fire and blood • malik

由 carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... 更多

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

XLVI| life and death

1.5K 145 86
由 carmenfkahlo

SHAWN

Güneşin doğuşu ile gözlerini yeni bir güne açan Shawn kalkar kalkmaz önce bir ağacın dibinde su akıtmış, sonra boyalı sarı saçlarının altında oldukça dikkat çekici duran kahverengi sakallarını kesmişti. Ardından ahıra girerek üç kova süt sağdı, hayvanlara su verip onları besledi. Hayvanlar yemeklerini yerken ise her sabah yaptığı gibi biraz mekik ve şınav çekti. Sırada yumurtaları toplama işi vardı ve Shawn bunu da çok kısa bir süre içinde halletti, sonrasında kuyudan su çekerek eve geri döndü. Peeta herkes için yemek hazırlıyordu. Shawn' ı gördüğünde dudaklarında tatlı bir tebessüm oluştu. "Yine çoğu işi bitirdin değil mi?"

Shawn onaylayarak başını salladı.

"Kendini çok fazla zorladığı düşünüyorum Sean. Bazı işleri bizimle paylaşman gerekiyor."

"Gayet iyiyim. Bunları dert etmeye gerek yok." Kovanın içine bir maşrapa daldırdı ve soğuk suyu hızlıca içti. "Üstelik beni evinize aldınız, karşılığını vermem gerekir."

Peeta övgü ve sevgi dolu sözlerini Shawn' a sıralarken birlikte kahvaltıyı hazırladılar. Diğerleri de bu süre boyunca uyanmış ve oldukça az çeşidi olan ama mutlu bir kahvaltı yapmışlardı. Kahvaltıdan sonra tekrar dışarı çıkan Shawn dondurucu soğuğun içinde baltasını aldı ve odunları parçalara ayırmaya koyuldu. Jack ile Jeramain, Shawn' ı ne zaman odun parçalarken görse tıpkı Peeta gibi övgüler sıralamaya başlıyorlardı. Onlara göre Shawn çok güçlüydü ve kendisi olmasaydı bu kışı çok zor şartlarda geçireceklerini, tanrının iyiki Shawn' ı karşılarına çıkardıklarını anlatıyorlardı. Shawn bunun bir tanrı işi olduğuna inanıyordu artık. Tanrı onun kaderini bu insanlarla birleştirmişti ve bunun belli bir sebebi olmalıydı. Sebebini şimdi görebiliyordu. Buradaki herkes yaşamak için birbirine muhtaçtı.

Bir odun parçasını daha ikiye böldüğünde derine saplanan baltayı kendisine doğru çekti ve yeni bir odun daha aldı. Bu sırada zarif adımlarıyla Diega yanına gelmişti. Kar yüzünden kızıl saçlarının üst kısımları ıslak görünüyordu.

"Annem kasabaya gitmemiz gerektiğini söyledi. Tekrar."

Yüzündeki yaramaz gülücük Shawn' ın da gülmesine sebep olmuştu. "Gidelim öyleyse."

"Birazdan malzemeler hazır olur. Sen de hazırlanınca burada buluşuruz."

Diega tekrar geri döndü ve Shawn da buradaki işini bitirdikten sonra eve girdi. Bir bezle yüzündeki soğuk teri sildikten sonra üzerine yünlü pelerinini geçirdi ve Jeramain ile kasabaya neler götüreceğini danıştı. Götürülecek çok yük olduğundan Yaşlı Adam' la birlikte gitmek zorundaydılar. Yaşlı Adam, Jeramain' in çok uzun yıllardır yaşamayı başarmış aygırıydı ve onu her zaman yormamak için sadece çok fazla yük varken kullanıyorlardı. Birlikte Yaşlı Adam' ı koşumla arabaya bağladılar. Arabaya bir sepet yumurtayı, üç sepet patatesi, üç büyük kova sütü ve bir çuval odunu yerleştirdikten sonra Shawn arabanın önüne oturdu ve Yaşlı Adam' ın dizginlerini salladı. Diega' yı, birlikte sözleştikleri yerden aldıktan sonra aygırı kasabaya doğru yönlendirdi.

Evden oldukça uzaklaştıktan sonra sessizliği bozan her zamanki gibi o olmuştu. "Bana bir şeyler anlat."

"Ne gibi?"

"Bilmiyorum. Senin hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyorum fakat kapalı bir kutudan farkın yok."

"Çok konuşmayı sevmem, biliyorsun."

Ne zaman birlikte oturup sohbet etseler konuşan taraf genellikle Diega olurdu. Sonsuza kadar anlatacak hikayeler bulabilir ve Shawn da sonsuza kadar onun ilginç kelimelerini dinleyebilirdi. O anlatmak yerine yorum yapmayı ya da anlatılanlara iki cümle eklemeyi tercih ediyordu.

"Biliyorum. Ama her zaman böyle olamaz. Sen de konuşmalısın... İşte şimdi soru geliyor."

"Pekala."

"Kardeşin var mıydı?"

Kalbinde hissettiği ani sızıntı canını yaktı ve yüzündeki kaybolan gülücüğü Diega' nın görmemesi için başını diğer tarafa çevirdi. Dikkatli olmalı ve sözlerini iyice düşünmeliydi.

"Vardı. İki tane."

"Onları da mı... Kaybettin?"

"Evet." Sesindeki acı sağır bir adam tarafından bile fark edilebilirdi. Yine başa dönüyor, yine aynı hisleri tadıyordu.

"Nasıl oldu? Annen ve babanla aynı anda mı kaybettin onları?"

"Hepsi öldürüldü Diega."

Kız sustu fakat bir elini Shawn' ın bacağının üzerine yerleştirdi.

"Sadece bebek olanı kurtarabildim. Ama o da soğuğa ve açlığa dayanamadı."

Anılarını zihninde canlandırarak bebek Daphne' nin yüzünü hatırlamaya çalıştı. Fakat yoktu. Kokusunu en ince ayrıntısına kadar hatırlasa bile yüzüne dair hiçbir şey bilmiyordu.

"Çok üzgünüm." dedi Diega. Samimiydi.

"Ben de."

"Bunu size kim yaptı?"

Herkes.

"Bizi sevmeyenler vardı."

Babam yılanın başını zamanında kesmeliydi. Irwinlerin kötülüğünü Shawn gibi babası da fark etseydi şimdi herkes yaşıyor olabilir ve hayat daha farklı olurdu. Babasını uyarmadığı için kendisini suçlu hissetti. Yine hatalıydı işte. Kendisinin bu küçük hataları yüzünden ailesini ve krallığını kaybetmişti.

"Beyaz Tanrı' ya inanıyor musun?"

"İnanıyorum." Artık hiç şüphesi kalmamıştı.

"Öyleyse tanrının adaletine de inan. Bir gün herkes yaptığının bedelini öder."

İmkansız, diye düşündü Shawn. Kimse yaptıkları için bedel ödemeyecekti. Bu diyarda iyi olanlar hiçbir zaman kazanamadı.

"Adalete inanmıyorum." dedi düz bir sesle. "İhanet, yalancılık, kibir ve öfke. Dünya bunların oluşturduğu bir kaostan ibaret."

"Öyleyse kendi adaletini yarat." Başını çevirip ona baktığında Diega inci gibi beyaz dişlerini sergileyerek gülümsemişti.

Konuyu kapatan Diega ardından kendi hikayelerinden birisini anlattı. Hikaye öyle uzundu ki bittiğinde kasabaya ulaşmışlardı bile. Bugün diğer günlere göre daha kalabalıktı burası. Çevrede durmaksızın dolaşan askerler kahkahalar atıyor ve içiyorlardı. Shawn korkmuştu. Yoksa burada olduğumu anladılar mı? Pelerininin başlığını biraz daha yüzüne doğru çekti ve sırasıyla arabanın arkasındaki malzemeleri vermeleri gereken adamlara sattılar.

Patatesleri alan adama "Bugün kasaba neden bu kadar fazla kalabalık?" diye sormuştu Diega.

Çirkin adam bir iç çekti. "Irwinler her köye ve kasabaya adamlarını göndermeye başladı. Güç gösterisi yaparak bizi korkutmak istiyorlar şüphesiz. Ama bilmiyorlar. Biz yapılanları unutmayız."

Bir maşrapaya fıçıdan bira dolduran adam maşrapayı Shawn' a uzattı. "İç arkadaşım."

İkram edilen biradan isteksizce -içkiden nefret ediyordu- bir yudum alırken yanlarından geçen birkaç askerin kahkahalar atarak insanlara küfürler ettiğini duydu. Alay ediyorlardı, tüm bu fakirlikle.

"Kurtlar, yılanlar gibi zalim değildi." demişti patatesçi adam kederle. "Büyük bir fırtınadan sonraki sabah çevredeki köyleri ve kasabaları ziyaret eder, onlara yemekler dağıtırlardı. Bir gün kral bu kasabaya da gelmişti. Yüzünü hafızamda saklayamadım. Fakat o gün karnımın çok iyi doyduğunu ve gece iyi bir uyku çektiğimi hala hatırlayabiliyorum... Tanrı zavallı Mendeslerin ruhuna huzur versin."

"Açlık büyüyor, değil mi?"

Çirkin adam başını sallayarak Diega' ya bakmıştı. "Şişman adamlar zayıflıyor, zayıf olanların durumu ise çok daha kötü. Ölenler var. Ama kimse bunu umursamıyor."

"Sör Logan vergilerin iki katına çıktığını söyledi ve ne yapacağımızı hiç bilmiyoruz. Toprak yeterli ürün vermiyor."

"Felaket." dedi başını iki yana sallarken. "Ah tanrılar, uğursuz kış ölümle geldi ve yakında hepimiz yılanın zehriyle öleceğiz."

Patatesçi adamın yanından yumurtacı adamın yanına gittiler. Ellerinde sadece yumurtalar kalmıştı ve bir an önce yumurtaları da satarak gitmek istiyor, Irwin askerlerinin halka sergilediği tavırlar ve sürekli yakalanacakmış gibi hissetmesi onda koşarak kaçma isteği yaratıyordu.

Yumurtaları satıp arabaya bindikten sonra dizginleri sallayarak Yaşlı Adam' ı harekete geçirdi ve kasabanın çıkışına doğru ilerlediler. Bir sonraki sokakta bulunan kalabalık diğerlerinin yanında hiçbir şeydi. Yanlarından geçtiğinde ise bunun sebebini gördü. Bir askerin elinde Abrecan' ın, diğer askerin elinde ise Ice' nin çürümüş kafası, saplanmış kazıklar ile insanlara sergileniyordu. Küfür ediyorlardı. Dalga geçiyorlar ve Mendesleri ağza alınmayacak kelimeler ile aşağılıyorlardı.

"Dikkat et!" dedi Diega, Shawn' ın ellerinin arasından dizginleri alırken.

Ve Diega arabayı durdurdu. Shawn öyle dalmıştı ki kendi karanlığına, Diega' nın çoktan kasabanın ötesine gittiğini fark etmedi ve neden durduklarını da anlamadı.

"İyi misin?"

"İyiyim." Söyleyebildiği en iyi yalan buydu artık. 

"Seni rahatlatacaksa ağlamalısın."

"Neden ağlayayım ki?" Gözleri dolan Shawn tekrar başını diğer tarafa çevirdi. Zayıf ve savunmasızdı. Diega bunu görmemeliydi.

"Az önce gördüklerimiz seni etkiledi."

"Kafası kesilen kurtlar sadece."

Diega kararsız, titrek bir iç çekti ve Shawn' ın elini tuttu. "Ailenin kurtları."

Nasıl göründüğünü umursamadan Diega' ya döndü. Neyden bahsettiğini sormak için dudaklarını aralamıştı ki Diega yine ondan önce davrandı. 

"Kim olduğunu biliyorum Shawn."

Çok uzun bir zamandan sonra adını bir başkasından duymak sol gözünden bir damla akmasına neden oldu. Karşı çıkmadı. Gördüklerinden sonra bunun için gücü yoktu çünkü.

"Nasıl anladın?"

"En başından beri şüpheleniyordum." Diega elini yüzüne doğru uzatarak parmağıyla gözyaşını sildi. "Kimseye söylemedim. Söylemeyeceğim de."

"Biliyorum."

"Sen tanıdığım en güçlü insansın. Bunu biliyorsun değil mi?" dedi Diega ona sarılırken.

Bu bir yalandı.

Shawn hiçbir zaman güçlü olamamıştı. Tıpkı onunla dalga geçen lordların söylediği gibiydi gerçek olan: Yumuşak Prens. Artık bir prens değildi fakat hala yumuşaktı. Bunu en derininde bile hissedebiliyor.

RHOSLYN

Dudaklarındaki küçük tebessümün nedeni penceresinden gördüğü manzaraydı. Ashton bugün gidiyordu. Ve tanrı bilir ne kadar zaman sonra gelecekti. Belki de hiç gelmez. Şerefli bir Viking onu gebertir. Tanrıya her an bunun için dua edecekti.

Atına binen Ashton arkasındaki altı yüz kişilik ordusuna baktı ve Rhoslyn' in duyamayacağı sözleri hararetle söyledikten sonra Kanlı Kale' den uzaklaştı. Ashton' ın atının attığı her bir adım Rhoslyn' in mutluluğunu ikiye katlıyordu. Uzun bir süredir bu kadar iyi hissetmemişti.

Gözlerini ayırmadan kendisini izleyen iki hizmetçi kıza baktı. Onlardan da kurtulmayı dilerdi.

"Bahçede biraz hava almak istiyorum."

"Size eşlik edelim leydim."

Odadan çıktığında ardından gelen hizmetçilerin arasına muhafız Wellie de katılmıştı ama bugün bunların hiçbirini dert etmesine gerek yoktu. Bugün hiç olmadığı kadar özgürdü. Sadece hareket ederken bileklerine uygulayacağı ani hareketlere dikkat etmesi gerekiyordu ve bunu da yapabileceğine emindi.

Doğu tarafındaki bahçeye çıkarak denizi sergileyen taş banklardan birisine oturdu. Oturmadan önce Jeyne ve Jenna adındaki kardeş hizmetçiler bankı güzelce karlardan temizlemiş, Rhoslyn' in üşümemesi için bankın üzerini kürkle örtmüşlerdi.

Rhoslyn denizi severdi. Ama buradaki denizin güneydeki denizle hiçbir alakası yoktu. Buradaki deniz ona sadece soğuk bir ölümü hatırlatıyordu. Rengi her zaman ölü grisiydi ve sert dalgaları durmaksızın kalenin duvarlarına vuruyordu. Bu denizin ötesinde Brownland vardı ve bazen penceresinden bakarken Brownland' in nasıl olduğunu hayal ederdi.

Elini karnının üzerine koydu. Artık bu hareket onun için alışkanlık haline gelmişti ve her karnına dokunuşunda bebeğinin orada olmadığını hatırlıyor, yaşadıkları en baştan gözünün önünden geçiyordu. Bir zamanlar umutluydu. Zayn ona söz vermişti çünkü, gelecekti. Onu buradan alacak, işte o zaman rahmine bir bebek daha bırakmasına izin verecekti ve mutluluğun doruklarını yaşayacaklardı. Ama Zayn ölmüştü. Onu haince öldürmüşler ve tahtını gasp etmişlerdi.

"Bu kalenin yapılma hikayesini bilir misiniz leydim?" diye sordu Jenna.

"Bilmem." Irwin Hanesi' nin hiçbir şeyine meraklı değildi. Yine de bunu söylemedi ve Jenna' nın anlatacaklarını dinlemeye hazırlandı. Birileriyle konuşmayalı çok uzun zaman olmuştu.

"Bilirsiniz, Irwinler her zaman acımasızlıkları ile bilinen bir aile olmuştur. Yüzlerce yıl önce Jerome Irwin adındaki adam o zamanın genç lorduydu ve ataları gibi gerçek bir yılandı. Ama bir gün kasabada gördüğü Brownland' li bir tüccarın güzel kızına kalbini verdi. Kız, lordun kalbini yumuşatmayı başarmıştı fakat ortada şöyle bir sorun vardı ki, güzel kız Brownland' de yaşıyordu ve oradaki ailesini bırakmak niyetinde değildi. Jerome Irwin kuzeyin en doğusunda bir kale yapmaya karar verdi bunun üzerine. Kızın kararına saygı duymuştu ve yapacağı bu kale sayesinde denizleri aşarak sık sık onun yanına gidebileceğini düşünmüştü."

"Gitti mi?"

"Malesef kale yapımı bitmeden Jerome öldü leydim. Burası hırçın dalgaların bölgesidir ve lord bunu hesaba katmamıştı. Kale yapımına birçok kez baştan başlanılmış ve uğruna yüzlerce adamın kanı duvarlardan denizlere akmıştır. Bu yüzdendir adının Kanlı Kale olması. Dikkatli bakılınca duvarlarında eskilerin kanı görünür derler."

"Ben bu hikayeye inanmıyorum." dedi Jeyne burun kıvırarak. "Ama kalenin yapımında çok kan aktığına eminim."

Jenna devam etti. "Keşke akan kan bununla kalsaydı. İzlerin çoğu kale bittikten sonra gerçekleşen işkencelere ait olmalı."

Irwin işkenceleri. Rhoslyn' in midesi bulandı.

"Bu arada, prensimizin söylediğine göre iki gün sonra Prenses Lauren ile Kraliçe Marie gelecekmiş leydim. Onlarla akşam yemeklerine katılmanızı emretti."

"Hiçbir şeye katılmayacağım."

"Katılmazsanız... Sizin için iyi olmayacağını da söyledi leydim. Sizi öldürmezmiş ama canınızı çok yakarmış."

Rhoslyn gözlerini yumarak bir iç çekti. Kendisi gitmiş ve şimdi şımarık ailesi gelmişti.

"Neden buraya geliyorlar?"

"Muhtemelen güvenlik içindir. Kimse bir şey söylemiyor fakat krallıkta resmen iç savaş var."

"Vikingler ile ilgili hikayeler anlatırlardı." dedi Jeyne. "Öldürmenin onlar için bir eğlence olduğunu söylerler. Hatta insan eti bile yerlermiş. Çiğ bir şekilde!"

Jenna yüzünü buruşturdu. "Buna inandığını söyleme bana."

"Neden olmasın ki? Onlar barbar ve iğrençler."

Jenna ile Jeyne kendi aralarında bir tartışmaya girişmişken Rhoslyn tekrar hırçın dalgalara döndü ve biricik Zayn' i ile ilgili olan anıları zihninde canlandırdı.

Yine onun yanında olduğu sabahlardan birisiydi. Gözlerini açtığında yüzüne vuran gün ışığından rahatsız olarak doğrulmuş ve Zayn' i hazırlanırken bulmuştu. Nereye gidiyordu?

"Zayn?"

Kılıcını kemerine bağlayacaktı ki Rhoslyn' in sesini duyunca bundan vazgeçti. Kılıcı yatağın ucuna bırakarak Rhoslyn' in yanına oturdu ve önüne düşen sarı tutamları geriye ittirdi.

"Günaydın."

"Nereye gideceksin?"

"Talimim var. Fazla uzun sürmez. Sen uyumaya devam et."

Rhoslyn kollarını açıp ona doğru uzanırken bir kedi gibi Zayn' in üzerine bıraktı bedenini. Başını omzuna yaslayıp sıkıca ona sarılmış bir haldeyken "Gitmek zorunda mısın?" diye sormuştu. Sadece bir talimdi. Ve bu kalede Zayn kadar iyi kılıç kullanan birisi yokken tek bir günden ne olabilirdi?

"Ama kendimi geliştirmem gerekiyor."

"Birlikte çalışalım?"

"Dalga mı geçiyorsun?" dedi gülerek.

Hevesle başını geri çeken Rhoslyn sırıtarak onun ela gözlerine baktı. "Dalga geçmiyorum. Birlikte çalışalım. Sadece bugünlük."

"Saçmalama."

"Seni öldürmem, korkma."

"Rhoslyn... Tek bir darbemle asıl sen ölürsün."

"Öldürebiliyorsan öldür. Seni alt edebilirim."

Öyle büyük bir kahkaha atmıştı ki Rhoslyn de dayanamayarak ona eşlik etti. Ve istediği gibi olmuştu. Zayn, Sör Tarlo Payne' ye bugün talime gelmeyeceğinin haberini Dei ile gönderdikten sonra Rhoslyn' le birlikte bahçeye çıkmıştı.

Sonuç belliydi elbette. Zayn' in her atağında kılıcını birkaç metre ötede bulan Rhoslyn artık pes edecekti ki farklı bir şey denemeye karar verdi. Kılıcını yerden alıp tekrar onun karşısına geçtiğinde birkaç ahlaksız söz mırıldanıp etkileyici bir şekilde ona baktı ve bir müddet sonra adeta bacakları titreyen Zayn' in boğazına kılıcını dayamayı başardı.

"Hile yaptın." demişti yenilgiyi kabullenemeyen Zayn.

Tüm gün boyunca bunun huysuzluğunu yaptığını hatırlıyordu. Bu tatlı anı dudaklarına bir tebessüm verirken tekrar ve tekrar zihninde onun kahkahasını canlandırdı. Unutmak istemiyordu ve bunu yapmak her gün tekrarladığı bir talim olmuştu.

ZAYN

Bir kükreme sesi duydu. Tanıdık bir kükreme. Gözlerini açtığında Arno ve Dei' yin uyuduğunu gördü. Onlar sesi duymamış mıydı?

Ve aynı kükreme.

"Angrisht?"

Ayağa kalktı fakat ağaçlardan dolayı gökyüzünü tam olarak göremedi.

"Angrisht!" diye bağırdı ejderhası için. Onun özlemiyle kalbi her gün yanıyordu ama şimdi geri dönmüştü, buradaydı ve yaşıyordu.

"Angrisht!"

Koştu. Gökyüzünü rahatlıkla görebileceği bir alana ihtiyacı vardı sadece. Angrisht bir kez daha kükredi. Zayn öyle hızlı koşuyordu ki ciğerleri yanıyor, mutluluk gözyaşları rüzgara karışıyordu.

"Buradayım! Buradayım oğlum. Buradayım, yanıma gel." Ayağı ağaç köküne takıldığında birkaç metre boyunca yerde yuvarlandı, tenine dikenler ve otlar battı. Canı yanmıştı fakat bu önemli değildi.

Şimdi ses kesilmiş, orman adeta sükunet içindeydi. Gitmiş olamaz, diye tekrarladı sürekli içinden. Gitmiş olamaz, Anghrist asla Zayn' i bırakmazdı. Yanaklarından süzülen gözyaşları eşliğinde bir kez daha ejderhasının adını bağırdı fakat duyduğu tek şey yankılanarak dönen kendi sesiydi.

Omuzları hayal kırıklığı ile çöktü. Çaresiz bir halde arkasına dönmüştü ki Anghrist' in devasa bedeninin karşısında olduğunu gördü. Sadece o değil, boynunda oturmuş ve güneş kadar sıcak bir tebessümle kendisine bakan Rhoslyn de oradaydı.

"Rhoslyn?"

"Bizimle gel." dedi. Sesi çok uzaklardan geliyor, defalarca kez yankılanıyordu. "Seni çok özledik."

Anghrist hırladı ve ateş gibi ışıldayan irislerinin içindeki siyah göz bebeği büyüdü.

"Nasıl geleceğim?"

"Nasıl geleceğini biliyorsun."

"Çok güçsüzüm Rose." Titreyen omuzları ile dizlerinin üzerine çöktü ve elinin tersi ile ıslak yüzünü temizledi. "Ne yapacağımı söyle bana. Lütfen. Senin yanında olmak istiyorum... Seni istiyorum."

"Benim zavallı küçük sevgilim." dedi Rhoslyn kederle. Gözlerinden kan damlaları süzülüyor ve çenesinden beyaz elbisesine doğru akıyordu. "Ruhun nasıl da acı içinde, tıpkı benimki gibi."

"Acıyı bitirebiliriz. Sadece yanına nasıl geleceğimi bilmek istiyorum."

"Ama beni bulduğunda ölümle geleceğini bilmiyorsun."

"Bedeli buysa ödemeye hazırım."

"Bedeli kendi canın olsa bile mi?"

"Evet, kendi canım olsa bile."

Ve Zayn geceye gözlerini açtı. Yine yağmur yağıyor, üzeri sırılsıklam olmuştu. Arno ve Dei uyuyordu. Güneşin doğmasına daha çok vardı. Kalbindeki acı büyüdü, büyüdü ve tüm bedenini sardığında gözyaşları yağmura karıştı. Ses çıkarmamak için dudaklarını birbirine bastırıyor, dizlerini karnına çekip daha küçük olmak ve hatta yok olmak istiyordu. Bu özleme dayanamıyordu artık. Bu kabuslara... Anghrist ve Rhoslyn. Gündüzleri acı daha katlanılabilirdi fakat geceleri herkes uyuyup yalnız kaldığında gün doğana kadar onlarla ilgili rüyalar görüyor ya da ağlıyordu. Ejderha ağlamaz, diyordu her zaman kendine. Ejderha ağlamaz. Ejderha ağlamaz. Ejderha asla ağlamaz. Ve ejderha her gece ağlıyordu.

Gözlerini kapattı. Tekrar uyumalıydı yoksa yolculuk yaparken uyuklar ve muhtemelen Yüreksiz' den düşerdi.

*

İlk gün ışığında uyanmak Zayn için bir alışkanlık olmuştu artık. Eski hayatına dönüp baktığında bu onun için imkansıza yakın sayılırdı. Erken kalkmaktan nefret eder ve dayanabildiği kadar sabahları yataktan çıkmazdı.

Ağacın dibine geçip aletini çıkardı ve epey su akıttıktan sonra Dei de uyandırdı. Talim yapmaları gerekiyordu. Arno uyanana kadar -neyse ki erken kalkmayı sevmeyen bir insandı- çalışmaları yeterli olacaktı.

"Kılıcı bir uzantın olarak görmüyorsun Dei." demişti agresif sesiyle. "O senin kolun. Böyle düşün."

"Deniyorum Majesteleri." dedi  fakat kılıcını yine yere düştü.

"Hayır, denemiyorsun."

Kılıcını almak için eğilmişti ki Zayn çocuğun omzuna bir tekme attı ve onun geriye savrulmasına sebep oldu. Bunu yapmak istemezdi. Ama Tarlo Payne de onu bu şekilde, acımasızca eğitmişti.

"Kendini savun." dedi korku dolu gözlerle kendisine bakan çocuğa. "Yoksa bedenin çürükler içinde kalacak."

Yerde yatan yaverinin üzerine kılıcını indirecekti fakat Dei kılıcı ile darbeyi karşıladı, hızlıca toparlanıp ayağa kalktı. Zayn bir kere daha kılıcını ona salladı. Bir kere daha ve bir kere daha. Dei hepsini karşılamaya çalıştı ama sonuncusunda kılıcını yine yere düşürmüş ve pes edercesine Zayn' e bakmıştı.

"Ben iyi bir şövalye olamayacağım Majesteleri. Boşuna benimle uğraşıyorsunuz."

"Kılıcı elime ilk verdiklerinde senden küçüktüm. Ve senden daha kötüydüm, umutsuzdum. Ama Sör Tarlo hiçbir zaman bırakmama izin vermedi. Her sabah Ejderha Kalesi' nin avlusunda beni kazık gibi dikti ve güneş en tepeye çıkana dek onun azarlamalarını itirazsız dinledim. Günlerce kanayan yaralarım bile oldu, bir prens olmam onun için önemli değildi. Yaşam ve ölüm. Hayatın kendisinin bu iki kelimeden ibaret olduğunu söylemişti bana. Yaşamak için öldürmen gerekir. Öldürmen içinse öldürmeyi bilmen gerekir. Eğer pes edersen kılıcım asla omzuna değmeyecek ve asla ayağa bir şövalye olarak kalkamayacaksın."

"Özür dilerim Majesteleri. Haklısınız."

Gülümseyerek Dei' yin kıvırcık siyah saçlarını okşadı ve sonra elini çocuğun omzuna indirdi. Dei artık sadece bir yaver değildi gözünde. Dei onun kardeşiydi. Arkadaşı, yoldaşı, sırdaşı ve sevdiği birisiydi. Dei, Zayn için ölürdü ve Zayn de Dei için ölürdü. Hiç düşünmeden.

İleriden bir çıtırtı sesi geldiğinde ikisi de aynı anda sağ tarafa döndü. Arno yüzündeki dehşet ile Zayn' e bakıyordu. Duydu. Her sikik kelimeyi duydu.

"Günaydın." dedi bozuntuya vermeden. "Ne zamandır uyanıksın?"

"Sen kralsın!" dedi Arno şok içinde. "Sen kralsın! Sen Zayn Malik'sin. Ejderha kralı."

"Neyden bahsediyorsun tanrı aşkına?"

Siktir!

"Her şeyi duydum. Ve o tuhaf hareketlerin, gizemin... Şimdi anlıyorum." derken Zayn' e doğru yürüyordu.

"Ne yapıyor-" Arno elini kılıcının kabzasına uzatıp kınından çektiğinde Zayn de elindeki Blackfire' yı daha sıkı kavradı. Onu öldürmek için kılıcını kaldıracaktı ki tek dizinin üzerine çöken Arno kılıcını dikey şekilde toprağa bastırdı ve başını eğdi.

"Kılıcım ve hayatım ebediyen senindir."

Ne hissetmesi gerektiğini bilemedi. Önünde diz çöken birisini görmeyeli öyle çok uzun zaman olmuştu ki buna inanamıyordu. Arno diz çökmüş ve sadakatini Zayn' e veriyordu.

"Ayağa kalk." dedi kafası karışmış bir şekilde.

Arno ayağa kalktı ve hayranlık ile sevgi dolu gözlerle kralına baktı.

"Kendimi tutamayacağım, üzgünüm."

Sıkıca bedenine sarılan kollar Zayn' i daha da şaşırtmıştı elbette.

"Ölmediğini biliyordum. Biliyordum! Senin yanındayım. Krala sarılıyorum. Senin için şarkılar yazacağım. Göreceksin Zayn. Sana Zayn diyebilir miyim?"

Arno geri çekilerek Zayn' in donuk suratına baktı.

"Javadd demen gerekiyor. Birisinin beni tanımaması için."

"Ah, anlıyorum." Arno sırıtarak Zayn' in yüzüne hayranlıkla bakmayı sürdürdü. "Bizim için geliyorsun." dedi Arno. "Hepimizi kurtaracaksın. Değil mi? Fakat kurtaracaksan neden doğuya gidiyorsun?"

"Çünkü güce ihtiyacım var. Doğuda güç olduğuna inanıyorum."

"Haklısın. Evet. Aman tanrım."

Arno' nun durmak bilmeyen soruları genellikle ejderhalar ve kral olmakla ilgiliydi. Tüm gün boyunca susmamış ve Zayn ise Arno' nun gösterdiği bu büyük sevgi gösterisine hala alışamamıştı.

Akşam olana kadar belli aralıklarda mola vermişler ve doğuya doğru olan yolculuklarına devam etmişlerdi. Güneş tamamen battığında ise uygun bir noktada durup kamp ateşi yaktılar. Yolculuk esnasında avladıkları bir tavşanı ateşte pişirdiler ve bir avuç kadar az olan eti aralarında paylaştılar.

Yine gece olmuştu. Yine acının doruklarda olduğu bir vakitti. Herkes bir kenara kıvrıldı ve yorgunluktan dolayı kısa sürede uykuya daldı. Zayn' se Anghrist' i düşündü uzun bir süre. Onun sırtındayken yaşadığı özgürlük ve güç hissini, sevgiyi... Şimdi neredeydi tanrı bilir? Yaşıyor muydu? Ya da Styleslar onu bulup bir şekilde öldürmüş müydü? Ya Rhoslyn? O nasıldı? Bebeğini kaybeden bir anne nasıl iyi olabilirdi?

Bebeğimiz, diye düşündü Zayn. Bir bebeğimiz olacaktı.

Rhoslyn' i düşlerken uykuya daldı. Fakat sabah olduğunda...

"Uyanın!" diye bağırdı Zayn. "UYANIN!"

Arno ve Dei uyanıp Zayn' e baktıklarında onu öfkeden çıldırmış bir halde görmüşlerdi.

"Atlar yok." demişti Dei.

Fakat atlar önemli değildi. Ağacın dibinde duran çanta -yani içindeki bir kese altın ve gümüş- çalınmıştı!

"Her şeyi çalmışlar." dedi Arno hayretle. Kılıcını bile. Sadece sarılarak uyuduğu arpı onunla birlikteydi.

"Paramızı çaldılar." dedi Zayn.

O parayla gemiye binecekti. O parayla Brownland' e gidip orada güçlenecekti. Ve o para sayesinde güçlenip bu diyara geri döndüğünde tahtını geri alabilecekti. Ama para çalınmıştı. O para. Çalınmıştı.

Zayn' in dudaklarından ormanı inletecek kadar korkunç bir kükreme yükseldi. Delirmiş bir halde kılıcını kınından çektiğinde kendisine en yakın ağaca saldırdı ve tüm düşmanları karşısındaymış gibi kılıcını defakarca kez ağaca savurdu. Öfkeden dolan gözlerinden gözyaşları süzülüyordu.

Tekrar en başa dönmüştü. Her şey bitmişti ve ne yapacağını bilmiyordu.

继续阅读

You'll Also Like

240K 9.1K 76
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
86.5K 10.2K 47
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
294K 27.6K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
219K 21.2K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...