Arıza tespit

By BookGanstas

1M 54.6K 6.2K

Gümüş rengindeki gözleri beni ilgiyle süzerken, "Neden tamircilik?" diye bir soru yöneltti. Birkaç saniye öl... More

👉1. Akü
👉2. Tamirci Kız🔧
👉3. Yüzleşme
👉4. Sözleşme📃
👉5. Yavuz
👉6. Yeni iş
👉7. Baskın
👉8. Tamirhane🛠
👉9. İş tulumu
👉10. Le petit palais🍽
👉11. Arkanlar
👉12. Arabaya bin🚘
👉13. Yangın🔥
👉14. Kısır
👉15. Tapu📄
👉16. Garaj
👉17. İmza✍
👉18. Game over☠
👉19. Açıklama
👉20. Emre
👉21. Bar🔮
👉22. Küçük oyun🤝
👉23. Tanışma🙋
👉24. Benimlesin
👉25. Sırılsıklam âşık💕
👉26. Gece ve gündüz
👉27. Aşk mı illüzyon mu❓
👉28. Kutu kutu pense💃
👉29. Ne hissetmeliyim❓
👉30. Söz
👉31. Sarışın kaplan🐯
👉32. Saf mısın❓
👉33. Kaç kaç🏃
👉34. Merak ediyorum
👉35. Paintball🔴
👉36. Paintpall🔵
👉37. Tabu
👉38. Belçıka çikolatası🍫
👉39. Aylin nerede❓
👉40. Çok güzelsin
👉41. Psycho🔫
👉42. Bırakma beni
👉43. Zıt kutuplar
👉44. Günaydın prenses👸
👉45. Çiçek💐
👉46. Uyuyalım💤
Yeni hikaye!
👉47. Korkak
👉48. Origami
👉49. Kaslı prenses
👉50. Şekerli mısır
👉51. Küçük prens
👉52. Sen kimsin❓
👉53. Sana aşığım💗
👉54. Sıyah gerbera
👉56. Saat 12🕛
👉57. Korkuyorum sevmekten
👉58. Teslim ol
👉59. Biberli buluşma
👉60. Krep🥞
👉61. Seni seviyorum🖤
👉62. Kavga
👉63. Umut
👉64. Sevimsiz
👉65. Aile
👉66. Bana aşık mısın❓
👉67. Güzel bir gün🎀
👉68. Gelecekten bir gün - SON
Özel bölüm

👉55. Masal🏰

8.8K 606 54
By BookGanstas

Zile ne kadar bastıysam kapıyı sinirle açtı Yavuz. Beni görünce ise kollarını birbirine bağlayıp sırıtmaya başladı. Elimde ki saklama kabını uzattım. "Al." Yüzündeki ifadeyi silmeksizin, "Senin kek yapmanı geçtim tam yedide kapımda olman biraz garip değil mi?" diye sordu pişkin pişkin

Neden? Ben gayet dakik bir insanım zaten.

Ona anlamamış gibi bakmaya çalışarak, "İşlerim vardı anca yetiştirdim," derken gözlerim içeriyi aradı. Farkında olmadan ayak parmaklarımın üstüne çıktığımı Yavuz'un, "İçeride değil merak etme," dediğinde fark ettim.

Tekrar ayaklarımın üstüne düştüm. Zeyd 'in burada olduğunu düşündüğümü düşünmüştü. Hiç güleceğim yoktu. Ağzımı açamadan kolumdan tutup içeriye sürükledi beni resmen. "Çok vaktimiz kalmadı. Çabuk olmamız lazım."

Bir yandan konuşuyor bir yandan da arkama geçmiş omuzumdan beni salona doğru yönleniyordu. Salona vardığımızda gördüğüm manzarayla şok olmamla birlikte Yavuz'a döndüm. İki kolumu birbirine dolayıp ayağımla ritim tuttururken sabırsızca bekledim.

Yavuz bunun ne anlama geldiğini gayet iyi biliyordu ki hemen başladı açıklamaya. "Bak bu İpek sana bugün hazırlanmanda yardım edecek. Elbisen bile hazır. Sen sadece mızmızlanma yeter, her şeyi o yapacak."

Baştan anlat, nereye gidiyoruz affedersin?

"Arkan holding de lansman gibi bir şey var."

Gibi derken?

"İlk başta küçük bir basın toplantısı ardından da balo gibi bir şey olacak. Şirkette çalışanı olarak ben de davet edildim. Partnerim olarak da sen geliyorsun benimle."

Tek tek ve kitap okur gibi vurgulayarak konuşurken yağmurda ıslanmış kopek bakışı attıktan sonra, "Yani gelirsin değil mi?" diye tamamladı.

"Asla ve kat'a."

"Bunu bilmen gerekirdi," dedim kesinkes, gözlerimde sert bir bakış. "Beni yalnız mı göndereceksin yani?" Yutkundum. Ama beni zayıf noktamdan vuruyordu. Senden başka götürecek kimsem yok diyordu. "Yavuz ne işim var benim balolarda falan."

Sosyofobiyim ben bir kere.

Bir de bu kadar ön hazırlık yapmış.

"Bak hemen hayır deme." "Fark ettiysen dedim bile."

Ben baloya gidecektim.

Hele de Zeyd'in organize ettirdiği bir baloya.

Hele de Zeyd bana sana aşığım dedikten sonra onu öylece bırakıp gittikten sonra.

Süslenip püslenip kendimi adamın gözüne sokacaktım adeta. Bu neyin kafasıydı?

"Geliyorsun." Başımı kesin tavırlarla iki yana salladım. "Geleceksin." Hala kafamı sallıyordum. "Boşuna inat etme, beni kıramazsın." Yanaklarımı şişirdim. Taktik değiştirmişti. Nasılsa ısrarıma dayanamayacaksın beni uğraştırma diyordu kısaca. Haklıydı da.

Gözlerimi gözlerine diktim. 'Hadi ama' diyen bakışlarına.

Düşünmem lazım.

"Fazla zamanımız kalmadı yalnız."

Hala düşünüyorum.

"Hem maskeli balo, birilerine gözükmek istemezsen eğer..." "Kusura bakma da Yavuz sormadan edemeyeceğim..." Heyecanla ne diyeceğimi beklerken, "Neymiş?" diye sordu. "Bir şirketin balo vermesini saçma buluyordum beterin beteri varmış meğer, maskeli balo nedir Allah aşkına?"

Biraz afallamış gözüküyordu. "Aslında tam olarak öyle değildi. Aylin organizasyona el atana kadar." İşte işin rengi şimdi belli oldu. "Normalde küçük bir basın toplantısı olacaktı ardından da kutlama ama Aylin işte; ve geldiğimiz nokta..." deyip etrafını gösterdi.

"Tamam, kutlasınlar da maske ne alaka?" Gerçi Aylin'den bahsediyoruz... "Sen de tahmin etmişsindir diye düşünüyorum. Her zaman masallardaki gibi bir balo düzenlemek istiyormuş işte..." dedi düşüncelerimi okumuşçasına.

"Masallardaki gibi ha?" diye mırıldadım kendi kendime.

Bir kadına bir Yavuza ve bir de koltuğun üstünde duran muhteşem mor elbiseye baktıktan sonra, "Peki tamam," dedim. Nasıl olsa Zeyd beni maskeyle hayatta tanımazdı. Gider çabucak gelirdik.

Kendime o masalda benim bir yerim olmadığını kanıtlardım belki bu vesileyle. Asla Zeyd'in düşündüğü prenses olamayacağımı. Ona 'böylesi daha iyi' dediğim gibi, kendime de kanıtlayacaktım yan yana gelemeyeceğimizi.

"Süper! İlk önce elbiseyi giymen lazım, sonra makyaj falan... Neyse işte." Koltuktaki elbiseyi kucağıma bastıktan sonra yine arkama geçti ve yukarıya doğru yürüttü. Misafir odasının kapsını açtığı gibi benimle içeriye girip gözleri parlarken, "E hadi," dedi.

Yavuz dayak mı istiyorsun?

"Pardon! Bir an aklım gitti. S-sen giyin ben aşağıdayım." Şapşal ne olacak. Elbiseyi incelemeden üzerime geçirip boy aynasının önüne geçtim ve ayak parmaklarımın üstünde durdum.

Patlıcan moru, hafif omuz dekolteli, yere kadar uzun bir elbise, üzerinde mat desenleri vardı. Belime tam oturmuştu ama belden aşağısı biraz kabarık duruyordu. Ya da kumaşından da olabilir bilmiyorum.

Saclarımın örgüsünü bozup elbisenin askılarını şöyle bir düzelttim. Hafif bukle bukle olan sarı saçlarım elbiseyle mükemmel bir uyum sağlamıştı. Sonra birden neyle uğraştığım aklıma geldi.

Ben Zeyd'i reddetmiştim ve görmek istemediğimi söylemiştim. Belki tam olarak öyle değildi ama ona göre davranışlarımdan bu çıkarılırdı. Şimdi durmuş onun bulanacağı bir baloya hazırlanıyordum.

Ama kafamı karıştıran diğer taraf üstün geldi. Yavuz 'anlamak istiyorsan' derken ne demek istemişti? Tamam baloda Zeyd'i görecektim ama onu zaten görüyordum. Nasıl bir Zeyd'le karşılaşacaktım?

Bu sorular kafamı kemirdiği için ve Yavuz'u yarı yolda bırakmak istemediğim için gidecektim. Bakalım bu akşam ne öğreneceğiz...

Zaten her gün ayrı bir macera bir günden de bir şey olmaz herhâlde.

*

Kuaför işini bitirdikten sonra derin bir nefes aldım. Ben otururken bile yoruluyorken kadın neler çekmişti kim bilir. Ve sonunda aynaya baktığımda bu ben miyim demeden edemedim.

Yüzümün yarısını zaten maske kapatacağı için gözlerime hafif makyaj yapmış dudaklarıma ise oldukça koyu bir renk ruj sürmüştü.

Normalde hemen itiraz ederdim ama şimdi susmayı tercih ettim. Zeyd Yavuz'un yanında görmediği sürece beni böyle hayatta tanıyamazdı. Ben bile kendimi tanıyamıyorken.

Tanınmamak için ne kadar abartı o kadar iyi.

Biraz daha belirginleştirdiğimiz Buklelerimi arkaya attığım sırada Yavuz yukarıdan hazırlanmış iniyordu. Islık çalıp, "Vay, bizim Gargamel'e bak sen, içinden neler çıkmış," dedim takdir edercesine. Utanmış gibi yaparak, "Estağfurullah teveccühünüz," dediğinde gülüştük

"Bir dakika tam tersi olması gerekmiyor muydu?" "Niye erkeklere iltifat edilmez diye bir kural mı var?" İki yakasından tutup silktikten sonra gözleri dudaklarıma kayınca sırtımı dikleştirerek kendimi münakaşaya hazırladım. İşte başlıyoruz.

"Alya," Yavuz adımı söylüyorsa sorun büyük demektir. "Bu dudaklar ne?" "Sende renk körlüğü mü vardı? Ruj işte," deyip geçiştirmeye çalıştım. "Biraz fazla olmamış mı sence?"

"Olduysa ne olmuş? Hazırlan dedin hazırlandık işte. Beğenemediysen gelmeyeyim." Plan B, geçiştiremiyorsan zeytinyağı gibi üste çık. Ne de olsa haksız sayılmam. Attığı ters bakışta ciddiyet vardı. "Şu anda götürmek konusunda tereddütte düştüm zaten."

Gözlerimi devirerek, "Bir şey söylerdim ama..." diye mırıldandım. Artık İpek kuaföre nasıl baktıysam kadın devreye girdi çünkü bende alttan alma yeteneği hiç yok. Yapamıyorum ben onu. Yaklaşık bir on dakika sonra anca ikna etti.

Bana kalsa döve döve de ikna edebilirdim. Hiç sorun etmem öyle şeyleri...

"Dua et maske takacaksın yoksa asla seni böyle dışarı çıkarmazdım." Arada böyle abilik yapması hoşuma gitmiyor değil. Ama tabi bu dinlediğim anlamına gelmiyor. "Tamam Abiciğim," deyip yanaklarını sıktım.

"Kırmızı elmalardan uzak duracağım, saat on ikiye vurmadan da evde olacağım. Ha bir de kaybolursam ekmek kırıntıları bırakırım." Güldük. Elini uzatıp, "O zaman masalı yaşamaya var mısın?" diye sorduğunda garip bir heyecana kapıldığımı hissettim. Ben de ona elimi uzatarak cevap verdim.

"Varım."

Yavuz resmen her şeyi düşünmüştü. Elbiseye uygun ayakkabıları bana sunarken, "Şimdi sen alışkın da değilsin, becerebilecek misin?" diye sordu tereddütle.

"Ne demek alışkın değilsin ya. Ben her akşam evde prova yapıyorum unutmayayım diye. Ayrıca topuklu giyip karnını içine çekerek yürüyünce kas yapıyormuş. Ben öyle yapıyorum. Ne? Ne var ya?"

"İki dakika bir ciddi olur musun, topuklu diyorum, ayakkabı diyorum." "Tamam, yürürüm diyorum. Benim mükemmel bir dengem var bir kere. Beceriksiz olduğumu mu ima ediyorsun?"

Olmadı yakışıklı birilerini bulup kucaklarına düşüveririm, zaten bu balo dediğin şeyin isleyişi bu. Yakışıklı birini bul sonra asansörde mi kalıyorsun, üzerine kahve mi döküyorsun, ne bileyim kucağına mı düşüyorsun...

Ben ayakkabıları elinden alırken öğrencilerine laf anlatmaya çalışırken adeta canından bezen öğretmen gibi iç geçirmişti.

Ben de seni seviyorum dostum...

Yoksa hiçbir güç beni bu balo saçmalığına götüremezdi.

*

Neredeyse bir saattir yoldaydık. Yavuz balonun yapılacağı yerin şehir dışında bir yerlerde olacağını söylemişti yola çıkarken.

"Gözlerini kapat." Kafamı yasladığım camdan çektim. "Niye?" "Dediğimi yap, oraya gidince vereceğin tepkiyi merak ediyorum." "Hadi öyle olsun bakalım," deyip gözlerimi kapattığımda, "Sakın açma!" diye de tembihledi.

Bir maskeli balo için süslenmiştim. Bunu mu yapamayacaktım.

Araba bir süre yavaş gittikten sonra durunca Yavuz'un arabadan indiğini fark ettim. Kapımı açtı ve elimden tutarak arabadan çıkmama yardım etti. "Yavuz bak düşürürsen fena yaparım." Arkadan iki kolumu tuttuğunda yürümeye devam ediyorduk.

"Aslında şurada düşsen ne güzel olur," deyip pis pis sırıttığını hissettim. "Bak gözüm kapalı olduğu seni dövebileceğim gerçeğini değiştirmiyor" diye tehdit ettim ben de. "Hiç şu görüntüne bu konuşmalar yakışıyor mu?" deyip cıkladı.

"Ha bu konuşmalar yakışmıyor ama düşmek yakışıyor öyle mi?"

Elimin demire değdiğini hissettim. "Açabilirsin artık" Gözlerimi yavaş yavaş açtığımda gördüğüm manzara karşısında dona kaldım. "Yavuz burası çok güzel."

Bize alttan bakan şehir renkli ışıklarla harmanlanmıştı resmen. İhtişamlı bina öylece ışıkların üzerinde adeta gökyüzünde süzülüyordu, sanki bir bulutun üzerine konmuş gibi. Geniş büyük bir merdiven binanın girişine doğru yükseliyordu.

Merdivenleri çıkarken sanki bir buluta tırmanıyormuş gibi hissettim. "Burası daha hiçbir şey, bir de çatı katını gör sen." Şaşırmıştım. "Daha mı yukarı çıkacağız?" "Evet, balo teras katında yapılacak."

Ve sonunda saray kapılarını aratmayan kapıya geldiğimizde 'masal' diye düşündüm. Galiba gerçekten bir masalın içine düştüm.

Belki de bir geceliğine prenses olmak o kadar da kötü bir fikir olmayabilir...

*

Yavuz bazı işleri olduğunu ve oradan direk basın toplantısına geçeceğini söyleyerek beni bırakmıştı ve ben dakikalardır kafa patlattığım ikilemden çıkamamıştım. Basın toplantısına gitmeli miydim yoksa gitmemeli miydim?

Aslında merak ediyordum ama Zeyd'e gözükmekten korkuyordum biraz. Geniş koridorlarda dolaşırken benim gibi giyinmiş davetlilerden bazılarının maskelerini taktiğini fark ettim. Bu görüntü o kadar garipti ki benim burada ne isim var diye düşünmeden edemedim.

Maskeli balo. İnsanların böyle şeyleri gerçekten yaptığını hiç düşünmezdim doğrusu.

Hem ortama uyum sağlamak adına, hem de herhangi bir karşılaşma olursa diye ben de tuvalette maskemi takmaya çalıştığım sırada iki kadın geldi konuşarak. "Zeyd bey ne kadar yakışıklı olmuş değil mi?" deyip dudaklarındaki ruju tazelerken biri aynada kaşlarımı çatmış olan yansımama baktım.

"Evet ya adamdan resmen karizma akıyor," deyip iyice abarttı öbürü de. "Yuh!" İkisi de dönüp bana baktığında bunu dışarı yansıttığımı anladım.

Karizma mı akıyormuş?

"Kibir olmasın o?"

Kahretsin ben bunu da mı sesli mi söyledim?

"Bir şey mi dedin tatlım?" Kadın bana merakla bakarken, 'Size ne lan adamın karizmasından' cümlesi dilimin ucuna kadar gelince yutmak için bir hayli çaba harcadım.

Ben de onun gibi dudağımı büzerek "Hayır tatlım, sadece maskendeki tüyleri çok sevdiğimi söylemek istedim." Ses tonum o kadar iticiydi ki benden çıkmasına rağmen midemi bulandırdı. "Özel tasarım," deyip böbürlenirken, 'Tasarlaya tasarlaya onu mu tasarlamışlar' cümlesini de dile getirmedim.

"Yalnız seninki çok sade kalmış tatlım." Aynaya baktığımda benimkinin gerçekten de sade olduğunu fark ettim. Siyah maske kadının tam tersine yüzüme oturmuş ve yüz hatlarımı belirginleştirmişti. Maskeden çok sanki gözlerimin etrafına desenler çizilmiş gibiydi.

Gayet zarif.

"Sadeliği seviyorum." İroniye bak. Dudağımdaki ruju fark edilmeyecek gibi değildi. Tekrar aynadaki yansımama baktım ve sonra bıkkınlıkla maskeyi çıkardım tekrar.

Maske nedir ya?

Zeyd"e tanınmamak gibi bir amacım olmasaydı çoktan kurtulmuştum ben bu maskeden ama balo başladığında muhtemelen ihtiyacım olacaktı.

Maskeyi takmaktan vaz geçince tuvaletten çıkıp toplantı salonuna gitmeye karar verdim. Bir de biz görelim şu 'karizmatik' Zeyd beyi değil mi?

Koridorda toplantı salonunun bulunduğunu düşündüğüm yere doğru ilerlerken, "Oo kimleri görüyorum," diyen sesle bakışlarımı kaldırdım. Aslında bana olduğunu bile düşünmemiştim ama zeytin yeşili gözleri görmemle kim olduğunu anladım.

"Bir an sen olduğundan emin olamadım," dedi Mert ilgiyle. "Bu şaşırılacak bir şey değil, biraz önce aynadaki yansımayı gördüğümde ben de emin olamamıştım." Dikkatli bakışları beni baştan aşağı süzdü. "Gerçekten etkileyici görünüyorsun," dediğinde gülümsedim hafifçe. "Teşekkür ederim."

"Zaten Zeyd'i etkilemek kolay değildir..." derken koridorda ilerlemeye başlamıştı.

Biliyordu. Tabi ki de biliyordu. Yanında yürürken yüz yüze bakmadığımız işime gelmişti. Daha fazla diretmediği de öyle.

Zeyd'i etkilemek kolay değildir.

Ben mi etkilemiştim onu?

Hala bunun nasıl mümkün olduğunu anlayamıyordum. Zeyd gibi biri neden benden etkilensin ki?

Zeyd'i etkilemek kolay değildir.

Keşke kolay olsaydı, o zaman gider başkasından etkilenirdi ve ben bu ikilemde kalmazdım. Bunu düşündükten hemen sonra bu fikirden ne kadar rahatsız olduğumu fark ettim. Bir başkasından etkilenmesi fikri hiç hoşuma gitmemişti.

"Basın toplantısına mı gidiyorsun?" diye sorunca Mert bana onaylayıcı bir şeyler mırıldandım. Basın toplantısına gidiyordum ama görünmemeliydim. "İyi, ben de o tarafa gidiyordum." Çok da iyi değil aslında. Ben saklanacaktım çünkü.

"Burada olacağını düşünememiştim doğrusu." "Hm, inanır mısın, ben de düşünmemiştim. Biraz oyuna geldim galiba." Durumu bilmesi beni biraz germişti ve ne demem gerektiğini çok da iyi bilmiyordum. Ne düşündüğünü biraz merak ediyordum ama diğer yandan galiba bilmek de istemiyordum. O yüzden hiçbir şey dile getirmedim.

Öyle sessizce yürürken aklıma bambaşka bir şey geldi birden bire. Ne zamandır merak ettiğim ve onun yardım edebileceği bir şey. "Mert, sana bir şey sormak istiyorum," deyince tereddütle meraklı bakışları beni buldu.

Hala sormalı mıyım tam emin olamıyordum ama galiba merakıma yenik düşecektim. "Dinliyorum," dedi sadece. "Yalnız bu oldukça garip bir soru olacak..." "Başa çıkabilirim," diyerek güvence verdiğinde istemsizce gülümsedim küçüğünden.

Keşke ben de çıkabilsem.

"Şey... Hollandaca biliyor musun?" Gözlerinde ki merak bir kat daha arttı. "Evet, sorunun bu olmadığını var sayıyorum." Doğru varsayım. Biraz daha tereddüt ettim. Sonra derin bir nefes alıp düşünceli bir şekilde alt dudağımı ısırarak, "Hollandaca seni seviyorum ne demek?" deyiverdim tek nefeste.

Gözlerimi kaçırıp etrafa bakındım huzursuzca. Yine de o dikkatli bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Rahatsızca cevap vermesini beklerken, "Ik hou van je..." dedi tane tane. Ve o kelimelerin tanıdık tınısıyla gözlerimi yumdum.

Duymuştum daha önce. Ama ben bunu nereden bilebilirdim ki? O gün o kelimeleri aklıma tutabilsem zaten araştıracaktım.

Nereden bilebilirdim ki o gün bana beni sevdiğini söylediğini...

Daha sonra öğreneceksin. Öğrendiğinde anlayacaksın.

Anlıyordum evet. Keşke hiç anlamasaydım. Ben bununla nasıl baş edeceğimi hiç bilmiyordum. Sonunda toplantı salonu göründüğünde herkes çoktan içeri girmiş ve toplantı başlamıştı. İster istemez adımların yavaşlamıştı çünkü içeri girmek istemiyordum.

"O zaman sen maskeni tak artık, belki sonra görüşürüz," deyip cevap dahi beklemeden içeri girdi Mert. Bir an şaşkınlıkla baktım ardından çünkü ben kafamda onu ekmek için bahaneler üretmeye başlamıştım çoktan.

Sonra dediği gibi maskeyi takıp kapının kenarında, dikkat çekmeyecek bir yerde durdum. En ön tarafta beş altı gazeteci sorular soruyor ve diğerleri de fotoğraf çekiyordu. Onların arkasında da davetliler dikkatle dinliyordu.

Gözlemlemeyi bırakıp ben de pür dikkat dinlemeye başladım. Toplantının konusu Arkan laboratuvarında geliştirilen yeni ilaçla ilgiliydi. Kürsüdeki kadın soruları cevapladıktan sonra önden biri ayağa kalkıp kürsüye doğru ilerledi. Arkadan gördüğüm kadarıyla ceketinin düğmelerini ilikliyordu.

Tanıdık profil.

Bir iki basamak çıkıp yan döndüğünde Zeyd olduğundan emin olunca kalbim istemsizce hızlı atmaya başladı. Yaslandığım kapıdan şöyle bir çekildiğimi fark ettim.

Kendine gel Alya, burada seni asla görmez!

Kürsüdeki mikrofonu düzeltip ellerini iki tarafına koyduğunda alt dudağımı ısırdığımı fark ettim. Biraz önce tuvaletteki Tatlım'a haksızlık ettiğimi anladım. Adamdan baya baya karizma akıyordu.

Bu her zamanki yakışıklı mağrur Zeyd değil de, başarılı karizmatik Zeyd beydi.

Siyahlar içinde zarif olmayı başarırken, sırf dik duruşu bile salondakilerin saygısını topluyordu. Simsiyah kıyafetiyle onca insanın önünde dururken tek renk gözlerinin gümüşüydü. Her zaman özenle dağıttığı koyu renk saçları bu defa özenle şekle sokulmuştu.

Karizmatik olmasına sadece o hafif kirli sakalları yeterken bir de kıyafeti vardı şimdi katkıda bulunan. Siyah spor-klasik üçlü takım elbisesi hem onu bir iş adamı yaparken aynı anda tarzını ve farkını da ortaya koymuştu.

Her zaman gayet zevkli giyinmesinden kendine özgü bir tarzı olduğunu fark etmiştim zaten. Şimdi takım elbisesi de o tarzını yansıtıyordu. Hem onu hiç görmediğim kadar iş adamı hem de her zaman ki Zeyd olmayı başarmıştı.

Bazen ciddiye almadığım kişinin bu kadar büyük bir iş adamı olduğunu bile unutuyordum. Zeyd büyük bir özgüvenle ve sıfır tereddütle soruları cevaplamaya devam ederken arada yaptığı içten ve ölçülü esprilerle de konuşmasına renk katıyordu. Bir konuşma bu kadar etkili olabilirdi diye geçirdim içimden.

Yavuz'un beni neden buraya getirdiğini anlamıştım. Ona olan duygularını anlamak istiyorsan benimle gel demişti. Bana Zeyd'in ne kadar saygın bir iş adamı olduğunu göstermek istemişti.

Saygı. İlişkide en önemli şey kişilerin birbirine saygı duymaları demiştim bir keresinde Zeyd'e. Aşk, sevgi onlar sonradan gelir demiştim. Ve şu an Zeyd'i belki de ilk kez gerçek anlamda saygı duyulacak biri olarak görüyordum.

Zengin olduğu için, yakışıklı olduğu için, başarılı olduğu için değil de bütün bunlarla birlikte kendi olduğu için.

Hem büyük işler yapıp hem de bu kadar içten ve sempatik olabilmesi.

Ona hep bay kibirli desem de, aslında o kibri ve mağrur halleri sadece yüzeyde bir örtü gibiydi. Sanki içten hallerini herkese göstermek istemez gibi sadece takınıyordu o kibri ara sıra ama şimdi o kibirden eser yoktu, çünkü şimdi, şu anda, burada gerçekten bir iş başarmanın verdiği gururla tamamen kendi olmuştu.

Kibirli olmanın aksine neredeyse mütevazı bir hali vardı. Ve bu insanların hepsinin ona gösterdiği saygıya bakılırsa iş ortamında kendi kişiliğiyle kazanmıştı o saygıyı. Aynı son zamanlarda onu daha yakından tanıdıkça benim içimde de oluşan ve şu an fark ettiğim saygı gibi.

Düşüncelerimden beni sıyıran gazetecinin sorusu olmuştu. "Sevgiliniz var mı?" deyip kıkırdamaya başladı. Salondakiler de hafif kahkahalarla ona eşlik etti. Ben atmadım tabii ki. Ne biçim bir soru o öyle!

Yanındaki kadın Zeyd'den kızın adına özür dileyip dirseğiyle dürterek kızı azarlasa da o 'ne var ya' dercesine bir hareketi yaptı.

Zeyd başını eğdiği kürsüden kaldırıp, "Önemli değil," dedi tebessüm ederek. Sonra hiç beklemediğim bir cevap verdi. "Evet var," derken gözleri gözlerimle buluştu sanki aramızda o kadar insan yokmuş gibi. Salonda kimse yoktu ve biz baş başaydık.

Elim istemsizce maskeme kaydı. Hala yüzümdeydi. Kendime tekrar 'sakin ol seni asla tanıyamaz' diyerek güvence verdim.

Konuşmasına başladı başlayalı bir kere bile olsun arkaya bakmamıştı ta ki bu soruya kadar. Tesadüf. Bu tesadüften başka bir şey değildi.

Salonda ufak bir uğultu yükselmişti. Tekrar gazeteciye baktığında, "Ama o farkında değil... Henüz," dedi ve sonra kimseye başka bir şey sorma fırsatı vermeden kürsüden indi.

Bir anlığına sadece bir anlığına başım döndü durduğum yerden. Kalbimin atışı beni korkutacak derecedeydi. Galiba hemen biraz hava almazsam şuracıkta bayılabilirdim.

'Ama o farkında değil henüz'.

Neden etrafımda ki herkes sanki beni benden iyi biliyormuş gibi konuşuyordu. Kalbimin ona hızlandığını ben de biliyordum ama bu fikrimi değiştirmez...

Kalabalık ayaklanamadan aceleyle koridora çıkıp kendimi teras katındaki balo salonuna attım. Oradaki manzarayla ağzım bu gece ikinci kez açık kalırken biraz önceki duygu patlamasını bile unuttum. Balo salonu ve masal kelimelerini tamamıyla bir araya getiren bir yerdi. Aynen masallardaki balo salonlarındandı.

İki kocaman merdivenin kıvrılarak indiği ve özellikle beyazın baş gösterdiği salonun yarısını oldukça yüksek bir tavan gölgeliyordu fakat diğer yarısı gökyüzüne açıktı. Beyaz gösterişli sütunlar belli aralıklarla boy gösteriyordu. Oysa gözüm ne o sütunları, ne gösterişli kocaman camları ne de işlemeli tavanı görüyordu çünkü merdivenlerin yarısında teras kısmına bakakalmıştım.

İnanılmaz bir manzarayla karşı karşıyaydım. Şimdi Cindirella girse kapıdan, yanımdan geçip merdivenlerden inse hiç şaşırmazdım herhalde. Benim burada olmamdan çok daha mantıklı gelirdi Cindirella'nın burada olması, işte öyle bir yerdi...

"Alya!" "Hı?" Bir an nerede olduğumu unutmuştum galiba. "Ne oldu daldın gittin?" derken içeceğinden bir yudum aldı Yavuz. Zeyd'i kesmeyi bırakıp Yavuz'a dönerek, "Yok bir şey, düşünüyordum sadece," deyip içeceğimi masadan aldım.

"Bu arada erkekler niye maske takmıyor?" dedim isyan edercesine. "Ayl.." demeye kalmadan, "Tamam tamam sormadım farz et," dedim sadece. Saçımı arkaya attıktan sonra tekrar Zeyd'e döndüm.

İstemsizce gözüm durup durup ona kayıyordu bugün. Hiç görmediğim bir yanını keşfediyordum. O da bizim gibi bir masanın etrafında durmuş davetlilerle konuşuyor, içeceğini yudumluyordu.

Balonun yapıldığı yere geleli neredeyse yarım saat oluyordu ve ben hala Zeyd'in bana bakışını unutamamıştım. Sözlerinin etkisinden bahsetmiyorum bile.

Birden Zeyd'in bize doğru geldiğini fark etmemle ben daha kendimi toparlamaya çalışırken Yavuz'u başıyla selamladıktan sonra yanımızdan geçip gitti. Beni fark etmemişti bile. Gözlerimle her hareketini takip ederken bana bir kere bile bakmamıştı.

"Seni tanımadı galiba," deyip üzülmüş numarası yapınca Yavuz, "Daha iyi ya işte," dedim gözlerimi kaçırarak.

Kendimi mi avutuyordum, yoksa Yavuz'u mu?

'Böylesi daha iyi.'

"Hayal kırıklığı yaşadın sanırım?" Şu içeceği üstüne boşalttırma bana! "Herkesin içinde yapma bari" Sen de sinir etme beni.

*

Koskoca balo saat on iki bile olmadan bitmişti resmen. Koridordan tekrar terasa gidiyordum. Niye mi? Çantamda olduğuna emindim ama nasıl olduysa telefonumu unutmuştum.

Kapıyı açtığımda büyük ışıkların kapalı olduğunu ve sadece ay ışığının ortalığı aydınlattığını fark ettim. Yeterince ışık olmasa da düşmeden ilerlemeyi başarıyordum. Masama doğru ilerlerken birden tek başıma olmadığımı fark ettim.

Karanlıkta kim olduğunu seçemediğim karartı arkası dönük bir şekilde sağ eliyle telefonumun üstünde daireler çiziyordu. "Galiba o benim telefonum," dediğimde yankılanan sesimle adam arkasını döndü ve ben olduğum yerde kalakaldım.

Arkası dönükken tanıyamadığım Zeyd'i karanlık olmasına rağmen şu an gayet net görebiliyordum. "Ben de tam alıp aşağıya bırakacaktım," diyerek telefonu bana uzatırken herhangi bir tanıma belirtisi göstermedi.

Beni tanımamıştı.

Buna sevinsem mi üzülsem mi bilemedim.

Başımı yere eğerek telefonu kaptığım gibi çıkışa doğru yürümeye başladım. Bu kadar heyecan bana fazlaydı. "Bir teşekkür yok mu?" diye bağırdı arkamdan. Sonra ikinci kez yere çakılmama sebep olan sözü söyledi;

"Rapunzel?"

*****

Continue Reading

You'll Also Like

Buz By gece__

Teen Fiction

323K 11.2K 43
Amerika'da araba hırsızlığı yapan bir kız. Türkiye'ye döner ve düşmanıyla karşılaşırsa; Neler mi olur? " Buz " gibi bir kızın hikâyesi.
792K 7K 21
"Bakışlarındaki isteğe daha fazla dayanamadım, ama bakışlarından çok altındaki asıl harikanın ıslak ve muhtaç isteğine dayanamadım." "Konuşmak yerin...
23.3K 4.3K 27
Gizem, dedesinin ölümüne kadar kendisini sıradan bir kız sanıyordu. Ne dedesinin bir büyücü olduğundan ne de kendisinin bir gün bir büyücü olacağında...
6K 740 16
"Seni seviyorum." "Bir daha söyle." "Ece, seni seviyorum lan!" "Elinin körü!" Bir hışım önüme dönüp ayağımı sertçe yere vurdum. "Kestik!" Gürkan hoca...