MENFUR

By celestial_bones

5.7K 363 181

Asla sorgulanmayan, karşılıksız bir sevgiydi ona verilen. Annemin yüreğinin ortasında devasa bir yerdi kaplad... More

[ Bölüm Bir: Yunus ]
[ Bölüm Üç: Zaaf ]
[ Bölüm Dört: Blöf ]
[ Bölüm Beş: Kader ]
[ Yazardan Açıklama ]
[ Bölüm Altı: Yüzleşme ]
[ Bölüm Yedi: Yaşama İsteği ]
[ Bölüm Sekiz: Özgür ]

[ Bölüm İki: Zirve ]

569 42 10
By celestial_bones

Şarkı: Lil Peep - Awful Things 

[ Bölüm İki: Zirve ]

Bitmeyen bir güne hapsolmuştum. Saniyelerin geçmediği, lokmaların ağızda dönüp durduğu ancak asla yutulmadığı bir zaman dilimine. Yüzyıllık bir çam ağacının dalına takılmak gibiydi bu; tenim yırtılıyordu ağacın dikenleriyle, ayaklarım sallanıyordu boşlukta ve toprağa varamıyordu parmak uçlarım.

Yükseğe çıkabilmek değildi mesele; kaçışın olmadığı yerde ayrılmak, zirveden aşağı inerken zarar görmemekti: En baştan başlama cesaretinde bulunabilmek. Ancak bitkin durumdaydım; olmayan bir özgüvenden bahsediliyordu beynimin kalın duvarları arasında ve çığlık çığlığa kaçmak istiyordum bütün olanlardan.

Ela Göz karşımdaydı; nefes alış verişlerinden, göz kapaklarının aralanışından dahi müthiş bir sakinlik beslediği belli oluyordu. Gecenin bu vaktinde laf söz dinlemeksizin gelmişti hastaneye ve kırk beş dakikalık bir konuşmanın ardından bana anlatabildiği tek şey, Oktay'ın kesinlikle suçlu olduğuydu.

Tiyatro salonunda kullanılan patlayıcı, Oktay'ın babasının arabasında bulunmuştu ve birtakım malzemelerin üzerinde de Oktay'ın parmak izi vardı. Onun Akbulut Hastanesi'ne getirilmesinin sebebi ise nezarethaneye girmeden önce prosedür gereği uygulanan zorunlu sağlık kontrolüydü.

Ela Göz dudaklarını birbirine bastırdı ve aramızda süren iki dakikalık sessizliği bölmüş oldu. "Ecrin Hanım," dedi, oldukça canlı bir tonda. "Size söylemem gereken bir şey daha var."

Öylesine bitkindim ki onu terslemeye gücüm kalmamıştı. "Söyleyin," diye cevapladım çaresizce.

"Nizam Yalçınkaya," diye vurguladı.

Adamın ismini duymak bile kulaklarımın çınlamasına sebep olmuştu; bu gece bana gönderdiği nottu aklıma düşen ve yaptıklarımın utancıydı yanaklarıma yansıyan. Gözlerimi ovuşturarak kafamı masadan kaldırdım ve Ela Göz'e odakladım tüm dikkatimi.

"Hakkınızdaki suç duyurusunu geri çekmiş," diye belirtti polis. "Gerekçe olarak da uzlaşmaya vardığınız yazılmış. Ayrı yeten, Nizam Bey deneyimlediğiniz kaza yüzünden bütün iyi dileklerini size iletiyor."

Duyduklarımla beraber, "Ne?" diye sormam bir oldu. "Suç duyurusunu geri mi çekmiş?"

"Evet," diye onayladı Ela Göz. "Hani onun parasını çaldığınız hakkında olan..."

Adamın cümlesine devam etmesine müsaade göstermeksizin, "Anladım," dedim. Ancak herhangi bir uzlaşmaya varmadığımızı, hatta katıldığımız organizasyonda bir kez olsun onunla konuşmadığımı belirtmekten son anda vazgeçtim.

Ela Göz, bir anda sus pus kesilmeme şaşırarak, "Ecrin Hanım, iyi misiniz?" diye sordu.

"İyiyim," diye düzelttim. "Sorun yok ve evet, bir uzlaşmaya vardık."

Uzlaşmanın ne olduğunu sorgulayacağından korktum bir anda, ancak herhangi bir soru yöneltmedi bana. Tam aksine kalkmak üzere hareketlendi ve masanın üstündeki kalem kâğıtları toplamaya koyuldu.

Onun bu davranışlarına anlam veremeyerek, "Ne yani?" diye sordum. "Bu kadar mıydı?"

Bakışlarını kâğıtlardan alarak bana verdi Ela Göz ve hafifçe gülümsedi. "Sizin yerinizde başkası olsaydı avukatını çağırır, bu olayı gittikçe uzatırdı. Ancak yönelttiğimiz her soruya cevap verdiğinizden benim için gitme vakti geldi."

"Vay be," diye mırıldandım. "Bir saati doldurmak üzereydik. Sizce de çok erken bitmedi mi?"

Karakolda bütün gece boyunca tutulduğumu ima ettiğimin farkındaydı; buna karşın gülümsemesini genişletti. "Serhat Özkan şehrin her bir yanında aranıyor," diye ekledi. "Çok geçmeden kendisinden bir haber alacağımızdan emin olabilirsiniz."

"Pekâlâ," diye kafamı salladım ve aklımda dönüp duran o malum soruyu sordum: "Oktay, mahkemeye çıkacak mı?"

"Çıkacak," diye yanıtladı Ela Göz. "Eğer halen bunu Oktay'ın yapmadığına inanıyorsanız tanık olarak mahkemeye katılabilir, düşüncelerinizi Oktay Gündaş'ın avukatıyla paylaşabilirsiniz."

"Teşekkürler," diye mırıldandım. Mahkeme fikri dahi hasta ediyordu beni; bana yaptıklarına rağmen yakıştıramıyordum Oktay'ı oraya.

"Geçmiş olsun yeniden Bayan Karayel," diye yineledi Ela Göz. "Artık siz de gitmekte serbestsiniz."

Ela Göz, hastanenin bize ayırdığı 'sorgu' odasından çıktığında midem tepetaklaktı. Dilime kadar varan safraya karşın kendimi zorlayarak odadan ayrıldım ve çarpık adımlarla tuvalete girdim; avuç içlerimden yere buzlar dökülüyor, bacaklarım tir tir titriyordu.

Güçlü bir asitle kavruluyordu boğazım; klozetin köşesine çökmüş, dakikalardır kusuyordum. Kesitler halinde olanlar geçiyordu gözlerimin önünden; çaresizdi acıyla çırpınan suratı ve alışık olmadığım, darmadağınık kahverengi saçları. Oktay'ın dudaklarıydı baskısını hissettiğim ve ben öğürdükçe hız kazanan; uzaklaştırmaya çalışıyordum onu, ancak ısrar ediyordu her bir hamlesinde.

İddialıydı polisler, Oktay'ın yaptığına ikna olmuştu her biri; savunamamıştım onu, hakkını aramak yerine baş sallamakla yetinmiştim pek çok kez. Yetersiz kalmış, resmen ezilmiştim bilgi çığının altında; acınası bir tabloydu içinde bulunduğum. Günleri tersine çevirme isteğimin bir boyutu, ancak çıkmaz sokağın ve katı kuralların değişmez göstergesiydi belki de.

Duvardan destek alıp, ayağa kalkmayı becerebildiğimde yavaşça sifonu çektim ve çıktım tuvaletten. Giydiğim şort sebebiyle çıplak diz kapaklarım kirlenmişti; lavaboya vardığımda kol dirseklerime kadar suyun altında tuttum ellerimi, bilinçsizce sabunlamaya başladım tırnaklarımı. Eğilip dizlerimi de sildim, ancak aynaya bakmayı reddettim her defasında; uyanık kalmam gereken yedi saatin alarmı veriliyordu ben düşündükçe.

Amas, sorgudan sonra kafeteryada oturuyor olacağını söylemişti; sırf bu sebeple yolumu hastanenin dışına veya terapi seansına çevirebilir, böylelikle onu atlatabilirdim. Fakat Candan Akbulut'un peşimi bırakmayacağını biliyordum. Dolayısıyla lavabodan çıktığımda istemeye istemeye de olsa ayaklarımı kafeteryaya çevirdim.

Floresan lambalarının yarısının açık, bir diğer yarısının kapalı olduğu bölgede, sırtı bana dönük vaziyette oturmaktaydı Amas. Bir kız bulunuyordu yanında; dağılmış kızıl saçları ve bakışlarındaki azarlayıcı ifade, onun Amber olduğunun haberini veriyordu.

Amas odaklanmış, koyu bir iskambile dalmıştı; hışımla atıyordu kartları, ancak kız kardeşi abisinin hamlelerini tahmin edebilecek kapasiteye sahipti.

Amber, gözlerini kâğıtlarından ayırmaksızın beni işaret ettiğinde buharlaşmak istedim umutsuzca. "Yine geldi seninki," diye homurdandı kız. "Bunun sayesinde abimle, hatta ailemle bir an olsun baş başa kalamıyorum; tam anlamıyla bir hastalık."

Ellerimle yüzümü ovuşturdum; yanlarına gelmekle hata ettiğimin yüz bininci ikâzı olmalıydı bu, fakat taleplerime karşılık vermiyordu bedenim.

Amas, kızarık yeşillerle bana dönebildiğinde, Amber görmesin diye kartlarını elinin altına yerleştirdi. Kısık, ancak azarlayıcı bir tonla, "Ülke meselelerini çözmeye başladığınızı zannettik," diye homurdandı. "Asırlardır bu masada, bu salak kart oyununu oynadığımızın farkında mısın?"

Boş gözlerimi onun solgun suratında odakladım. "Burada olacağını söyleyen sendin," diye terslendim ve masanın sağ köşesine, ikisinden de olabildiğince uzağa oturdum. "Hastane senin değil mi zaten?"

"Ecrin," diye ofladı Amas. "Çok biliyorsun ya."

Amber fırsatı yakaladığı gibi söze girdi. "Git, kendine ayrı masa bul en iyisi," dedi. "Özel bir konuşmanın tam ortasında geldin Ecrin."

Dediklerinin doğru olup olmadığını anlamak üzere Amas'a çevirdim bakışlarımı ancak kartlardaydı gözleri. İfadesizdi suratı; bir mimik dahi seçilmiyordu kendisinden.

"Çok inandırıcı ya," diye terslendim. "N'oldu bir anda abinin kıymetini mi anladın Amber? Yoksa Caner'den ayrılıp eve dönmeye karar mı verdin?"

Aniden çıkışmama karşın Amber hışımla masaya çarptı iskambil kâğıtlarını. "Yerinde olsam dediklerime dikkat ederdim Ecrin," diye tısladı.

"Beni korkutmayı başardın," diye sahte bir etkileyicilik gösterdim kendisine.

"Korkmalısın," diye öfkelendi kız. "Şimdi def ol."

Oturduğum yerden kalkmayı reddederken, "Biliyorsun, değil mi Amber," dedim. "Eğer bu gece, araba kazasında Amas'a bir şey olsaydı, bu çok özel konuşmanız için çok özel bir gecikme olurdu."

"Veya sana bir şey olsaydı Ecrin," diye devam ettirdi Amber. "Özel konuşmamızı bölen kimse olmazdı."

Bu atışmayı bir süre daha sürdürebilecekken "Sikmişim özel konuyu," diye atarlandı Amas ve kartlarını Amber'e doğru fırlattı. Bembeyaz kesilen eklemleriyle masayı kavrarken çatık kaşlarıyla bana döndü, "Mahvettin Ecrin, aferin ya," diye çemkirdi. "Evet, son derece özel bir konuydu konuştuğumuz: Sen. Mutlu musun?"

"Ne?" diye donakaldım laflarının hemen ardından. Masanın parlak zeminiyle bir olduğumu, kafeteryanın pencerelerine doğru yol aldığımı hissediyordum; kıpkırmızı, küçük ancak yakıcı bir varlığa evrilmiştim saniyeler içerisinde.

Amber buna karşın büyük bir kahkaha attı. "Konu keşke sadece sen olsan," dedi.

"Şaka mı yapıyorsunuz?" diye şok içerisinde konuşabildim.

Amber, abisinin söze girmesine izin vermedi. "Şaka değil," dedi. "Neden dümdüz bir vücuda sahip olduğunu, ancak..."

"Yeter," diye Amber'in cümlesini böldü Amas ve kollarını göğsünde bağladı. "Hiçbir şey konuştuğumuz yoktu, anlıyor musun? Uzatmayın artık."

"Yalan mı söyleyeceksin abi?" diye meydan okudu Amber. "Ne yani, Ecrin'in dümdüz olduğunu inkâr mı edeceksin?"

Daralmaya başlamıştım; boş midem kavrulup duruyor ve bin bir tane acıyla sarsılıyordu. "Cehenneme kadar yolun var Amber," diye agresifleştiğim esnada zihnimden pek çok küfürlü cümle geçiyor, ancak ağzımı açıp da bunları sıralayamıyordum.

Bir iki sandalye öteye kayarak yanıma yaklaştı Amas ve omuzlarımdan tutarak beni sarstı. "Saf mısın Ecrin?" diye sordu. "Kim, neden seni konu etsin? Şakayı da ayırt edemiyorsun kızım sen."

Amber bütün kafeteryayı çınlatacak derecede yüksek bir kahkaha attı. "Bir başka deyişle abim o olmayan kıçını sevdiğini itiraf ediyor," diye güldü. "Yerinde olsam dikkat ederdim Ecrin..."

Amas atıldığı gibi Amber'in ağzını avucuyla kapattı ve parmaklarıyla da kızın ufak burnunun ucunu sıktı. Buna karşın Amber feryat figan içerisinde abisinin kolunu itti ve masadan kalkacağı sırada çırpınarak yere düştü.

Kız düştüğü yerden fırlayıp Amas'ın üzerine çullanacak oldu, ancak biri Amber'i kolundan yakalayarak onu olduğu yerde sabitledi.

Gelen Candan Teyze ve Ahmet Amca'ydı. Babası kızına hâkim olurken Candan Teyze, bir gram olsun bozulmamış makyajıyla çocuklarını süzüyordu.

Oldukça iğneleyici bir tonda, "Amber ve Amas, n'oluyor yine?" diye ofladı Candan Teyze.

Amas, ayakta durmak yerine yanıma oturdu ve "Bir şey yok," diye geçiştirdi annesinin sorusunu.

Amber, babasının baskıcı elinden kurtulduğu esnada, "Canım abimle sadece şakalaşıyorduk," dedi.

"Bu kadar iyi anlaşmanız ne hoş," diye azarladı Ahmet Amca. "Biraz daha sakin kalamaz mısınız, bunca olaydan sonra? Belki de eve gitmen daha iyi olabilir Amber."

"Her neyse," diye mızıklandı kız ve abisinin önündeki sandalyeye oturdu. Doğrudan Amas'ı hedef alırken, "Ben oldukça mutluyum," dedi.

"Ben de bir o kadar neşeliyim," diye ona katıldı Amas, fakat suratı asıktı.

Buna karşın Ahmet Amca bana çevirdi bakışlarını. "Yeniden bir sorgudan geçtiğini öğrendik Ecrin," diye belirtti adam. "Umarım her şey yolundadır."

Onlara Oktay'ı açıklamak yerine, "Her şey yolunda," dedim. "Birkaç tane soru soruldu yalnızca."

"Bak, eğer önemli bir şeyse ve bize söylemeyi ihmal ediyorsan..." Candan Teyze endişeli bir tonla başladığı cümlesinin sonunu getiremedi ve bir anlığına sessiz kaldı. "Demek istediğim... En ufak bir şeyi dahi bizlerle paylaşabilirsin. Çekinme," diye düzeltti konuşmasını.

"Teşekkürler desteğiniz için, ancak şu anlık iyiyim," diye hafifçe tebessüm ettim.

Ahmet Amca ve Candan Teyze, bizim oturduğumuz masaya yerleşince Amas bir anlığına panikledi ve "Oturacak mısınız?" diye sordu.

"Hayırdır oğlum?" diye kızdı annesi. "Bir sakıncası mı var?"

"Yok da..." diye mızıklandı Amas. "Az sonra kalkacaktık zaten."

"Bir yere mi yetişeceksiniz?" diye baskıladı babası. "Gecenin bu vaktinde."

Yanında oturduğum halde Amas'ın alttan alttan ne homurdandığına anlam veremedim; cevap verememişti ailesine, bakışlarını düşürmüş, gergince ayağıyla yeri dövmeye koyulmuştu.

"Terapi..." diye söze girdi Candan Teyze. "Tuğba Hanım'la, yani terapistle konuştum ve seansı tamamlamak yerine ikinizin de etkinliği yarıda bırakıp çıktığını söyledi."

Amas da ben de buna karşın herhangi bir yorumda bulunmadık.

"Duyduğuma göre Amas," diye devam etti Candan Teyze. "Ortama uyum sağlamakta Ecrin kadar başarılı olamamışsın. Verilen sorulara cevap vermekten öte onlardan kaçmayı tercih ettiğin belirtildi bana."

"Anne," diye sitem etti Amas. "Bu saçma terapi seansını gerçekten tartışacak mıyız?"

"Neden tartışmayalım?" diye üstledi Candan Teyze. "Utandığın bir durum mu söz konusu?"

"Utanıyor tabii ki," diye atıldı Amber. "Yanında çok değerli Ecrin'i olduğu zamanlarda özellikle."

"Yılansın kızım sen," diye sinirlendi Amas. "O Caner denilen eklembacaklıya söyle, bu gece dilim dilim doğrayacağım seni."

"İletirim," diye var gücüyle gülümsedi Amber. "O eklembacaklı da bunu duyduğuna çok sevinecektir."

"Malsın, mal," diye çemkirdi Amas. "Şuradan Uzak Doğulu bir şef geçse dahi seni beğenmez, kemiksiz sürüngen, kansız varlık..."

"Hadisene," diye abisinin lafını kesti Amber. "Yanılmıyorsam gücün ancak Oktay'a yetiyor."

"Konuyu saptırıyorsun; senin gibi bir yılandan da başka çıkış yolu beklenmez zaten," diye öfkelendi Amas.

"Var ya Amas, ancak birini etkilemeye çalışırken büyüklük taslamaya gücün yetiyor," diye alay etti kız.

"Lan kızım senin o eklembacaklıya yaptığın çiftleşme dansını cennet kuşları yapmadı be," diye sürdürdü Amas. "Doğru ya, ancak o tatmin eder seni ve senin o..."

"Didişmeyin, tamam artık. İleri gidiyorsunuz," diye araya girdi Ahmet Amca. "Vakti değil."

Amas, içlerinde alev toplarının oluştuğu gözleriyle babasına döndü. "O zaman neyin vaktiymiş?" diye alay etti. "Siktiğimin terapi seansının mı yoksa?"

Masaya bir sessizlik çöktü; Candan Teyze'nin tıpkı geceleyin çocuklarının tartışmasını izlerken olduğu gibi gözleri dolmuş, Amber tırnaklarını kemirmeye başlamıştı. Ahmet Amca ise korkunç bir ciddiyete bürünmüştü; yumruk haline getirdiği ellerini bir açıp bir kapatıyor, suratında belirip duran kırışıklıklar onu tanıdığım sevimli amca modelinden uzaklaştırıyordu.

"Ölecektik lan biz," diye öfkeli konuşmasını sürdürdü Amas. "Ancak sizin derdiniz hala terapi seansı ve Amber'in o sıçtığımın velayeti. Bunu saklamaya çalışıyorsunuz, ancak açıkça boka sardınız; konuyu geçiştirmek için dönüp dolaşıp beni buluyorsunuz."

Dediklerine karşın Amber uyaran gözlerle abisine baktı. "Çok oluyorsun," diye homurdandı kız.

"Ne dedin?" diye bir kahkaha patlattı Amas. "Kendinize gelin; ben ölsem asla umursamayacaksınız, ancak konu Amber'e gelince..."

Amas'ın konuşması daha bitmeden Ahmet Amca ayaklandı ve Amas'ın suratında tokadı patlattı. Kulaklarım delindi bu gürültü sebebiyle; o kadar sert bir tokattı ki bu, Amas benim olduğum tarafa doğru savrulmuş, neredeyse yapışmıştı omzuma. Acısını hissedebiliyordum yanaklarımda; büyüyen gözlerim Ahmet Amca'nın suratını çok yakından bildiğim, yüz hatlarının her bir detayını ezberlediğim kadının şeytani yüzüne, onun sarı saçlarına dönüştürüyordu.

Ahmet Amca, Amas'ı yakasından tuttuğu gibi kaldırdı ve oğlanın gözlerini kendi gözlerine odakladı. "Bir daha asla," dedi adam, bıçak kadar keskin sesiyle. "Bu sözleri sarf etmeye cüret etme."

Babası Amas'ı bıraktığı anda Amas elini yanağına götürdü ve az önce olanları idrak etmeye çalışarak babasına baktı; gözleri bir saniyeliğine benimkilerle buluştuğunda kıpkırmızı olan burnunun ucunu, aynı zamanda da beş parmağın izinin çıktığı sol yanağını fark edebildim.

Dolu doluydu göz pınarları; bakışlarını düşürüp, apar topar yerinden fırladığında ben de onun ardından gitmek için hareketlendim, fakat Candan Teyze engel oldu bana.

Kadın, elini ellerimin üzerine yerleşti ve "Gitme," dedi, sertçe. "Onu kendi başına bırak."

Sözleriyle beraber bir çekiç yerleşti sol şakağımın üstüne; kadının teması toksik, bulaşıcı bir kötü niyete sahipti. Hemen çaprazımda oturan Ahmet Amca'ya kayıyordu dikkatim; yüreğim korkuyla çarpıyor, kaburgalarım çatır çatır kırılıyordu Amas'ın yokluğuyla.

"Hak etti," diye başını salladı Amber. "Olması gereken buydu."

"Bu konuda yorum yapmak sana düşmez Amber," diye uyardı onu kadın. "Konuşma."

Amber annesinin sözlerine uyarak tırnaklarına çevirdi gözlerini; kızın bu denli soğukkanlı oluşuna şaşırıyordu zihnim, ancak ondaki kontrolü bulamıyordum kendimde.

"Belki de..." diyebildim zorla. "Onu b-bulsam..."

"Hayır," diye kestirdi Ahmet Amca. "Bundan sonra onunla görüşmeyeceksin."

Dudaklarımı dişledim stresle; Ahmet Amca'nın tatlı yeşil gözleri, adeta bir testereye dönüşmüş, belimden yukarısını sivri, acılı hamlelerle kesmişti. Ne yapacağımı bilemeyerek kalakaldım olduğum yerde; gömüldüm sandalyemin ardına ve sol yanağımı yokladım tedirginlikle. Kötü bir darbeydi karşı karşıya olduğu; elin kuvvetinden öte, babasıydı en merhametsiz olan ve en çok can yakan.

Candan Teyze, olanlara karşın ümitsizce bir konu açtı. "Son zamanlarda okul nasıl gidiyor?" diye sordu durup dururken.

Sorunun bana yöneltildiğini anlamam birkaç saniyemi aldı. "Ortalama," diye yanıtlayabildim, kısık sesle.

"Dersler pekâlâ? Üniversiteye hazırlık?"

"Fena değil," diye mırıldandım. Aklım Amas'taydı hala; dikkatimi almaya çalışıyordu kadın, ancak mermer bir zemini kazma kürekle delmeye çalışmak kadar boşaydı hamlesi.

"Görüşmeyeli hayatında pek çok değişiklik olmuşa benziyor, belki bir kısmını anlatmak istersin," diye gülümsemeye çalıştı kadın.

Buna karşılık olumsuz manada başımı hareket ettirdim ve çaresizce kafeteryada gözlerimi gezdirdim.

"Anne," diye ofladı Amber. "Bu konuşmanın amacı ne? Lütfen, biraz olsun sessiz kalamaz mıyız?"

"Ortamı gevşetmeye çalışıyorum sadece," diye cevapladı kadın. "Sense tam zıttını yapıyorsun Amber."

"Neden kabahatli ben oldum şimdi?" diye atar yaptı kız.

Candan Teyze sinirlendi kızının bu sözlerine. "Kimseye ayak uyduramıyorsun Amber," diye patladı kadın. "Dinlemiyor, üstelik herkesle polemiğe giriyor ve..."

Bütün bunları çekmeye daha fazla tahammül edemeyeceğimden kollarımı göğsümde bağladım ve sertçe gözlerimi kapadım; ayrılmak istiyordum masadan, fakat biliyordum gidebileceğim yerlerin kısıtlı olduğunu. Saygısız görünecektim gidersem; üstelik Amas'ı bulma ihtimalim sıfırlanmıştı resmen. Muhtemelen kaybolmuştu hastanenin koridorlarında; öfkesini atabileceği bir yer gerekiyordu ona, gölgelerin ardına saklanabileceği.

Gözlerimi yeniden açabildiğimde Amber kalkmıştı masadan. Ahmet Amca da ayrılmak üzere kasıntı hareketler sergiliyordu önümde.

Bir yandan gömleğinin kollarını düzeltirken, "Benden bu kadar," diye kısıkça belirtti adam. "İyi geceler hepinize."

Böylelikle korktuğum şey başıma geldi; yalnızca Candan Teyze ve ben kaldım koca kafeteryanın içinde. Görevliler dahi görünmüyordu ortalıkta; oturduğu sandalyeyi gıcırdatıyordu kadın, çatık kaşlarının altında yatan ifadeyle bir şeyler hesapladığı ortadaydı.

"Evet," diye mırıldandı Candan Teyze. "Olanlar için kusurumuza bakma. Amber'le Amas'ın ne denli huysuz olabileceğini anlatmaya gerek yok."

"Kardeşler arasında olur böyle şeyler," diye yanıt versem dahi Amas ve Amber'in normal olmadığının farkındaydım.

"Bir bakıma," diyerek bana katıldı kadın ve hemen konuyu değiştirdi. "Kalkalım mı Ecrin?" diye sordu. "Biraz hava iyi gelir hem."

Kadını başımı sallayarak onayladım ve birlikte kafeteryadan ayrıldık. Candan Teyze, adımlarını danışmaya doğru çevirdiğinde, "Üşürsün şimdi," dedi. "Üstüne giyebileceğin bir mont bulalım en iyisi."

Beni oracıkta yalnız bıraktı Candan Teyze. Pes etmem gerektiğini biliyordum, ancak gözlerim Amas'ı arıyordu her fırsatta. Ona dair bir iz dahi bulsam kalkıp gidecektim danışmanın yanından, ancak sihirli bir perdenin ardına gizlenmişti kendisi; o istemediği sürece onu bulmamın imkânı yoktu.

Candan Teyze geri döndüğünde, üzerinde kırmızı tonlarında bir parka vardı. Elindeki kabanı bana uzattığında, "Al," dedi. "Umarım bedeni uyar sana."

Ona teşekkür ettim ve montu üzerime geçirdim; hastanenin dışarısına çıkacağımızı zannetsem dahi Candan Teyze asansörlerin birinin düğmesine bastı ve beklemeye koyuldu.

"Terasa gidelim diyorum," dedi kadın. "Muhtemelen daha önce hiç çıkmadın oraya."

Bu yaşıma kadar Akbulut Hastanesi'nin terasına çıkma fırsatına hiç erişememiştim; doğrusu terasa çıkılabildiğini dahi bilmiyordum. "Gerçekten mi?" diye şaşkınlıkla sordum.

Asansörün içine geçtiğimizde Candan Teyze en üst katın düğmesine bastı ve kapılar kapanırken, "Ecrin," dedi. "Görüştüğün, takıldığın birileri var mıdır senin?"

"Nasıl yani?" diye anlamadığımı belirttim.

"Bir erkek arkadaş," diye gülümsedi kadın.

Cevap vermekte kararsız kaldım ilk olarak, ancak çok geçmeden doğruyu söyledim. "Var," dedim.

"Davet esnasında yanında oturan oğlan mı yoksa? Hani şu kürsüye çıkan ve..."

"Ta kendisi," diye kestirdim.

Candan Teyze ters bir yorum yapmaktan kaçınırcasına, "Şu an nerede?" diye sordu.

Buna yanıt vermek zor olsa da tahminimi belirttim. "Mısra'nın yanında, hastanede."

"Anlıyorum," dedi. "Bu sebeple geçirdiğiniz kazadan haberi yok."

Buna karşılık bir şey demedim; Işık hakkında konuşmak istemiyordum. Üzmüştü beni; mantıklı değildi yaptıkları. Yakışmıyordu ona takındığı tavır; karalıyordu o şahane gülümsemesini ve mavi gözlerini. Simsiyah, öngörülemez bir paravanın ardına saklanıyordu benliği; yüreğim burkuluyordu onun özlemiyle, ancak kendi kendime sinirleniyordum aynı zamanda.

Asansör birkaç dakika içerisinde en üst kata ulaşmıştı; Candan Teyze ile birlikte asansörden indiğimizde bizi geniş, boş bir hol karşıladı. Tavanda floresan lambaların aksine oldukça şık, sarı renkli avizeler bulunuyordu ve buzlu cam kapılarla çevrili odalarla uyum sağlıyordu.

"Burada yönetim kurulu var," diye bildirdi Candan Teyze. "Şu karşıda gördüğün oda ise Ahmet Amca'nın ofisi."

Odanın içerisini göremiyordum, ancak diğerlerine oranla beş kat daha büyük olduğu kesindi. "Daha önce hiç gelmemiştim bu kata," diye itiraf ettim.

"İçerisi kilitli olmasa ofisi gezdirebilirdim," dedi Candan Teyze. "Oldukça güzel bir manzarası vardır ofisin."

Onunla beraber daha fazla ofisin bulunduğu koridoru geçtik ve 'Yalnızca Personel' yazılı kapıya ulaştık. Kadın kapıyı ittirerek açtı ve terasa giden merdivenleri gösterdi.

"Terasa hep bir asansör yapılmasını istedim," diye ofladı kadın. Merdivenleri çıkmaya koyulduğumuzda, "Ancak önerimi dinlemediler," dedi. "Hastanenin görüntüsünü bozarmış, yok masraflı olurmuş ve benzeri."

Merdivenlerin geri kalanında pek fazla konuşamadı kadın; tutuna tutuna, güçlükle çıkabiliyordu basamakları. Onun aksine biraz daha iyi durumda olduğumu söyleyebilirdim; ben de sallanıyor, kimi zaman duvardan destek alıyordum, ancak Candan Teyze gibi nefes nefese kalmamıştım.

Sonunda terasa çıkabildiğimizde korkunç bir soğuk sardı bacaklarımı; yanıyordu diz kapaklarım ve ellerimin üstü. Kabanın şapkasını başıma geçirsem dahi gürültülü bir rüzgâr esiyordu tepemizde ve inatla açıyordu şapkayı. Dağılan saçlarıma karşın sarı tutamları kulaklarımın arkasına sıkıştırmayı denedim fakat nafileydi çabam.

Terasta kayda değer fazla eşya yoktu; etraf camdan yapılmış büyük korkuluklarla çevriliydi. Fakat Candan Teyze'nin suratında memnuniyetsiz bir ifade yatmaktaydı; dudaklarını büzmüş, montunun ceplerini karıştırıyordu.

"İstersen," dedi kadın. "Bu korkulukları açabilirim veya ek binanın terasına geçebiliriz, orada bu aptal camlardan bulunmuyor."

"Size nasıl uyacaksa," dedim, fakat içten içe camların kapalı kalmasını umuyordum.

"Pekâlâ," diye mırıldandı kadın ve terası çevreleyen camları açmaya koyuldu. Birkaç tane camdan kurtulduğunda, "Bu kadarı yeterli olsa gerek," dedi.

Şiddetlenen rüzgâra karşın Candan Teyze'nin yanına gitmeye çekiniyordum, dolayısıyla kapıya yakın, her an kaçmaya hazır bir şekilde beklemekteydim. Bu, Candan Teyze'nin gözünden kaçmamış olmalıydı ki yanıma yaklaştı ve "Sıkıcılaşma Ecrin," diye gülümsedi.

Koluma girdiği gibi beni terasın uç köşesine, artık korkulukların olmadığı çıplak bölgeye götürdü. Aşağı bakmaya korkuyordum; yerin metrelerce yükseğinde, otoparktaki araçların dahi karınca boyutunu aldığı bir alandaydım çünkü.

Sımsıkı kapadığım gözlerime karşın Candan Teyze dürtükledi beni. "Karşıya baksana," dedi. "Çok güzel değil mi?"

Karşısı tamamen bir felaketti benim için; ağaçlar uzanıyordu uçsuz bucaksız, adeta bir canavardı beni yutmaya çalışan. Ay ışığı dahi yerini alamıyordu bu ağaç topluluğun arasında; ufak tefek seslerin arasına rüzgârın uğultusu karışıyor, bütün bu görüntüye karşı inliyordu ciğerlerim dehşetle.

Candan Teyze'nin parlak, düzgün dişleri rahatlıkla seçilebiliyordu. "Pek beğenmedin galiba," dedi. "Böylesine büyüleyici bir görüntüyü kim sevmez?"

"Affedersiniz," diye mırıldandım ve bir iki adım geriledim. "Biraz ürkünç."

"Yapma canım, bu manzarayı elli yıl arasan bulamazsın," diye bir kahkaha attı kadın. Neşeyle kırışıyordu yeşil gözlerinin çevresi; adeta bir yarışa girmişti siyah saçları, tutamlar havalanıp kalkıyordu durmaksızın.

"Arayacağımı sanmıyorum," diye homurdandım.

Candan Teyze beni tekrardan yakaladı ve koluma girdi. "Neden hoşlanmadığını anlıyorum," dedi. "Karanlık rahatsız eder insanı; bütün şehri aydınlatma düşüncesini verir kimilerine. Oysaki yıldızları apaçık, hiçbir sorun yaşamaksızın görmek asıl zevkli olandır; üstümüzde olanın yüceliğini gösterir bizlere."

Gökyüzü bulutlarla kaplıydı, yıldızlardan eser yoktu. Ancak bunu ona söylemedim; sessizliğimi korudum.

"Yüksekte olmak, yüksekte hissetmek güzel bir his," diye devam etti kadın. "Bu hırsa kapıldığın zaman kurduğun tahttan inmek, imparatorluğunu en yakınındakine dahi teslim etmek istemezsin."

Hareketsiz kalmıştım; Candan Teyze'yi dinliyor, kendimi rüzgârın esintisine kaptırmamaya çalışıyordum. Benden bir yanıt beklediğinden, "Doğru," diyebildim yalnızca.

"Anlarsın ya," dedi. "Karanlığı yaratan ve buna karşılık ışığı vereni görmezden geliriz genellikle. Hepimizin çabaladığı da budur işte: Zirvede olanı alaşağı etmek, onun konumunu ele geçirmek. Bir bakıma 'en'lere ulaşmak; diğerlerini kendine bağlamak ve senin adına ölmelerini dahi sağlamak."

Konuşmanın nereye gittiği konusunda bir fikrim yoktu, fakat Candan Teyze sürdürüyordu: "Görüyorsun ya," dedi. "Kendi oğlum da bu hırslardan birine kapılmış durumda; Amas, sınırlarını bilmiyor ve kendisini olduğu kadar çevresindekileri de bu sınırların en uç noktasına götürüyor."

Kadına karşı çıkacağım sırada susturdu beni. "Dinle," dedi Candan Teyze, bu sefer ses tonu biraz daha sertti. "Amas küçüklüğünden beri böyleydi. Söylediği sözlerin çoğunu insanları zorlamak, onları o aşılmaması gereken bölgeye sürüklemek için sarf eder. Az önce babasına yaptığı ve sana hep yapacağı da bu; hepimize karşı erişilemeyecek olanı, o yüce varlığı oynuyor daima."

"Candan Teyze gerçekten..."

Kadın laflarımı söylememe müsaade göstermedi. "Onunla ilişkini kesmelisin," dedi doğrudan. "Amber'in onunla görüşmesine izin vermeyeceğim. Bunları sana söylüyorum çünkü bilmen gerek."

Kadının kolundan korkuyla ayrıldım; bir annenin çocuğu hakkında bu tür cümleler kurmasına anlam veremiyordum başlı başına. "Belki de içeri dönsem iyi olur," dedim apar topar.

Buna karşılık beni sımsıkı tuttu ve yanına çekti. "Düşmek istemezsin Ecrin," dedi, tüylerimi ürperten bir tonda. "Daha önceki düşüşlerini hatırlıyorsun; pek çok kez düştün yüksekten."

"Anlamıyorum," diye sızlandığım sırada kadının tırnakları montumun içine derinden battı.

"Anlamalısın," dedi Candan Teyze. "Kaç defa daha düşmen gerekiyor bunun için? Daha fazlasına izin veremezsin, tamam mı?"

Yüreğim öylesine hızlı çarpıyordu ki göğüs kafesimi delip geçecekti; kadının dediklerinden bir şeyler çıkarmaya çalışıyor, fakat bir bulmacayı andırıyordu her bir kelimesi.

Beni, korkuluğun bulunmadığı bölgeye biraz daha yaklaştırdı ve "Bak," dedi, zemini gösterirken. "Hayatta kalamayacağının farkındasın."

Baskıcı, kötümser bir yapıydı onun varlığı; kısıtlıyordu beni terasta ve karşı karşıya getiriyordu korkunç zeminle. Direniyordum umutsuzca; koyu bir dalgaydı kapıldığım, doğanın vazgeçilmez bir afetiydi belki de. Ağaçların karanlığına hapsediyordu bedenimi; bağlıyordu beni bu kargaşanın ortasına ve sapasağlam durmamı istiyordu nedensizce.

Candan Teyze'nin beni korkuluklardan geri çekmesiyle dengemi bulamayıp yere kapaklandım. Kadın tepki vermedi yerdeki varlığıma; kalkmama yardım etmeksizin büyük adımlarla önüme dikildi ve bir gölgeyi, inanılmaz boyutlardaki bir öcüyü şekillendirdi gözlerimde.

"Ezik olma Ecrin," dedi direkt. "Eda'nın yaptıklarından ve yine aynı şekilde kız kardeşinin başına gelenlerden ders al. Yaşadıklarından ve sana yaşatılanlardan."

Kadın, toparlanmamı izledi bir süre; ben ayağa kalkınca ise korkuluklara doğru ilerledi ve sırtını bana döndü.

"Bu konuşmalar aramızda Ecrin," dedi, fakat kadının sözlerinin bitmediği ortadaydı. "Dediklerimi yanlış anlamanı istemem. Ancak belirttiğin üzere bir erkek arkadaşın var senin. Belki de ilklerini erkek arkadaşınla yaşamalı, ona da fırsat vermelisin."

Bir şüpheydi içinde kıvrandığım ve beni bir mengeneyle sıkan; kendimi açıklamak istiyor, ancak sözcüklerin yetersizliğine kapılıyordum her defasında.

"Candan Teyze," diyebildim. "Amas'la aramda düşündüğünüz üzere bir ilişki bulunmuyor; biz arkadaşız ve dediklerinize saygı duysam dahi..."

Kadın, lafımı bitiremeden müdahale etti sözlerime. "Olanları idrak edecek yaşta olduğunuzun farkındayım," dedi. "Ancak gerçek manada sağlıklı bir ilişki değil aranızdaki."

Cümleler takılı kaldı boğazımda ve her bir kelime delip geçti vücudumu teker teker; Eda'yı tanımadığını vurmak istedim yüzüne, ancak bu konuşmayı büyütmek değildi niyetim. Bir mesajdı bana vermek istediği; karanlığı parçalara ayıran ve ormanın üzerinden gökyüzüne yükselen.

Yıldızlarla süslü bir yazıydı kısaca: Amas'tan uzak dur.

Kadın, camları kapamakla uğraşmadan terasın kapısına yöneldi ve bana da gelmem için işaret etti. Peşine takıldım bununla birlikte; basamaklardan inerken düşüncelerim koşuşturuyordu zihnimde, kadına diyeceklerimi hesaplıyor, fakat duraksıyordum her defasında.

Bilinçaltım Candan Teyze ile muhatap olmamam gerektiğini haykırıyordu bana; dönüp duran fikirlerimi susturmak gitgide zorlaşıyor, başıma ağrılar giriyordu. Zira Candan Teyze, ofislerin önünden geçmekteyken sohbete tutulmuştu yeniden; üniversitelerden ve mesleklerden bahsediyordu.

"İleride ne okumayı düşünüyorsun Ecrin?" diye soruyordu. "Sana tavsiyem iyi düşünüp seçmen. Gördüğün üzere bugünlerde insanlar okudukları bölüme uygun işler yapmıyorlar. Herkes bir bakıma kendi kafasına göre takılıyor. Dolayısıyla gelecekte pişman olmamak için..."

Göz kapaklarım ağırlaşırken uyumamak için sıktım dişlerimi; geriye kalan altı saat kırk dakikayı Candan Teyze'yle geçirmenin tek yolu, onu dinlememekti. Ya da oracıkta firar etmekti çözüm yolu.

Firar edemeyeceğime göre kadına kulak asmamaya karar verdim. Asansörde görüntüme baktım aval aval; kızaran suratıma ve dolan gözlerime. Kusmayı düşündüm binlerce kez, ancak sakinliğimi korudum.

İndiğimiz zemin katında Candan Teyze montları yerine götürmek için uzaklaştığında bekleme salonundaki koltuklardan birine oturdum ve doktorların dedikleri yankılandı kulaklarımda: Herhangi bir riske karşın uyumamam gerekiyordu.

"Uyumamam gerek," diye tekrarladım fısıltıyla.

Ve bu fısıltı, uyumadan önce söylediğim son iki kelime oldu.

Continue Reading

You'll Also Like

249K 8.5K 33
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...
PUS (+18) By Siriustaki•°

Mystery / Thriller

12.1K 472 40
Sıradan bir hayat ve gizem dolu bir adam. Yalanlar ve suçlarla dolu bir dünya. Pus adlı bir ekip. Onlara sonradan dahil olan ve hayatının dönüm nokta...
2.8M 213K 38
*14 Kasım 2023 güncellemesi* İlerleyen bölümlerde yorumlarda birçok spoi ile karşılaşabilirsiniz. Her ne kadar uyarı geçsem, o yorumları silsem de ma...
İHTİLAL By Fatma Demir

Mystery / Thriller

803K 28.1K 63
"Benimle oynarken iyi düşün." diye hırladı. Sesi karnımı burkarken dudaklarıma kilitlenmiş bakışlarını görünce karanlığın verdiği cesaretle güldüm. "...