LAURIE
Bjorn' dan büyük bir inilti yükselip Laurie' nin yüzüne sıcak bir nefes çarptığında Bjorn soluk soluğa kendini yatağın diğer tarafına attı, Laurie ise uzandığı yerden doğrularak ayağa kalktı ve yerdeki elbisesini hızla üzerine geçirdi.
"Ne yapıyorsun?" diye sordu Bjorn şaşkınca.
"Nerede o?"
"Kim?"
"Michael."
"Ciddi misin?" dedi bıkkın bir sesle. "Bu gece büyük bir zafer kazandık. Zaferin tadını çıkarmak yerine kardeşini mi görmek istiyorsun?"
"Zaferin tadını az önce çıkardım. Şimdi bana onun yerini söyle. Onu öldürmediniz değil mi?"
"O korkak piçi öldürmeyi istedim ama Ivar onu elimden aldı. Muhtemelen hücrelerden birisine götürmüştür."
Laurie odadaki masanın üstünde duran sürahiden kadehin tamamına şarap doldurdu ve başka hiçbir şey söylemeden Bjorn' u odada yalnız bıraktı. Koridorlar Viking insanları ile doluydu. Yüksek sesle konuşup gülüşüyorlar ya da bir oda bulma gereği duymadan sevişiyorlardı. Beyaz Kale' yi hiç bu halde görmemişti Laurie. Oldukça tuhaf olduğunu düşünmüş fakat durumu can sıkıcı bulmamıştı.
Şarabını yudumlayarak yavaş adımlarla hücre kulesine kadar yürüdü. Hücrelerin bulunduğu kapıdan kolaylıkla geçti. Hiçbir yerde hiç kimse nöbet tutmadığı için istediği her yere sorunsuz girebiliyordu.
Ve Michael' ı kafeslerden birinde buldu. Duvarda asılı meşaleden yayılan sert ışık, yaralar ve kurumuş kan ile dolu olan yüzünü daha korkunç gösteriyordu. Bitik bir haldeydi. Kafesin köşesinde oturmuş, bacaklarını kendine çekmiş bir halde boş gözlerini yere odaklamıştı. Ancak Laurie' nin geldiğini görünce irkildi ve inanamaz gibi gözlerini kısarak daha dikkatli baktı.
"Laurie?"
"Nasılsın kardeşim?"
"Sen... Nasıl? Nasıl yaşıyorsun? Çıkar beni buradan." Michael zorlanarak ayağa kalktı ve sendeler adımlarla Laurie' ye doğru yürüyüp kanlı ellerini demir parmaklıklara sardı. Yüzündeki çaresizlik Laurie' yi acımasızca gülümsettiğinde şarabından büyük bir yudum almıştı.
"Çıkar beni. Babamızı bulalım. Babamı gördün mü? Neden seninle değil?"
"Çünkü babamızı öldürdüm kardeşim." dedi Laurie zevkten çatlayan bir sesle. "Sürtük anneni de öldürdüm. Onlara yardım edemezsin."
Michael' ın yeşil gözleri dehşetle büyüdü ve yüzü acıyla çarpıldı. "Yalan söylüyorsun."
"Beyaz Kale artık Vikinglerin. Kapıları bizzat ben açtım. İnanmak sana kalmış."
Parmaklıkları daha sıkı kavrayan Michael kuduz bir köpek çıldırdı ve "Hain!" diye haykırdı. Gözyaşları, kurumuş kan lekelerinin arasından hızla akarken "Neden?" demişti. "Seni sevmiştik."
"Beni kimse sevmedi."
"Rhoslyn ve ben her zaman seni sevdik! Sen sevgimize kördün!" Michael parmaklıkları sarstı. Şu an öyle öfkeliydi ki aralarında parmaklıklar olmasa piç kardeşini hiç düşünmeden ikiye ayırabilirdi.
"Rhoslyn ve senin sorunun beni asla anlamamanızdı. Kral ya da bir lord Cliffordları ziyarete geldiğinde yüksek masada sizinle oturmak isterken diğer sıradan masaların birinde aptal insanlarla oturmanın nasıl hissettirdiğini anlamadınız ve görmediniz. Hiçbiriniz! Doğduğum günden beri yalnızım. Ve sen şimdi beni sevdiğini söylüyorsun."
Öfkeden gözleri dolan Laurie şarabından biraz daha içti.
"Her şeyin sonunda biz kardeştik."
"Bana kardeşlikten bahsetme." dedi Laurie. Dudaklarının arasından adeta nefret akıyordu. "Bebeğin ölümüne sebep oldun Michael. Kendi kardeşine bunu yaptın ve bana kardeşlikten bahsediyorsun."
"Bebek ölmeliydi, bunu biliyorsun. Fırsatın olsaydı sen bunu Rhoslyn' e zevk için bile yapardın. Beni sakın suçlama."
Laurie bunu gerçekten yapar mıydı?
"Belki yapardım, evet. Ama o asla bana böyle bir konuda güvenmeyeceği için bebekten haberim olmazdı."
"Şimdi beni mi öldüreceksin?"
"Herkes senin ölmeni istiyor. Ama benim sayemde yaşayacaksın."
"Neden?" dedi Michael şüpheyle. Laurie' nin söyledikleri ona inandırıcı gelmiyormuş gibi görünüyordu.
"Çürüyüp kendi düşüncelerinle yok olmanı izlemek istiyorum sadece. Tüm hayatını gözden geçirmeni ve bana yaptığın yanlışları hatırlamanı istiyorum."
"Sen hastasın."
"Hasta olan senin gibi götü kalkık soylular."
"Laurie," dedi Michael sabırsız, öfke dolu bir sesle. "Çıkar beni buradan."
"Buradan asla çıkamayacaksın."
Michael kükreyerek elini Laurie' ye doğru uzattı fakat aradaki mesafe ulaşamayacağı kadar fazlaydı. "Öldür beni!"
Laurie kardeşinin gözlerinin içine bakarak kadehindeki şarabı bitirdi ve bitirdikten sonra yüz hizasına kadar kaldırdığı kadehi yere bıraktı. Parçalanma sesi Michael' ın daha da şiddetli ağlamasına sebep olmuştu. İki yandan tuttuğu parmaklıkları tekrar sarstı ve "Öldür beni!" diye haykırdı yeniden. "Laurie, bu bok çukurunda yaşayamam. Öldür beni! Lütfen."
Laurie arkasına döndü. Koridora çıkan kapıya doğru yürürken dudaklarında üçüncü zaferinin tebessümü vardı.
"Öldür beni!" diye bağırdı Michael, Laurie çıkmadan önce. "ÖLDÜR BENİ!"
Koridorları aşarak hücre kulesini terk ettiğinde Beyaz Kale' nin arka avlusuna bakan galeriye gidip kalın tahtaya yan şekilde oturdu ve sırtını arkasındaki ahşaba yasladı. Yine kar yağıyor, aşağıdaki avlunun kar tabakası gittikçe yükseliyordu.
Temiz havayı içine çekerken karanlık gökyüzüne baktı. Babasını ve onun fahişe karısını öldürmüştü sonunda. Ailesine, hatta krallığa ihanet etmişti. Suçlu hissetmesi gerekirdi değil mi? Normali buydu. Fakat Laurie, hiç bu kadar huzurlu hissettiğini hatırlamıyordu.
Bjorn' un dediği gibiydi. Bu güzel gece zafer ve mutluluk doluydu.
"Kardeşimin seni sabaha kadar becereceğini düşünüyordum."
Ivar alaycı mavi gözlerini Laurie' den çekmeden yanına kadar geldi ve dirseğini tahta korkuluğa yaslayıp ağırlığını tek bir ayağına verdi. Her zamanki gibi sinir bozucuydu.
"Ragnar' ın yanında eğlencelere katılman gerekmiyor mu?"
"Ragnar burada değil."
Ragnar hiçbir yerdeydi. Öyle ki, bazen Laurie onun bir hayal ürünü olduğunu düşünüyordu.
"Nerede öyleyse?"
"Tanrı bilir." Ivar avlunun köşesinde hayvanlar gibi çiftleşen kadınla erkeğe bakıp sırıttı. "En azından bazılarımız mutlu."
"Sen neden mutlu değilsin? Bu gece büyük bir zafer kazandınız."
Ivar omzunu umursamaz bir tavırla silkti. "Ben bir şey hissetmem."
"Neden?"
"Belki lanetliyimdir."
"Hepimiz lanetliyiz."
Laurie gözlerini kapatarak sessizliğin tadını çıkarırken Ivar tekrar konuştu. "Kardeşini öldür."
"Yaşamasını istiyorum."
"Onun yaşaması seni özgür yapmayacak. Yeni bir başlangıç istiyorsun ama bunun için tüm geçmişini temizlemen gerektiğini anlamıyorsun."
"Özgürlük? Endişelenme. Daha önce hiç bu kadar özgür hissetmemiştim." Gözlerini yeniden açtı. "Michael yaşayacak. Eğer birisi ona zarar verirse bir şekilde o kişiyi bulur ve öldürürüm."
Ivar' ın dolgun dudakları gerildi ve düzgün dişleri meydana çıktığında gözlerinin içindeki ateşi gördü. Öldürme ve kan arzusu. Ivar tamamıyla bunlardan ibaretti.
"Yaşayacaksa ona ne yapacaksın?"
Ona gerçek hayatı öğretecekti. Bir lord çocuğu olmayan insanların yaşadıklarını ve sefaletini... Michael' ı sevdiği için bunu yapmıyordu. Aksine, Michael' dan öldürecek kadar nefret ediyordu. Beyaz Kale Vikinglerin olduğuna göre şimdilik yapacağı hiçbir şey yoktu ve tek uğraşabileceği şey kardeşini yeniden yaratmak olacaktı.
RHOSLYN
"Bu merhemler yaralarınızın daha hızlı iyileşmesini sağlıyor. Görüyor musunuz? İlk günden bu yana kesiklerde epey iyileşme var."
Üstat Eston bileğine temiz sargı bezlerini sararken Rhoslyn umursamaz bir tavırla tavanı izlemeyi sürdürmüştü. Kendini kesmeden önce istediği ölmekti fakat lanetli hayata gözlerini yeniden açtığında ise tek istediği Ashton Irwin' in öldüğünü kendi gözleri ile görmek olmuştu. Kendisine yapılan tüm bunların cezası kesilmeden gitmesinin aptallık olduğunu, bilinci yerine gelir gelmez fark etmişti. Tabii bu hala uzun bir yaşam geçireceği anlamına gelmiyordu.
Farkındalığa varmak ruhundan bir şeyler götürmüştü sanki. Hissetmiyordu. Yediklerinden tat alamıyor, içtiği su bile dudaklarında kül tadı bırakıyordu.
"Yarın sabah sargılarınızı değiştirmek için yine geleceğim leydim. Hizmetçilerin vereceği bitki çaylarını mutlaka için."
Üstat Eston içten bir gülücük armağan ettikten sonra eşyalarını toparlayarak odadan çıktı.
"Bir ihtiyacınız var mı leydim?"
Rhoslyn odanın diğer köşesinde duran iki kıza baktı. Uyandığından beri asla yalnız bırakılmıyordu. Su akıtırken bile bu aptal kızlar onun yanındaydı ve tek görevleri Rhoslyn' in tekrar kendisini öldürmemesini sağlamaktı. Bunu tekrar yapmayacağım... Şimdilik.
"Kendimi asabileceğim bir ip getir." dedi Rhoslyn düz bir sesle.
Kızların yüzlerinde oluşan ifade başka bir zamanda Rhoslyn' i güldürebilirdi. Şimdiyse gözlerini devirerek tekrar önüne döndü ve bir iç daha çekti. O sırada odanın kapısı tekrar açıldı. Ashton' un boktan yüzünü görmek günü daha ne kadar kötüleştirebilirdi?
"Dışarı çıkın." dedi hizmetçi kızlara. Kızlar koşar adımlarla odadan çıkıp ikisini yalnız bıraktı. "Kötü haberlerim var." Yüzüne bakıldığı anda bu anlaşılabilirdi zaten.
Ne olmuştu?
"Vikingler, Beyaz Kale' yi ele geçirmiş. Köylülerden öğrenildiği kadarıyla annen ve babanla birlikte kaledeki tüm soyluların cesetleri kale duvarlarına asılmış."
Çıldırmış gibi ağlaması gerekirdi. Ama üzüntü tohumlarının birazı bile kalbine serpilmemişti.
"Michael?"
"Cesedi ortalıklarda yok. Diğer ölenlerin arasına karışmış olabilir. Belki rehin alınmış da olabilir, bilinmiyor... Büyük bir birlik hazırlıyoruz. Onları sikeceğiz Rhoslyn."
"Eğer Michael yaşıyorsa," dedi duygusuz bir sesle. "Onu ben öldüreceğim. Onu bana getir Ashton."
"Kardeşin yaşıyorsa kalenin lordu olacak aptal karım. Cliffordlar hala krallığa yeminli bir aile." Ashton yatağın dibine kadar geldi ve parmak uçlarını Rhoslyn' in kısacık sarı saçlarında gezdirdi. "Buralarda olmayacağım. Vikingler sorunu çözülene kadar. Beni özleyecek misin? Özleyeceğine eminim."
"Cehenneme git."
"Nerede yaşadığımızı sanıyordun?"
Rhoslyn ilk kez onun haklı olduğunu düşündü. Fakat bundan daha önemli bir şey vardı. Ashton bir süre olmayacaktı. Ve bu da biraz olsun huzurlu birkaç gece demekti. Daha iyi bir haber olamaz.
"Geri döndüğümde," Saçlarındaki parmaklar yanağına doğru yavaşça indi. "Sabaha kadar özlem gidereceğiz. O günü sabırsızlıkla bekle."
"Bana bir daha dokunmayacaksın." dedi Rhoslyn tehditkar bir sesle.
Sözleri Ashton' u gülümsetti. "Beni öldürür müsün?" Parmaklar Rhoslyn' in boğazını sardı. "Burada kim kimi öldürebilir sence?"
Parmaklarını sıktı. Rhoslyn ses çıkarmayacak ya da ağlayarak ona zevk vermeyecekti.
"Fazla cesaretlisin. Bu cesareti nereden aldığını bilmiyorum. Üstelik ailen de öldü. Seni koruyacak kim var? Doğrusu yaşasalardı bile seni koruyacakları şüpheliydi."
Elini geri çekti ve kılıcının yılan başlı kabza topuzunu tuttu.
"Kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı." dedi Rhoslyn. "Ölüm beni korkutmuyor. Sen beni artık korkutmuyorsun."
"İşte bunu söylememeliydin."
Ashton gitmeden önce tekrar ona tecavüz etti. Rhoslyn karşı çıkmaya çalıştıkça bileklerindeki kanama arttı fakat hiçbir acı belirtisi göstermedi. Bitene kadar ona saplayacak ya da vurabileceği bir şeyler aradı, aramaları sonuçsuz kalmıştı.
Ashton üzerinden kalkıp yerdeki eşyaları toparladı. Nemli alnına dağılmış saçlarını geriye atarken "Kanaman için üstadı çağırırım." demiş ve sonra Rhoslyn' i yalnız bırakmıştı.
Dediği gibi kısa bir süre ardından Üstat Eston yine odaya geldi. Tedavisini yapıp Rhoslyn' e iyi gelecek bir çayı bizzat kendisi hazırladıktan sonra tamamını içene kadar onu bekledi.
"Haşhaş sütü de alabilir miyim?"
"Ağrınız mı var leydim?"
"Evet, çok ağrım var."
Bu bir yalan sayılırdı. Ağrısı vardı fakat uyumasını engelleyecek kadar büyük değildi. Bir süreliğine acıyı unutmak istiyordu sadece. Haşhaş sütünden başka hiçbir şey bunu yapamazdı.
Üstat Eston minik bir bardak içinde uzattığı haşhaş sütünü Rhoslyn' in dudaklarına yasladı ve Rhoslyn tatlı rüyalar görmeyi dileyerek sütün tamamını içti. Haşhaş hemen etkisini göstermişti bile. Gözlerini karanlığa kapadı, acısının hafiflediğini hissetti.
Sıcak bir yerdeydi şimdi. Kuzeyin sertliğinin olmadığı, güneşin kanını dahi ısıttığı yeşil bir yer. Ağaçların arasındaydı. Üzerinde Zayn' in ona hediye ettiği gri elbisesi vardı. Saçları tıpkı eskisi gibi uzun ve sağlıklı, rüzgar her bir telini merhametle okşuyordu.
"İşte güzel anneceğimiz burada."
Bu ses...
Rhoslyn' in kalbine bir sancı girdi ve sesin geldiği yöne baktı. Yüzünde güneş kadar sıcak bir tebessüm ve kollarında kırmızı saten bir örtüye sarılı bir bebekle Rhoslyn' e doğru yürüyordu. Rhoslyn' in aklı karıştı. Zayn yaşıyor muydu? Ve neden Ejderha Kalesi' nin bahçesindeydiler? Zayn' in kollarındaki bebek kimdi?
"Louis seni çok özledi."
Zayn yanına oturduğunda adı Louis olan bebeği kollarına verdi. Bebeğin tıpkı Rhoslyn gibi beyaz bir teni vardı. Gözleri Malik elası, tüy kadar ince saçları gece siyahıydı. Bebek annesini gördüğünde güldü ve elini yanağına değdirdi. Küçük parmaklarından Rhoslyn' in tenine yayılan bir his daha önce hiç tatmadığı bir duyguydu ve bu o kadar inanılmazdı ki gözleri dolmuş, hayretle yanında oturan Zayn' e bakmıştı.
Burada olduğuna inanamıyordu. Tıpkı Louis gibi Rhoslyn de kaldırdığı elini onun sakallarında gezdirdi.
"Yaşıyorsun."
Aklı karışmış gibi baktı ve "Elbette yaşıyorum." dedi neşeyle. "Sen iyi misin? Yoksa ufaklık yine mideni mi bulandırıyor?" Elini, Rhoslyn' in hafif bir şişkinliğe sahip göbeğinin üzerine koyduğunda omzunun üzerine de bir öpücük bırakmıştı.
Hamile miyim?
"Buradasın." Rhoslyn ağlıyordu. "Buradasın. Gerçekten buradasın."
"Güzelim neyin var senin?"
Kollarındaki Louis' i sarsmadan öne uzanıp Zayn' e sıkıca sarıldı. Kokusu tıpkı hatırladığı gibiydi. Buradaki her şey hatırladığı gibiydi aslında.
"Buradan gitmek istemiyorum." Rhoslyn alnını Zayn' in alnına bastırarak gözlerini kapadı. Onun sıcak nefesini yüzünde hissetmeyi nasıl da özlemişti.
"Burada yaşıyorsun zaten. Birlikte yaşıyoruz." Rhoslyn' in yanağını okşadı. "Üstadı çağırayım mı? Pek iyi görünmüyorsun."
"Ah, Üstat Walter' ı da çok özlemiştim. Ona büyük bir teşekkür borçluyum."
"Üstat Walter? Öldüğünü hatırlamıyor musun?"
Rhoslyn gözlerini açtı. Louis neredeydi? Ve neden gökyüzü karanlık bulutlarla doluydu?
"Louis nerede?"
Yağmur yağmaya başlamıştı. Ve Zayn' in yüzündeki duygusuzluk Rhoslyn' i korkutarak geriye kaçmasına neden olmuştu. "Louis nerede Zayn?"
"Louis kim?"
"Bebeğimiz. Az önce kollarında tuttuğun bebek."
Yağmur o kadar hızlıydı ki Rhoslyn çoktan iç çamaşırlarına kadar ıslanmıştı.
"Bebeğimizi öldürdüler Rhoslyn."
Zayn kanıyordu. Göğsünden akan kan beyaz gömleğini kırmızıya boyarken gözleri kapandı ve bedeni geriye doğru düştü.
"Zayn?"
Rhoslyn onun baş ucuna emekledi. Zayn' in hareketsiz bedenini kucağına alıp çığlıklar atarken kimse onu duymuyor ya da yardıma gelmiyordu. Bağırdı. Daha çok çığlık attı. Fakat kimse gelmemiş, Zayn gözlerini açmamış ve kendisi de yeniden karanlıkta kaybolmuştu.