Arıza tespit

By BookGanstas

1M 54.5K 6.2K

Gümüş rengindeki gözleri beni ilgiyle süzerken, "Neden tamircilik?" diye bir soru yöneltti. Birkaç saniye öl... More

👉1. Akü
👉2. Tamirci Kız🔧
👉3. Yüzleşme
👉4. Sözleşme📃
👉5. Yavuz
👉6. Yeni iş
👉7. Baskın
👉8. Tamirhane🛠
👉9. İş tulumu
👉10. Le petit palais🍽
👉11. Arkanlar
👉12. Arabaya bin🚘
👉13. Yangın🔥
👉14. Kısır
👉15. Tapu📄
👉16. Garaj
👉17. İmza✍
👉18. Game over☠
👉19. Açıklama
👉20. Emre
👉21. Bar🔮
👉22. Küçük oyun🤝
👉23. Tanışma🙋
👉24. Benimlesin
👉25. Sırılsıklam âşık💕
👉26. Gece ve gündüz
👉27. Aşk mı illüzyon mu❓
👉28. Kutu kutu pense💃
👉29. Ne hissetmeliyim❓
👉30. Söz
👉31. Sarışın kaplan🐯
👉32. Saf mısın❓
👉33. Kaç kaç🏃
👉34. Merak ediyorum
👉35. Paintball🔴
👉36. Paintpall🔵
👉37. Tabu
👉38. Belçıka çikolatası🍫
👉39. Aylin nerede❓
👉40. Çok güzelsin
👉41. Psycho🔫
👉42. Bırakma beni
👉43. Zıt kutuplar
👉44. Günaydın prenses👸
👉45. Çiçek💐
👉46. Uyuyalım💤
Yeni hikaye!
👉47. Korkak
👉48. Origami
👉49. Kaslı prenses
👉50. Şekerli mısır
👉52. Sen kimsin❓
👉53. Sana aşığım💗
👉54. Sıyah gerbera
👉55. Masal🏰
👉56. Saat 12🕛
👉57. Korkuyorum sevmekten
👉58. Teslim ol
👉59. Biberli buluşma
👉60. Krep🥞
👉61. Seni seviyorum🖤
👉62. Kavga
👉63. Umut
👉64. Sevimsiz
👉65. Aile
👉66. Bana aşık mısın❓
👉67. Güzel bir gün🎀
👉68. Gelecekten bir gün - SON
Özel bölüm

👉51. Küçük prens

9.3K 575 80
By BookGanstas

"Zeyd bu salonda neden kimse yok?" Böyle durumlarda neden bozuk plaka bağlıyordum bilmiyorum. "Ne oldu şimdi birden bire anlamadım ki?" "Zeyd. Bu salonda. Neden. Kimse yok?" dedim tane tane dişlerimi sıkarak.

"Sen. Burayı. Kapattırdın. Mı?"

Kafasını açıp içindeki okumak ister gibi bakıyordum gözlerine. Bir an afallar gibi oldu. "Hayır," dedi tereddütlü bir tını ile. Derin bir nefes çektim içime. "Yaptın mı bunu? Kapattırdın mı?" "Hayır," dedi yine ama yalan söylüyordu. Bunu biliyordum.

"Yaptın. Tabi ki de yaptın." Ben ayağa kalkmamla o da kalktı. "Ne yapıyorsun?" "Gidiyorum." Ben gitmeye yeltenirken kolumu tuttu. "Alya saçmalama, daha film bitmedi." Sinirle ona doğru döndüm. "Yaptın mı?"

Gözlerini gözlerime kenetledi. "Yaptım," diye kabullendi istemeye istemeye. Biliyordum. "Neden?" "Rahat edelim diye. Eğer yapmasaydım şu an benimle böyle tartışamazdın." "Bir de gözümün içine baka baka yalan söylüyorsun."

"Sor bir kendine neden acaba? Doğruyu söylediğimde verdiğin tepkiye bak." "Ben gidiyorum, bırak kolumu." İç geçirip, "Yine aşırı tepki veriyorsun," dedi adeta yorgunlukla. Kolumu elinden çekerken, "Aşırı tepki vereceğimi bile bile yapmadın mı bunu? Hoşlanmayacağımı bile bile?" dedim sinirle.

"Anlayacağını düşünmemiştim." Alayla güldüm. "Demek ki düşündüğün kadar aptal değilmişim." Yine gitmek için arkamı döndügum sırada film başladı ve Zeyd bana seslendi.

"Gitme."

Durdum. Arkamı dönmedim ama gidemiyordum da. "Bak film de başladı. Gitmen için bir neden yok ki, gitme."

Ben kıpırdamayınca arkamdan yaklaştığını hissettim. "Kötü bir şey yapmadım biliyorsun." Hayır, kötü bir şey yapmadın. Sadece yersiz. Gereksiz. Saçma. Rahatsız edici. Kafa karıştırıcı.

Neden? Neden böyle bir şey yapma ihtiyacı duymuştu ki?

Hala ne tepki vermiştim, ne de gidebiliyordum. Elini bileğimde hissettim. Sonra beni oturduğumuz tarafa doğru çektiğinde direnmedim. Yine oturduk ama bu defa biraz gergin. Ona bir kez bile bakmadan ekrana diktim gözlerimi.

"Kızma. Kızınca da çok güzel oluyorsun ama kızma." Yutkunup, "Sus," dedim ona. Filme konsantre oluyormuş gibi yapıyordum ama aslında filmi çoktan unutmuştum. Ben daha bir hareketini analiz edemeden, anlayamadan o bambaşka bir şekilde kafamı daha da çok karıştırıyordu.

"Önüne bak," diye ekledim sonra. "Eğer surat asıp filmi izlemezsen bütün akşam sana bakarım. Ha bir de şu mısırdan yemezsen." Gözlerimi ekrandan alıp kızgın bakışlarımı ona diktim. "Sen beni sınıyor musun?"

"Hayır. Buraya güzel vakit geçirmek için geldik. Surat asman hoşuma gitmiyor." "Tamam, dön önünü," dedim terslercesine. Mısırı kucağıma koymasıyla birlikte, "Hem suçlu hem güçlü," diye söylendim kendi kendime. Ağzıma iki tane mısır atıp gözlerimi yine ekrana diktim ve bu defa sadece filme odaklandım.

'Takma unut gitsin' isimli terapi seansını açmış bulunuyoruz.

Hayırlı uğurlu olsun.

*

"Bir an geçekten gideceğini düşündüm." Ekrandaki yazılara bakarak ışıkların açılmasını bekliyordum. "Zaten gerçekten gidecektim." Işıklar hala açılmayınca öylece oturmaya devam ettik ikimiz de.

Tekrar konuştuğunda bakışlarımı ekrandan ona çevirdim. Hafif bir tebessüm vardı dudaklarında. "Niye gitmedin peki? Kıyamadın mı yoksa bana?"

"Sana? Sana her türlü kıyarım ben. Antipatik." Sırıtışı büyüdü. "Biliyor musun, bizim seninle hiç resmimiz yok," dedi birden bire.

Hadi canım?

Yok bilmiyordum. Nereden bileyim değil mi?

"Olmalı mı?" "Olsa güzel olurdu..." dedi önce. Gülümsedi. "Olsun mu?" Aval aval baktım yüzüne ciddi mi acaba diye. Galiba ciddiydi. "Nasıl olacak?" diye sordum çok zor ve imkânsız bir şey istemiş gibi.

Tam o an ışıklar açılınca ani ışıkla gözlerimi kırpıştırdım. Garipseyen bir bakışla karşılık verdi bu saçma soruma. "Selfie?" Kaşlarımı kaldırdım. "Selfie? Bir fotoğrafçı olarak selfie'ye karşı olacağını düşünmüştüm."

"Neden selfie'de fotoğraf değil mi?" Bana göre öyle. Benim selfie'yle hiçbir sorunum yok. "Öyle ama değeri oldukça düşük, sanat eseri olma potansiyeline sahip değil..." Çok güzel toparladım. İkna edici ve entelektüel bir açıklama getirdim. Hemen kendimi takdir edeyim.

Üstün zekâlı olmak da böyle bir duygu.

"Bence senin olduğun her fotoğraf bir sanat eseridir." Hı? Kaşlarım birbirine yaklaştı. Anlamayan bakışlarım onunkileri buldu. Söylediğini anlamadığımdan değil de, neden söylediğini anlamadığımdan.

Aslında neden söylediğini de az çok biliyordum ama neden neden söylemişti..? Aslında kendimin de tanımlayamadığı bir neden arıyordum. Neden böyle davrandığı mı desem ona?

"Neden böyle bir şey söylüyorsun ki şimdi?" Bunu sormuştum ama cevabını duymak istemiyordum. Çünkü verdiği cevaplar sadece daha karmaşık bir durum yaratıyordu. Beni aydınlatmıyordu. Beni daha rahatsız bir duruma sokuyordu.

"Gerçekten bunu neden söylediğimi bilmiyor musun? Yoksa sadece bilmiyormuş gibi yapmak işine mi geliyor?"

Bilmiyorum.

Cevap vermedim ama bakışlarımı da çekemiyordum. O kafasını açıp bir kere bakabilsem içine. Bir kere sadece. Belki anlardım.

Belki.

"Sen hiç aynaya bakmıyor musun? Ne kadar güzel olduğunun gerçekten farkında değil misin? Ne kadar etkileyici olabildiğinin..." İster istemez kalp atışlarım hızlandı. Bu söylediği çok anlamsızdı.

"Abartmasan iyiydi..." diye mırıldandım daha çok kendi kendime. İlginç gözlerine bakmamaya özen gösteriyordum. Yine de bakışlarının üzerimde oluğuna dair bir şüphem yoktu.

Böyle şeyler söylememeliydi. Israrı ve şüphe götürmeyen inancı beni inanılmaz rahatsız ediyordu. Bundan yüzde yüz eminmiş gibi dile getirmesi. 'Ne kadar etkileyici olabildiğinin'.

Bunu nasıl bu kadar emin bir şekilde söyleyebilirdi ki. Böyle yaptığında saçma bir şekilde sadece aksini ispatlama isteğiyle doluyordum. Sanki ne pahasına olursa olsun onu öyle olmadığına inandırmam gerekiyordu.

"Abarttığımı mı düşünüyorsun? Öyle olmadığını mı düşünüyorsun?" "Güzellik göreceli bir kavramdır..." "Kişiye göre değişir biliyorum. Ama bu soruma bir cevap değildi. Ayrıca bu seni güzel bulmamam için bir neden de değil... Bana bunu duymaktan neden bu kadar rahatsız olduğuna dair tatmin edici bir açıklama yap, bir daha söylemeyeceğim."

Tamam. Bunu yapabilirim.

Tatmin edici bir açıklama. Neden rahatsız oluyorum. Çok basit.

Ağzımı açtım bunu ona söylemek için ama hiçbir şey çıkmadı. Neden? Alt dudağımı ısırdım. Hadi dedim kendi kendime. İkna edici olmakta üstüme yok benim. Tek yapmam gereken onu ikna etmek.

"Telefon mu çalıyor? Telefon çalıyor galiba," derken yanımdaki koltukta çalmayan telefonu aramaya başladım. "Alya telefonun benim cebimde ve çalmıyor." Durdum. Elimin biri hala yanımdaki telefonu aradığım koltuktaydı. Göz ucuyla biraz önce telefonumu elimden alıp koyduğu cebine baktım.

Evet, tabi ki oradaydı. Aptal Alya.

"Ha," dedim kendimi bozmadan. Tekrar yaslandım tedirgince. "İyi ki çalmıyormuş, zaten çalsa da almazdım, nefret ederim telefon konuşmaktan..." dedim anlamsızca.

"Ne kadar çaba harcıyorsun bilmiyorum ama bir işe yaramıyor. Sana yeterince uzun bakan herkes görebilir ne kadar güzel olduğunu. İstediğin kadar görünmez olmaya çalış görünüyorsun. Ve gerçekten çok çok güzelsin.

Mesela gözlerin. Karamelli şekerler gibi. Ben onları hiç sevmem ama yine de seninle her göz göze geldiğimde nedensizce aklım karamelli şekerlere gidiyor.

Saçların. Sanki kendi kendine bir ışık saçıyor etrafa. Ay ışığı gibi.

Simetrik yüz hatların, o çıkık elmacık kemiklerin aristokrat kelimesini çağrıştırıyor, öylesine asil, öylesine zarif. Dudakların..."

Tuttuğum nefesimi verdim titrekçe. Onu nasıl susturmam gerekiyordu. Böyle şeyler söylememeliydi. "Öpülesi..."

Ve sonunda kaçırdığım gözlerimi onunkilere diktim. Tam olarak nasıl baktığımı bilmiyorum ama bir an afallar gibi oldu. Öpülesi? Ayağa kalkarken bakışlarımı ondan bir saniye bile ayırmamıştım.

"Söyleme. Bir daha sakın öyle bir şey söyleme. Hatta düşünme bile. Sakın." Her ne kadar sessiz konuşmuş olsam da nasıl bir etki bıraktığımın ben bile farkındaydım. Ardından öylece çıktım salondan.

Öpülesi? Lavaboda aynı gün içinde ikinci kez buz gibi suyu yüzüme çarptım. Beni öpmek istemesi düşüncesi tüylerimi diken diken etmeye yeterdi.

O kimdi ki beni öpecekti. Ne sanıyordu ki? Bunun hoşuma gideceğini mi düşünüyordu. Neden böyle şeyler söylüyordu? Neden düşünüyordu?

Hala anlamamış mıydı öyle bir şeyin asla olmayacağını. Neden olsun ki? Aynaya göz ucuyla bile bakmadan çıktım lavabodan. 'Sen hiç aynaya bakmıyor musun'

Bakmayacağım işte.

*****

"Töbebismillah!" Kocaman gözlerle ayağa fırladım. Emre sıçradı. "Ne oluyor lan ödüm koptu." "Bu kimin telefonu ya, prensim falan yazıyor bunda." "Senin değilm... Oha kimi kaydettin prensim diye." Emre omzumun üstünde ekrana baktı.

"Bu benim değil ki, olamaz..." "Bomba mı yoksa?" "Aha bomba. Valla bomba. Abandon shiiiiip!" Telefonu telaşla karşı koltuğa fırlattım ve Emre'yle birlikte koltuğun arkasına çöktük. "Patlamadı..." dedi birkaç saniye sonra.

"Ne yapıyorsunuz tam olarak?" Selim her zamanki umursamaz tavırlarıyla telefonu attığım yerden eline aldı. "Dikkat et bombaa!" diye bağırdı Emre yanımdan. "Ses tonunu ayarlasana ya, kulağımın zarı patladı," dedim onu dürterek.

"Valla bomba mı bilmem ama benim telefonum değil o. Prensim nedir ya." Kusuyormuş gibi bir hareket yaptım. "Abandon ship ne alaka?" "Ne bileyim, can havliyle şey ettim..." "Zeyd mi bu?" Selim telefonu yüzüne yaklaştırdı, galiba fotoğraf inceliyordu.

"Yuhh sen Zeyd'i prensim diye mi kaydettin?" "Ya sen mal mısın? Ben niye öyle bir şey yapıyım. Ruh hastası mıyım ben. Manyak mıyım ben. Psikopat, sosyopat miyim?

Yakışıklı erkek görünce kendini önüne atan bir beyinsiz miyim? Dibim mi düşecek benim. Iyhh düşüncesi bile beni kendimden soğuttu. Gidip intihar edeceğim." Doğruldum ve intihar etmeye gidiyordum ki önüme geçip beni durdurdu.

"Biraz önce Zeyd'e yakışıklı mı dedin sen?"

"Ya pes ama ya. O kadar şey saydım. Sözün özü diye çıkardığına bakar mısın... Selim ne yapıyorsun?" Selim telefona bir şeyler yazıyordu. "Prensine mesaj atıyorum..." Gözlerim yavaş yavaş büyürken söylediklerini idrak ettim.

"Ya!" "Tut onu." Öne doğru atılacakken Emre yakaladı belimden. "Sakın! Bak sakın. Böcek gibi ezerim ikinizi de. Yazma! Ya ne yazıyorsun yazmasana!!"

Emre'den kurtulmaya çalışırken koltuğun kenarından koltuğa attım kendimi adeta. Koltuğun arkasından bana başını iki yana sallayarak acıyan bir bakış atmasına aldırmadan ayağa fırladım tekrar.

Selim'e doğru yaklaştığımda telefonu havaya kaldırdı. "Yaklaşma. Bak gönderirim." Olduğum yerde dondum. "Ne yazdın?" Gözlerimi telefondan ayıramıyordum. "Seliim. Canım arkadaşım. Şimdi o telefonu yavaaş yavaaş aşağı doğru indir ve bana ver. Hadi dostum."

Tek kaşını kalırdı bana sökmez bunlar bakışlarıyla. "Bari ne yazdın onu söyle bak valla kalpten gideceğim şurda." "Ee telefonunu bomba diye fırlatırsan bir yerlere öyle kaparlar be güzelim." Emre'ye ölümcül bir bakış attım. "Telefonun bomba olduğunu ortaya atan kişi olarak sen sus bence..." dedim tehdit dolu bir ses tonuyla.

Selim'in parmağı ekranın üzerinde bekliyordu. Aramızdaki mesafeyi hesapladım bir an, hamla yapsam kurtarır mı acaba diye. "Müşteri geldi, bakacak mısınız?" dedi Ali. Sonra sergilediğimiz sahneyi görünce bir durakladı. "Ne yapıyorsunuz siz?"

"Ben bakarım. Hobba..." Selim'in parmağı ekrana adeta yavaş çekimde dokunduğunda kıvranır gibi ses çıkardım "Aah gönderdin mi?" Yüzümü buruşturdum. "Gönderdin değil mi?" Ellerimi yüzüme kapattım. "Gönderdim. Al bakalım prenses."

Telefonu elime verirken sinirle gözlerimi kıstım. "Pardon ağzımdan kaçtı valla," dedi alaycı bir özürle sonra hemen müşteriyle bakma bahanesiyle ortadan sıvıştı. "Prenses kadar senin başına..." diye bağırdım arkasından.

Ben bu bedduanın sonunu hiç getiremiyordum nedense. Prensesmiş. Ben o Zeyd'i bir elime geçireyim sen o zaman gör prensi prensesi. Hangi ara yapmıştı o pislik bunu. Yok kesin elimde kalacak benim. Çok fena elimde kalacak.

Derken ne gönderdiğine bakmak aklıma geldi sonunda. 'Naber küçük prens?' Gözlerimi belerttim. "Ya yuhh Selim!" diye bağırdım tekrar arkasından. "Yapılır mı ama bu...?" Oflayarak koltuğa oturdum.

Küçük prens.

Umutsuzca başımı iki yana salladım. Ben böyle işin...

Kafa dağıtmak için oyun açıp bir süre oynadıktan sonra bir whatsapp geldi.

Beyaz atletli prensim: 'Küçük prens ötede. Bendeniz beyaz atletli prens. Beyaz atletli prensin'
Alya: 'Seni o beyaz atletle tavana asarım!
Alya: 'Arabayla üstünden geçerim senin.
Alya: 'Seni aküye bağlar olmayan beynine voltaj veririm.
Alya: 'Seni var ya...'
Beyaz atletli prensim: 'Al işte. Hepsini bir anda söyledin ilhamın tükendi. Yanında biri var mı?'
Alya: 'Ne?'
Beyaz atletli prensim: 'Ateşini kontrol etmesi için'
Alya: 'Seni var ya...'
Beyaz atletli prensim: 'Hep kaba kuvvete yöneliyorsun'
Beyaz atletli prensim: 'Bazı meseleleri sevgiyle çözmelisin'
Beyaz atletli prensim: 'Azıcık sevsene...'
Alya: 'Gömerim!
Alya: 'Yerin yedi kat dibine gömerim!
Alya: 'Üzerine gökdelen dikerim!'
Beyaz atletli prensim: 'Tamam ya, madem o kadar ısrar ediyorsun küçük prens olayım o zaman nolcak...'
Alya: 'Sen ne içtin ya?'
Alya: 'Ayrıca onu ben yazmadım.'
Beyaz atletli prensim: 'Hadi ya, senin kuzen miydi? Halaoğlu?'

Şu isim acayip sinirlerimi bozuyor. Kişilere girip adının arkasından 'prensim' ekini sildim geri.

Alya: 'Çok komiksin gerçekten.'
Beyaz atlet: 'O sondaki nokta biraz ağır oldu be prenses'
Alya: 'Engellerim seni Arkan!'
Beyaz atlet: 'Tamam, koy anasını satiim, koy nokta koy!'
Alya: 'Sen bırak şimdi noktayı virgülü! Benim telefonumu mu karıştırdın sen?'
Beyaz atlet: 'Karıştırmadım'
Alya: 'Tepem atıyor.'
Beyaz atlet: 'Karıştırmadım'
Alya: 'Sinirleniyorum.'
Beyaz atlet: 'Karıştırmadım!'
Alya: 'Döverim.'
Beyaz atlet: 'Karıştırmadım kızım valla, sadece adıma ek yaptım'
Alya: 'Sen değil miydin ben olsam seninkine bakardım diyen?'
Beyaz atlet: 'Onu iyi hatırladın yalnız, bir de bana fil hafızali diyorsun.'
Beyaz atlet: 'Cidden bakmadım, hangi ara bakacağım ki zaten, sadece adıma ek yaptım diyorum'
Alya: 'Üstüne lazım olanla uğraşsana.'
Alya: 'Sana ne benim koyduğum isimlerden.'
Beyaz atlet: 'Ne var ya? Beyaz atlet eksik kalmıştı. Tamamladım sadece'
Alya: 'O zaman beyaz atletli ruh hastası yazacaktın.'
Alya: 'Prensim nedir ya?'
Beyaz atlet: 'Yakıştıramadın mı?'
Alya: 'Yakıştıranlar mı var?'
Beyaz atlet: 'Kalbimi kırıyorsun prenses'
Alya: 'Başlıcam prensesine ha'
Beyaz atlet: 'Aha nokta kullanmadın'
Alya: '.'
Beyaz atlet: 'Neden mesafeli olmakta bu kadar ısrarcısın?'
Alya: 'Mesafe iyidir.'
Beyaz atlet: 'Ne açıdan?'
Alya: 'Her açıdan.'
Beyaz atlet: 'Vay be, yine çok iç açıcı cevaplar veriyorsun. Takdir ettim'
Alya: 'Takdire şayan bir kişiliğim olduğunu biliyordum zaten.'
Beyaz atlet: 'Bir o kadar da mütevazı'
Alya: 'Aynen, aynı ben.'
Beyaz atlet: 'Ne yapıyorsun?'
Alya: 'Hiç.'
Beyaz atlet: 'Hiç?'
Alya: 'Aynen, ondan işte.'
Beyaz atlet: 'Koyma şu noktaları, aldım ben mesajı koyma!'
Alya: '.'
Alya: 'Nokta bu, cümlenin sonuna konur, niye taktın bu kadar anlamıyorum.'
Beyaz atlet: 'Ha beni gıcık etmek için koymuyorsun yani. Gizli bir mesaj falan?'
Alya: 'Kendini fazla önemseme.'
Beyaz atlet: 'Yanlış. Bence sen de kendini biraz daha fazla önemsemelisin'
Alya: 'Diyosun?'
Beyaz atlet: 'Aynen'
Alya: 'Neye dayanarak?'
Beyaz atlet: 'Belediyenin bana verdiği yetkiye dayanarak'
Alya: 'Bu iğrenç esprine yorum yapmak için kaç seviye inmeliyim acaba?'
Beyaz atlet: 'Tamam, kabul, çok sevimsiz oldu.'
Alya: 'Noluyoruz nokta koymalar falan?'
Beyaz atlet: 'Kurallara uyuyorum. Nokta cümlenin sonuna konur. Ayrıca 'noluyoruz' nedir? Ne oluyoruz yazmalısın'
Alya: 'Vur dedik öldürdün sen de. Kompozisyon yazmıyoruz herhalde.'
Beyaz atlet: 'Yazalım istersen.'
Alya: 'İddialısın?'
Beyaz atlet: 'Aynen. Kalemim kuvvetlidir.'
Alya: 'Ben varım.'
Alya: 'Bir dakika ya. Yine saçmalıyoruz...'
Alya: 'İnsan durduk yere niye kompozisyon yazmak üzerine iddialaşır ki?'
Beyaz atlet: 'Rekabete dayanamıyorsun hiç, o yüzden oluyor böyle.'
Alya: 'Diyosun?'
Beyaz atlet: 'Aynen.'
Alya: 'Çok biliyorsun.'
Beyaz atlet: 'Aynen.'
Alya: 'Salaksın.'
Beyaz atlet: 'Yemezler.'
Alya: 'Aman iyi yeme, hadi git işine.'
Beyaz atlet: şim yok ki.'
Alya: 'Belli oluyor.'
Alya: 'Koskoca şirket değil mi ya seninki, nasıl işin yok.'
Beyaz atlet: 'Seninkinden pek bir farkı yok aslında.
Beyaz atlet: 'Biraz daha büyük çaplı sadece.'
Alya: 'Hii anladım.
Alya: 'Canın istemeyince iş yokmuş gibi davranmak.'
Alya: 'Bilirim onu.'
Beyaz atlet: 'Sen de bizdensin.'
Beyaz atlet: 'Takılsak mı?'
Alya: 'Takılmaktan kastın?'
Alya: 'Daha dün sinemaya gittik...'
Beyaz atlet: 'Olsun göresim geldi belki.'
Alya: 'Gelmesin bence.'
Alya: 'Öyle her gün her gün.
Alya: 'Ne alaka.'
Beyaz atlet: 'Dimi, ne alaka acaba...'
Beyaz atlet: 'Aptalsın.'
Alya: 'Haydaa, niye aptal oldum şimdi durduk yere?'
Beyaz atlet: 'Durduk yere?'
Alya: 'Naaptım ya?'
Beyaz atlet: 'Çok aptalsın.'
Beyaz atlet: 'O kadar aptalsın ki bazen böyle tutup sarsmak istiyorum.'
Alya: 'Bir de nedenini açıklasan çok güzel olacak.'
Alya: 'Ayrıca telefonun obur ucunda kendini güvende hissetme sakın. Sorarım hesabını.'
Alya: 'Bir dakika ya. Ben niye bu kadar ezik davrandım ki şimdi.'
Alya: 'Sensin aptal.'
Alya: 'Geri zekâlı!'
Beyaz atlet: 'Sakin ol prenses. Sakin.'
Beyaz atlet: 'Seni bir yere götürmek istiyorum.'
Alya: 'Nereye?'
Beyaz atlet: 'Sürpriz.'
Alya: 'Hiç sevmem.'
Beyaz atlet: 'Akşam alırım. Çok gecikme.'
Alya: 'Emri vakileri de hiç sevmem.'
Beyaz atlet: 'Sen neyi seviyorsun ki demeyeceğim bile...'
Beyaz atlet: 'Bu kadar inat etmesen emri vaki yapmak zorunda kalmam.'
Alya: 'Gelmeyeceğim.'
Beyaz atlet: 'Üzülürsün.'
Alya: 'Fazla iddialısın.'
Beyaz atlet: 'Öyleyim. Sen de iddialı olduğun için geleceksin akşam, biliyorum.'
Alya: 'Tamam. Geleceğim.'
Alya: 'Ama bak bu son, bir daha gelmem bir yere.'
Beyaz atlet: 'Neden? İyi vakit geçirmiyor musun?'

Aksine, ben galiba biraz alışmaya başlamıştım bu duruma. Bu iyi değil, hiç iyi değil...

Ben alışkanlık yapan insanları yanıma almıştım hep, toplamıştım etrafıma ama Zeyd sığmazdı aralarına. Sığamazdı. O alışabileceğim biri değildi. Kalıcı değildi. Ona alışmak gibi bir şey söz konusu olamazdı, çünkü onu yanımda tutamazdım.

Cevap vermeden konuşmayı kapattım. Kaşlarımı çattım. Ben geleceğim mi demiştim biraz önce ona? Gözlerimi yumdum. Gitmeyecektim ki ben, niye geleceğim demiştim. Adam beni her defasında bir şekilde gaza getiriyor iyi mi.

Yine 'selam verdik borçlu çıktık' meselesine bağladım işi kendi kendime. Yazdım seni kara listeye Selim, görürsün sen. Hep senin yüzünden oldu bunlar.

Akşama daha çok var mı acaba? Nereye gideceksek? Ben ne giyeceğimi nereden bileceğim. Nereye gittiğimizi bile bilmiyorum.

Şu hayatta kimse iç sesim kadar 180 derece dönmemiştir herhalde. Nerden nereye bağladı meseleyi. Hayır madem o kadar heveslisin Selimciğimi neden kara listeye yazıyorsun.

Hazır Selimciğim demişken biraz intikamım üzerine kafa patlatayım bari. Bu küçük prensin hesabını fena soracağım sana Selim. Görürsün sen.

*

'Geldim.' Ayakkabılarımı giyindikten sonra kapıyı kilitledim. Tıpır tıpır merdivenleri inerken acaba nereye gidiyoruz diye düşündüm bilmem kaçıncı kez. Şimdi sorunca da söylemez ki gıcık. Araba yine her zamanki yerde beni bekliyordu.

Şu arabaya her baktığımda içim eriyor ya benim hala. Can dostum Martin. Ben galiba seni seviyorum Martin. Kapıyı açtım. Aha orada da Martin'imin gereksiz, kibirli, kendini mükemmel sanan sahibi -neydi adı acaba-?

İç sesimle birlikte sevimsiz bir 'nihahaha' patlattık.

Sevimsiz 'nihahaha'nın birazı yüzüme yansımış olacak ki Zeyd bana garip garip bakıyordu. Hemen yüzümdeki sırıtmayı sildim. "Naber?" dedim kemerimi bağlarken. "İyi, senden." "Aynı," dedim, zaten daha dün görüşmüştük.

'Nereye gidiyoruz' sorusu dilimin ucuna kadar geldi ama sormadım. Sormadım çünkü cevap vermeyecekti biliyorum.

"Kimliğin yanında mı?" dediğinde şaşkın ve garipseyen bir biçimde baktım ona. "Ne?" "Kimliğin diyorum, yanında mı?" Kimlikle ne yapacaktı ki?

"Napcan? Nikâhına mı alcan?"

Tepki vermeyince ona baktığımda yüzünde garip bir ifade vardı. Dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. "İster misin?"

"Hı?"

Pardon, ney?

Öksürdüm. "İster misin diyorum." Kaşlarımı çattım. İster misin derken pardon. Bir dakika noluyo lan? Şakaydı kaka oldu...

Gülerek, "Yanında mı değil mi?" diye sordu tekrar. "Yanımda..." dedim tereddütle. "iyi güzel, lazım olacak bize." Tam şu an bir tık tırstım ben galiba.

Kimlik ne alaka ki.

Nereye götürüyor bu beni.

Atsam mı kendimi arabadan?

*****

👀Yorumları alayım...

🍀🖤
Çemkirella

Continue Reading

You'll Also Like

5.4M 289K 30
!Acemi bir dille yazılmıştır! Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar t...
710K 29.5K 47
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
9.8K 906 20
Sırtımı üşüten soğuklukla gözlerimi aralamaya çabaladım. Gözlerimi açtığımda perdenin uzayan hareketine takılı kaldı gözlerim. Açık olan pencereden s...
23.3K 4.3K 27
Gizem, dedesinin ölümüne kadar kendisini sıradan bir kız sanıyordu. Ne dedesinin bir büyücü olduğundan ne de kendisinin bir gün bir büyücü olacağında...