fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

L| together

1.6K 168 131
By carmenfkahlo

CALUM

Becerdiği yaver çocuğa doğru kendisini son kez daha ittirdikten sonra içinden çıktı ve pantolonunu toparladı. Çocuğun ilki olduğu için pek fazla zevk alamamıştı Calum. Yine de bu bokluğun içinde idare eder.

Yaver çocuk pantolonunu toparlarken "Adın ne?" diye sormuştu.

"Jo, lordum."

Lordum. Calum bu kelimeye hala alışmaya çalışıyordu. Babası o gece öldüğünden beri hanenin başında olan kendisiydi. Aslında bundan memnundu, babasının ölmesinden yani. O lanetli yaşlı adam, iğrenç esprileri ile kudretli Hood Hanesi' ni rezil etmekten başka bir işe yaramamıştı. Hoodların başına Calum gibi bir savaşçı yakışırdı. Onun kadar güçlü, onun kadar cesur ve yakışıklı.

"Dinle, Jo. Bu mesele eğer kulağıma gelirse sana neler yapabileceğimi tahmin edebiliyor musun?"

"Asla kimseye söylemeyeceğim lordum."

"Güzel. Yarın sabah tekrar gel fakat gelmeden önce bir banyo yap."

Çocuk kokuyordu.

"Emredersiniz lordum." Jo dışarı çıktıktan hemen sonra Calum üzerini toparlamaya devam etti.

Erkeklere ilgi duyuyordu, evet. Fakat lanetli babası David Hood ölmeden önce kendisini bir şekilde evlendirmeyi başarmıştı. Çünkü oğlunun hayatını daha da çukura gömmeliydi.

Uzun Yay Kalesi' nde kalan karısı Cindy, diyarın en güzel kızlarından birisi olsa da Calum ona karşı bir parmak kadar ilgi duymuyordu. Ve artık bir lord olduğuna göre varisi de olmalıydı ama bu nasıl olacaktı hiçbir fikri yok.

Kılıcını kemerine astıktan sonra çadırından cesur adımlarla dışarı çıktı. Çevredeki diğer çadırlar adeta araziyi süslüyor, etrafta dolanan askerler birbiriyle şakalaşıyor, içki içiyor ya da yemek yiyordu.

Burada olmaktan nefret ederdi. Kendi kalesinde oturup etrafa emir dağıtması gerekirken burada Viking sorunları ile uğraşmak... Bir gün ansızın uyanmış ve üstadın getirdiği mektuptan krallık emrini görmüştü. Kalesindeki yüz sağlıklı adamla birlikte orduya katılmış ve bir an önce bu Viking sorununun bitmesini dilemişti. Beyaz Kale onlarda olduğu sürece bu imkansız gibi görünüyor. Beyaz Kale gibi bir yapı hileler dışında sadece kuşatma ile ele geçirilebilirdi ve kuşatma çok, çok uzun bir zaman alan olaydı.

Ashton' un çadırına doğru yürürken çevredeki askerleri izledi. Adamlar dinç ve güçlüydü. Ancak karşılarına Ragnar Lothbrok gibi gerçek, savaşçı bir Viking çıktığında ne kadar dayanabilirlerdi emin olamadı. Onun hakkında hikayeler duyuyordu bazen. Beyaz bir ayının postunu giyer ve örgüler halinde beline kadar uzayan sarı saçları kış rüzgarlarında savrulurmuş. Onun için halkın adamı diyorlardı. Halkın yanında olan, halkın lideri, halkın destekçisi.

Bunlar krallık için iyi şeyler değildi. Bir krallığın yanında halk her zaman zayıf olmalıydı. Ama içlerinden bir lider çıkar ve halk da güçlü olur ise işte o zaman kaos başlardı.

Ve Ragnar Lothbrok halk arasında gün geçtikçe daha da yükseliyordu.

Ashton Irwin' in çadırına girdi. Arkadaşını sırtı ona dönük olacak şekilde masanın üzerindeki haritayı incelerken bulmuştu. Yanında Lord Kumandan Ramin vardı ve Lord Ramin, Kuzey Ordu Kumandanı Tom Hanks' in ölümünden sonra atanmıştı. Sadakatli Tom Hanks kurt kralı öldürüldükten sonra diz çökmeyi reddettiği için kafası uçurulmuştu.

Ashton' ın kalçasındaki bakışlarını kaldırdı ve yanına gittikten sonra onun için selam verdi. "Prensim."

Ashton kısaca ona bakıp başıyla selam verdikten sonra haritaya geri döndü.

"Kuşatma konusunda kararlı mıyız?"

Lord Kumandan Ramin başını onaylar anlamda salladı. "Ancak her medeni insan gibi hemen bugün bir elçi göndermeliyiz prensim."

Calum anında fikrini söyledi. "O barbarlar bize sadece elçinin kafasını gönderir."

"Gereksiz bir askeri göndeririz." dedi Ashton umursamazca.

"Öyleyse ben uygun bir asker bulmak için gideyim."

"Haber bekliyorum. Acele et." Lord Kumandan reverans yaparak çadırı terk etti.

"Bana kuşatmadan bahsediyorlar." dedi prens, şarabını içtikten sonra. "Ben savaş istiyorum. Ama onlar bana yıllar boyu sürebilecek bir kuşatmadan bahsediyorlar!"

"Başka bir yol yok."

"Başka bir yol her zaman vardır Calum. Kalenin içine sızmak zorundayız. Bu iş gittikçe uzuyor."

"Vikingler düşündüğümüz kadar aptal değil." Kaleyi ele geçirmişlerdi. Beyaz Kale' yi. Kimse bunun nasıl yapıldığını bilmiyordu. Kale içindeki herkes öldürülmüş ve kasabadaki halkın ise hiçbir şeyden haberi olmamıştı. "Muhtemelen geldiğimizi de biliyorlar."

Ashton şarabından birkaç yudum daha aldı. Olayı umursamıyor gibiydi. "Kamp takipçilerinden en güzel fahişeyi getir bana."

Prens her gün mutlaka bir fahişe ile eğlenirdi. Rhoslyn Clifford? O kadını hiçbir şeyi ile umursamıyordu. Arkadaşını tanırdı ve Rhoslyn Clifford meselesinin onun için sadece bir oyundan ibaret olduğunu bilirdi. Çünkü ona meydan okunmuştu.

Başlangıçta Rhoslyn buradan kaçmıştı. Ashton' dan. Ve sonra ejderhanın prensi de oyuna dahil olduğunda Ashton iyice saplantılı bir hale gelmişti. Keşke beni de Rhoslyn' e yaptığı gibi sikse.

Çadırdan çıkacakken "Calum." demişti prens.

"Evet?"

"İki tane getir."

"Emreder-"

Çadıra acele ve heyacanlı bir şekilde giren asker selam vermeyi unutarak gözlerini prense odakladı. "Prensim, hemen gelmeniz gerekiyor."

"Ne oldu?"

"Beyaz Kale' den gelen bir adam var. Viking olduğunu söyledi. Konuşmak için gelmiş."

Calum ve Ashton şüpheyle birbirine baktıktan sonra neredeyse koşar adımlarla çadırdan çıkarak askeri takip ettiler. Bir grup kalabalığın ortasındaki çelimsiz adamı gördüğü anda bunun gerçekten bir Viking olup olmadığını anlayamamıştı Calum. Adamın başı kel ve çuval gibi bol kıyafetlerinin arasındaki bedeni zayıf, kamburdu. Uzun bir dal parçasına tutanarak ayakta durabiliyordu. Bükük dizine bakılırsa topal olmalıydı.

"Kimsin sen?" dedi Ashton.

"Adım Lestat, prensim." Adam reverans yapmayı denedi fakat ortaya saçma bir görüntü çıktı. "Bağışlayın, ben topal bir adamım."

"Vikinglerden olduğun doğru mu?"

"Bir zamanlar, prensim. Fakat bundan pişmanlık duyuyorum."

"Burada ne işin var?" diye sordu Calum.

Adam buz mavisi gözlerini Calum' a çevirdi. Yüzündeki ifade acınasıydı. Zavallı adam.

"Beyaz Kale' den haftalar önce kaçtım. Daha doğrusu o canavarların arasından. Size bilgiler vermek için geldim. Ragnar Lothbrok kontrol altına alınamaz ise kuzeyin tamamı kaybedilecek."

Calum şüpheyle kaşlarını çatıp prense baktı. Ashton da şüpheli görünüyor ve durmaksızın adamı baştan aşağı süzüyordu.

"Oradan neden kaçtın?"

"Bana bakın, prensim. Bacağıma ne yaptıklarına bakın. Günlerce onların işkencelerine maruz kaldım. Ragnar halkın yanında olduğunu söylüyor fakat onun tek amacı kuzeyi ele geçirerek kendi saltanatını kurmak."

"Kale içinde kaç Viking adamı var?"

"Bin adam olmalı. Fakat durmaksızın sayıları büyüyor. Ragnar her yerde."

Ashton kılıcının kabzasını tutarak yanındaki askere döndü. "Misafirimize benim çadırımda sıcak bir yemek ve şarap ikram et. Uzun bir sohbet edeceğiz."

SHAWN

Güneş doğdu ve gözlerini açtı. Gece uyuduğu da pek söylenemezdi aslında. Bir ağacın dibine su akıttıktan sonra her gün yaptığı gibi şınav ve mekik çekti. Yüzlerce kez. Bedeninin acıdan uyuşmasına ihtiyaç duyuyordu. Kalbindeki hissizlik onu insan gibi hissettirmezken kaslarının acısı onun hala insan olduğunu bağırıyordu.

Dün avladığı tavşandan kalan küçük bir parça eti yedikten sonra aygırına bindi ve yola devam etti. Nereye gittiğini bilmiyor, sadece ilerliyordu.

Gün batımına doğru bir kasabanın yanından geçtiğini fark ettiğinde aygırını kasabaya doğru yönlendirdi. Birkaç parça eşyaya ihtiyacı vardı aslında. Buradan her şeyi temin edebilir ve tekrar yola çıkabilirdi.

Kasabanın girişindeki taş kuyudan su çeken yaşlı bir adamın zorlandığını gördüğünde aygırından aşağı atlayarak adama doğru yürümüştü.

"Bırak, yardım edeyim."

"Ah, seni tanrı gönderdi çocuk."

Tanrı değil, ben kendim geldim.

Kuyudan kolayca suyu çekti. Bu sırada "Bu kasabanın adı nedir?" diye sordu.

"Burası Sessiz Kasaba' dır. Gezgin misin?"

"Evet, buradan geçiyordum."

Sessiz Kasaba. Güneye doğru ilerlemişim. Sessiz Kasaba, hala Hoodların bölgesinde kalıyor ve Shawn bir an önce bu bölgeden kurtulmak istiyordu.

"Bu gece kasabada kal evlat. Geceleri bu bölge soğuk olur."

"Dondurucu soğuğu birçok kez atlattım. Bana etki etmiyor."

"Damarlarında saf kuzey kanı akıyor olmalı. Babam, annemin bir güneyli olduğunu söylerdi. Belki de hala bu yüzden çok üşüyorum. Biraz biram var. İster misin?" Yaşlı adam kemerinde asılı olan deri matarayı çıkararak uzattığında Shawn matarayı alarak başına dikti.

"Teklifim hala geçerli. Bu gece diğerlerinden daha soğuk olacakmış. Evime gel. Karım çok güzel çorba yapar."

"Tamam." dedi Shawn. Sıcak bir çorba, sekiz günlük soğuğun sonunda iyi olabilirdi.

Yaşlı adamı aygırına bindirdi. Yürümekte zorlandığı görülebiliyordu. Yaşlı adam böyle bir kibarlığı reddetmek istese de Shawn ısrarcı oldu. Bu adam onun insanlarından birisiydi sonuçta.

"Adım Valor. Yaşlı Valor, derler bana. Ya sen kimsin?"

"Sean. Sadece Sean."

"Nereden geliyorsun?"

"Daha kuzeyden."

"Daha kuzey, daha soğuk. Gelmekte iyi yapmışsın. Fırsatın varsa daha da güneye in."

"Muhtemelen öyle yapacağım."

Ya da daha doğu, ya da daha batı. Shawn ne isterse.

Yaşlı Valor evine varana dek hayat hikayesini anlattı. Her ne kadar sessizliğe muhtaç olsa da Valor' un her cümlesini dinledi ve gerektiği zamanlarda yorumlarını dile getirdi. Belki de böylesi daha iyiydi. Konuştukça aklından çıkarmayı başaramadığı bazı düşünceleri göz ardı edebiliyordu.

Yaşlı Valor' un küçük kulübesi Jeremain ve Peeta' nın evinden bile çok daha küçüktü. Ama içerisi sıcak ve her alanı lezzetli bir koku ile sarılıydı.

"Nina?"

Odanın içindeki bir kapı açıldı ve adı Nina olan yaşlı bir kadın ortaya çıktı. Gülümseyerek kocasının yanına gelip Shawn' ın yüzünü incelemişti.

"Evimize hoşgeldin küçüğüm. Adın nedir?"

"Sean. Beni evinize kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Yarın gün doğumu ile birlikte tekrar yola çıkacağım."

"Burada istediğin kadar kalabilirsin." dedi Valor. Bunu yapamazdı. Kendisi lanetliydi ve bu iyi insanların da ölümüne neden olmak istemiyordu.

"Burada hala iyi insanlar var Nina. Kuyudan su çekmeye çalışırken Sean durdu ve bana yardım etti. Üstelik buraya gelene kadar kendisi yürürken beni de zorla aygırına oturttu."

"Bunlar önemli şeyler değil."

"İnsanlar, insanların yüzüne bakmaz hale geldi küçüğüm." demişti Nina kederle. "İyi insanlar gideli çok oluyor. Ama işte sen buradasın. Lütfen keyfine bak. Akşama doğru karnını doyururuz."

"Teşekkür ederim. Ama akşam olmadan kasabaya gitmem gerekiyor. Birkaç parça şey aldıktan sonra çorbanızı içmeye gelebilirim."

"Neye ihtiyacın var? Belki sana yardımcı olabiliriz."

"Yolculuk için birkaç malzeme sadece. Akşam olmadan hemen dönerim." diyerek dışarıda bağlı olan aygırını burada bırakmaya karar verdi ve yürüdü. Zavallı hayvan çok yorgundu ve kısa bir yürüyüş için onu zorlamak istemiyordu.

Kasabaya kısa sürede vardığında bir demirci buldu ve dört bakıra iyi sayılabilecek bir hançer aldı. Hançeri almadan önce iki altını ve bir gümüşü vardı yalnızca. Parasını idareli kullanması gerekecekti. Fakat sürekli yolculukta olacağı için sağlam çizmeler de almak zorunda kalmıştı. Ayağındaki eski çizmeler suyu içine alıyor ve ayakları da bununla birlikte donuyordu.

Bir manavdan Valor ve Nina' ya teşekkürlerini sunmak adına sebze ve meyve aldı. Bunun gerekli olmadığını biliyor fakat onların bu iyiliğin altında ezilmek istemiyordu.

O sırada manavın önünden geçen iki Hood askerini fark etti. Sağdaki adamın rütbesi yüksekti ve gururla yanındakine işgal gecesini anlatıyordu. Shawn' ın kalbinde bir şimşek çaktığında sebzeleri birazdan alacağını söyleyerek iki askerin peşine takıldı.

"...sonra Kral Irwin ona hediyesini verdi. Kurdunun kafasını. Piçin yüzünde oluşan ifadeyi görmeliydin arkadaşım. Çılgına dönmüş bir halde Kral Irwin' in hücrelere götürülmesini emretti."

"Tabi kimse onu dinlemedi, değil mi?" demişti rütbesiz olan.

"Evet, kimse onu sikine takmadı. Ve Jarah Irwin "Sen ve yumuşak oğlunun devri bitti. Artık benim devrim başlıyor." dedi. Evet, aynen böyle söyledi."

"Sonra?"

"Sonra ben ve Carlo, piçin kollarından tutarak onu masaya bastırdık. Kafasını Jarah Irwin aldı. Her bir anını gördüm Benjamin. Her bir anını."

Yol ayrımına geldiklerinde yanından geçtiği bir kulübenin ardına saklandı.

"Bu kasabada tek bir genelev var. Kızları güzel değilmiş fakat bununla idare edeceğiz artık."

"Evet, idare edeceğiz."

"Öyleyse bu gece görüşürüz arkadaşım."

"Mutlaka gel."

İki asker sonunda ayrıldığında daha da buza dönüşmüş kalbi ile birlikte kasabanın yanından geçen Gözyaşı Nehri' ne gitmişti. Orada dizlerinin üzerine çöktü ve durgun sudan kendisine baktı. Boyalı sarı saçlarına.

Ben kuzeyin Mendes' iyim, dedi kendine. Manuel Mendes' in tek oğlu, kurdun soyundan gelen. Ve kuzeyin gerçek kralı.

Belinde asılı olan hançerini kınından çıkardı. Uzamış sarı saç tutamlarını tuttu ve hançeri ile kesti. Hiç düşünmeden, her tutamı. Sonra başını ıslattı ve hançerini yatay kullanarak kısa saçlarını da kendisinden söküp aldı. Geriye sadece diplerinde birer diken gibi görünen kahverengi saçları kalmıştı.

Sen bir kurtsun, diye tekrarladı içinden, yansımasına bakarak. Başının belli noktalarından yüzüne doğru kan akıyor ve acı, onun canlı hissetmesine neden oluyordu.

Bir kurt ol. Bir kurt gibi cesur ve güçlü.

Ayağa kalktı. Manavdan istediklerini aldıktan sonra Valor' ın evine geri döndü. Onun yeni halini gördüklerinde tanımakta zorlanmışlar ve sonra işi şakaya vurarak aldıkları için onu teşekküre boğmuşlardı. Nina öylesine mutlu oldu ki, aldığı malzemeler ile güzel yemekler yaptı ve birlikte eğlenceli sohbetlerle dolu bir akşam yemeği yediler.

Gece yarısına doğru bu iki yaşlı çift erkenden uykuya dalmıştı. Bundan fırsat bilen Shawn pelerinini üzerine geçirerek kulübeden çıktı ve kasabanın merkezine doğru yürüdü. Kalbi göğsünü parçalayacak derecede hızlı atıyordu.

Yanından geçtiği bir adama genelevin yerini sordu. Adam onu tuhaf bakışlar ile incelemiş ve ardından iki sokak ötede olduğunu tarif ettikten sonra yoluna devam etmişti.

Yürüdü. Hızlı ve nefret dolu adımlarla yürüdü. İki sokak ötedeki genelevi bulur bulmaz karşı külübelerden birisinin gölgesinde pusuya yattı. Gözlerini kırpmadan zevk evinin kapısını izliyordu. Tıpkı Valor' un dediği kadar soğuk bir geceydi üstelik. Ama Shawn vahşetle yanıyor, kış soğuğu demir bedenine işlemiyordu.

Orada ne kadar kıpırtısız bir halde durduğunu bilemedi. Fakat rütbeli asker sonunda kapıdan çıktığında keyifle aletini okşamış ve merdivenlerden inerek sokak boyunca yürümeye başlamıştı. Saklandığı yerden yavaşça çıkan Shawn sessiz adımlar ile adamın arkasından yürüdü. Aralarında beş ya da altı metre kadar fark vardı.

Asker deri matarasının içindeki içkisinden büyük yudumlar aldığında köşeden döndü ve bir sonraki sokaktan yürümeye başladı. Gözlerini ondan alamıyor, şu an, dünyada ondan başka kimse yoktu. Sadece Shawn ve rütbeli asker.

Hançerini kınından çekti, aralarındaki mesafeyi hızlı adımlarla kapattı. Hançerini askerin beline sapladığı anda bir küfür savuran adam yarasını tutarak hızla Shawn' a döndü ve yüzüne bir yumruk attı. Yumrukla savrulup ağzında kan tadı alan Shawn kısa sürede hemen toparlanıp kendi yumruğunu indirdi. Adam yere düşmüş ama pes etmeden ayağa kalkmaya çalışmıştı. Sarhoş ve yarısı hızla kanıyor ama yaşama iç güdüsü ona bir şekilde güç veriyordu.

"Bu ne cüret! Seni sikeceğim çocuk! Seni ve anneni sikeceğim!"

Ayağının altı ile adamın yüzüne vurdu ve bir kırılma sesi işitti.

"Burnum. Burnum! Seni orospu çocuğu piç! Orospu çocuğu!"

Ayağa kalkacak gücü kalmamıştı. Buna rağmen yakasından tutarak onu tek koluyla kaldırmayı başardı ve adamı arkasındaki yanmış kulübeye doğru ittirdi.

"Yardım e-"

Kolunu adamı boğazına bastırırken diğeri ile yardım çığlığı çıkan ağzını kapattı. Korkudan dolan gözleri bir diyar kadar büyüktü.

"Gözlerimin içine bak." dedi Shawn. "Kim olduğumu söyle."

Asker onun gözlerini içine bakamıyordu. Boynundaki kolunu çekip adamın yarasına bir yumruk geçirdiğinde elinin altındaki ağızdan acı dolu boğuk bir ses çıkmıştı.

"Gözlerimin için bak. Kim olduğumu göreceksin."

Durmaksızın hareket halinde olan gözlerini Shawn' ın gözlerinde sabitledi. Bir müddet sessiz kaldı ve gözleri mümkünmüş gibi daha da büyüdüğünde titreyerek ağlamaya başladı.

"Beni tanıdın." dedi Shawn gülümseyerek. "Yumuşak Prens. Beni hatırladın mı? Hatırladıysan başını salla."

Adam başını salladı.

"Güzel. Çünkü birazdan öldüğünde bunu kimin yaptığını bilmelisin. Bana yalvaracak mısın? Ha? Yalvaracak mısın? Başını salla."

Adam başını salladı.

"Şimdi elimi çekeceğim. Ama çığlık atmayacaksın. Bunun bedelini ölmeden ödersin. Anladın mı? Anladıysan başını salla."

Adam başını salladı.

Shawn elini adamın ağzından çektiğinde asker uzun bir süre kekeledi, ağzından çıkan hiçbir ses bir sözcüğü oluşturamadı.

"Nasıl?" demişti zar zor. "Nasıl? Nasıl?"

"Zevkli miydi? Her bir anını izlemek. Bu sana çok mu keyif verdi? Cevap ver."

"Ben. Ben. Ben. Nasıl?"

"Cevap ver. Seni öldüreceğim. Yemin ettiğin kralın ölümünü izlemek sana ne hissettirdi? Onur ve gurur mu?"

Shawn iki adım geri çekilerek adamın haline baktı. Korku dolu yaşlar yanaklarına doğru akmaya devam ediyor, tüm bedeni eş zamanda titriyordu.

Ve adam dizlerinin üzerine çöktü. "Majesteleri, izin. İzin verin. Lütfen. Kılıcım sonsuza kadar. Ebediyen. Sadakatim. Sizin olsun."

Shawn hançerini kınına geri soktuğunda askerin yüzünde oluşan rahatlamayı, kemerinde asılı olan baltasını çıkardığında ise dehşeti gördü.

"Kralın olduğumu kabul ediyor musun? Cevap ver."

"Ediyorum. Ediyorum Majesteleri."

Öyleyse Shawn da onu idama mahkum ediyordu.

Baltasını kaldırdı ve adamın kafatasına indirdi. Beyin parçaları etrafa saçılmış, kafası adeta parçalara bölünmüştü. Tek seferde yapmıştı bunu. Öfke ona güç veriyordu.

Baltasını geri çekip adamın belindeki para kesesini aldıktan sonra arkasını döndü ve yavaşça nehre doğru ilerledi. Elinde kanlı bir balta. Adımları yorgun. Ve yüzünde tatmin olmuş bir tebessüm ile.

Bir zamanlar insan hayatına değer verirdi. Şimdi insanların hayatını alıyordu kendi elleriyle. Hayat gerçekten çok garip.

Nehrin kenarındaki bir taşa oturup cebindeki bir parça bezi çıkardı. Nehir suyu ile ıslattığı bezi sıktıktan sonra baltanın metalini temizlemeye koyuldu.

Gözlerinin önünde babasının yüzü vardı. Annesinin, Aaliyah' ın, bebek Daphne' nin, Snow' un ve Diega' nın.

Diega.

Shawn' ın gözleri dolmuştu.

Diega' m. Ateşle öpülmüş.

Gözyaşları içine aktı. Bir damla düşmemişti dışarıya. Ve düşüncelerini anında dağıtarak baltasına odaklanmıştı. Güçlü olmalıydı. Herkesten çok daha güçlü, bir kurt gibi olmalıydı.

ZAYN

Sıcak bir banyoda -üstelik yalnız kalabildiği bir odada- yıkanmış, sorulmaksızın önüne onlarca yemek bırakılmıştı. Ve tüm bunların nedenini anlamakta zorluk çekiyordu. Amcası, kraliçe ile korsanın arkadaşı olabilirdi evet ama bu onlara kendisiyle ilgilenme gereksinimini vermiyordu.

Her şey bir tuzakmış hissine kapılıyordu bazen ama umursamayı bırakalı çok oluyordu bu durumu. Fırtına çıkıp Arno' nun öldüğü anı gördüğünden beri tüm umutları sönmüştü. Üstelik burada güçlü insanların arasındaydı. Eğer bu bir tuzaksa bile kaçamayacak kadar güçsüzdü. Sürekli saklanmaktan da bıkmış, bu sebeple her şeyi tanrıya bırakmıştı. O yaşamasını istiyorsa bir şekilde hayatta kalırdı zaten.

Banyosunu yaptıktan sonra evindeyken uyuduğu kadar rahat olan bir yatakta gün batımına kadar çırılçıplak uyumuş, her zamanki gibi yaverlik görevini yapan Deiondre gelip onu uyandırana dek orada kalmıştı.

Odasına bırakılan kıyafetleri giydi. Siyah deri pantolon, bağcıklı deri çizmeler, korsanların giydiği türde bol bir beyaz gömlek ve üzerine de gümüş metaller ile süslü, siyah deri bir ceket giymişti. Beline siyah deri kemerini bağlayarak Blackfire' yı ve hançerini de kemere astı. Ve son olarak da omuzlarına kadar uzamış olan saçlarının kulaklarının yukarısında kalan bölgedeki tutamları bir lastik ile topladığında gerçek bir korsan gibi görünüyordu.

Odadan çıktıklarında onları yönlendirmek için gelen bir hizmetçiyi takip ederek büyük bir yemek salonuna girdiler. Ejderha Kalesi' nin salonlarındaki kadar büyük olan bir masa Zayn' in karşısındaydı ve kraliçe ile korsan oturdukları yerden şaşkınlık dolu gözlerle Zayn' i inceliyorlardı.

Bende bir tuhaflık mı var?

Bakışları umursamadan masaya doğru yürüdü. Dei ondan önce davranarak Zayn' in oturacağı sandalyeyi çektiğinde "Teşekkürler Dei." demiş ve sandalyeye oturup arkasına yaslanmıştı.

Gözlerini masadan ayırmadan "Yanıma otur." dedi yaverine.

"Ama Majesteleri-"

"Otur, dedim."

Dei mahcup bir şekilde Zayn' in yanındaki sandalyeye oturdu.

"Deiondre' ye de bir servis açılmasını istiyorum."

Kraliçe Regina siyah gözlerini hizmetçisine çevirerek başını hafifçe salladı ve kısa bir süre sonra Dei için de servis açıldı.

Önündeki tavuk buduna uzanıp koca bir ısırık aldığında gözlerini yumdu ve tavuğun o lezzetini hafızasına kazıdı. Uzun zamandır iyi şeyler yemiyordu.

"Uzun bir süredir yolculukta olmalısınız." dedi kraliçe ne diyeceğini bilemeyecek kadar gergin bir halde. Şarabından yudumlar almıştı.

"Evet, çok uzun bir süredir."

"Yakalanmaman bir mucize." dedi Kaptan Hook.

"Şanslı ve zekiyim."

Dei gülümsedi.

Uzun bir sessizlik olduğunda herkes sadece yemeğini yemiş, Zayn ve Dei her çeşitten birer parça almışlardı. Öylesine açlardı ki tüm bir dünyayı yiyebilirlerdi.

"Bunların hepsi nasıl oldu?"

"Çok uzun bir hikaye."

"Gece de hikayen kadar uzun."

Gözlerini oldukça tanıdık gelen bu yüze çevirdi. Siyah gözler. Siyah saçlar. Zayn nereden hatırlıyordu bu kadını? Bir rüyadan mı?

"Alev Söndüren adındaki bir savaş borusu şehrimi inlettiğinde isyan da çıktı ve... Anlamak zor değil. Ejderhalar öldü. Aslanlar tahtımı çaldı. Ben de dostlarım sayesinde kaçmayı başardım."

"Ejderhan var mıydı?" diye sordu korsan. "Yani bağlı olduğun bir ejderha."

Anghrist. Zayn onu hatırladı ve tekrar hüzünlendi. Tatlı küçük canavarını çok özlemişti.

"Vardı. Mükemmel bir ejderhaydı üstelik."

"Onun ölmesi senin için çok acı olmalı."

Birkaç yudum rom içip "Ejderham ölmedi." dediğinde Regina ve Hook' un neden böyle abartılı bir şaşkınlık yaşadığını anlamamıştı.

"Şimdi nerede öyleyse?"

"Bilmiyorum. Keşke bilseydim... Ve keşke biraz daha akıllı da olabilseydim. Babam öldürüldüğünde bir şeyler olacağını anlamam gerekiyordu."

"Kim? Kim öldürdü?" dedi kraliçe daha da şaşırarak.

"Aslanlar elbette. İsyan için zemin hazırlıyorlardı, bu çok akıllıca ve işe yaradı." Burnunu çekip bıçağını masaya bıraktı. "Ve sonra doğuya kadar gelip bir gemiye bindim. Fırtına gemiyi parçaladı. Şimdi de buradayım."

Hook derin mavi gözleri ile Zayn' i dikkatle süzdü. "Burada ne yapmayı planlıyorsun?"

"Yapacak hiçbir şeyim yok."

Regina çatalını ve bıçağını tabağının üzerine bırakarak arkasına yaslandı. Dik duruşu ve kendinden emin bakışlarını gördükçe Zayn onun güçlü bir kadın olduğunu düşünüyordu. Öyle olduğuna da emindi aslında.

"Krallığını onlardan geri almayacak mısın?"

"Bunu yapacak kadar güçlü değilim."

"Tahtını birlikte geri alacağız öyleyse."

Herkes yemeyi keserek şaşkınca Regina' ya döndü. Kararlı görünüyordu. Fakat gözlerinin içine bakıldığında ne düşündüğünü anlamak kolay değildi.

"Ne?" diye sordu Zayn. Sesi bir fısıltı kadar sessizdi.

"Tahtını alacağız." Regina oturduğu sandalyeden kalkıp salonun bir köşesindeki masanın üzerinden rulo haline getirilmiş kağıdı alarak geri döndü ve Zayn' in önündeki tabağı ittirdikten sonra önüne bir harita koydu. İnce parmaklarını Greenland' in doğu kıyılarında gezdirmişti.

"Kıyıya ayak bastığında kim sana kapılarını açar?"

Zayn başını haritaya eğdi. Baktığı ilk yer Meşe Limanı' nın olduğu bölge olmuştu. Parmağı ile orayı gösterdi. "Horanlar. Her zaman destekçim olmuştur."

Zayn inanamıyordu. Duydukları gerçek miydi? Regina bir şaka mı yapıyordu yoksa?

"Güzel. Evet, çok güzel." Tekrar yerine oturdu.

"Killian, hazırlıkların başlatılmasını istiyorum. En kısa zamanda yola çıkıp şehirlerimize ziyaretler düzenleyeceğiz ve bize ne kadar destek vereceklerine bir bakacağız."

Korsan sandalyesinde biraz daha dikleşti ve yüzündeki somurtu her noktaya yayıldı. "Senin gelmene gerek yok. Ben hallederim."

"Hayır, bizzat ben ilgileneceğim. Zaten şehirleri ziyaret etme zamanı da gelmişti."

"Neden bunu yapıyorsunuz?" diye sordu Zayn. Anlamıyordu. Aklı hiçbir şeyi almıyordu. Ve Regina neden kendini suçlar bir haldeydi? Neden öyle bakıyordu kendisine?

"Zion bize hayat verdi ve borcumuzu ödemenin zamanı şimdidir."

Hook rom dolu bardağını da alarak kabaca sofradan kalktı ve öfkeyle salondan çıktı. Böyle bir tepkinin nedenini de anlayamadı.

Düşünmesine fırsat vermeden tekrar konuşmuştu Regina. "Tahtın için savaşacak mısın? Bunu gerçekten istiyor musun?"

"İstiyorum." dedi Zayn.

İstiyordu ve savaşmak için hazırdı.

Continue Reading

You'll Also Like

239K 9.1K 76
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
1.6M 110K 29
Başkomiser Han Jisung ve seri katil Lee Minho
11.8M 576K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
91.1K 17.7K 15
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting