GÜL DÖNÜMÜ

بواسطة smellofthesky

347K 29K 10.9K

Ay'a Sığınan Meftun II Gül'ün hikayesi. 26 Mart 2018. 00.59 المزيد

GÜL DÖNÜMÜ
Toprak.
Tohum.
Can Suyu.
Güneş.
Sev-mek.
Tomurcuk.
İlk Renk.
İlk Gül.
Su.
Akşam güneşi.
Büyü-mek.
Gül Goncası.
Rüzgarlı Gök.
Savrul-mak.
Geç Gün Doğumu.
Cemre.
Kırık Dal.
Tutun-mak.
Kırağı.
Güneşe dönen ilk çiçek.
Hiç aydınlanmayan güneşli oda.
yıkımları onaran fırtınalar.
deprem.
doğmak.
iyi-leş-mek.
göğüne küskün çiçek
dalıyla barışan çiçek
FİNAL.
Teşekkür&Minnet.
özel bölüm

İlk Işıklar.

10.2K 979 316
بواسطة smellofthesky

Demin yanlışlıkla yayınladım ancak bölümde eklemeler var o yüzden okuyanlar için söylüyorum ki, son kısma tekrar göz atın.

Göğünü tanıdığım, sokaklarını bildiğim, yerdeki tüm taşlarını ezberlediğim bir şehirde güneşin doğuşuna ilk defa şahit oluyorum. Oysa ömür sayılabilecek bir süre zarfında burada bulunduğumu biliyorum. Yıllar, mevsimler geçiriyorum. Nasıl bir güneşin yokluğunu hissetmiyorum?

Belki bağlanmış gözlerim, güneşin siyah olabileceğine inanmayı çok istemişti. Ben de onu kırmamıştım.

Bakışlarım aynadaki yansımamda dolanıyor. Bakışlarım, kendime çok yabancıymışım gibi hissettiriyor. Gözleri mi parlıyor? Dudaklarım kırmızı. Ama kandan değil. İlk defa değil. Saçlarım bugün daha canlı. Yolunmamış. Bakışlarım ümit dolu. Göğsümde umutsuzca kanat çırpan o kuş bile bugün benimle konuşabilecekmiş gibi bakıyor.

Üzerimde alışık olmadığım birkaç parça kıyafet var. Boran, sabah saatlerinde Reyhan'dan bunları istediğini söyledi. Ne diyeceğimi öylesine bilemedim ki, teşekkür etmedim.

Saçlarımın örüyor, ucuna da paket lastiği bağlıyorum. Alnımda gezinen bir parça saçı kulağımın arkasına atıyorum. Burada olduğum gerçeğini hala kabul edemiyorum. Ayak direyen olduğumu hala idrak edemiyorum. Evet, ben başardım diyemiyorum. Ben kendime gücü hiç yakıştırmıyorum. Sen hep yenildiğini sandın çünkü. Bir kere olsa dahi kazandığını söylemediler sana.

"Gül? Hazır mısın?"

Kapının arkasından duyulan sesi elimi ayağıma dolaştırıyor. Kendimden utanarak başımı çeviriyorum aynadan. Onun görmeyeceğini bilerek baş sallıyor, kapıyı aralıyorum. Onu görmenin bana yaptıkları, karnımı ağrıtıyor. Bunun mümkün olmayacağına inandırmıştım oysa kendimi. Sevmek bu kadar kolay olamazdı. Ama işte olmuştu. Acı veren her şey kötü olmalıydı. Ama olmamıştı. O karşımda duruyordu, ona bakmak bana acı veriyordu. Çok güzeldi.

"Hazırım." diyorum bakışlarımı yüzünden kaçırarak. Kafamdan geçenleri görmesinin endişesi yanaklarıma ateş basıyor.

"O halde gidelim."

Beni önüne geçirirken parmakları belimi destekliyor. Karnım içe göçüyor. Utanmasam yere düşüp bayılırım, biliyorum. Hafifçe yutkunuyorum. "Okul?" diye soruyorum. Benim gitmiyor olmam onunki kadar sorun çıkarmıyor ama Boran orada hoca.

Benim hocam.

"İzinliyim," diyor Boran. "Yıllık iznimin bir kısmını kullanacağımı söyledim. Sorun çıkmayacak."

Afallıyorum. Ağzım açılıyor, kapanıyor. Tek bir cümleyi bile doğru dürüst kurabileceğime güvenmiyorum. Fakat nefesim kırgınca boğazımı zorluyor. Düşünülmek.

Bir kere Yusuf babamdan mahallede oğlanların babasıyla katıldığı futbol turnuvasına katılmasını istemişti. Yusuf oğlan olduğu için istekleri hep yerine getirilirdi. Babam tamam demişti. Aynı gün babama karne almak için benimle gelip gelmeyeceğini sormuştum. O zamanlar babamı sevmeyi denerdim. Çok bir şey yapmamıştı. Sadece saçımı çekmiş, benden hiçbir şey isteyemezsin sen demişti. O zamandan bu yana düşünülmek kavramı hakkında kafa yormamıştım.

Arkamı dönüp ona sarılmak istiyorum. Kollarım yetişsin, kollarımın yetişmediği yerde fazlalık göz yaşları bana destek olsun istiyorum. İçimde kaynayan kazandaki şeylerle baş edemiyorum. Ona alışıyor ve bununla ne yapacağımı bilmiyorum.

Bir şey demeden arabaya biniyoruz. Ellerim ona uzanmak için karıncalanıyor. Sadece ellerini tutmanın nasıl bir şey olduğunu merak ediyorum. Bir adamın ellerini tutmak. Eşref Koçak'ın öfkeli gözleri zihnime çarpıyor.

"Avukata gitmeden önce Limon Mahallesi'ne gidebilir miyiz?" Bir anda kendime şaşırıyorum. Kafamdan bile geçirmediğim bir düşünce, dilimin ucundaki bağdan düşüveriyor. "Ben...Yusuf'u, yani kardeşimi merak ediyorum. Okula gitmek için çıkacak birazdan. Mahallenin başında onu yakalarsam eğer..."

Çehresine doğru indirdiğim gözlerim, tepkisini merakla izliyor. Ters bir şey söylemesini bekliyorum. Kötü bir şey. Bunun olması gerekiyor. Bu kadar fazla iyilik görmenin hiçbir mantığı yok diyorum kendime. Fakat Boran gözlerini önce kolundaki dijital saate ardından da bana çeviriyor. "Vaktimiz var," diyor dudaklarının kenarındaki hafif kıvrım kendisini gösterirken. "Gidebiliriz."

Minnet, göğsümde ilk defa bir çiçeğe verdiğim ad oluyor. Hemen ardından bir çiçek daha baş gösteriyor kenardan. Ona bir ad vermeye korkuyorum. Dilimin ucuna gelen isim, bu zamana kadar hep kızlar için yasak diye adlandırıldı. Sevmek gibi. Özgürlük gibi. Kadın olmak gibi.

Ona bakarak binlerce şey söylemek istiyorum. Belki gözlerinin içine bakıp içli içli ağlamak bile yeterli gelir. Göz bebeklerimin içinde yetişen o duyguları ona göstermek istiyorum. Kelimeler hep incitiyor.

Ama yine ses etmiyorum. O arabayı çalıştırır, tüm yol boyunca pürdikkat önüne bakarken göğe kaldırmaktan çekindiğim bakışlarımı bir an bile üstünden ayırmıyorum.

Bir kere çıktığım o toprağa bir daha dönmek istemiyorum.

*
Limon Mahallesi'nin hemen girişinde eski, yeşil bir çöp bidonu var. O bidonun arkasına kocaman harflerle yazılmış birkaç isim. Mahalleye geldiğimi hep böyle anlarım. Şimdi bunu görmek, bu sınırlara tekrar girdiğimi bana hatırlatıyor. Sanki bileklerim tekrar prangalanıyor. Göğsümdeki kuş, içine kapanıyor.

Arabanın saatine bakarken, "Henüz geçmemiştir," diye mırıldanıyorum. "Birkaç dakika sonra çıkacak."

Bir şey demiyor ama başıyla beni onayladığını hissedebiliyorum. Parmakları direksiyon üzerinde hareket ederken bir yandan da camdan dışarıyı izliyor. Ne gördüğünü merak ediyorum. Yokuştan aşağı inen Neriman teyzeye bakarken ne gördüğünü, her sabah tezgah kuran Fuat abiye bakarken aklından ne geçtiğini merak ediyorum. Fuat abinin kendinden yirmi iki yaş küçük bir karısı var, görebiliyor mu bakışlarından? Para vermişti Esma'yı karısı yaparken. O kirli gözlerden görüyor mu tüm bunları?

Ya da on dört yaşında kızını evlendiren Kadir amcanın bakışları ona bir şey anlatıyor mu?

İnsanları izliyorum. Aslında üzerlerine geçirdikleri insanlık paltosunu izliyorum.

"Şu çocuk mu?" diyor Boran bir anda. "Siyah çantalı?"

Gösterdiği tarafa doğru dönüyorum. Yusuf'u işaret ettiğini görüyor ve hemen kaşlarımı çatıyorum. "Nereden bildin?" diye soruyorum yine dilimin kemiğine mani olamadan.

Bakışları bana dönüyor bu sefer. "Mahsun bakıyor," diye itiraf ediyor. "Senin gibi. Diğer çocuklar öyle bakmıyor."

Düğüm düğüm olmuş hislerimi tek bir hamleyle karnıma sıkıştıracak bir nefes alıyorum. Gözlerinin içine baktığım üç saniyede ona diyorum ki, beni kimse parçalamamış gibi parçalara ayıracaksın, değil mi diyorum. Hem de sadece kelimelerinle.

Belki birkaç saniye daha baksam bir yanıt bulabilirim o gözlerde. Fakat onun yerine arabadan inip hızla Yusuf'a yetişiyorum,

"Yusuf!" diye sesleniyorum birkaç adım daha atıp. Sesim kısık olmasına rağmen gür. Duyuyor beni. Olduğu yerde kaskatı kesiliyor. Birkaç saliseye denk düşen o vakitte gözleri hemen bana dönüyor. "Gül?"

Bakışları etrafta dolanıyor. Bizi görebilecek biri var mı diye bakınıyor güzel Yusuf'um. Ablası daha fazla laf işitmesin, dayak yemesin istiyor.

Ona birkaç adımda ulaşıp hemen sarılıyorum. "İyi misin?" diyorum hızla. "Bir şey yaptı mı? Ne oldu?"

"Asıl sen iyi misin?" diyor. "Nerede kaldın? Leyla'ya mı gittin?"

Bir açıklama yapamayıp başımı sallıyorum. Yusuf yutkunuyor. Gözlerini benden kaçırıp elini burnuna bastırıyor. "Söz vermiştin," diyor. "Beni de alacaktın. Gidersem demiştin..."

"Bırakmadım." Saçını öpüp sırtını sıvazlıyorum. "Seni bırakmam ki orada."

"Ama gittin," diyor. Sesi titriyor ama ağlamaz sokakta. Hele bir gören olsun, kız gibi ağlama diye dalga geçer arkadaşları. Yusuf kendini toparlamaya çalışıyor.

"Gitmedim," diye bastırıyorum. "Bak geldim işte. Yusuf bak...Ben...ben avukata gidiyorum bugün."

Sesli söylemek bile garip geliyor. Eskiden zihnimden geçirmeye korktuğum bir şeyi dilime vurmak, bir türlü gerçekmiş gibi hissettirmiyor.

"Bizim için." Yutkunuyorum. "Özgürlüğümüz için."

Yusuf'un altın sözcüğü bu oluyor. Göz bebeklerinde biriken yaşlar, korkusuzca oldukları yerde duruyorlar. Dudakları aralanıyor. Aradan bir nefes sızıyor. Sonra bir nefes daha.

"Yapacağım," diyorum. "Daha fazla izin vermeyeceğim."

Parmakları avucunun içine doğru bükülüyor. Yumruk yapıyor ellerini. Sonra tekrar serbest bırakıyor parmaklarını.

Sarılıyor bana.

Ama öyle bir sarılıyor ki, elinde olsa tüm kırık parçalarımı onaracak bir kavrayış bunu. İlk defa kendi isteğiyle böyle kuvvetli sarılıyor bana. Gerçekten kardeş olduğumuzu hatırlamış gibi. Tüm bu koşullar altında olmasaydık, nasıl olacağımızı gösterir gibi.

Avuçlarımı sırtına bastırarak titreyen bedenini dizginlemeye çalışıyorum. "Yardıma ihtiyacım olursa," diye fısıldıyorum. "Benimle misin?"

Cevabı daha da kuvvetli bir sarılış oluyor. "Gül," diyor burnunu çekerken. "Ne olur pes etme, tamam mı?"

Belki güçlüyüm, belki de değilim. Fakat kardeşim kollarımda bu cümleyi kurarken dünyayı yakabilecek kadar cesur hissediyorum. Eğer istese, yapamayacağım şey yokmuş gibi geliyor o anda. Saçlarından öpüyorum. "Tamam," diyorum. "Hadi git. Kimseye söz etme beni gördüğünden. Geleceğim yine." Kollarımı ondan çekerken gözlerine dikkatle bakıyorum. "Seni bırakmam."

Geride kalmanın verdiği o tadı biliyorum.

Yusuf gülümsemeye çalışıyor. Birkaç saniye içinde vedalaşıyoruz ve yokuştan aşağıya doğru koşar adımlarla ilerliyor.

Etrafa bakma gereği duymadan arabaya dönüyorum. Bu sefer gözlerimin ıslaklığını hissetmiyorum. Kalbimin altında kaldığı depremin yanında gözlerimin beni tehdit etmesi pek önemli gelmiyor. Koskoca bir yumruyu damağımdan aşağıya yuvarlamaya çalışırken, "Gidebiliriz." diyorum. "Teşekkür ederim. Onunla konuşmam gerekiyordu."

"Gül." Derin bir nefes alıyor. "Nasıl dayandın bunca sene?"

"Bilmiyorum." diye itiraf ediyorum.

"Bunca sene," diye tekrar ediyor. "Gözlerin bir türlü kurumamış."

Yine ve yine kendime mani olamıyorum. "Dün. Dün gece kurudu."

Direksiyonun üzerinde duran parmakları kasılıyor. Gözlerini çekiyor gözlerimden. Kısa bir süre gözleri kapanıyor, sonra tekrar açılıyor. "Hadi gidelim."

*
Camları kocaman bir odanın içinde küçücük kalıyorum. Oda soğuk. Deri koltuklar da öyle. Önüme getirdikleri su da. Sanki herkes içimde kaynayan kazandan haberdar. Boran hemen yanımda. Uzansam elini tutarım. Tutsam ne der? İhtiyacımı anlar mı? Şakaklarımda keskin bir ağrı var. Yusuf'un sesi bir türlü gitmiyor kulaklarımdan.

Gözlerim büyük camların üzerinde kayarken sekreterin dediği gibi hemen geliyor Aylin Hanım. Kapıdan girdiği an, gülümseyerek yanımıza geliyor. "Hoş geldiniz," diyor en başta elini bana uzatarak. "Aylin Karlı."

Terlemiş ellerimi utanarak üzerime siliyorum. "Gül," diyorum. "Gül Koçak."

Sonra elini Boran'a uzatıyor ve onu da selamladıktan sonra ortadaki masayı işaret ediyor. "Buyurun," diyor.

Aylin Hanım, otuzlarının sonunda olduğunu düşündüğüm zarif bir kadın. Uzun boylu, keskin yüz hatlı ve oldukça dik duruşlu. Kendinden emin görünüyor. Topluluklarının çıkardığı ses söylüyor bana bunu. Belki de bakışları.

Masaya oturmadan önce Boran sandalyemi tutuyor. Ona teşekkür etmeye çalıyorum beceriksiz bir vaziyete ama sadece garip bir fısıltı çıkıyor dudaklarımdan.

Aylin Hanım hemen karşıma oturup çantasından birkaç dosya, kağıt ve bir de gözlük kutusu çıkartıyor.

"Olaya direkt gireceğim, Gül." Kutunun içinden çıkardığı gözlüğü gözüne yerleştirirken bana bakıyor. Aldığı sıkıntılı nefes, zihnime çelme takıyor. "Boran'la pek konuşma fırsatımız olmadı. Ama az çok konudan haberdarım." Ellerini masanın üzerinde birleştiriyor. "Neden bu kadar bekledin?" Bir cam parçası tenime batmış gibi irkiliyorum. "Kendine bunu neden yaptın?"

Düşüşü azaltacak, beni haklı çıkartacak hiçbir şey yok elimde. Ağzım açılıp kapanıyor. Dilim kendine düğümler atıyor.

Sessizliğimi anlayışla karşılıyor Aylin Hanım. Başını sallıyor kendi kendine. "Aile içi şiddet bu zamana kadar sadece aileyi ilgilendiren bir durummuş gibi gösterildi. Normal, ortaya çıkan ama bastırılması mümkün olan sorunlar gibi." Başını sallıyor, yüzünü buruştururken. "Sorunu çözmek için bir taraf neden kendinden vazgeçmek zorunda?"

O konuştukça kafamın içinde beliren sahneler daha da gün ışığına çıkıyor. Annemin babamdan yediği tokatlardan sonra parmağını dudağına bastırıp susmamı işaret ettiğini hatıralar, göğsüme sıcak demir misali siniyor.

Yanımda oturan Boran'ın bakışları zaman zaman üzerime kayıyor. Masanın üstündeki parmakları bir içeri kıvrılıyor, bir açılıyor.

Aylin Hanım gözlerimin içine pürdikkat bakıyor. "Dava açmamız için delile ihtiyacımız var, Gül. Ya da bir şahide. Annen? O yapar mı? Aynı evin içinde olan biri olması bizim lehimize."

Acı acı kahkaha atmak geliyor içimden. "Yapmaz," diyorum. "Annem şahitlik yapmaz. Ama kardeşim var, Yusuf. Belki o yapabilir. Henüz reşit değil ama..."

Aylin Hanım başını sallayıp kağıda ufak birkaç şey yazıyor.

"Ses ve görüntü kaydı mahkemelerde genellikle delil niteliği taşısa da, özel hayata şahıstan habersiz müdahale etmek suç sayılıyor." Gözlerini kısa bir anlığına da olsa Boran'a çeviriyor. "Ama...eğer delili sunan şahıs kendisinin de içinde bulunduğu bir ânı ve faaliyeti kayda alıyorsa, yani ses ve görüntü kayıtları yapıyorsa, muhatap kayıttan habersiz olsa dahi, bu delilin hukuka aykırı olduğunu kabul etmek mümkün değildir."

Kelimeleri idrak etmem birkaç dakikamı alıyor. O dakikalarda sessizlik, içimdeki huzuru bir bıçak gibi dilimliyor.

"Yani evde mi olması gerekiyor?" Boran olduğu yerden doğruluyor. Kaşları çatılıyor, ses tonu da kaşlarına aynı uyumu gösteriyor. "Aylin," diyor kafası karışmış bir ses tonuyla. "O eve geri dönemez. Nasıl istersin bunu?"

"Ona yardım etmeye çalışıyorum." Şimdi Aylin Hanım da masaya Boran gibi eğiliyor. "Boran, ceza alması için elimizde bir şeyler olmalı. Öyle ki bazen davacının elindeki deliller bile işe yaramıyorken neden riske atalım bunu?"

"Öyleyse..." Keyifsizce gülüp bana bakıyor. "Riske atmamız gereken kişi Gül, öyle mi?"

Kalbimdeki kırıkları kapatmayı üstlenen titrek bir yaprak hafifçe konuveriyor. O yaprak, Boran'ın şefkati oluyor. O güçsüz yaprak, benim tüm kırgınlıklarımı iyileştirecekmiş gibi geliyor. Kendime engel olamayıp ona bakıyorum. İşte, zamanın elimden kaçtığı bir vakitte Boran Yavuz, zihnimdeki bir odanın anahtarına sahip oluyor. Ona diyorum ki, ben o odayı zamanında babama verdim, anneme, Leyla'ya. O oda hep terk edildi. O da hep yıkık dökük kaldı. Ama işte, göze alıyorum. O odayı sana veriyorum.

"Onu riske atmayacaksın. Gül'ün en azından korunma talep edebilmesi için gerekli bu. Keşke darp raporu alsaydınız, Boran."

Sıkıntılı bir nefes alıyor, yine. Burun kemerini sıkıyor. O anda ilk defa duyguları yüzünden bu kadar net okunuyor. "Çok kötüydü," diyor. "Çok kötüydü, o an aklıma bile gelmedi. Ne yapacağımı bilemedim."

Alnına düşen bukleleri eliyle itiyor. Yan profilini bu kadar yakından ilk defa görüyorum. Yüzündeki kusurlar daha net görünüyor şimdi. Ama uzansam, başımı uzatsam hemen omzuna konabilecek bir kuş gibiyim. O omuzda kavgasız ve gürültüsüz olan her şey mümkün gibi.

"Gidebilirim." Arsız gözlerim hala onu izliyor. "Eğer...eğer ondan kurtulabileceksem..."

Boran omzunun üzerinden bana doğru dönüyor. Sözümü keserken bana olan kızgın bakışları hemen gözlerimi kaçırmama neden oluyor. "Gül." Tek solukta çıkıyor adım. O tek solukta söylüyor ama benim bin soluğum kesiliyor. "Bunu yapma."

"Yusuf...Yusuf bana dedi ki, pes etme. Yusuf benden hiçbir şey istemez. Ama bana pes etme dedi. Yapmak zorundayım."

Birbirimizin gözlerinin içine uzun uzun bakıyoruz. O ne görüyor, bilmiyorum. Ben gözlerinin hemen içinde kendimi görüyorum. Başımda bir güneş bekliyor. Yavaş yavaş ışıklarını veriyor.

Boran'ın eli yavaşça elime uzanıyor. Buz gibi parmaklarım sıcak dokunuşu karşısında titremeye, kasılmaya başlıyor. Nazikçe avucunun içine alıyor elimi.

Kalbimi tam da avucumun içinde tutarken elimi kavrıyor.

Sabah oluyor.

Yalnız bu kız sizi baya bekletmedi fark ettiyseniz...CANIM AİLEM NASILSINIZ?

Ben baya heyecanlıyım. Yazarken nasıl canım çıktı anlatamam. Aklımda durmadan sahneleri dönüyor. Sürekli bir şeyler düşünüyorum...BİR DE SİZİ.

Bazı kısımlarda yanlışlıklar olabilir. Affola. Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin. Umuyorum ki diğer bölüm de tez zamanda gelir.

Çok sever, çok öperim.

instagram: d.ilaoz
kitap yorumu yaptığım hesabım: satırlardasaklanan

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

243K 7.7K 17
Yıllar önceymiş, kalbi kötülükle beslenenler şer tohumlarını onların üzerine ekmiş. Filizlenmiş tohumlar, yeşermiş, büyümüş, sarmaşık olmuş, dört bir...
11.7K 1.5K 16
"GÜMÜŞ ŞEHRİN GERÇEKLİĞİNE HOŞ GELDİN, ASİ KIZ." 🔗 Ben Asya. İsminden başka hiçbir şeyi ve hiçbir yeri olmayan Asya Sönmez. Olmamam gereken yerde, g...
56.2K 242 6
evet seni istiyorumm
1.7M 74.7K 56
''Bu ellerden sonra değecek başka bir elin tek amacı bana daha fazla zarar vermek olur. İşte bu yüzden senden gitmeyeceğim. İstesen de istemesen de.'...