Arıza tespit

BookGanstas

1M 54.6K 6.2K

Gümüş rengindeki gözleri beni ilgiyle süzerken, "Neden tamircilik?" diye bir soru yöneltti. Birkaç saniye öl... Еще

👉1. Akü
👉2. Tamirci Kız🔧
👉3. Yüzleşme
👉4. Sözleşme📃
👉5. Yavuz
👉6. Yeni iş
👉7. Baskın
👉8. Tamirhane🛠
👉9. İş tulumu
👉10. Le petit palais🍽
👉11. Arkanlar
👉12. Arabaya bin🚘
👉13. Yangın🔥
👉14. Kısır
👉15. Tapu📄
👉16. Garaj
👉17. İmza✍
👉18. Game over☠
👉19. Açıklama
👉20. Emre
👉21. Bar🔮
👉22. Küçük oyun🤝
👉23. Tanışma🙋
👉24. Benimlesin
👉25. Sırılsıklam âşık💕
👉26. Gece ve gündüz
👉27. Aşk mı illüzyon mu❓
👉28. Kutu kutu pense💃
👉29. Ne hissetmeliyim❓
👉30. Söz
👉31. Sarışın kaplan🐯
👉32. Saf mısın❓
👉33. Kaç kaç🏃
👉34. Merak ediyorum
👉35. Paintball🔴
👉36. Paintpall🔵
👉37. Tabu
👉38. Belçıka çikolatası🍫
👉39. Aylin nerede❓
👉40. Çok güzelsin
👉41. Psycho🔫
👉42. Bırakma beni
👉43. Zıt kutuplar
👉44. Günaydın prenses👸
👉45. Çiçek💐
👉46. Uyuyalım💤
Yeni hikaye!
👉47. Korkak
👉48. Origami
👉49. Kaslı prenses
👉50. Şekerli mısır
👉51. Küçük prens
👉52. Sen kimsin❓
👉53. Sana aşığım💗
👉54. Sıyah gerbera
👉55. Masal🏰
👉56. Saat 12🕛
👉57. Korkuyorum sevmekten
👉58. Teslim ol
👉59. Biberli buluşma
👉61. Seni seviyorum🖤
👉62. Kavga
👉63. Umut
👉64. Sevimsiz
👉65. Aile
👉66. Bana aşık mısın❓
👉67. Güzel bir gün🎀
👉68. Gelecekten bir gün - SON
Özel bölüm

👉60. Krep🥞

10.3K 561 41
BookGanstas

"O zaman bana malzemeleri vermelisin ZeyZey."

"ZeyZey?" Şaşkınlığıyla birlikte şirince sırıttım. Başımı yana yatırıp ölçercesine baktım yüzüne. "Yakıştı bence." Tek kaşını kaldırdı. Ardından saçımdan bir tutam dolarken parmağına, "E tabi bana her şey yakışıyor," dedi o meşhur mağrur bakışlarını göndererek.

"Bak ya. Özgüven de tavan. Ama en çok ben yakışıyorum bence." Gülümsediğinde içimde bir şeylerin kıpırdadığını hissettim. Canıma kastın mı var sevgili, gülmesene öyle. "En çok sen yakışıyorsun prenses. En çok sen."

Kisa bir süre gözleri beni anin içine hapsetti. "Ne veriyim. Un?" dedi sonra tekrar konuya dönderek. "Ver tabi, un ver ama Harry Potter bile olsam sadece unla sana krep yapabileceğimi sanmıyorum."

"Evet, şey, yiyecek, Gamp'ın Temel Biçim Değiştirme Yasası'nın beş istisnasından biriydi değil mi?" Sözleri tanımam çok zamanımı almadı. Bir an şaşkınca baktım ona. "Hadi canım?" dedim. Biraz önce bana Harry Potter repliğiyle mi cevap vermişti?

Sonra gülümsedim. Galiba beni nasıl etkileyeceğini iyi biliyordu. "Okudun mu?" diye sordum mal mal sırıtarak. Başını aşağı yukarı salladı. Her sene yıl başına Harry Potter okuyup nostalji yapan biri olarak okumuş olması beni sevindirmişti.

"Nasıl aklında tutuyorsun ya? Son kitabı en az yedi kez okudum ama bu şekilde alıntılayamazdım." Bir kez daha fil hafızasını göstermişti. Bana bakakalınca sorarcasına kaşlarımı kaldırdım. "Ne?"

"Son kitabı yedi kez mi okudun?" En az. Aslında tam olarak kaç kez okuduğumu hatırlamıyorum. "Evet, en çok besinci ve sonuncu kitabı sevmiştim," derken kitapları düşünüyordum. "Yedi kez?" Onu yanlış duyduğunu ikna etmemi ister gibi bakıyordu bana.

Ne var ki bunda. Dünyada tek ben değilimdir herhalde defalarca okuyan.

"Sevdiğim kitapları tekrar tekrar okumayı seviyorum," dedim ona. "Neden ki? Ne olacağını biliyorsun zaten." Omuz silktim. "Her okuduğunda yeni bir şeyler buluyorsun. Daha önce farkına varmadığın detaylar. Bir de herkes senin gibi fil hafızali olmadığı için unutmuş oluyorsun. İnanır mısın her okuduğumda aynı şeylere heyecanlanıyorum."

Bir kitabı ikinciye okuduğumda ilk okuduğumdan daha çok zevk alıyorum diyebilirim. Küçük şeylere daha çok dikkat etmeye fırsatım oluyor, çünkü ilk defa okurken küçük şeylerin farkına varmadığımı anlamıştım. Büyük olayların arasında küçük detaylar kaynayıp gidiyordu.

"İnanırım. Peki aynı kitapları tekrar tekrar okumaktan yeni kitaplar okumaya fırsat kalıyor mu." "Hızlı bir okuyucuyumdur." "En sevdiğin kitap?" Yanağımı ısırıp başımı salladım iki yana. "Bunu cevaplayamam. Favorilerimin birini birinin önüne koyamıyorum. Hepsinin yeri ayrı. Liste uzun."

"Buna şaşırmadım, bir ara üstünden geçelim. E o zaman başka?" diye sorduğunda tam olarak ne yaptığımızı hatırladım. Dudağımı ısırdım düşünceli bir şekilde. "Un, süt, yumurta, yağ galiba. Dur tarife bakcam."

O saydıklarımı çıkarmaya başlarken ben de oturduğum yerden indim. Tekrar tezgâha yaslandım telefonumda krep tarifleri aratırken. Tanıdık tıkırtıyla kafamı kaldırdığımda yine yüzünde fotoğraf makinesi vardı.

"Ya," dedim şikâyet edercesine. "Mız mız misin sen biraz?" Fotoğraf makinesini masaya koyup bana doğru yaklaştı. "Ne münasebet." Biraz daha yaklaştı. Eliyle başparmağı ve işaret parmağı arasında az bir mesafe bırakan bir hareket yaptı. "Azıcık?"

Kafamı iki yana salladım. Sonra ben de aynı hareketi yaptım ama iki parmağımın arasında çok daha az mesafe bırakmıştım. "Belki minnacık sadece," dedim şirince. Telefonu tezgâha yanıma koydum. "Bir dakika. Sen şimdi benim fotoğrafımı çektin ya," dedim ben de ona doğru biraz yaklaşıp.

"Eee?" Başımı yana doğru eğdim hafifçe. "Şimdi sen de bana diğer resimlerini göstermelisin. Anlaşma öyleydi..." "Bak sen." Karşı karşıya gelmiştik. "O anlaşmada sen seni çekmeme izin verecektin. Verdin mi?"

"Ne fark ediyor ya, çektin işte." Cıkladı bu söylediğime. "Olmaz öyle. Onları saymıyorum bile. Modelim olacaksın." Göz devirip derin bir nefes aldım. "Olacak mısın?" Omuz silktim. Sanki olmayacağım desem kabul edecek. "Bence ol."

"Obsesif misin sen acaba?" "Kızım ben ne zamandır seni arıyordum obsesif de ne demek." "Obsesif," diye mırıldandım kendi kendime. Sonra tezgâha döndüm tekrar. Bir küçük krep meselemiz vardı.

Malzemeleri karıştırdıktan sonra ilk krepi tavaya döktüm. "Bunu havaya atarak çevireceksin değil mi?" derken Zeyd yanını tezgâha yaslamış gözleri tava ile benim aramda gidip geliyordu. Elinin altında, biraz ileri koyduğu fotoğraf makinesi hala sinirlerimi bozmuyor değildi.

"Yok valla, hiç girmem o işlere. Küçükken bir keresinde bir kitap okumuştum, krepi havaya atarak çevirirken tavana yapıştırıyorlardı. Her ne kadar saçma olsa da etkilenmişim, hiç cesaret edemedim krep fırlatmaya."

Ben bunları anlatırken beyimizin suratında sinir bozucu bir sırıtma yer edindi. "Sırıtma öyle ukala ukala, gel sen çevir çok biliyorsan," diye söylendim. Aha. Cidden geliyor iyi mi. Hem de bay mükemmel tavırlarını takınmış geliyor.

Bu şimdi çevirir bir de.

Aklıma poligonda beni yendiği geldi yine. Hayatta üç şeyden nefret ederim ve biri kesinlikle yenilmekti. Ama krep çevirmek bende bir çeşit travma, yoksa çeviremediğimden değil ki.

"Sen çekil bakalım şöyle." Omzuyla beni ittirdiğinde çocuk gibi 'itmesene ya' diye haykırmak gelse de içimden çocuk olmadığımı hatırlattım kendime. Tavanın kulpunu kavradığında son darbemi vurmaya hazırlandım.

"Bilim adamı olacaksın bir de. Şimdi onu havaya atınca bütün bakterileri tozları toplayacak havadaki. Sonra biz de yiyeceğiz onları, hiç hijyenik değil."

Önce hiç kendini bozmadan tavayı sallayarak krepi bir ileri bir geri kaydırdı. "Yine zeytin yağ kıvamındasın bakıyorum da. Çok düşündün mü bunu?" "Çok düşünmeye ihtiyacım yok benim, üstün zekâmdan ötürü..." dedim en kibirli ses tonumla.

"O üstün zekâna söyle iyi baksın şimdi, görsün krep nasıl çevrilirmiş."

Bu da bana kapak oldu işte.

Baya baya kapak.

Ardındandı tavayı hızlı ama küçük bir hareketle havaya kaldırdı. Aslında tam nasıl becerdi çözebilmiş değilim ama krep biraz havalandı sonra balerinleri kıskandıracak bir asaletle havada takla atıp mükemmel bir şekilde geri tavayla buluştu.

Resmen krep bile asaletle takla attı havada.

Asaletle.

Krep.

Bir krep nasıl asil olabiliyor ki?

İşte Zeyd Arkanın elinde oluyor. Bir şeyi de becereme ya. Krepe nasıl asalet katabilirsin, adil mi bu? "Şu an kafanda yine saçma sapan şeyler dönüyor değil mi?" "Hı?" Dudaklarında çarpık bir gülümseme vardı. "Yo, ne alaka..."

Bunu nereden anlıyordu ki?

Galiba ben böyle saçma şeyler düşünürken yüzüme bir şeyler yansıyor.

Demek ki neymiş, içe dönük bir tartışma yasarken bunu dışarı yansıtmamak lazımmış.

Kreplerin birazına o havada asil taklalar attırırken bir kısmını ben normal insanların çevirdiği usulle çevirdim. Sonuç olarak tabakta bir deste krep elde ettik ama bence krepten daha iyi bir şey vardı ki o da krepleri pişirirken eğlendiğimiz gerçeği.

Birbirimize un falan atıp ortalığı batırmamıştık ama bu eğlenmediğimiz anlamına gelmiyor. Hatta ben o filmleri izlerken hep merak ederdim insan ortalığı kirletip onu sonrasında toplaması gerektiğini bile bile nasıl eğlenirdi ki dağıtırken.

Ben izlerken bile 'napıyonuz kirleniyor ya' şekilli küçük kalp krizleri yaşıyordum.

Son krepi de tabağa koyduğumuzda ufak bir hayal kırıklığı yaşadım bittiği için. Sonra yeme faslının daha eğlenceli olabileceğini hatırladım. "Şimdi ne yapıyoruz?" diye saçma bir soru sorduğumda alayla baktı yüzüme.

"Şimdi bu kreplerin turşusunu kuracağız."

"Ha ha, çok komik gerçekten," derken aslında gülmemek içinde kendimi tutuyordum biraz. "Peki madem öyle sen söyle daha iyi bir önerin var mı?" Gülümsedim. İşte şimdi doğru soruları sormaya başladın. "Bence kahve yapalım."

Göz devirdi. "Yine çok yaratıcı fikirler sunuyorsun." Elimi kaldırdım onu susturmak ister gibi. "Bir dakika, daha altın fikrimi söylemedim. Sıkı dur. Bence ne yapalım biliyor musun? Bu krepleri yiyelim."

"İşte bu." Kolunu belime dolayıp kendine yaklaştırdı. "Bunu sevdim." Gözlerimi kırpıştırıp kirpiklerimin arasından kibirli bir bakış attım ona. Kimin fikriydi acaba? "Hatta bir katkıda bulunayım mı?" diye sordu ardından.

"Ne tür bir katkı?" "Çok tatlı bir katkı," derken imali bir şekilde gülümsüyordu. Kaşlarımı kaldırdım. Tatlı bir katkı? Dudaklarında çarpık bir gülümseme vardı. "O zaman hemen gösteriyorum," diyerek beni bıraktı ve arkasındaki dolaba yöneldi.

Tekrar bana döndüğünde elinde nutella kavanozu vardı. Göz devirdim. "Tatlı bir katkı?" "Nutella," dedi eline ki kavanozu göstererek. Güldüm. Bana bunlarla gel sevgili.

Nutella candır.

Kavanozu elinden aldım. "Kahve," dedim ona. "İlle de içeceğim o kahveyi diyorsun yani?" "Aynen. Tatlı varsa kahve de olmalı."

*

"Bak bir de böyle tat." Krepe biraz nutella sürdükten sonra küçük bir kavanozdan esmer seker serpti üzerine. O krepi sararken, "Ne kadar tatlı o kadar iyi," dedim memnun bir tını ile. "Hıı tabi, sonra da şeker koması," deyip krepten bir ısırık aldığında, "Ya!" diye haykırdım. "O banaydı."

Tabağı elinden çekip ve ona kötü kötü baktım. "Hayatta üç şeyden nefret ederim ve bunlardan biri de tatlımı yiyen insanlar." Tabağı önüme özenle yerleştirirken üzerinde ki krepe uzandı. "Ya bir git." Eline vurdum. "Yarısını ısırdın zaten."

Bir de öyle güzel gülümsemese.

"Yemeğine dokununca içinden bir canavar çıkıyor senin." Güldüm. "Gelmiş geçmiş en iyi sözü bilir misin sevgili? Food is life..." "Gülsem mi? Ağlasam mı?" "Yarısını tükettiğin krepten yap bana."

"İstediğin krep olsun prenses."

Dirseklerimi masaya koyup başımı ellerime yasladım. Bir krepi daha aynı işlemden geçirirken izledim onu. Birkaç tane krepi sarıp hazırladıktan sonra tabağa koydu. "Hadi içeri gecelim. Sen bunları götür. Kahveleri doldurup geliyorum." "Tamam," deyip gidecekleri aldım.

İçeri geçerken gözüm duvarda asılı tabloya kaydı. Yanından geçerken puzzle olduğunu fark ettim. Elimdekileri içeriye masaya koyup tekrar çerçevelenmiş puzzle incelemek için döndüm. Manzara resmiydi.

"Ne yapıyorsun?" "Şuna bakıyordum. Sen mi yaptın bunu?" "Hm, Aylin'le birlikte yapmıştık. İlle as diye tutturdu." "Kaç parça bu?" "Bin parçaydı galiba." "Kaç günde yaptınız? Bir ara ben de heves etmiştim ama hiçbirini beğenemediğim için hiç almadım. Bu baya güzelmiş ha? Nereden buldu acaba?"

"Ha, şey," diye başladığında ses tonundaki değişim gözlerimi puzzleden alıp ona dikmeme neden oldu. "Bu benim fotoğrafım. Kendi yaptırmış." Gözlerimi kocaman açtım. Bir ona baktım, bir tabloya. Sonra tekrar ona baktım. En son yine fotoğrafa baktım ama bu defa bambaşka bir gözle. "Gerçekten mi?"

"Hm." Parmaklarım çerçevenin soğuk camına değdiğinde fark ettim elimi kaldırdığımı. Fotoğrafın çizgilerini takip ettim elimle. "Çok güzelmiş." Bütün detayları hafızama kaydetmek istercesine inceledikten sonra ona döndüm.

Elindeki fincanlarla öylece bakıyordu bana. Biraz tereddütlü bir hali vardı. "Olmadı böyle bay mükemmel, şu an ukala bir yorum yapmalıydın." "Affedersin, boş bulundum galiba," dedi toparlarcasına bir alayla.

"Sen çekimlerine güvenemiyor musun?" diye sordum merakla. Tereddütlü hali beni biraz şaşırtmıştı. Arada özgüven patlaması yaşarken niye hiç çektiklerini dile getirmiyordu acaba. Kafasını eğdi hafifçe. "Niye böyle bir şey soruyorsun şimdi?"

Omuz silktim. "Öyle bir izlenim edindim sanki." "Sadece başkalarıyla paylaşmayı sevmiyorum." Kaşlarımı kaldırdım. "Ama bu gerçekten güzel. Eğer diğerleri de böyleyse..." Omuz silkti önemi yok dermiş gibi.

Kalıcı bir şeyler yaratan insanları hep kıskanmışımdır. Resim çizenleri. Okuduğum kitapları yazanları. Bu fotoğraf öyleydi. Benim yapabildiğim tek şey araba tamir etmekti ki onlarda eninde sonunda yine bozuluyordu.

Bir arabayı ölümsüzleştiremezsin değil mi?

"Bana diğerlerini de göstersene." "Bu şartımı kabul ettiğin anlamına mı geliyor?" "Hm," dedim belli belirsiz onaylama olabilecek bir şekilde. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. "Çok fena yan çizeceksin değil mi. Şimdiden farkındayım."

Bu iyi olmadı bak. Onun farkında olmamalıydı aslında. Başımı olumsuz anlamda salladım, çizmeyeceğim der gibi. Tabi ki de yan çizecektim. İstediği şeyi düşünmek bile beni geriyordu. O bana bakarken bile rahatsız oluyordum bir de önünde poz vermemi istiyordu benden.

"Söz mü?" Tereddütle bakışlarımı kaçırdım. Tutamayacağım sözler vermek istemiyordum. "Ne var ya göstersen, devlet sırrı gibi saklıyorsun." "Göstermem demedim ki hiç. Sadece minicik bir şart koydum."

Sıkıntıyla iç geçirdim. O minicik dediğin şart beni epey bir zorluyor ama. "Şartları gözden geçirsek? Başka bir şey iste sen benden." "Neden bu kadar inat ediyorsun ki?" "İnat etmiyorum. Sadece..."

"Ne? Sadece ne?" Ben sessiz kalınca konuşan yine o oldu. "Senden başka bir şey istemeyeceğim. Sen beni hala anlamadın galiba. Sen yıllardır aradığım modelsin dediğimde şaka yaptığımı mı sanıyorsun?"

Yani en azından bu kadar ciddi olduğunu düşünmemiştim.

Vaz geçmeyecekti. Kafasına koymuştu ve en az benim kadar inatçıydı. Asıl soru kimin neyi daha çok istediğiydi. Ben o resimleri görmeyi çok istiyordum ama o beni çekmeyi galiba daha çok istiyordu. "Ben yapabilir miyim bilmiyorum."

"Senin yapman gereken bir şey yok zaten prenses. Kendin olman yeterli." "işte onu diyorum sen fotoğraf makinesiyle karşıma geçince ben nasıl kendim olayım." İç geçirdi. "Güler misin ağlar mısın..." diye mırıldanınca yanağımı ısırdım. Başımı yana yatırdım düşünceli düşünceli.

"Kimseye göstermeyeceksin değil mi?" "İstemiyorsan göstermeyiz," derken gözleri hevesle ışıldadı. Yüzümü buruşturdum. "İyi tamam," dedim istemeye istemeye. "Bundan bir tane daha var," dedi puzzle işaret ederek, "Yapalım mı sonra?"

"Aylin?" Güldü. "O pek hoşlanmadı zaten. Hile yapıyorsun diye söylendi durdu." Ben de güldüm. Elimle bir kez daha dokundum çerçevenin üzerinden resme. "Yapalım."

"Kahvelerde buz gibi oldu, yürü hadi içeri." "Aah, resmin bana krepleri unutturdu resmen, bu büyük bir başarı..."

*****

"Prenses?" Omzuma attığı eli saçlarımla oynarken gözlerimi televizyonda ki saçma filmden alıp başımı ona doğru kaldırdım. "Hm?" "Bana Gamze'yi anlatsana." Kaşlarım çatıldı. "Sen Gamze'yi nereden..."

"Ha, orası çok da önemli değil aslında..." "Nasıl önemli değil. Bunu sana ben anlatmadığıma göre..." "İlle de küçük detaylara takılacağım diyorsun yani." Tabi ki de. "Aynen öyle."

"Peki, hani senin şu kitaplığında ki figürlerle tartıştığın gece var ya..." Benim figürlerle tartıştığım ney..? Anlamayarak yüzümü buruşturdum. "Ne?"

"Hm hatırlamıyorsun demek. At sen de at kendini diyerek yere attın ya Harry Potter'i, ardından da; almayacağım işte. Kalın orada, zaten hepiniz aynısınız, diye sitem ettin."

Sözler gerçekten de bir yerden tanıdık geliyordu. Ben mi söylemiştim? Ne zaman söylemiştim? Sonra birden bire o geceden bazı sahneler canlandı gözümün önüne. Gözlerim kocaman olurken hatırladım. Ona yaslandığım yerden doğruldum yüzüne bakabilmek için. "Sen nasıl..?"

"Oradaydım." Yüzüne nasıl bir şekilde baktığımı bilmiyorum ama ifadem hoşuna gitmiş gibi eğlenircesine bakıyordu bana. "Bir daha önce kapıyı kontrol etsen iyi olur prenses. Hele de uyumadan önce. Neyse ki o gece üzerini de kapıyı da ben örttüm."

"Sen. Ben uyurken evime mi girdin?"

Başını eğdi. Değindiğim nokta hoşuna gitmemişti pek. "Biraz öyle oldu. Şimdi geçmiş gitmiş günün hesabını sormayacaksın değil mi?" O geçmiş gitmiş gün beni oldukça rahatsız etmişti aslında. "Bu hiç hoş değil."

"Biliyorum. Hoş olmadığını biliyorum. O zaman da biliyordum. Sana bir daha karşıma çıkma dedikten sonra karşına çıkmaya yüzüm yoktu ama anlamadığım bir biçimde sana doğru çekiliyordum sanki. Uzak duramıyordum. O yüzden öylece kapıda durdum. Önce Yavuz'la tartışmanı izledim, sonra figürlerle tartışmanı. Daha sonra da seni uyurken izledim."

Duyduklarımı hazmetmeye çalışırken arkama yaslandım. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Aslında o yaptığı için kızmalıydım ona ama dediği gibi geçmiş gitmiş gün için hesap sormanın bir anlamı yoktu. O gece beni uyurken izlemişti.

Bu rahatsız ediciydi. Bana bir daha karşıma çıkma deyip sonra ben uyurken evime gelip beni izlemişti. Ben o gece ağlamıştım. Ağlamaktan nefret ediyorum. İnsanların beni ağlarken görmesinden de nefret ediyorum.

"Özür dilerim. Yapmamalıydım biliyorum. Ben devamını anlatıyım sen kafanı boşuna yorma bununla olur mu? O gece Yavuz beni hastaneye götürdü. Gamze'yi gördüm."

Beynim yandı galiba.

Ben daha biraz önce anlattıklarının şokunu tam olarak atlatamadan bana bir başka şok yaşatıyordu. "Ne alaka ya?" "Kabullenemediklerimle yüzleşmem için. Bir korkak olduğum için. Sadece sen uyurken yanına gelmeye cesaretim olduğu için."

İçime derin bir nefes çekip başımı arkaya yatırdım. Gözlerimi tavana diktim. Saniyeler yavaş yavaş geçerken söylediklerini düşündüm. "Yakın mıydınız?" Başımı kaldırdım. "Hı?" Tekrar yasladım.

"Hm. Yakındık. Dost. Sırdaş. Geceyle gündüz kadar farklıyız aslında. Hem dış görünüş olarak hem karakter olarak. Yan yana geceyle gündüz oluyorduk. O cana yakın, sıcacık biri. Herkesle iletişim kurabilen, herkesle iyi anlaşan, birçok arkadaşı olan tiplerden.

Biraz da o yüzden bizi yan yana görmek ilginçti. Onun gibi çok arkadaşı olabilen birinin zamanının benimle harcaması, benim gibi kendini kolay kolay kimseye açmayan birinin ise tam da onun gibi birine açılabilmesi garipti.

Bir gerçek vardır ki çok arkadaşı olanlar ya her şeyi herkesle paylaşırlar aslında sırları olmaz. Ya da aslında herkesin bildiğinden çok farklılardır. O ikinci kategoriye giriyordu. Gamze herkesi şaşırtabilecek kadar kolay aştı benim kalkanlarımı. Rekor sayılabilecek kadar kısa bir sürede hem de.

Ama ben de onu kimsenin tanımadığı kadar yakından tanıdım. Kimsenin bilmediklerini öğrenip, kimsenin görmedekilerini gördüm.

Öyle tuhaf tipleriz işte. Ortak tek bir noktamız varsa o da ikimizin de sonuçlarını düşünmeden olaylara atlama yeteneği. Bu konuda Yavuz'un ağzını açtırmamak lazım hiç..."

İstemsizce gülümsedim aklıma gelen hatıralarla. Sonra bir burukluk hissettim. O günleri ne kadar özlediğimi hissettim. Her şey çok güzel giderken bir de bakmışsın tepetaklak olmuş. Tepetaklak olmuş da sen de altında kalmışsın.

"Neden görüşmüyorsunuz?" "Aslında bu sorunun cevabını ben de tam olarak bilmiyorum. Kazadan sonra bizimle görüşmek istemedi. Kaç kere gittiysek her defasında büyük olay çıkardı, tedaviyi reddetti.

Sonunda tabi doktorlara dank etti. Tedavi bitene kadar bizi görmek istemediği için bir daha gitmememiz gerektiğini söylediler. Bunu kabullenmek o kadar da kolay değildi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra tekrar denedik. Birkaç hafta sonra tekrar.

Herhalde bize kalsa hiç pes etmezdik. Ama iyileşmesi için tedaviye odaklanmalıydı. Ve bizim her karşısına çıkmaya çalışmamız onun düzenini bozuyordu. Zaten sonunda artık bizi içeri bile almıyorlardı. Derken bir söz verdik. Tedavi bittiği gün, iyileştiği gün için.

İnanır mısın bunun için bile görüşmedi bizimle, başkaları aracılığıyla... Şaka gibi. Ve ben hiç anlamadım. Hala da anlamıyorum. Neden? Kaza için Yavuz'u suçluyor desem, o zaman artık seni görmek istemiyorum derdi, neden tedavi bitene kadar gibi bir şart koşsun ki?"

Kolunu koltuğun başlığına uzatmış saçlarımla oynuyordu. "İnsan bazen sevdiklerini üzmemek için saçma şeyler yapar. Anlamsız şeyler. Herkes kendince sevdiklerini bir şeylerden korumaya çalışır. Belki de iyileştiğinde her şeyin eskisi gibi olacağını garantilemek istemiştir."

İçime bir nefes çektim. "Bilmiyorum. Belki de öyledir... Her şey eskisi gibi olur mu ki? Çok fazla zaman oldu. O gün geldiğinde hiç bir şey olmamış gibi olur mu..."

"Bunu bilemeyiz. Zaman her şeyin ilacıdır derler ama zaman bazen her şeyi yoluna koyarken bazen de seni yolundan eder aslında. Kendini hiç beklemediğin bir yerde bulursun ansızın. Her şeyin eskisi gibi olup olmaması kimin ne kadar değiştiğine bakar biraz da.

Bir de bu saatten sonra her şeyin eskisi gibi olmasını isteyip istememenize. Buna kafa yormak anlamsız, çünkü o gün geldiğine neler olacağını öngöremezsin. O kadar çok ihtimal var ki..."

"İnanır mısın ben o ihtimallerin hepsini tek tek oynattım kafamda." Güldüğünü duydum. "İnanırım tabi..." dedi bunu sorman bile hata diyen bir ses tonuyla. Göz devirdim. Lafın gelişi konuşuyorum zaten...

"Yine de kendini çok fazla üzme olur mu? Çünkü her şey olacağına varır. Ve sonra bir gün ardına baktığında 'böylesi daha iyi' diye düşünürsün." Başımı iki yana salladım. "Her zaman öyle olmuyor işte. Bazen dönüp bakıyorsun, keşke böyle olmasaydı diyorsun. Ve ben bundan nefret ediyorum."

"Haklısın. Düzeltiyorum. O zaman sen de ardına bakma. Geçmişin pişmanlıkları orada kalsın. Önüne bak. Her şey çok güzel olacak. Bunun için elimden geleni yapacağım."

Başımı yana doğru çevirdim. Gözlerim gözlerini aradı. Bunu kimsenin asla bilemeyeceğini, garantileyemeyeceğini biliyordum ama yine de birinin 'her şey çok güzel olacak' demesi iyi geliyordu.

Bunun için elimden geleni yapacağım.

Boşta ki elini iki elim arasına alırken gözlerimi onunkilerden ayırmadan öylece baktım. Senin varlığınla her şey zaten çok guzel sevgili. Dile getiremediklerimi göstermek istercesine sadece gözlerinin içine baktım.

Doğanın en sevdiğim parçasının rengindeki gözlerine bakmak bile bana iyi hissettiriyordu. Ellerimin arasında sıcacık elini hissetmek. Nefes alışlarını dinlemek. Parmaklarını saçlarımda hissetmek. Bunlar biraz önce söylediklerinin sözünü veriyordu sanki.

Her şey çok güzel olacak, bunun için elimden geleni yapacağım.

Geçmişte olanları değiştiremezdi. Bana Gamze'yi geri getiremezdi. Ama iyi şeylerin olabileceğini, güzel günlerin gelebileceğini gösterebiliyordu.

Ve insan bu şekilde önüne bakabiliyordu. Güzel şeyler olacak ümidiyle ardına bakmaktan vaz geçip devam edebiliyordu.

Belki de her şey çok güzel olur...

*****

Продолжить чтение

Вам также понравится

Tutku'nun Alevi +18 Gece

Любовные романы

317K 2.3K 22
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
39.5K 2.7K 50
TAMAMLANDI / 01.06.2023 Bir hacker ve bir bilgisayar mühendisinin Gizem, aksiyon ve aşk dolu muhafazakar hikayesi... Kimsenin cesaret edemeyeceği bi...
Hey Taksi! #Wattys2016 Elpis

Подростковая литература

580K 25.2K 43
"Nereden bilebilirdim ki hayatımın aşkıyla bir takside tanışacağımı?" °°° Tüm hakları Batı'nın sis çökmüş gökyüzünde saklıdır. °°° #11 Aralık 2015 Cu...
5.4K 745 14
"Peki ya sonrası? Hikâye böyle bitmiş olamaz. Kim böyle bir masalı dinlemek ister ki?" Elinde paspasla odadan çıkacakken kapıda birini görmüş gibi du...