Arıza tespit

By BookGanstas

1M 54.5K 6.2K

Gümüş rengindeki gözleri beni ilgiyle süzerken, "Neden tamircilik?" diye bir soru yöneltti. Birkaç saniye öl... More

👉1. Akü
👉2. Tamirci Kız🔧
👉3. Yüzleşme
👉4. Sözleşme📃
👉5. Yavuz
👉6. Yeni iş
👉7. Baskın
👉8. Tamirhane🛠
👉9. İş tulumu
👉10. Le petit palais🍽
👉11. Arkanlar
👉12. Arabaya bin🚘
👉13. Yangın🔥
👉14. Kısır
👉15. Tapu📄
👉16. Garaj
👉17. İmza✍
👉18. Game over☠
👉19. Açıklama
👉20. Emre
👉21. Bar🔮
👉22. Küçük oyun🤝
👉23. Tanışma🙋
👉24. Benimlesin
👉25. Sırılsıklam âşık💕
👉26. Gece ve gündüz
👉27. Aşk mı illüzyon mu❓
👉28. Kutu kutu pense💃
👉29. Ne hissetmeliyim❓
👉30. Söz
👉31. Sarışın kaplan🐯
👉32. Saf mısın❓
👉33. Kaç kaç🏃
👉34. Merak ediyorum
👉35. Paintball🔴
👉36. Paintpall🔵
👉37. Tabu
👉38. Belçıka çikolatası🍫
👉39. Aylin nerede❓
👉40. Çok güzelsin
👉41. Psycho🔫
👉42. Bırakma beni
👉43. Zıt kutuplar
👉44. Günaydın prenses👸
👉45. Çiçek💐
👉46. Uyuyalım💤
Yeni hikaye!
👉47. Korkak
👉48. Origami
👉49. Kaslı prenses
👉50. Şekerli mısır
👉51. Küçük prens
👉52. Sen kimsin❓
👉53. Sana aşığım💗
👉54. Sıyah gerbera
👉55. Masal🏰
👉56. Saat 12🕛
👉58. Teslim ol
👉59. Biberli buluşma
👉60. Krep🥞
👉61. Seni seviyorum🖤
👉62. Kavga
👉63. Umut
👉64. Sevimsiz
👉65. Aile
👉66. Bana aşık mısın❓
👉67. Güzel bir gün🎀
👉68. Gelecekten bir gün - SON
Özel bölüm

👉57. Korkuyorum sevmekten

9.2K 595 98
By BookGanstas

Bardak yere düşüp parçalandığında kafamı arkaya doğru uzattım merakla. Çatık kaşlarla önce bardağın parçalarına ardından da şaşkın şaşkın bardağa bakan Ali'ye baktım. Bakışlarım onunkileri bulduğunda telaşlanınca, "İyi misin?" diye sordum duruma bir anlam vermeksizin.

"Hi? Ne? Şey uçtu. Eh yani kaydı, işte düştü..."

"Tamam. Sorun yok, maaşından kesmem merak etme," dedim o panikledikçe biraz daha tereddüte düşerek. Bir bardağın davasını yapacağımı mı düşünüyordu cidden?

Yavaş yavaş yana doğru kayıp bir noktada durduğunda ne yapmaya çalıştığına bir anlam verememiştim. Sonra omuz silktim. Şu an çok da umurumda değildi aslında. Bugün kendime düşünmek gibi bir lüks tanımayacaktım, çünkü düşünürsem hatırlamak istemediğim şeyler hatırlarım.

Arkadan gelen fısıltılarla ister istemez oraya döndüm tekrar. Bardağın kırıkları hala öylece düştüğü yerde duruyordu. Emre, Selim ve Hamza Al'inin etrafına birikmiş bir şeye bakıyorlardı dikkatlice ve ben bu görüntüyle düşünmemek kararımı unutmaya başladım.

Arabanın arkasından birazcık yaklaştım ama ne konuştuklarını pek anlayamamıştım. Tam biraz daha yaklaşacakken bakışlarım Hamza'nınkilerle buluştu. Hemen gözlerini kaçırıp masadaki gazeteyi Ali'nin eline tutuşturdu. "Sen bunu kaldır ortadan, ben toplarım şunları," derken yerdeki cam kırıklarını gösterdi.

Ali birkaç saniye ne yapacağını bilmez bir şekilde önce gazeteye sonra etrafa baktı. "Götür at," deyince Hamza bir hedefi olmasına sevinircesine döndü çıkışa doğru. O sırada ben de hemen iki arabanın arasından geçip yolunu kestim.

Karşısına çıktığımda donmasına aldırmadan, "Ne o?" diye sordum gözlerimle elindekini işaret edip. "Hiç..." "Hiç?" Kaşlarımı kaldırdım. Bir hiç için baya bir panik yapıyordu oysaki. "Gazete. Atacağım. Zaten ilginç bir şey yok içinde."

Demek öyle oynuyoruz Ali bey. Zaten ben de geri zekâlı. "Atma ya, lazım olur belki." "Yok, ben atayım bunu, yarın yine gelir nasılsa..." diye bir şeyler söyleyerek yanımdan geçmeye yeltenince önünü kestim. "Versene bir onu bana."

"Atacağım ben bunu." Hamza adımı seslenip, "Alya, bi..." derken elimi kalırdım onu susturmak için. "Bir saniye. Ali ver şunu." Ali gazeteyi elinde topaklamıştı ama hala bana vermezken gözlerini kaçırdı. "Atayım ben bunu ya. Sen yarınkini okursun. Zaten bir şey yok bunda ilginç..."

"Ali bak benimle oynama kalbini kırarım. Ver şunu." Umutsuzca diğerlerine baktıktan sonra elinde topaklandığı gazeteyi bana uzattı temkinli bir şekilde. Birkaç saniye boyunca gözümü sayfada gezdirdim ama ilgi odakları neydi göremedim. Sonra kenardaki başlığı gördüm.

'Farkında değil henüz dedi, gecesine kollarında buldu...'

Kaskatı kesildiğimi hissederken gözlerim habere kitlendi. Ufak ufak kesitler ulaştı sadece beynime. 'Sevgiliniz var mı sorularına... Olumlu yanıt... Gecenin ilerleyen saatlerinde... Dans ederken objektiflere yansıdı... Gizemli güzel...'

Tekrar başa döndüm ve bir daha okudum ama yine cümleler yarım yarım algılayabildim ancak. 'Terkedilmiş balo salonu... Müziksiz romantik dans...'

Harfler gözümde dönmeye başladığında elim mi titriyordu başım mı dönüyordu bilmiyorum. Biri bana seslenmişti galiba. Başımı kaldırdığımda en yakınımda Ali'nin gözlerinde endişe vardı.

Nasıl göründüğümü bilmiyorum.

Derin bir nefes alıp gazeteyi aynı onun yaptığı gibi topaklayarak, "Al," dedim. "Şimdi atabilirsin." Sesimdeki yapmacıklık fark edilmeyecek gibi değildi. Arkamı dönüp büroya doğru giderken tekrar adımı seslendiler.

Kafamda birçok düşünce birbiri üstüne düşüyordu adeta. Kapı girişinde durakladım biraz. Arkamı bile dönmeden, "Benim biraz işim var," deyip kapıyı büyük bir gürültüyle çarptım. Sırtımı kapıya yasladığımda yapabildiğim tek şey gözlerimi yummak oldu.

'Farkında değil henüz dedi, gecesine kollarında buldu'...

O geceden görüntüler geçti tek tek gözümün önünden. Dokunuşlarını hatırlamak bile yüreğimi titretirken saatlerdir düşünmemeye çalıştığım görüntüler.

Dudağımda parmaklarının hissi. Gözlerinin o tanımlanamayan rengi. Yanağımı okşaması. Kulağıma fısıldadığı sözler. Tenimde tenini hissetmek. O hafif hafif batan sakalları.

Başımı yaslandığım kapıya vurdum hafifçe. 'Kendine gel' dedim kendi kendime. 'Kendine gel, şu düştüğün duruma bak'. Yere çöktüm yavaş yavaş. Dizlerimi kendime doğru çekip kollarımı bacaklarıma sardım.

Ne hissedeceğimi bile bilmez bir duruma gelmiştim. Öfkeliydim ama kendime mi, Yavuz'a mı yoksa Zeyd'e mi bilmiyorum.

Seni çok mutlu edebilirim.

Tereddütlüydüm.

Benimle ol.

Pişman.

Yanımda kal.

Üzgün. Seni her zaman görebileceğim mesafede ol.

Şaşkındım işlerin geldiği noktadan.

Ne kadar oturdum öyle bilmiyorum. Ara sıra hafif hafif fısıltılar geliyordu kapının diğer tarafından ama dinlemeye bile çalışmadım. On dakika. Sadece on dakikamı vermiştim ona. Ve geldiğim duruma bak. Tam da bahsettiğim şey olmuştu işte.

Kapının tıklamasıyla sıçradım birden bire. Tepkisiz kaldığımda "Alya" diye seslendi biri. Yavuz. İçimdeki öfke sanki bu anı bekliyormuş gibi birden bire parladı. Kapıyı açıp alevler saçan gözlerle karşısına dikildiğimde, "Ne o, marifetini görmeye mi geldin?" diye tersledim.

"Dışarı çıkalım. Bir hava al sakinleş önce," derken kolumu tutup beni kapıya doğru çekiştireceğinde kolumu elinden çektim. "Bırak! Çıkmıyorum ben hiçbir yere."

Bu öfke nereden geliyordu bilmiyorum ama sanki beni esir almıştı. Bizi duymuyor görmüyormuş gibi yapmaya çalışan dostlarıma aldırmadan öylece duruyordum karşısında. "Göstereyim ben sana."

Bakışlarımı görünce elindeki atmadığı gazeteyi arkasına saklamaya çalışan Ali attığım bakışla bir kez daha donup kaldı. "Ver şunu," diyerek gazeteyi ikici kez aldım elinden. Büyük ihtimalle biraz önce Yavuz'a göstermişti.

"Al bak," diyerek Yavuz'un eline tutuşturduğumda gazeteyi tutsa da gözlerini benden ayırmamıştı. "Kendine gel," dedi uyarırcasına. "Ne kanıtlıyordun bana? Zeyd'e olan duygularımı mı? Bunun bana kanıtladığı tek şey asla o kız olamayacağım."

"Seni ona pazarlıyormuşum gibi davranma," dediğinde artık onunda sinirlenmeye başladığını duyabiliyordum. Ruhsuzca güldüm. "En azından kendinin farkındasın. Sen değil misin onlarla bir olup bana oyun oynayan? Maskeli balolar, saçma sapan hazırlıklar, salonda unutulan telefon,... Anlamayacağımı mı sandın?"

"Aşırı tepki veriyorsun."

"Aşırı tepki? Aşırı tepki mi veriyorum? Bak," dedim başımla bir kez daha haberi işaret ederek. "İyi bak. Ne görüyorsun?" Küçümseyen bakışlarla başımı yana yatırdım. "Beni mi görüyorsun? Ben kendimi görmüyorum çünkü. Bu ben değilim." Parmağımla resmi gösterdim. "Bu ben değilim. Ben o masaldaki prenses değilim. Asla ait olmayacağım dünyadaki bu kız değilim ben."

Hem onu hem kendimi inandırmak ister gibi ısrarcıydım. Ben o kız değildim. Sırf bir dans ettiği için gazeteye çıkan bir adamın dünyasına asla uyum sağlayamayacağımı sadece ben mi görüyordum.

"Sana ne gördüğümü söyleyeyim mi?" dediğinde sesinde ölümcül bir sakinlik vardı. Sinirlendikçe sakinleşen tiplerdendi o. En sakin anı en öfkeli anına eşitti aslında. Sadece sayılı anlarda görmüştüm öfkesini. Kolay kolay kızmazdı. Hele bana.

"Yıllardır yok saydığın yanını görüyorum. Onun yıllar boyunca bastırdığın yanını yavaş yavaş ortaya çıkardığında dönüştüğün kişiyi. Aylardır inkâr ede ede dönüştüğün kişiyi. Kendine bile itiraf etmekten korktuğun tarafını. Asıl sen iyi bak. Bu sensin. Artık saklamaya gücünün yetmediği taraflarınla birlikte sensin.

Ama sen yine de çok istiyorsan inkâr et. Yok say. Sırtını dön gerçeklere. Bir korkak gibi davran. Her zaman yaptığın gibi. Savaş kendi kendinle. Sakın ha kabul etme kim olduğunu. Değilmişsin gibi yaşa sen yine."

Ona doğru bir adım attım. Ağzımı açtığımda işaret parmağımı biraz kaldırmıştım söyleyeceklerimi vurgulamak ister gibi ama kafamda bütün her şey yeniden tepetaklak olmuştu. Daha dakikalar saniyeler önce içimde patlak veren öfkenin kırıntıları bile kalmamıştı.

Boşluk.

Kocaman bir boşluk vardı içimde. Sanki biri bütün organlarımı toplayıp götürmüştü, ardında boşluktan başka bir şey bırakmayarak.

Derin bir nefes aldım. Elimi indirip kafamı iki yana salladım. Bir hissizlik sardı bedenimi ve sonra kendimi her şeyi yine ardımda bırakıp çıkışa doğru giderken buldum.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu Hamza arkamdan. "Alya?" Aldırmadan yürümeye devam ettim. "Durdurmayacak mısın? Peşinden gitmeyecek misin?" "Bırak gitsin," dedi Yavuz sadece. "Bırak gitsin."

Kapıdan çıkarken fark etmedim bile. Havanın nasıl olduğunu fark etmedim. Ne yöne döndüğümü, nereden yürüdüğümü, hangi sokaklardan geçtiğimi fark etmedim. Ne kadar süre öylece dolaştığımı fark etmedim.

Fark ettiğim, hissettiğim ilk şey avucumdan, parmaklarımın arasından dökülen kurumuş toprak oldu. Kenarına oturup dizlerimi kendime çektiğim beton. Siyah harflerle betona yazılmış isimler. Etrafımda sıra sıra dizilmiş mezar taşları.

Bir an göğsüm sıkışır gibi oldu. Biraz önce konuşabildiğim tek kişiyle tartışıp konuşamadığım tek yere gelmiştim işte.

Hani filmlerde mezar başına gelip konuşurdu insanlar. Sanki ölüler dinliyormuş gibi anlatırlardı her şeyi. Belki de dinliyorlardır bilmiyorum. Ama ben konuşamıyordum. Hiç konuşamamıştım.

İçimde söylemek istediğim birçok şey vardı ama yıllarca hep sessizce kafamdan söylemiştim onları. Yüksek sesle anlatamamıştım hiç. Hala da konuşamıyordum işte. Sayısız kez geldiğim halde her defasında aynı şoku yaşıyordum.

Her defasında sanki toprağın altında değil de hiçbir şey olmamış gibi üstünde görecekmişim gibi gelirdi onları. Tam olarak hatırlamadığım, kafamda canlanmadığı halde hissediyordum bunu. Sonra her defasında aynı hayal kırıklığı.

Ve her defasında tek kelime edemeden öylece otururdum tam bu köşede.

Sadece toprakla oynardım. Kurumuş toprak. "Hala konuşamıyorsun değil mi?" Yavuz'un sesiyle gözlerim doldu. Belli belirsiz başımı salladım. Yanıma oturduğunda ben yazılara doğru otururken onun yüzü aksi yöne dönüktü. Bir nevi sırt sırta oturuyorduk ama yan yana.

Başımı omzuna koyduğumda gözlerim yumuk olsa da elim hala toprakla oynuyordu. "Kötü bir niyetim yoktu."

Biliyorum.

İçimden geçenleri sesli söyleyemesem de parmaklarımın ucundan toprağa gönderdim.

Anne?

Gördün mü başıma gelenleri. Gördün mü düştüğüm durumu anne. Ama engellemeye çalıştım. Gerçekten çalıştım. Onu uzak tutamıyorum anne. Deniyorum ama olmuyor.

İstiyorum anne. Etrafımda olması hoşuma gidiyor işte. O sınırları zorladıkça ben her defasında genişletiyorum o sınırları. Yine bakmaya yine dokunmaya devam etsin diye. Yeter ki gitmesin diye.

Kendimi ona bırakamıyorum ama yine de gitmesin istiyorum. Yine de denesin istiyorum. Tekrar tekrar. Olmayacağını bile bile istiyorum işte. Ona, kendime, herkese yalan söylesem de sana doğruyu söylüyorum. İstiyorum anne.

Atıyor kalbim.

Titriyor ellerim.

Arıyor gözlerim.

Elimde değil. Beni affet olur mu? Bak yine ilk sana itiraf ediyorum.

Baba?

Ben değişmedim ki baba. Ben sana verdiğim sözü tuttum hep. Sen hiç büyüme olur mu demiştin ya hani. Büyümedim ben hiç. Ben hala sarı papatyanım senin. Değişmedim ki hiç. Bıraktığın gibiyim öyle.

Bırakmasaydın keşke. Gitmeseydin ya.

Biliyor musun? O da seviyormuş papatyaları. Olur mu ki dersin. Koymaz mı bir başkasının papatyası olmam sana? Seviyorum diyor bilmiyorum. İnanayım mı baba?

Bilmiyorum.

Korkuyorum biraz.

Değişmekten de korkuyorum. Kırılmaktan korkuyorum biraz da. Bilmiyorum işte. Belki güvenmekten korkuyorumdur.

En son senin ardından bakmıştım. Gider mi o da? Güvenirsem bırakır mı beni. Bir şey söylesen keşke bana. Şimdi bile ödüm kopuyor öylece geride kalmaktan.

Olur mu dersin baba? Sever mi senin gibi. Verir misin papatyanı bir başkasına. İzin var mı büyüsem artık. Birazcık sadece..?

Söz çok değil. Değişmeden, hala beni bildiğin gibi kalacağım, birazcık büyüyeceğim sadece.

*****

Dalgın dalgın geziyordu gözlerim simsiyah çiçeğin ürerinde. Onu en kolay yöntem olarak mikrodalgada kurutmuştum. Kuru haliyle de çok güzeldi.

Bir hafta.

Bir haftada bu çiçek benim en değerlilerimden olmuştu. Neden öyle olmuştu? Çünkü en sevdiğim çiçekti, hem de en sevdiğim renkte.

Sadece o yüzden.

Derin bir nefes aldım. Bu aptal çiçeği göz önünden kaldırmalıydım belki de. Ya da önce kendimle çelişmekten vazgeçmeliydim. Benim çiçeğim aptal falan değil!

Sertçe başımı salladım. Ben bu kafamı duvarlara mı vursam.

Sonra zil sesiyle kaşlarımı çatıp telefona baktım. 23:30. Yok artık. Tereddütle, hatta neredeyse korkarak kapıyı açtım. Var artık. Elinde kutuyla kargo şirketi şapkalı adam.

Bön bön adama bakarken kutuyu bana uzattığını fark ettim. Belki bir şeylerde söylemişti bilmiyorum. Bu defa mor bir kutuydu. O geceki elbisemin moru.

Kutuyu elime aldığımda kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Saçma bir heyecan kapladı içimi. İçeri girip masanın üzerine koyduğumda kutu bana bakıyordu ben kutuya. Açmayı o kadar çok istiyordum ki korkumdan açamıyordum.

Bir şeyi bu kadar çok istemek hiç sağlıklı değil.

Yavaşça elimi uzatıp kutunun kapağını tutarken kendimi hazırlamaya çalıştım. Aç hadi. Ya da açma! Kenarını hafifçe kaldırıp içine doğru eğildim ama ışık girmediği için hiçbir şey göremedim.

Kapkaranlık.

Sonra bir hışımla kapağı kaldırıp kenara koydum ve tekrar kutunun içine baktım. Önce ne olduğunu hiç anlamadan içindekini çıkarırken elim titriyordu.

Kutunun içine ters koymuştu ve yavaşça çevirdiğimde karlar dalgalanırcasına aşağı düşerken yuvarlak cama bakakaldım. Hipnotize olmuş gibi dökülen karlara baktım.

Bu görmek istediğim bir kar küresiydi. Sultan Ahmet küremden bile daha çok kar vardı bunun içinde. Bu kış günleri kahvemle birlikte camın önüne oturup izlediğim kar gibiydi.

Sonunda yağan karlar çekilince camın içinde minicik bir kaplan kaldı sadece. Etrafı gümüş rengi ağaçlarla kaplı minicik bir kaplan.

Hayretle baktım kürenin içindeki manzaraya. Gümüş onun gözlerinin rengiydi ama kaplan? Kutuya uzanıp içindeki notu çıkardım.

'Sarışın bir kaplan karışır, İçimin cam ormanına...'

Yutkunarak boğazımdaki yumrudan kurtulmaya çalıştım bir kez. İki kez. Bu nasıl bir şey böyle. Minicik bir kar küresi ve daha da minicik bir not, üstelik bir şarkıdan alıntı, insanın içinde nasıl bu kadar büyük, bu kadar farklı duygular uyandırabilir.

Bir yanım hıçkıra hıçkıra ağlamak, bir yanım kahkahalarla gülmek istiyor. Bir yanım hiç olmadığı bir mutluluğu tadarken diğer yanım hüzünleniyor sanki.

Kendimi daha önce hiç bu kadar garip hissetmemiştim.

Elim telefona gitti ve adını buldu. 'Beyaz atlet.' Ardından vaz geçip telefonu kutunun yanına bıraktım. Sonra dayanamayıp tekrar aldım elime.

Bir telefona bir küreye bakıp mesaj kısmına girerek, 'Yapma.' yazdım sadece. Daha fazlasını getiremedim.

'Neden?' diye cevap geldiğinde kar küresine baktım. Güzeldi işte. İçi kar doluyu aynı ona anlattığım gibi. 'Hoşlanıyorum çünkü...'

Bu kadar dürüst olmamam gerektiğini bildiğim halde yazdım. Hissettiklerim beni korkutuyordu ve tek istediğim bu oyuna bir son vermesiydi. Sadece bir kaç saniye sonra ismi telefonun ekranında yanıp sönmeye başlayınca öylece baktım ekrana.

Çaldı.

Çaldı.

Çaldı.

'Aç şu lanet olası telefonu!'

'Sesini duymak istemiyorum.'

Bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Belki de nedenini sormasını istiyordum. Sesini duyunca garip şeyler oluyor ve ben onlarla nasıl başa çıkmalıyım bilmiyorum, demek istiyordum. Ama bunu ona asla söylemeyeceğimi de biliyorum.

Bekledim.

Bekledim.

Bekledim.

Ama cevap gelmedi.

Televizyonu açtım. Birileri konuşsa iyi olacaktı, yoksa kafayı yiyebilirimdim. Neden böyle oluyor bile diyemiyorum artık. Yavuz'un sesi hala kulağımda. 'Farkında değilsin ama sen de ondan hoşlanıyorsun. Belki de daha fazlası.'

"Hayır!" dedim kendi kendime kafamı iki yana sallayarak. "Hayır, hayır, hayır."

Gözlerimi sıkıca birbirine bastırınca yüzü canlandı tam o karanlığın ortasına. Hızla açtım tekrar. Sonra yavaşça, tedbir alır gibi yine kapattım.

Keskin ve belirgin yüz hatları. Etkileyici. Mağrur bakışlar. Saf gümüş renginde gözler. Ve o gözlerdeki parıltı.

Yanaklarını gölgeleyen hafif kirli sakal. Karizmatik. Bir gülümseme oynayınca dudaklarında, ukala ama bir o kadar da sempatik, yüz hatları yumuşuyor.

Daha etkileyici.

Belki de sandığım kadar etkileyici değildi, belki de sadece ben etkileniyordum. Tamam, yakışıklıydı ama bu kişiye göre değişen bir kavram değil mi. Ben onu yakışıklı buluyordum. Ve ben tamamen objektif olduğumdan emin olamıyordum artık.

Hani kitaplarda neredeyse ilahlaştırılan karakterler olur, ultra yakışıklı ve ultra güzel ve yoldan geçen her bir birey onlara âşık olur. Çünkü onları beğenmemek söz konusu bile olamaz.

Oysa kimseyi, hiç kimseyi dünyada ki herkes beğenmez. Her zaman illa ki çirkin, tipsiz bulan birileri vardır. Şimdi merak ediyordum, ben de mi aynını yapmıştım.

Mükemmel derecede yakışıklı olması benim bakış açım mıydı sadece?

Öyle olsa ne yazar ki diye düşündü iç sesim. Çok yazar. Bütün dünyanın ultra yakışıklı olduğunu düşünmesi benim bunu kabul etmemi kolaylaştırıyordu çünkü.

Yakışıklı işte mecbur kabul etmek zorundayım diye düşünebiliyordum. Ama ultra yakışıklı oluşunun sadece benim gözümden olma ihtimali beraberinde o kadar çok ihtimal getiriyordu ki.

Kes şunu!

Gözlerimi açtım bir hışımla. Ne yapmaya çalışıyorsun diye sordum kendi kendime. Kalbim hızla atıyordu. Ne zaman olmuştu bunlar ve ben niye hiç anlamamıştım.

O en başlardaki antipatik Zeyd kafamda ne zaman böylesine bambaşka birine dönüşmüştü?

Ben buna nasıl izin vermiştim?

Biraz önceki görüntüyü simsiyah bir poşete koyup aklımın en ücra köşelerine bırakacakken fark ettim üst üste yığılı tonlarca siyah poşeti. Onları oraya sürgün etmem hiçbir işe yaramamış meğerse. Çünkü hepsi hala aklımda orada.

Düşünmemek, görmemek, hatırlamamak için yokmuş gibi davrandığım her şey oradaydı. Seni merak ettim diyerek kapımda bulduğum Zeyd. Narin'le şakalaşan Zeyd. Benimle şakalaşan Zeyd. Kapısını her çaldığımda bana yardım eden Zeyd.

Çok güzelsin diyen Zeyd. Hastanede başımda bekleyen Zeyd. Sana çikolata aldım diyen Zeyd. Benim için kuş katlayan Zeyd. Beni sınamaya, poligona götüren Zeyd. Bana arabasını sürdüren Zeyd.

Hepsi oradaydı. Ve gözlerimi kapattığımda beliren görüntü hepsinin toplamı olan Zeyd'di. Benim çok çok derinlere gömüp yok saydığım Zeyd.

Çünkü ben en başlarda ki kendini beğenmiş antipatik, benimle uğraşan, beni provoke etmeye çalışan Zeyd'i kendimden uzak tutabiliyordum. Ama sempatik, düşünceli, ilgili, saygılı Zeyd'le ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu.

🎵'Kadere bak bilmem neden beni buldu, Alışırdı kendine git gide ben oldu, Sökemiyorum içimden kök saldı yüreğime, Zaman durdu hayat durdu aşk durdu, Kandırıyor beni kandırıyor, Yalanlarına inandırıyor, Duymuyor sözümü kör ediyor gözümü, Aklımı çeliyor bulandırıyor...' 🎵

Sonra tek eksik oymuş gibi iç sesim başladı konuşmaya. Sanki gerçekten bilmiyordun senden hoşlandığını. Sanki farkında olmamanın imkânı varmış gibi. Sanki benim söylememe gerek varmış gibi. Artık saçmalamaktan vazgeç. Sen bunun uzun zamandır farkındaydın. Ben de öyle. İkimizde sonuna kadar inkâr ettik. Ama artık inkâr edemezsin.

İnkâr edemezsin çünkü sen de onu seviyorsun.

🎵'Kadere bak bilmem neden beni buldu, Alışırdı kendine git gide ben oldu.' 🎵

Şiddetle kafamı iki yana salladım yine. Ardından bambaşka sözler geldi aklıma.

"Bak bir gün çok fena vurulacaksın. Biri bütün bu lafları yutturacak sana." "Çok beklersin." "Valla az ya da çok, ben beklerim. Sırılsıklam âşık olduğunu göreyim yeter."

"Acaba neden şu an bana bela okumuşsun gibi hissediyorum." "Ben sana şimdi buradan bir bela okuyacağım ha. Ya aşk diyorum, sen ne kadar ruhsuz bir insansın."

"Ne yazık ki benim için hiçbir anlam ifade etmiyor." "Büyük konuşuyorsun." "Ayh daral geldi. Ya biz bunu daha önce konuşmadık mı, euh dur bir düşüneyim... Bir 20 kez falan. Hatta 21de olabilir." "Bir kere, sadece bir kere ciddiye alsan beni." "Gece germe beni ya."

"Aman iyi, nasıl istiyorsan öyle olsun. O gün geldiğinde göreceğim ben seni. Sırılsıklam âşık olduğunda. Senin de kalbin senden bağımsız atmaya başladığında. O zaman sen bana geleceksin."

Öyle hızlı ayağa fırladım ki bir an tam olarak neden kalktığımı idrak edemedim.

O gün geldiğinde göreceğim ben seni.

Gece. Onu görmeliydim. Telefonu cebime sıkıştırıp anahtarı kaptım. Üzerime bir şeyler almayı bile önemsemeden kapıyı açtım sonra da donup kaldım.

🎵'Sökemiyorum içimden kök saldı yüreğime, Zaman durdu hayat durdu aşk durdu.' 🎵

Geriye doğru sendeledim. Hayır. Şimdi değil. Şimdi olmaz. Benim Gamze'yi görmem lazımdı. Görmemem gerekse bile görmeliydim.

"Bir yere mi gidiyorsun?" "Ne işin var senin burada?" "Her geldiğimde aynısını söylemek zorunda mısın?" dedi rahatsız olmuş bir tavırla. İçeri doğru geldiğinde farkında bile olmadan geriledim yine. "Bu saçmalığa bir son vermeye geldim."

Ayağımı arkaya atmıştım ama vücudum olduğu yerde kaldı. Sözleri doğruydu, bu saçmalığa bir son vermeliydi. Vermeliydik. Ama kast ettiği şeyin benimde kast ettiğim şey olmadığı kesindi. Gözlerindeki kararlılık korkutucuydu.

"Merak ediyorum, söylesene bana, sesimi duymak sana ne yapıyor?" Gözleri sorarcasına gözlerimle buluştuğunda kalp atışlarım hızlandı.

🎵'Kandırıyor beni kandırıyor, Yalanlarına inandırıyor.' 🎵

Sonra bana doğru yürürken yavaş yavaş olduğum yerden bir milim kıprayamadın. Tam karşımda durdu. "Beni görmek sana ne yapıyor?" Nefes alışlarım düzensizleşti.

🎵'Duymuyor sözümü kör ediyor gözümü.' 🎵

Gözlerini gözlerimden ayırmadan elini kaldırdı. Parmak uçları yavaşça dokundu yanağıma bir tüy misali. Tam elmacık kemiklerimde gezinince içimde tuttuğumu bile fark etmediğim nefesi verdim titrek bir şekilde. "Dokunuşlarım sana ne yapıyor?"

🎵'Aklımı çeliyor, bulandırıyor...' 🎵

Kafamı hafifçe yana doğru çevirdiğimde havada kalan eli yanına düştü. Sesini duyduğumda en sevdiği şarki televizyona çıkmış çocuklar gibi bir sevinç kaplıyor içimi. Anlamsız bir coşku sarıyor bedenimi.

Ama bunlar parmak uçlarının dokunduğu yerlerle kıyasen bir hiçti. Çünkü o dokunuşları hala hissedebiliyordum sanki. Sanki o uzuvlarım daha önce yoktu da dokunuşuyla bana katmıştı onları.

Kahretsin böyle hissetmemeliydim.

Kendimi onda kaybediyordum yavaş yavaş. Ve o bunu çok iyi biliyordu. Bana ne yaptığını öyle iyi biliyordu ki, ne yapması ne söylemesi gerektiğini de biliyordu. Yazdığı notlar bile içimde bir yere dokunuyordu.

Bana doğru eğilip yüzünü yüzüme yaklaştırdığında dünyam sadece gümüşten ibaretti. Şimşekli, yağmurlu ve sisli o renk. "Bu kadar güzel olmamalısın," diye fısıldarken yüzüme değen nefesiyle ürperdim.

Geri çekilmek istedim ama bağı çözülen dizlerim buna izin vermedi. "Aklımı alıyorsun... Eğer buna devam edersen ben de senin aklını alırım. Yanına bırakmam."

Nefes almayı unutur mu insan?

Unutuyormuş. Ben unuttum. Doğduğumdan beri bildiğim ve yaptığım bir şeyi unuttum o an. Nasıl nefes alınıyordu ki?

"Kes sunu!" dediğimde sesim pürüzlü ve titrek çıkmıştı. "Neyi?" derken sesi de bakışları da ne olduğunu gayet iyi bildiğini vurguluyordu. Yutkunmaya çalışırken kararlı bakışları bir saniye gözlerimi bırakmadı.

"İkimizin de bildiğini inkâr etsene hadi. Senden etkilenmiyorum desene. Ki desen bile görebiliyorum. Ama gözümün içine baka baka inkâr edeceksin ya; bunu da biliyorum."

Telaşla gerileyerek bacaklarım masaya değene kadar katabileceğim kadar mesafe kattım aramıza. Bu sözlerden sonra ne diyebilirdim ki. Bana artık söyleyecek hiçbir şey bırakmamıştı.

"Gitsen iyi olacak..." dedim fısıltıyla.

Bir korkak gibi yine kaçmayı seçtim. Kendime yaptığım bütün itiraflardan sonra bile yapabildiğim tek şey kaçmaktı. İnanamayarak gülerken ellerini iki yana açtı umutsuzca.

"Bu kadar mı korkuyorsun beni sevmekten?"

*****

Continue Reading

You'll Also Like

6K 740 16
"Seni seviyorum." "Bir daha söyle." "Ece, seni seviyorum lan!" "Elinin körü!" Bir hışım önüme dönüp ayağımı sertçe yere vurdum. "Kestik!" Gürkan hoca...
39.4K 2.7K 50
TAMAMLANDI / 01.06.2023 Bir hacker ve bir bilgisayar mühendisinin Gizem, aksiyon ve aşk dolu muhafazakar hikayesi... Kimsenin cesaret edemeyeceği bi...
1.6K 98 1
❝Belki birazdan ölürüm, sen her yazdığımı veda say..❞ Hiç hesapta olmayan bir şey olmuş. Ve aşk.. Onları pençesine alıvermişti.. 05. 01. 2022 #hayvan...
207K 16.4K 39
"Neden bana soğuk davranıyorsun? Bilmiyorum, aklında ne var ama kırıcı oluyor. Benimle yan yana olmaktan hoşlanmıyor gibisin. Ben sadece güzelce şiir...