Mürekkep Kokunu İçime Çektim...

By ofluoglumert

20.5K 2.9K 2.5K

Hayatının en zor döneminden geçen Irmak, bir gün bir kitap alıp okumaya başlar ve her şey değişir. /// Genç b... More

tanıtım
1
2
3
4
5
6
7
8
...
9
10
11 / kalp narin bir yaratıktır
12
13
14
15 / şüphe açmış çiçek
Yeni bölüm ne zaman?
TUHAF DERGİ'NİN YENİ SAYISINDA HİKAYEM VAR!
16 / lirik sevgilim
Bundan sonra Atlas'a ne olacak?
17
18
YAZMAK ÜZERİNE...
MÜREKKEP KOKUNU İÇİME ÇEKTİM (BÖLÜM ÖZETLERİ)

19 / sarmaşıklar doladı kalbimi (büyük final... mi?)

594 69 71
By ofluoglumert

Bölüm şarkıları: Sarah Brightman-Time To Say Goodbye

The Pierces – Kissing You Goodbye 

SONA ERMEK ÜZERE olan günün turuncu ışık demeti pencerenin önünde uçuşan perdeyi geçerek önce Irmak'ın sağ bacağına, sonra Atlas'ın göğsüne ulaşarak yere atılmış kıyafetlerin üstünde dans ediyordu. Yarı çekili siyah perde odayı loş ışıklar içinde bırakıyor, arkadaki gri şehir manzarası şimdi siyah beyaz eski bir kartpostal kadar donuk, hareketsiz görünüyordu. Irmak suyun dibine düşüp kumdaki ebedi yerine yerleşen bir taş gibi, Atlas'ın kolları arasındaki yuvasına yerleşmişti. Uykusunda onu incelerken düşünüyordu. Atlas eğer çirkin bir erkek olsa bile yine onu sevmeye devam edeceğini, bunun güzellikle hiç ilgili olmadığını, Atlas'ın ne kadar yakışıklı olduğunun hiç önemi olmadığını düşünüyordu. Sonuçta eğer onu sadece dış görünüşü yüzünden seviyor olsaydı, deli olduğunu öğrendikten sonra ondan bir daha geri dönmemek üzere uzaklaşması gerekirdi. Ama öyle olmamıştı. Eliyle Atlas'ın göğsünde, daktilo tuşlarının içinde yazılı p, e, l, i, n harflerinden oluşan dövmelerin olduğu yerde usulca daireler çiziyordu. Atlas gözlerini kırpıştırarak ona baktı.

"Irmak..."

"Uyandın mı?"

Sessizlik.

"Neden bana söylemedin?"

Atlas cevap vermek yerine komodinindeki sigara paketine uzatıp bir sigara yaktı. Irmak yatağın diğer yanında rahatsız olmuşçasına kıpırdandı. Sigarasını dudaklarına götüren Atlas, "Söylemedim çünkü benden uzaklaşmadan korktum," dedi.

"Keşke söyleseydin. Çünkü senden uzaklaşmazdım. Bak, şimdi seninle burada, bu yatağın diğer tarafındayım."

Ve bu doğruydu. Birbirlerine çırılçıplak bir halde sarılıydılar. Atlas sigarasını söndürüp Irmak'a döndü ve alnını öptü. Sonra da onu kollarının arasına çekti. Bir süre sessizce ve sakince nefes alıp verdiler.

"Atlas. Tedaviye gitmen gerek."

"Ben sevdiğim birini bir kere kaybettim, Irmak. Bir daha kaybedemem."

Kendisini kastettiğini bilen Irmak'ın yanakları pembeleşti. "Atlas... Ben hiçbir yere kaybolmayacağım ki. Burada seni, dönmeni bekleyeceğim."

Atlas buna bir cevap vermedi.

"Konserde sen öyle olunca çok korktum."

"Ben... senin yanında olduğu için çok utanıyorum."

"Utanma, ben sana bunu atlatmanda yardım edeceğim. Pelin'i öyle kaybetmen çok kötü... Bunu kim olsa kolay atlatamazdı. Ama sen başaracaksın."

Atlas gülümsedi. "Bütün herkesin ban deli muamelesi yapmasından çok sıkıldım."

Irmak onun komodinine baktı. Üstünde Atlas Kitabı vardı. "Sen tanıdığım herkesten çok daha zekisin," dedi. "Ama yine de tedavi olup bundan kurtulman gerekiyor... Seni çok seven bir ailen var. Baban sana karşı gerçekten çok korumacı. Seni çok düşünüyor. Öyle bir baban olduğu için şanslısın," dedi kendi babasını düşünerek.

Atlas hemen konuşmadı. Sonra, "Öyle bir yere kapatılma fikri bile hoşuma gitmiyor," dedi.

"Atlas! Sana yemin ederim Necati Abi seni en iyi doktorlara emanet edecektir. Ben her gün ziyaretine gelirim, yani eğer ziyaret edilebiliyorsa. Birkaç ay dayanmalısın. Buna değer."

Atlas ona baktı. "Bunu düşüneceğim... Senin için."

Irmak gülümsedi. Onu sonunda ikna edebileceğine inanmıştı. "Bunu her şeyden önce kendin için yapmalısın." Parmağıyla onu çıplak göğsünden ittirdi.

Atlas yaklaşıp onu öptü.

"Sana bundan sonra da Atlas desem olmaz mı? Ahmet kulağıma hala çok yabancı geliyor."

Atlas gözlerini kırptı. Şaşırmıştı. "Bana nasıl hitap etmek istiyorsan onu söyle."

Böylece Ahmet tekrar Atlas oldu.

Irmak artık yalnızca ona değil, ona ait her şeye de farklı bir gözle bakmaya başlamıştı. İşte şuradaki pantolonu, askılıktaki giysileri, kitapları, nostaljik radyosu, küçük dünya topu, duvarındaki Marilyn Monroe posteri, kitaplık raflarında duran tam sıralı Dylan Dog çizgi romanları, jazz CD'leri, eski Yeşilçam şarkıları, hatta yatak örtüsünün üzerinde bulduğu kıvrılmış küçük bir tüyü bile artık ona eskisinden daha farklı, işin aslı daha heyecan verici geliyordu. Tüm bunlar Atlas'ın zihninin yansımalarıydı çünkü artık, birdenbire o hali almıştı tüm eşyaları, odadaki her şey her an ondan bir mesaj verir gibiydi. Öncesinde yalnızca sevdiği çocuğa ait olan bu gibi şeyler, şimdi çok daha gizemli birinin yaşamından izler ve imalar taşıyor gibiydi. Oysa yerde şu değil bu açıyla duran bir çorabın ne gibi bir anlamı olabilirdi, ama işte Irmak için artık öyle değildi.

"Beni affettin mi?" dedi Atlas. "Tüm bunları sana en başından söylemem gerekirdi..."

"Seni affetmek mi?" diye yanıt verdi Irmak. "Mesele aşk olduğunda, affedilecek bir şey söz konusu değildir."

Atlas'ın şaşkın bakışları altında yataktan kalkan Irmak içerideki portmantoya gitti ve boranın üstünden aldığı hediye paketiyle geri döndü. Atlas elindekinin ne olduğunu bilmeyerek onu izliyordu.

"Al bunu aç."

"Ne bu?" dedi Atlas paketi elinden alırken.

"Küçük bir hediye."

Atlas merak içinde paketi açtı –kurdelesi çıplak ayaklarının tam üstüne düştü– ve içindeki tişörtü çıkardı, havaya kaldırarak, "I am not perfect but I am limited edition" diye okudu.

"Yazar olacaksan, bunun gibi bir şeyler giymelisin," dedi Irmak.

Atlas ona bakıp bir şey söylemeye hazırlandı, ama tam o sırada çalan kapı zili o sihirli an'ı sonsuza dek böldü. 

"Kim ki?" 

Irmak geceliğini giyip açmaya gitti. Gelenler olsa olsa Necati veya Efe olurdu... Ama... Kapıdaki arkadaşı Aslı'ydı.

"Aslı?" diye fısıldadı. "Burada ne işin var?"

"Çifte kumrular ne yapıyor bakalım?" dedi Aslı, Irmak'ın sessiz konuşmasının aksine, Atlas'ın içerideki yatak odasından bile duyabileceği kadar neşeli bir sesle.

"Buraya niye geldin?"

O sırada içeriden Atlas geldi. Aslı'yı görünce huysuzlaşmış gibi Irmak'a dönerek, "Neler oluyor?" diye sordu. O an Irmak nedense, kötü bir şekilde, Cem'i bayılttığı gece oraya gelip de kapıda Atlas ve Aslı'yı birlikte gördüğü akşamı hatırladı. Ve bundan –bir anı olsa bile– hiç hoşlanmadı.

"Dönem sonu tiyatro oyunumuzun biletlerini getirdim." Aslı Atlas'ın mesafeli duruşuna pek aldırış etmemişti, aynı neşeli tonda konuşmaya devam ediyordu. "Oyuncunun arkadaşı olduğunuz için yeriniz önden üçüncü sırada." Bunu bir müjde verir gibi söylemişti. Gerçekten samimi olduğu belliydi.

Ama Irmak, Atlas'ın rahatsız olduğunu anladı ve koluna girdiği Aslı'yı salonun uzak köşesindeki koltuklardan birine götürdü. Atlas da holdeki duvara yaslanıp iki kızı gözetleyebileceği bir pozisyon aldı. Sesini alçaltarak konuştu Irmak.

"Aslı, iki saniye öncesine dek, Atlas'ın sana bakış açısı ne bilmiyordum ama şimdi öğrenmiş oldum. Ve sen böyle bir durum varken çocuğun evinde abisiyle seviştin! Doğrusu pes!"

"Irmak... Sahiden biletler için buradayım," dedi Aslı, eski mevzuları kapatmak için. Çantasından iki kağıt parçası çıkarıp Irmak'a uzattı.

"Teşekkürler," dedi Irmak alırken. Biletleri inceleyip, hangi oyun olduğuna baktı. Sonra da Aslı'nın yüzüne. Ne ilginçti. Aralarındaki ilişkiye kaldıkları yerden devam etmişe benziyorlardı. Tıpkı kapısı açık kalan buzdolabı tam ötmeye başlayacakken kapatmışlar gibi, bir akıntıya kapılmak üzere olan birini son anda kurtarmışlar gibi... Ama Irmak da ona küçük bir oyun oynayacaktı. Hem de yarın, tiyatrosunun olduğu, onun için en önemli günde. Yine de bunun için önce Uzay'ı tekrar kendi safına çekmesi gerekiyordu.

"Yurda gittim ama... neydi o kız, Selin, burada olduğunu söyledi. Size elden vermek istedim. Hem Atlas'ı da bir kolaçan ederim diye. O nasıl?"

"Şey..." Irmak başını çevirip göz ucuyla Atlas'a baktı. "Sanırım fena değil. İyiye gidiyor. Tedaviyi kabul ederse daha da iyiye gidecek."

"Güzel." Atlas hala ona dik dik bakmaya devam ediyordu. "Ben artık kalkayım." Yürüdüler. Atlas'tan yana, "Yarın ikinizi de oyunda görmek istiyorum," dedi. "Eğer erken gelirseniz size sahne arkasını, kulisi falan da gezdiririm."

Irmak'ın Eksik olma, diyesi geçti.

"Görüşürüz," dedi Aslı, Irmak'a. Sonra göz ucuyla Atlas'a baktı. "Görüşürüz... Atlas."

Irmak onu geçirip kapıyı kapattı. Atlas'ın eli omzuna değince birden irkildi. Onun kendisine Aslı'yı nereden tanıdığını soracağından korktu ama, Atlas belki de Aslı'yla Irmak'ın Efe sayesinde tanışmadığını, ikisinin iki eski arkadaş olduğunu çoktan anlamıştı.

"Şu kız..."

"Aslı."

"Evet, Aslı..." dedi Atlas, düşünceli bir edayla. "Ne garip bir kız!"

"Ah, niye?" dedi Irmak gülmemek için kendini tutarak.

"Sürekli beni izliyor, ne zaman başımı çevirsem bana bakarken yakalıyorum; sanki yiyecekmiş gibi."

"Demek ki yalnızca bana yakışıklı gelmiyorsun..." dedi Irmak, elini yanağına koyup onu öperken.

Atlas bir süre düşündükten sonra cevap verdi. "Beni kıskanıyor musun?"

"Hem de nasıl," dedi Irmak muzipçe.

Ve yatak odasının yolunu tuttular.

***

"ASLI'NIN AKLINA UYUP bana iş çevirebildiğine inanamıyorum, Uzay."

"Üzgünüm abla... Ama o zaman mantıklı gelmişti. Eğer bana da biri üniversite sınavını kazanamayacağımı söyleseydi, bu beni daha çok hırslandırırdı ve mutlaka kazanırdım."

Ertesi gün Irmak'la Uzay, Uzay'ın odasında oturuyorlardı. Yerde bir badminton topu, bir pinpon topu ve iki adet içilmiş kutu kola vardı. O gelince Uzay ekrandaki araba yarışı oyununu durdurmak zorunda kalmıştı ama hala bilgisayarın başında oturuyordu, ayakları da hala masanın üzerindeydi.

"Bu bir bahane mi? Daha girmeden sınavı kazanamayacağını mı söylemeye çalışıyorsun?"

"Eh, insanların geleceğinin iki saatlik bir teste bağlı olması çok acımasız."

"Haklısın. Konumuza dönecek olursak... Birlikte beni kandırmak için yola çıktınız ama sonra Aslı aklına daha güzel bir fikir geldiğini söyleyerek planı rafa kaldırdı, öyle mi?"

"Aynen öyle. Ama sonra senden nasıl intikam alacak, sorma çünkü bilmiyorum. Uzay bunu söylerken, Irmak Sormayacağım çünkü ben her şeyi biliyorum, diye düşündü, Zaten intikamını da çoktan aldı. Ama ona anlatıp işi uzatmaya gerek yoktu. "Ama bana artık gerek kalmadığını söyledi. Sana da Aslı'yı ispiyonlayacak değildim. Neticede o da benim eski sevgilim, ablacığım."

"Açık sözlülüğün için sağ ol, kardeşim," dedi Irmak, ona sinir olarak. "Ama onun bana alınıp işi buralara kadar getirmesine hala inanamıyorum... Ben sadece ona oyunculuğunu geliştirmesi gerektiğini söylemiştim. Bana ne kadar yanıldığımı göstermek için, onunla kavga ederek ayrılmadığınız halde ikinizin de böyle davranacağı aklıma nereden gelebilirdi ki? Güya kardeşim olacaksın! Bunca zaman koynumda resmen yılan beslemişim. Bak ne diyeceğim, belki sen de konservatuar falan okumalısın... Neyse. Akşam Aslı bizi tiyatronun kulisini gezmeye davet ettiğinde ne yapacağını anladın, değil mi?"

"Öf, tamam, anladım," dedi Uzay.

"Artık girebilir miyim?" diye bir ses geldi kapının dışından.

Uzay irkildi. "Kim var orada?"

Kapı yavaş yavaş açıldı ve Selin göründü. Irmak gülümseyerek onu içeri davet etti. "Bu abla-kardeş konuşmanızın sonu hiç bitmeyecekmiş gibi geldi de..."

"Selin!" Afallayan Uzay bir ona, bir ablasına baktı. Sonunda ayaklarını masadan indirerek heyecanla ayağa fırladı. Sonra tekrar yerine oturdu. Sonra tekrar ayaklandı ve "Gelsene," diyerek onu iki yanağından öptü ama tam o sırada ayağı badminton topuna takılarak yere düştü.

Selin de Irmak da ister istemez güldü. Selin onu yerden kaldırırken, "Ah, hala çok sakarsın," dedi.

"Şey..."

"Ona haksızlık etme. Sadece seni görünce heyecan yaptı," dedi Irmak kıkırdayarak. Sonra Uzay'a baktı ve "Kapının dışında, sırasının gelmesini bekliyordu," dedi. "Bu kıza yazık etme, Uzay. Senin hala Aslı'yı unutamadığını sandığı için senden uzak duruyordu. Neyse ki gerçekleri öğrenir öğrenmez ona kalbinin hala boş olduğunu anlattım."

"Ya, öyle mi?" Uzay'ın yanakları kızarmıştı.

Selin başını salladı. "Fırsattan yararlanıyormuş gibi görünmek istemedim. Çünkü anlaşmalı ayrıldığınızdan haberim yoktu."

Ben de benden niye uzaklaştın diye düşünüyordum. "Ah... Umarım hala bir şansım vardır?" diye sordu Uzay, utangaçça.

"Sanırım var," diye gülümsedi Selin.

"O zaman bana müsaade," dedi Irmak ayağa kalkarak. "Akşama oyunda görüşürüz! Sakın geç kalma–"

Çantasını omzuna takıp kapıdan çıkarken, Uzay'la Selin çoktan koyu bir sohbete dalmışlardı bile.

Atlas artık, yani tedavi olmayı kabul ettiğini söylediğinden beri, Irmak'a karşı bile hep küskün ve sinirli gibiydi. Irmak ona Aslı'nın ikisi için de bilet bıraktığını söylediğinde, "Ben oyuna falan gelmek istemiyorum," dedi. "Sen çok istiyorsan tek başına git."

Irmak çabalamanın yararsız olduğunu biliyordu, belki tedaviden sonra değişir diye umut etti. "Peki... Çok geç kalmayacağımı bil, yeter."

Atlas ona sırtını dönerek, "İstediğin kadar geç kalabilirsin!" dedi.

"Ne?"

"Sırf iyiliğinden böyle davrandığını biliyorum! Hadi hemen şimdi git... Buraya dönmek zorunda değilsin. Evine mi yurduna mı, nereye geri döneceksen oraya dön... Benim için harcadığın zamana, uykusuz kaldığın beş dakikaya bile değmeyeceğini çok yakında anlayacaksın!"

"Atlas, ne olursun yapma böyle... Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun."

Atlas dargın gibi pencerenin önüne gitti. Irmak sarılmak için yanına gittiğinde, onu itti.

"Bu sevgi değil. Ne olduğunu bilmiyorum ama sevgi değil. Acıyor musun bana? Söyle! Bu duygu mu seni benim yanımda tutuyor?"

"Atlas... Bebeğim!"

"Ne söylersen söyle, bana yalan söyleme!" dedi Atlas. Salondaki devasa kitaplığa gidip açıkta duran kitapların sırtlarındaki ince toz tabakalarını rastgele almaya başladı. Sonra tekrar ona döndü: "Bazen diyorum ki keşke ölsem... O zaman kimse benimle uğraşmak, beni düzeltmeye çalışmak zorunda kalmazdı..."

"Atlas! Lütfen böyle söyleme!" dedi Irmak dehşet içinde. "Bak aklım sende kalacak."

Gülümsedi. Dişleri o kadar güzel, dudakları öyle canlıydı ki. "Merak etme, kendimi öldürecek değilim."

Ve Irmak evden çıkmadan önce Atlas'ın söylediği son söz bu oldu. Yine de Irmak'ın içi hiç rahat değildi.

***

PERDE ARKASINDA BÜYÜK bir koşuşturmaca vardı. Tamamı öğrencilerden oluşan oyuncular ve görevliler oradan oraya koşturuyordu, her yere büyük bir heyecan hakimdi. Etrafında küçük ampullerin dizili olduğu aynalarla kaplı makyaj ve kostüm odasındaydılar. Ne kadar heyecanlı olduğu her halinden belli olan Aslı; Irmak, Uzay, Selin ve Efe'ye kulisi gezdiriyordu. Oyunun başrolündeydi ve iki perdelik oyunda bir düşesi canlandıracağı için kırmızı bir elbise giyecekti. Bunları anlatırken oldukça heyecanlıydı.

"...oyunumuz yaklaşık bir saat kırk beş dakika sürüyor. Aslında tarihi bir aşk oyunu gibi başlıyor ama sonra günümüzde geçen bir komediye evrilecek! Oyun yazarımız Ahmet de buralarda bir yerlerde olmalı... Bakalım oyunu beğenecek misiniz?"

"Ne hoş," dedi Uzay'ın koluna girmiş olan Selin, gülümseyerek.

"E hala hazırlanmamışsın? Ne zaman giyineceksin?" dedi Efe. Sahiden de Aslı'nın üstünde spor tarzda bir kot pantolon ve bluz vardı. Oyunun ikinci perdesinde rol gereği üstündeki elbiseyi çıkarıp altındaki bu kıyafetlerle devam edecekti. "Bakalım elbise üstünde nasıl duracak?"

"Nasıl duracak, tabii ki harika!" dedi Irmak ona bakıp gülümseyerek. Sonra Aslı'ya dönerek, "Çünkü o benim arkadaşım!" dedi ve ona sarılmak için bir adım atarken, elindeki kokteyl bardağındaki kolayı kırmızı elbisenin üzerine döküverdi.

"Ne yaptın Irmak?" dedi Aslı şok içinde titreyerek.

Irmak hemen elbisenin bir ucunu tuttu. "Yıkasak çıkar mı ki?"

Aynı anda Uzay da elbiseye bakmak için eğildi ve bir ucundan o, bir ucundan da Irmak çekerek kıyafeti yırttılar.

"Of! Ne yaptınız siz?" dedi Aslı.

"Ayy, ne olacak şimdi!" dedi Irmak.

"Oyuna da yarım saatten az kaldı..." dedi Selin.

"Irmak sen ne yaptın ya?" dedi Efe, Aslı'nın yanına giderek.

"Yönetmen nerede?" diye seslendi Aslı oyun görevlilerine. "Çabuk yönetmeni çağırın bana!" Oldukça gergin görünüyordu. Ama kimse oralı olmadı. Aslı'nın gözleri sulandıkça sulandı. "Irmak elbisemi mahvettin ya... Mahvettin! Ne giyeceğim ben şimdi?"

Irmak, Uzay ve Selin kendilerini daha fazla tutamayıp gülmeye başladılar. "Merak etme, elbisenin aslı hala içeride, askılıkta," dedi Irmak. "Ben de seni kandırdım, güzelim. Bu sahte."

Aslı anlamayarak, inanamayarak ona baktı. "Ne?"

"Evet, hadi gel," dedi Irmak.

"Ya of, çok kötüsün Irmak!" dedi Aslı, gülerek. "Az kalsın tüm repliklerimi unutuyordum ya heyecandan!"

"Hadi gel, seni giydirelim," dedi Selin, Aslı'ya.

"Sen dur, onunla ben gideyim," diye atıldı Efe. "Bana anlatması gereken şeyler olduğunu tahmin ediyorum..."

Aslı, korktuğu başına gelmişçesine Irmak'a baktı. Ama bunu çoktan hak etmişti. Başını düşürüp, Efe'nin önünden soyunma odasına doğru gitti.

On dakika sonra Efe geri döndü ve Irmak'ın kulağına fısıldadı: "Sanırım konuşmamız gerek."

*

Efe'yle Irmak sakin bir köşeye, arka bahçedeki melisa ağacının altına çekildiler. Orası bile sıcaktı, artık yaz kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. Havada kehribar renkli büyük bir yusufçukuçuşuyordu.

"Evet, ne hakkında konuşmak istiyorsun?" dedi Irmak.

Efe pahalı kumaştan gömleğinin birkaç düğmesini açtı. Irmak'ın önceden evde görüp Atlas'ın olduğunu sandığı ama onun tarzına hiç yakıştıramadığı için şüphelendiği metal kolyesi de böylece açığa çıktı. Efe sakin görünmeye çalışıyordu, ama yüz hatları sıkıntısını ele veriyordu. Irmak onu daha önce hiç böyle görmemişti.

"Tamam. Buna belki de inanmayacaksın ama – "

"Sorun ne, Efe?"

"Aslı bana her şeyi az önce anlattı... Daha önce, sana yemin ederim ki sana oynadığı oyundan haberim yoktu. Hiçbir şey bilmiyordum." Ellerini iki yana açtı, sanki hiçbir şey bilmediği ellerinde yazılıymış da bunu göstermeye çalışıyormuş gibi.

Irmak başını salladı, ikna olmuştu, ona inanıyordu. Aslı ona karşı yaptığı planını sessizce kendi başına yürütmüş, Efe'ye bile söylememişti. Ama tabii Irmak onun "sahte" elbisesini yırtınca gerçeği açıklamak zorunda kalmıştı. Aslı bir yandan kostümünü giyerken diğer yandan Efe'ye neler olduğunu anlattığını sanki gözüyle görmüş gibi kafasında canlandırabiliyordu Irmak. Bunların Efe'yi bir parça üzüp şaşırttığını tahmin ediyordu. Ama açıkçası artık neyin ne olduğu umurunda bile değildi. Gerçekten değildi.

"İyi işte, şimdi öğrendin," dedi Irmak. İçinde Aslı'ya karşı hala barınan birkaç ufak sinir kırıntısını Efe'den mi çıkarmaya çalışıyordu, yoksa Aslı'dan bağımsız olarak Efe'ye de mi sinirliydi, bunu kendi de bilmiyordu.

"Beni yanlış mı anladın? Ben burada seni savunuyorum. Gerçekten."

Irmak başını salladı. "Oyun öncesi sevgilinin yüreğini ağzıma getirmeseydim, bana yaptıkları içimde kalırdı."

"Elbette, sen haklısın... Bunu çoktan hak etmiş. Bizim ona verdiğimiz kitabı onun sana vermesi de ne demek?"

"Vermedi, sahafın birine bırakıp onu almamı sağladı."

Efe'nin kaşları daha da kalktı yukarı.

"Boş ver," dedi Irmak tüm samimiyetiyle. "Aslı kötü niyetli bir kız değil. Yani onunla arana bu yüzden mesafe koyma sakın."

"Beni şaşırtıyorsun Irmak..." diyen Efe sahiden de şaşkın görünüyordu. "Senin yerinde kim olsa büyük olay çıkarırdı." Bir an tereddüt ettikten sonra elini Irmak'ın elinin üstüne koydu. "Sen gerçek bir dostsun."

Irmak gözlerini indirip Efe'nin kocaman siyah kol saatiyle parlayan eline baktı, sonra elini onun elinin altından çekti. Efe neden Irmak onu tanıdığı ilk andan itibaren bu kadar nazik ve kibar biri olmamıştı ki sanki? Oysa şimdi, yaptığı öküzlükleri ne olursa olsun toparlayamayacağını Irmak ona söylemek istemiyordu.

"Oyun başlamadan dönsek mi?" dedi, onunla orada baş başa oturmaktan huzursuz olmuşçasına.

"Irmak dur. Ahmet'i gerçekten seviyor musun? Bunu bilmek istiyorum."

Irmak durdu. "Kardeşini seviyorum," dedi. "Onunla tanışmama sebep olduğu için artık Aslı'ya teşekkür bile ediyorum içimden."

Efe derince iç çekip acı acı tebessüm etti. "Doğrusu ben de onu sevebilmeyi isterdim..."

Irmak şaşırmıştı. "Ne demek istiyorsun?"

"Ne diyorsam onu, işte... Ben Ahmet'i sevemiyorum. Bunun için çok çabaladım ama olmuyor. Ona sadece acıyorum. Hani sokakta gördüğün yavru bir köpeğe acırsın ya... İşte, benim de içimde ona karşı olan tek duygu bu!"

"Ama o senin kardeşin!"

"Evet, ne yazık ki öyle. Ama bazen diyorum ki keşke benim de herkes gibi oturup dertleşebileceğim, sırlarımı paylaşabileceğim bir kardeşim olsaydı. Ama olmadı..."

Irmak, gözünden akan tek damla yaşı ondan gizlemeye çalıştı, ama başarılı olamadı. "Ah, Efe..."

"Pelin o kazayı geçirdikten sonra böyle oldu Ahmet. Bir daha toparlanamadı. Lütfen onu tedaviye ikna et Irmak. İnsanların arasında böyle dolaşması normal değil, güvenli değil. Böyle bir kardeşim olduğundan kimseye bahsetmek istemiyorum, ondan utanıyorum!"

"Yapma, ondan utanma! Düzelecek, bundan eminim."

Efe alay edercesine, "Hiçbir şeyden gerçekten emin olmamalısın," diye mırıldandı.

"Evet, öyle... Bana söz verdi... Kendini hazır hissettiğinde babasıyla konuşacak, tedavi olacak."

"Eğer sözünde durursa, Irmak, bu müthiş bir haber... Babam çok sevinecek..." Ama bu tip lafları daha önce de defalarca duymuş kadar-gibi bitkin ve yorgundu.

"Evet," dedi Irmak. Sonra da, "Senle Aslı'ya gelince..." diye devam etti. "Arkadaşımı sakın üzme. O sana güveniyor. Eğer haytalık yapmaya devam edersen, karşında beni bulursun." İkaz olarak da dizine hafifçe vurdu. Efe belli belirsiz güldü. Sigara için dışarı çıkan insanlar tekrar içeri giriyordu. "Hadi gel gidelim, oyun başlamak üzere. Büyük sanatçının performansını kaçırmak istemiyorum!"

***

OYUN SONRASI ASLI'YI çılgınlar gibi ayakta alkışladılar. Aslı seyirciye tam üç kez reverans yaptı. En uzun da Irmak ellerini birbirine çarptı.

Seyirciler salondan dağıldığında onları fuaye alanında küçük bir kokteyl bekliyordu. Üniversitenin tanıtım günleri haricinde bir köşede işlevsiz duran masalar yan yana getirilmiş, üzerlerine kola, meyve suyu ve küçük kuru pastalar, biskotlar koyulmuştu. Selin, Uzay, Efe ve Irmak küçük bir çember oluşturup ellerindeki bardakları şerefe kaldırarak Aslı'yı karşıladılar.

Onu ilk önce Irmak tebrik etti. Oyunda gerçekten harikaydı ve elbisesiyle muhteşem, ışıl ışıl görünüyordu. Efe onu dudağından öperek kutlarken Irmak göz ucuyla Uzay'a baktı. Onun Aslı'ya karşı artık en ufak bir şey bile hissetmediğinden emindi çünkü o Selin'i seviyordu. Aslı geldiği için arkadaşlarına teşekkür ederken Irmak onu inceledi. Bundan sonra aralarının nasıl olacağını bilemiyor, kestiremiyordu. Irmak ona onu affettiğini söylemişti ama, aslında içinde ona karşı ılık bir burukluk vardı. Okul tatile giriyordu, belki de bu, yaraların kapanması için müthiş bir zamanlamaydı. Herkes bir şeyler söylüyordu ama o sohbetlere katılmakta zorlanıyordu. Aklında hep Atlas vardı. Her an onu düşünüyordu. Sonunda Aslı'nın yanına gidip, "Bu gece harikaydın, ama şimdi gitmem gerek," dedi.

"Ya," dedi Aslı dudaklarını bükerek. "Gidiyor musun? Buradan sonra küçük bir grup eğlenmeye gidecektik." Bu sözü belli ki bir davet içeriyordu.

Efe uzaktan dikkatle onları izliyordu.

"O küçük gruba benden selam söyle... Ama gitmeliyim. İlgilenmem gereken biri var. Senin aksine, benim onun hayatındaki rolüm daha bitmedi." Kimi kastettiği çok açıktı, bunu anlamaması için Aslı'nın aptal olması gerekirdi. Irmak ona son bir kez gülümsedikten sonra sırtını dönüp gitti. Bu son sözün Aslı'nın neşesini kaçırdığını anlamıştı. Kapıdan çıkarken onun Efe'nin yanına gidip başını omzuna yasladığını gördü. Yıldızların altında, kampüsün çıkış kapısına doğru yürüdü.

*

Anahtarla kapısını açıp girdiği ev, gölgeler içindeydi. Hiçbir ışık yanmıyordu. Bir cereyan sokak kapısını çarparak kapattı. İçeride bir cereyan dolanıyordu. "Atlas?" diye seslendi. Birkaç adım atıp antreyi geçti. "Atlas?"

Yanıt gelmiyordu.

Heyecanlı adımlarla koridorda sağa sola bakınırken hep onun adını sesleniyordu. "Atlas? Atlas?" Çabucak içeri koşup yatak odasına gidip ışıkları açtı ve içi bir ürpertiyle doldu. Atlas orada değildi. Irmak'ın ağzında kötü bir his belirmeye başlamıştı. Eli soğumuş çarşafa değdi. Pencerenin önündeki koltuğa baktı. Yatakta da odada da kimse yoktu.

İrkildi.

"Atlas!"

Onun adını haykırarak, koşa koşa koridora çıktı.

"Atlas!"

Salon penceresi açıktı, tül uğursuzca ileri geri savruluyordu.

Cereyan...

Atlas!

Atladı mı?

Ama bir hırıltı duydu, bir nefes alıp verme sesi, gözlerini hamağa indirdi, sonra sessizce inip kalkan göğsünü gördü. Şükürler olsun... Demek oraya kıvrılıp uyuyakalmıştı. Çıplak ayak baş parmağı hamak ipinin arasına girmişti. Televizyonda siyah beyaz melankolik bir Marilyn Monroe filmi olan Bus Stop açıktı, ışıkları üstüne vuruyordu. Yere eski bir Dylan Dog çizgi romanı düşmüş, açık duran sayfası kırışmıştı.

Irmak korkusu yerini müthiş bir rahatlamaya bırakırken yanına gitti, bir anlık duraksamadan sonra ona sarıldı. Atlas'ın gözkapakları kırpıştı.

"Irmak... Geldin mi?"

Irmak o kadar duygulanmıştı ki, cevap bile veremedi. Sadece başını salladı.

"Oyun nasıldı?"

"Güzel... Aslı harikaydı. Efe de oradaydı. Herkesin gözü seni aradı."

"Çok uykum var..."

"Hadi gel, odamıza gidelim..."

Tülü içeri geri çekti, salon penceresini kapattı ve Atlas'ın koluna girerek onu odaya götürdü. Birbirlerine sarılıp deliksiz uyudular. Hiç ayrılmayacaklarmış gibi... Hiçbir şey onları ayırmaya yetmezmiş gibi...

*****

****

***

**

*

YAZIN SON GÜNLERİ, bazen insan duyguları da tıpkı mevsimin hala yaz devam ediyor mu yoksa sonbahar geldi mi diye tereddüt etmesi gibi, ince bir çizgide gidip gelir. Yağmak ve açmak arasında, işte insan da hava gibi böyle kararsızdır, ağlamak ve gülmek arasında. Yazın son günleri hava sıcaktır, fakat artık güneş çekilmiştir grilerin arkasına. Gökyüzü bulutludur, ama tek damla yağmur yağmaz. Bu günler insanın sinirine dokunacak kadar durağan ve hareketsizdir, adeta yaşamıyordur, neredeyse ölüdür. İnsanın aklını başından alır bu günler, insan bu günlerde daha sonra pişman olacağı işler yapar.

Ve işte, bir mezar taşının başında bir genç oturmuş; merak uyandıracak kadar uzunca bir süreden beri orada. Gök kurşuni renklerle ağırlaşmış. Hava boğunuk. Boğucu sıcak. O da sanki üstüne, omuzlarına çökmüş gibi hava, iki büklüm bir halde eğilmiş mezarlığa doğru. Belki havanın ağırlığı altında eziliyor. Ya da belki de, yaptığı şeyin vicdan azabı altında. Eskiden de pek fazla gülümsemiyordu, ama artık onu görenlerin söylediğine göre, neredeyse hiç gülümsemiyor. Taze mezarın üzerinden aldığı bir avuç kuru toprağı (daha onu oraya koyalı kaç gün olmuştu ki, iki hafta olmuş muydu, olmamıştı yok) parmaklarının arasında her bir zerresini hissedercesine sıktıktan sonra elinden bırakıyor. Küçük taşlar kum saatinin kumları gibi elinden akıp giderken o kahrolarak, kendine kahrederek ağlıyor. Bu genç adam bunu son bir haftadır her gün yapıyor; bir dini tören, mutlaka tamamlanması ve defalarca, defalarca, defalarca başa sarılması gereken bir ritüel gibi. Öyle ki, mezarlıktaki bekçiler ilk başta bu duruma müdahale etmek için ağlayan oğlanın yardımına koşmuşlardı. Ancak genç kesin, tek bir cümleyle rahat bırakılmak istediğini söylemişti, o günden beri bekçiler onu ellemez, görüp de görmezden gelir olmuştu. Artık bu tuhaf yabancıya alışmışlardı, "kim bilir ne acısı var" diye düşünerek, yanından öylece geçip gidiyorlardı.

Saçı sakalı birbirine karışmıştı bu gencin. Bakımsızlığa, çürümeye, yok olmaya terk edilmiş bir kulübe gibi, adeta sarmaşıklar dolamıştı dört bir yanını. En çok da ruhunu, kalbini. Dağınık saçları, karman çorman olmuş yüzü sebebiyle, ilkel bir mağara adamını andırmaktan öteye gidemiyordu şimdi. Yine de durup yüzüne şöyle birkaç saniye bakacak olursanız, kısa süre öncesine dek çok yakışıklı biri olduğunu anlayabilirdiniz.

Derken kızıl kanatlı siyah bir kuş gelip konuyor mezar taşının üstüne. Okuma yazma biliyor mu da sanki taşa kazınmış ismi okumaya çalışırcasına gözlerini kısıyor? Orada Irmak Güven ve altında da bir not bırakılmış gibi çiçek kokulu bir sevgili diye yazdığını görmüyor tabii. Genç adam kaşlarını çatıp ona bakıyor, kuş da kuş da bakışlarını hissetmişçesine küçük başını ona doğru çeviriyor. Bir süre birbirlerine baktıktan sonra, kuş tekrar geldiği yöne doğru uçup gözden kayboluyor. Havada süzülen bir tüy kalıyor yalnızca ardında bıraktığı. Genç uçuşan tüyü yakalayıp, arkasından bakıyor. O sırada uzakta bir şimşek çakıyor, bir ses duyuluyor, kısa süre sonra yağmur başlıyor. İşte fırtınalarla geçeceği daha şimdiden belli olan sonbaharın ilk habercisi. Yağmur damlası önce mezarlığın üstüne düşüyor. Sonra kendine bir yol açıp aşağı kayıyor. Toprağı ıslatıyor. Toprak ıslanıyor. Sanki genç de bir nebze olsun ferahlıyor.

İlk defa o gün bu genç mezarlıktan sonra doğrudan eve gitmiyor. Motosikletini bir dövmeci dükkanının önünde durduruyor. Dükkan sahibi kız onu tanıyor. Kızıl saçlı, dilinde, göbek deliğinde ve vücudunun görünen diğer her yerinde piercing olan bir kız. Ona derdini, neresine hangi şekli istediğini anlatıyor.

"O bölge çok hassas, biliyorsun değil mi?" diyor kız, görevi gereği.

"Biliyorum," diyor sarışın çocuk. Tişörtünü ve pantolonunu çıkarıyor, boxer'ını sıyırıyor. Dövmeci kadının burnuna keskin bir mürekkep kokusu çalınıyor.

"Pekala. İçinde ı, r, m, a ve k harfleri yazan-olan beş küçük daktilo tuşu istiyorsun... Ama geçen sefer canının ne kadar yandığını unuttun galiba, Ahmet."

"Canım bundan daha çok yanamaz."

Gözlerini kapatıyor. Dövmeci kız üstünde dikkatle çalışırken, tek yaptığı gözlerini kapatmak oluyor. 

SON... MU? 

**********************************

Burayı lütfen dikkatle okur musunuz:

Herkese merhaba... 

Mürekkep Kokunu İçime Çektim'in büyük finalini okudunuz. Ancak başlıkta da belirttiğim gibi, bu bir final mi yoksa hikayenin devamına dair aralık bıraktığım kapı zamanla açılacak mı, bunu henüz ben de bilmiyorum. 

19 bölümlük Mürekkep Kokunu İçime Çektim, genç yetişkin türünde bir maceraydı. Dostluk, aile ve aşk gibi temalar etrafında dönen, yazın başlayıp yazın biten bir macera oldu -ki bu hem hikayenin gerçekliği hem de benim yazdığım zamanın gerçekliği için doğru: Çünkü serinin 1. bölümünü geçen yıl Eylül ayında yazdığımda Marmaris'teydim, şimdi bu satırları da sizlere yine Marmaris'ten, sıcak ama rüzgarlı bir öğle saatinden, gölgenin altından yazıyorum. Eğer uslu bir çocuk olursanız; beni her yaz olduğu gibi bu yaz boyunca da Marmaris'te sabahları erkenden sahilde bisiklet sürerken, yatlı iskelelerden ıssız kumsallara o koy senin bu koy benim denize girerken ve havuz başı şezlonglarında kendini kaptırmış saatlerce kitap okurken görebilirsiniz. (Bonus: İstisnasız üç günde bir bisiklet tamircisinde ve her ay başı süpermarketin dergi reyonunda!)  

Mürekkep kemik bir okur kitlesi edindi ve 19 bölüm boyunca o kitle, yani sizler beni hiç yalnız bırakmadınız, öncelikle bunun için çok teşekkür ederim. 

Aslı'nın Atlas Kitabı'nı Irmak'ın alması için bir sahafa bırakarak ona oynadığı oyun, Atlas'ın geçmişindeki soru işaretleri ve kız arkadaşının ölümüne sebep olmasının onu etkilemesi benim hep başından beri düşündüğüm ve bölümlere ipuçları şeklinde yerleştirdiğim şeylerdi. Daha 1. bölümde çok dikkatli okurlar için Aslı'yla kitap arasındaki bağlantı apaçık ortadaydı aslında. Yani kitabın seyri başından belliydi. Zaten ben bir kitabı yazmaya başlarken sonunda olacakları belirlemeden yola çıkmam. Mürekkep'in de 1. bölümü yazmaya başladığımda, 19. bölümün final cümlesinin ne olacağı bile kafamda ve notlarımda belliydi. Ve o büyük finali işte şimdi okudunuz. 

Şunu merak ediyorum: Atlas'ın ölmesini bekleyenler var mıydı?

Sanırım büyük çoğunluk öyle bir şey bekliyordu.

Peki ya Irmak'ın öldüğünü okuduğunuzda neler hissettiniz? 

Mürekkep'le ilgili söylenecek hala hem çok söz var hem de pek bir söz yok. Ben sizin yorumlarınızı tabii ki her zamanki gibi büyük bir merakla bekliyorum. Evet, evet biliyorum, kafanızda çok soru var... Biraz karanlık ve soru işaretleriyle dolu bir final oldu. Ama dediğim gibi, bu bir final değil belki de. Sadece şimdilik bu dolma kalemde daha fazla mürekkep kalmadı.

*

Ve şimdi hızı hiç kesmeden, kafamda dönüp duran onlarca yeni hikayeden birini seçip ona yoğunlaşma zamanı.

Benim kafam böyle. Hiç boş durmuyor ki.

Her daim zihnimin arka odalarında bir yerlerde yeni bir cümle, yeni bir karakter, yeni bir olay şekilleniyor oluyor. Günün birinde kullanmak üzere... Not defterlerim, bilgisayarımın masa üstü böyle, dopdolu!

Ama bazen de sabredemiyorum ve yazdıklarımı sizlerle hemen buluşturmak istiyorum!

İşte mesela Mürekkep Kokunu İçime Çektim öyle bir şeydi. Bir internet hikayesiydi. Baştan beri öyle planlanarak yazılmıştı.

Kimse okumasa da ben yazacaktım (zaten bu hep böyledir). 

Sizler okudunuz, bu da bana hediye oldu. 

Ben yazmadan duramam, duramıyorum. O nedenle yine internette yayımlamak üzere yeni hikayeler anlatacağım. Yani ben yine buralarda olacağım. Yazdığım her şeyde bir şekilde bir polisiye arka plan oluyor. Ters Düz bir polisiyeydi. Mürekkep Kokunu İçime Çektim'de de polisiye ögeler vardı. Tabii hiçbir hikaye yalnızca tek bir türe saplanıp kalmaz, o arka plan çerçevesinde aşk, dostluk, aile gibi konuları da işler. Yine Polisiye ya da yeni bir türe yelken açıp bilim kurgu yazmak istiyorum. Benim ikisine dair de anlatacak hikayelerim, yazacak cümlelerim var. Üstelik ana karakter bu sefer erkek olacak. Hangisi olsun dersiniz? Bir gençlik bilim kurgusu yazmak da istiyorum, açıkçası uzun zamandır ara ara karaladığım, beynimde gittikçe kök salıp filizlenen bir şeyler var. Belki onları bir araya getirebilirim? Ne dersiniz? Uzak gelecekte geçen bir bilim kurgu okumak hoşunuza gider mi? (Belki de ben kararımı çoktan verdim...) 

Üstte Ters Düz'ü anmışken, değinmeden geçemem: Benim için yeri apayrı olan kitap serim Bozbalık Üçlemesi'nin devamıyla ilgili de çok fazla soru geliyor. Kitabımdan bir kuruş bile telif alamamış olmama rağmen, iki buçuk yıl önce çıkmış olan Ters Düz'ün hala yeni okurlarla buluştuğunu görüyorum (okumayanlarınız da belki yaz tatilinde okumak ister). Bu beni gerçekten öyle mutlu ediyor ki... Ters Düz'ün devamı olan ikinci kitabı çoktan bitirdiğimi uzun zaman önce söylemiştim. Hatta üçüncüye de çoktan başladım. Bozbalık Üçlemesi benim için gerçekten çok kıymetli. Çünkü onlar ilk heyecanım, ilk göz ağrılarım. Orada yarattığım dünya ve karakterleri yazdığım diğer her şeyden daha ayrı tutuyor ve itiraf etmek gerekirse daha sahici buluyorum. Ama serinin ikinci ve üçüncü kitabı sizlerle ne zaman buluşacak, inanın bilmiyorum. Kitap piyasası, görünenin aksine, şu anda çok durgun. Yazarlar kitaplarını bastıramıyor, bastırsalar da hak ettikleri parayı yayınevleri ödemiyor. Neyse durun bakalım, bu kadar bekledim, Bozbalık Üçlemesi'nin en güzel şekilde sizlerle buluşacağına inancım hiç eksilmiyor. 

Ben şimdi Marmaris'te tatildeyim, bu satırları size sıcak bir öğle saatinden, gölgenin altından yazıyorum. Eğer uslu bir çocuk olursanız; beni her yaz olduğu gibi bu yaz boyunca da Marmaris'te sabahları erkenden sahilde bisiklet sürerken, yatlı iskelelerden ıssız kumsallara o koy senin bu koy benim denize girerken ve havuz başı şezlonglarında kendini kaptırmış saatlerce kitap okurken görebilirsiniz. (Bonus: İstisnasız üç günde bir bisiklet tamircisinde ve her ay başı süpermarketin dergi reyonunda!)

Beni wattpad'te yazdığım hikayelerim dışında kafadergi.blogspot.com adlı blog'umda yazdığım yazılarımdan ve sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi de unutmayın. İstediğiniz zaman iletişime geçebileceğinizi biliyorsunuz. Wattpad'den de takibi bırakayım demeyin çünkü yeni kitapların bildirimini en önce buradan paylaşacağım. :) 

Hiçbir yere kaybolmayın çünkü yeni kitaplarla yeniden buluşacağız (yazılarımı zaten burada düzenli olarak yazmaya devam ediyorum).

O güne kadar,

kocaman sevgiler ve iyi tatiller! 

instagram: ofluoglumert

twitter: ofluoglumert

facebook: ofluoglumert 

Continue Reading

You'll Also Like

535K 14.7K 46
"Aşk yıldızlara benzer, yıldızlar da sana. Umudunu sevdim ben senin, umutsuzluğunu sevdim. Hiç göremesem bile orada olma ihtimalini sevdim." İstiyord...
İstanbul Katili By Son_anka

Mystery / Thriller

17.4K 1.5K 52
Yüzümdeki kar maskesinden dolayı görmeyeceğini bilsem de tek kaşımı kaldırdım. "Niye beni kaybetmek istemiyormuşsun? Yoksa elinde şantaj yapıp kullan...
880 85 21
"Tıp fakültesi bitirip çocuk doktoru olan Alya'nın taininin Hakkariye çıkması nedeniyle hakkariye gider. Yeni hayatına adapte olmaya çalışan Alya has...
432K 15.9K 48
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...