönderin."

"Ne saçmalıyorsun?" Hook inanamaz gözlerle ona bakıyordu.

"Bu benim savaşım. En başından beri buna karışmanız doğru değildi. Ben ne yapıyorum burada tanrı aşkına?! İnsanlardan asker dileniyorum. Ben asker dileniyorum!"

"Savaş sonrası geri ödeme yapacağına söz veriyorsan bu dilenmek sayılmaz." dedi Regina aynı durgunluğu ile.

"Neye dayanarak? Sikeyim. SİKEYİM!" Ve masadaki sağlam şeyleri de parçaladı.

Anlık sinir krizi son bulduğunda ise "Bitti mi?" dedi Regina.

"Bitti."

"Güzel. Buradan gidiyoruz çünkü."

Zayn hiçbir şey söylemeden çıkmıştı salondan. Hızlı adımlarla yürürken peşine Dei de takılmıştı. Kralını öfkeden çıldırmış bir halde gören çocuk korkudan hiçbir şey söylemedi, sadece onu takip etmişti.

Kaleden çıktılar. Zaten liman yürüme mesafesi ile çok kısa olduğundan limana doğru yöneldi Bu lanetli şehirden nefret etmişti ve bir an önce gitmek istiyordu.

Yolun ortalarında "İyi olmanız için ne yapabilirim?" diye sormuştu Dei.

"Bir bok yapamazsın."

"Yanımda şarap var."

"Ver öyleyse."

Kemerindeki şarapla dolu matarayı Zayn' e uzattığında matarayı hızlıca kapan Zayn sert şaraptan büyük yudumlar aldı. Şüphesiz şimdi daha iyi hissediyordu.

"Yarın yola çıkacağımızı sanmıştım Majesteleri."

"Bazı sorunlar oldu."

"Üzülmeyin."

Hayret dolu gözlerle çocuğa baktığında sinirleri bozulmuş bir şekilde kahkaha atmıştı.

"Komik bir şey mi söyledim?"

"Benim iyiliğimi gerçekten düşünen tek insansın."

Kolunu yaverinin omzuna atarak kendisine çekti. "Ve sadakatine de gerçekten inandığım tek insansın. Sen tanrının hediyesisin Dei."

Deiondre utanarak gülümsemişti. "Beni onurlandı-"

"Kes. Biraz rahat konuş. Resmi olmandan sıkıldım."

"Tamam."

"Seni bir gün şövalye ilan edeceğim. Kılıcım omzuna değecek."

"O günü sabırsızlıkla bekliyorum Majesteleri."

Zayn de gülümsemişti. "Ejderha Kalesi' ne ayak bastığımız ilk gün şövalye olacaksın. Tabi yaşarsak."

"Yaşayacağız."

"Umarım Dei."

Limana yaklaştıkça duyduğu kaba sesler de artmıştı. Küfürler ve kahkahalar duyuyor, bir kavga var gibiydi. Adımlarını hızlandırdılar. Ve her bir adımda her şey daha da netleşti.

Bir grup kalabalığın, birisini hırpaladığını gördü. O grup da Kaptan Hook' un tayfasından başkası değildi. Ve hırpaladıkları kişi...

Hayır.

Oraya doğru koşarken buldu kendisini. Ona yumruk atacak olan Bebek Jackie' yi ittirerek yere düşürdüğünde herkes şaşırıp birkaç adım gerilemişti.

Ona ne olmuş böyle?

Son gördüğünde arp çalan bu utangaç çocuk, şimdi karşısında, bir baltaya ve bir katilin gözlerine sahip bir şekilde duruyordu. Yüzünün belli bölgelerinden akan kan onu daha da asi gösterse de o da şaşırmıştı. Hatta dehşete düşmüştü.

"Herkes gitsin." dedi Zayn.

Çünkü Shawn Mendes ile konuşacağı çok şey vardı.

😍

Continue Reading

You'll Also Like

90K 17.6K 15
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
42.2K 6.7K 29
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.
256K 15.7K 11
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!
50.8K 5.8K 53
New York'un yeraltı dünyasının karanlık sularında Jimin'in kardeşinin, Jeon Jungkook ile evlenmesine karar verilmiştir. Bu adam bir mafya, bir patron...