Sokakların Nabzı

By Damlanlas

2.5K 298 1.3K

Karanlığa karışmıştı ruhum, bedenim hala aydınlıkta iken. Hiçbir aydınlık kalbimi temizlemiyor ya da hiçbir... More

Sokakların Nabzı
'Geri Dönüş'-Bölüm1-
'Eski Bir Yüz'-Bölüm2-
'Başlıyoruz'-Bölüm3-
'Kırmızı Damga'-Bölüm4-
'Hikayeler ve Çimen'-Bölüm5-
'Çentik Sokağı'-Bölüm6-
'Sokak Lambası'-Bölüm8-
'Güven Bana'-Bölüm9-
'Non Serviam'-Bölüm10-
'Nefret'-Bölüm11-
'Parti-Part1'-Bölüm12-
'Parti-Part2'-Bölüm13-
'Sigara'-Bölüm14-
'Yaren Yekta Çamyalı'-Bölüm15-
'Mezar Taşı'-Bölüm16-
'Kırmızı'-Bölüm17-
'Öfke'-Bölüm18-
'Günlük'-Bölüm19-
'İlk Tanışma'-Bölüm20-
'Tecrübe'-Bölüm21-
'Gösterişli İhanet'Bölüm22

'Kasımpatım'-Bölüm7-

155 17 58
By Damlanlas




Merhabalarrr efendiiim🙋🏻‍♀️🙋🏻‍♀️🙋🏻‍♀️

Biraz geç gelen bir bölüm ama bir bombayla geldi. Yani harbi değecek hiç merak etmeyin. Bu arada duygusal kısımları yazarken hep Pera ve Cem Adrian dinlerim. Kendileri hiç bilmeden ilham perilerim olmuş konumdalar, işte haberiniz olsun.🖤🖤🖤

Lütfen bana kızmayın, çok fazla soru alacağımı da biliyorum ama bence bir çok kişi olayları çözmeye başlayacak. Bu hikayede aşk yok ama aşktan esintiler de yok değil. 

Damla Aral'da bir insan neticede değil mi? Bir zamanlar onunda biri için atan bir kalbi vardı, belki iki-şşttt gizli bilgi bunlar-🤫🤫🤫🤭🤭🤭

Bölüme ismini veren Kasımpatı, benim için çok özeldir çünkü Mustafa Kemal Atatürk'ün en sevdiği çiçekmiş. Benim için de yeri çok ayrı🖤

Ben daha fazla spoiler vermeden, hikayeye geçin isterseniz ama beni yorumlarınızdan ve oylarınızdan mahrum bırakmayın lütfen. İhtiyacım var, hikayemin, karakterlerimin buna ihtiyacı var.

Verdiğim emeklerin buna, size ihtiyacı var.

Hadi o zaman buyurun diyeceğim ama bu bölüm bana çok kızmayın olur mu, sekizinci bölüm hazır ve orada bütün hikayeyi başlatacağım. Öğreneceksiniz, ben sizden daha sabırsız olduğum için anlatmadan duramam zaten😂😂

Benim yine çenem açıldı, hadi buyurun bölüme; ama önce hatırlatma☺️☺️

**Bir yutkunma sesi geldi, ardından da o pürüzsüz ses duyuldu.

"Tanıdın mı bizi?" Güneş, tecavüzcüsüne karşı konuşuyordu. Sesi titremiyordu, duruşu dikti ve direkt Yaman'ın gözlerine bakıyordu.

Yaman, ona tecavüz edememişti ama bunu istemişti. Atlas gelmese, yapacaktı da. Bu onu, suçu işlemiş kadar kötü yapıyordu.

Hatırlamış gibi bir belirtisi yoktu. Aptal, aptal herkesin yüzüne bakıyordu.

"Siz kimsiniz?" diye sordu. Bağlı olduğu iplerden kurtulmaya çalışırken tükürükler saçarak bağırdı,

"Neden buradayım Kronos, ne itirafı?"

Atlas, Yaman'ın yanına gitti ve çenesini tutup kendi yüzüne bakması için sabitledi, önüne çömeldi.

"Bak, iyi bak. Hatırlarsın belki." Sonra sanki iğrenç bir şeye dokunmuş gibi çenesini itti ve ayağa kalkarken elini üzerine sildi.

Tanrı bilir kaç kişiyi cinsel yolla istismar etmişti ama hatırlardı. Hatta şu anda hatırladığından emindim çünkü Atlas kalktığından beri gözlerini Güneş'e dikmiş bakıyordu. Ağabeyi arkasını dönmüş sinirle solurken onları görmüyordu ama Yaman, gözünü Güneş'in maviliklerine dikmişti.

"Bakma lan!" sinirle solumaların arasından Kızıl'ın sesi yükseldi.

"Tanıdın dimi Yaman." Cevabından emin olduğum soruyu sordum ama o, nedenini bilmediğim ve bence yanlış olduğunu düşündüğüm bir seçim yaptı. Umursamazlığı seçti.

"Su istiyorum."

Yılışık sırıtarak ona bakıyordum ve bu isteğinden sonra da yüzümün şekli değişmedi. Mekanda sinirli mırıltılar yükseldi.

"Bana ne."

Tekrarladı,

"Su istiyorum." Ardından öksürdü. Dudağının kenarındaki kurumuş kan birikintisi çatladı.

"Bana ne." Diye bende tekrarladım. O da bana hala aynı rahatlıkla bakıyordu, bende ona aynı yılışık sırıtışla bakıyordum.

Arsızlığı üstünde olmalı ki, tekrarladı. Aynı cümleydi, noktasına, yüklemine, vurgusuna kadar.

"Su istiyorum." Ama bu seferkinin sonucu farklıydı. Mesela konuşan ben değildim.

"Al sana su." Ardından, çene kemiğine inen sarışın bir vücuda ait bir yumruk. Zaten sonrası malum, film koptu.**

 

   -7-(2858 kelime)

Gelmiştim yine. Hiçliğin ortasındaki o çiçekli arazideydim. Bir tarafım uçurum diğer tarafımda rengarenk çiçekler. Mis gibi kokuyorlar.

Yalnızım, yapayalnız.

Boğazıma binlerce diken batıyor ve ben bağırıyorum, kimse yok. Duyulmuyor.

Güneş, beyaz tenimi kavuruyor, kalbim cayır, cayır. Yapabilecek hiçbir şeyim yok.

Aslında var. Tek bir adımıma bakıyor her şey. Yokluk beni çağırıyor, elini uzatmış. Diğer elindeyse en sevdiğim çiçekler var.

Kasımpatı.

Normalde olsa kalırdım ama arkamdaki bahçede tek bir Kasımpatı bile yok.

Tekrar bağırıyorum. Sanki boğazımda çıkarmak için çırpındığım bir şey var. O şey ısrarla mideme gidiyor, kramplara sebep oluyor.

Oturuyorum. Yanı başımda elinde çiçeklerle beni çağıran hiçliğe bakıyorum.

Ne zamandır bir Kasımpatını koklamadım? Halbuki ne kadar çok severim onları.

Ellerimi papatyalarda gezdiriyorum, hiç de sevmem.

Elindeki buketten bir dal Kasımpatı uzatıyor bana.

Anımsıyorum,

En son ne zaman bir Kasımpatı kokladığımı hatırlıyorum.

Aynı bu şekildeydi. Bir kucak dolusu buket Kasımpatı almıştım.

Düşünmeden ayağa kalkıyorum ve karşımdaki hiçlik değişiyor.

Görüp görebileceğim en yakışıklı adam duruyor karşımda. Çok sevdiğim birine benziyor, ondan çok farklı sevdiğim.

Kocaman gülümsüyor.

Bana uzattığı avucuna bir dal çiçek hapsetmiş.

Saçları dağınık, üzerinde siyah tişörtü var. Başını yana eğmiş, beni bekliyor.

Nasıl gitmem?

Her bir mimiğini anımsıyorum, zaten hafızama kazınmış. Benden uzakta ama sıcak nefesini her bir hücremde hissediyorum.

Kalbim bana kızgın, acı çekiyor. Sadece onu görünce olduğu gibi yine, varlığından dahi haberimin olmadığı bir kısmı acıyor.

Çekirdek eşini bulmuş, kavuşmak istiyor.

Nefesim hızlanmış, dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme.

Avucundaki Kasımpatına bakıyorum, bunu fark ediyor.

Gür kirpikleri gözlerini gölgeliyor bir an, dudakları biraz daha kıvrılıyor yukarıya.

Midemdeki yumru, kıpırdıyor. Bir tane olmadığını fark ediyorum çünkü bir kısmı kalbime çarpıp nefesimi kesiyor.

Öne uzanıyorum.

Parmak uçlarım boşluğu yokluyor, uçurumdan aşağıya birkaç taş yuvarlanıyor.

Gözlerim hala gözlerine kilitlenmiş, kalbim kemiklerimi zorluyor.

Dudaklarım aralanıyor ve çok saçma birkaç cümle dökülüyor.

"Az önce bağırdığımda burada mıydın? Duydun mu beni?"

Sözler canımı yakıyor çünkü boğazım kupkuru.

Dudaklarımı ıslatmak istiyorum ama nafile.

Bir rüzgar uzun saçlarımı dalgalandırıyor, kıvırcıklarımın arasından sızıp ensemi ürpertiyor.

Dağınık saçlarından bir tutam, gözlerinin önüne düşüyor.

O bundan hiç etkilenmemiş gibi. Capcanlı, dudakları kırmızı.

Boşlukta duruyor. Benimse ayaklarım, çiçekli zeminde, onları parçalıyor.

"Ben hep buradaydım."

Cümlesi, canımdan can alıyor. Arkamdaki çiçek bahçesi, kalbimde yeşeriyor.

Ona neden yanıma gelmediğini sormuyorum çünkü biliyorum. Mümkün olsa gelir.

Eli hala davetkar, beni çağırıyor. Arkasında kıyamet kopuyor, toz toprak.

Ama o ay gibi parlıyor, içim aydınlanıyor.

Ona doğru gitmek istiyorum, biraz daha ilerleyince dengem sarsılıyor, adım atamam.

"Ben seni tutacağım." Diyor bu sefer. Ona sonsuz güveniyorum ve sorgulamıyorum.

Kolumu uzatıp, parmaklarına dokunmadan önce kurduğu cümleyi duymasam da gitmeye hazırım zaten. Ama boşluğu o cümleyle benimsiyorum.

"Gel, Kasımpatım."

***

Sıçrayarak uyandım. Başucumdaki lambanın ipini çektiğimde, almımdan yanağıma bir damla terin aktığını hissedebiliyordum. Yatakta doğrulup nefesimi düzene soktum. Gülümsüyordum.

Onu görmüştüm, nasıl gülümsemezdim ki?

O gittiğinden beri onu rüyamda görmek umuduyla yastığa kafamı koyuyordum her gece. Bu gece beni ziyarete gelmişti biriciğim.

Yatağımın başlığına yaslanıp gözlerimi yumdum ve anımsamaya çalıştım. Görüntüler beynimden ışık hızıyla siliniyor gibiydi. Bir çırpıda yataktan kalkıp dolabımdan defterimi çıkardım ve çalışma masasına oturup, rüyayı yazdım. Defteri hiç kurcalamadan kapatıp aynı yere koydum.

Olmazdı. Ona kapılıp gidersem toparlanamazdım. Okumayacaktım. Bu iş bitene kadar, Kediyi bulana kadar, o defteri sadece yazmak için çıkarmaya yeminliydim.

Açık dolabımdan üzerime bir kazakla kot geçirdim. Gözlerim saate kaydığında, evde uyanık olan tek kişinin ben olduğunu biliyordum. Saat beşte yardımcılar bile uyuyor oluyordu.

Sırt çantamı alıp, garaja indim ve aralarındaki en küçük arabayı aldım. Bu saatte taksiyle uğraşmak istemiyordum.

Ana yola çıktığımda her yer sessizdi. Unlu mamülleri satan bir dükkanın önünde durup, birkaç bir şey aldım. Parayı ödeyip çıkmak için arkamı döndüğümde, sessiz mekanda adım yankılandı.

"Damla." Arkamı dönüp sesin sahibine baktığımda mahcup görünüyordu. Bana adımla hitap etmiş olmanın eminsizliği vardı üzerinde sanki.

En arkada oturmuş üçlü erkek grubunun masasına yöneldim.

"Günaydın." Deyip boş sandalyeye oturdum.

"Günaydın." Dediler bir ağızdan.

Kartal, Duman ve Herkül kahvaltı yapıyorlardı. Ortadaki tabak doluydu, belli ki yeni gelmişlerdi.

"Hayırdır sabahın köründe buluşup kahvaltı yapmaya mı karar verdiniz?" Herkül rahatsızca yerinde kıpırdandı ama bir şey demedi. Onun yerine Duman bana gülerek cevap verdi.

"Biz aynı evde yaşıyoruz, yiyecek bir şey yoktu bizde dışarıda yiyelim dedik." Aynı evde mi yaşıyorlardı? Nereden arkadaşlardı bunlar?

"Nereden tanışıyorsunuz?" diye sordum.

"Yetimhaneden." Diye cevapladı sorumu.

"Oda arkadaşıydık." Diye de ekledi. Şaşırmıştım. Yakın davranmıyorlardı mekanda birbirlerine.

"Sen sabahın köründe neden buradasın?" diye sordu Kartal.

"Erken kalktım, mekanda bir şeyler yerim diyordum. İsterseniz paket yaptıralım şunları, mekanda bir çay koyarız." Dediğimde birbirlerine baktılar, Herkül başını iki yana salladı.

"Çalıştığım yer mekana uzak, yetişemem. Yedi de işbaşı yapıyoruz." Dedi.

"Anladım, nerede çalışıyorsun?" onlar hakkında hiçbir şey bilmiyordum, gerçek adlarını bile.

"Şantiyede." Diye cevapladı. Kartalla Duman'a döndüm,

"Peki, siz?" diye sordum.

"Ben kafede garsonluk yapıyorum, Alptuğ kitapçıda satış elemanı." Dedi Kartal.

"Damla hangimizin Alptuğ olduğunu bilmiyor Yusuf." Gözlerim aralarında giderken gülümsedim. Kartal 'doğru ya' diye mırıldanırken, Duman açıklamaya koyuldu.

"Alptuğ benim. Yusuf'u zaten anladın, bu koca arkadaş da Yiğit." İsimleri benim için çok önem taşımıyordu. Onları dışarıda çok fazla göreceğimi sanmıyordum çünkü, ama grup içinde kendi isimlerini de kullanıyorlardı. Tıpkı arada benim Bulut'a Aras demem gibi.

"Tekrar memnun oldum." Derken yüzümdeki gülümseme iyice büyümüştü. Yanımıza elleri çaylarla dolu gelen garsondan ben de bir tane istedim ve simidimden koca bir parça koparıp ağzıma tıktım. Onlarda önlerindeki tabağı aşırmaya başladılar.

Aşırı yağlı ve tamamen dandik kahvaltımızı yerken birbirimize hayatlarımızdan bahsettik. Yeni tanışan arkadaşlar gibiydik ki bu olması gerekendi. İlk gün olduğu gibi karşımda kasılmalarını ya da gözlerini sürekli benden kaçırmalarını istemiyordum.

Hayatları hakkında oldukça şaşırtıcı şeyler öğrendim. Mesela üçü de yetimhanede büyümüşler, oradan tanışıyorlarmış. Kartal, ailesini hiç tanımamış. Buna karşın Duman aile acısını iliklerine kadar hissetmiş. O, henüz on yaşındayken trafik kazasında ölmüşler.

Kardeşi olup olmadığını sormadım, o da söylemedi. Olsaydı, yanında olurdu sanıyorum.

Herkül, beklediğimden daha konuşkandı. Sonradan açıldı tabi ama onu en az üç kere gülerken gördüğüme yemin edebilirdim. Yaşantısından bahsetmeye çok meraklı olmasa da, annesinin vefatından sonra babasının evlendiğini ve ona bakmayı ret eden bir üvey anneyle karşılaştığını anlattı. Babası, kadının çocuklarına bakmayı seçmişti, kendi oğullarına değil.

Ona 'Ablan ya da ağabeyin yok mu?' diye sorduğumda aldığım cevap tüylerimi ürpertmişti.

Bir ağabeyi vardı ve Yiğit, onun nerede olduğunu bilmiyordu. Babası onları bıraktığında ağabeyi reşit olduğu için yetimhaneye alınmadığını söyledi.

"Kötü arkadaşları vardı Damla, çok fazla pislikle düşüp kalkıyordu. Başlarda geliyordu ziyaretime ama sonraları kafası güzel olduğu için almadılar onu içeriye. O da gelmeyi bıraktı, o illeti değil." Söylerken titreyen sesi, kulaklarımı uğuldatmıştı. Bu kadar çok terk edilmek, hele ki yaşayanlar tarafından oldukça zor olmalıydı.

Ölüm olunca insan bir şekilde atlatıyordu çünkü. Kalbin boş olmasındansa, onun toprağıyla dolu olmasını yeğliyordu insanoğlu. Bencildi, mecburi terk edişleri bir şekilde affediyordu. Ama öbürleri öyle miydi?

Nerede, nasıl olduğunu bilmemek, en kötü gecelerde beyinde yankılanan ölüm isteği kadar acı vericiydi.

Kahvaltımızı bitirdiğimizde, onları çalıştıkları yerlere bırakacaktım. Daha önce olduğu gibi yine ön koltuğa oturan Duman, bana yerleri tarif etti.

Kartal'ı lüks bir mekanın önünde indirdim. Daha önce birkaç kez geldiğim bir yerdi, henüz lisenin başındayken. Buradan iyi maaş almasa da bahşişleri bir şekilde yetiyor olmalıydı.

Alptuğ'un ikinci tarif ettiği yolu takip ettiğimizde durmamı söylediği yer, yarı tamamlanmış bir inşaatın önüydü. Birkaç kişi buldukları kuru yerlere oturmuşlardı. Gece yağan yağmur, etrafta bir sürü çamur birikintileri bırakmıştı, çamurlu ayak izleri gri binanın zemininde kara lekeler gibi duruyordu.

Yiğit bana teşekkür edip arabadan indiğinde, Alptuğ'ya döndüm.

"Yiğit'e yeni bir iş bulmalıyız. Ne işler yaptı daha önce? Yusuf gibi garsonluk yapmayı falan denedi mi?" diye sordum.

"Denedi ama yapamadı. Dengesizdir biraz." Suratında ki bariz gülümsemeden eğlendiğini anladım.

"Her konuda yani. Çok çabuk sinirlenir, birden söner ama çok iyidir, aşırı korumacıdır." Diye bitirdi cümlesini. Sinirli olduğu gözlerinden okunan bir şeydi zaten. Ona daha sakin bir iş bulmamız gerekiyordu.

"Herhangi bir uzmanlık alanı var mı? Mesela lise mezunu mu?" diye sordum. Başını salladı.

"Üçümüz de lise mezunuyuz. Teknik meslek mezunu Yiğit, motorlarla, arabalarla arası çok iyidir. Daha önce tamircide çalışmıştı, usta gibidir ama ustasıyla kavga etti bir ara, ondan ayrıldı oradan." Dediğinde aklıma yapabileceği tek bir meslek geliyordu ama bu motor ya da arabalarla alakalı değildi.

"Spor salonunda çalışmaz mı, vücudu çok gelişmiş. Birkaç bir şey biliyordur." Dedim. Eğitmenlik yapabilirdi, bu onu sinirlendirmezdi sanırım.

"Çok istiyor ama üniversite diploması istiyor her yer." Dediğinde çalıştığı kitapçının önüne gelmiştik. Arabadan inmeden bana teşekkür etti ve gitti.

Mekana geçmeden önce, eski bir arkadaşım olan Ahmet'in yanına gittim. Bir spor salonu işletiyordu ama şehir dışında çok fazla işi olduğu için kendi yerine bakabilecek birini arıyordu.

Aramız iyiydi, Ahmet vefalı biriydi. Ona yaptığım onca iyiliği unutmazdı. Kaçırıldığımda ziyaretime gelen nadir insanlardan biriydi ki bu da onu güvenilir biri yapıyordu.

Umduğum gibi oldu ve Yiğit'e iş vermeyi kabul etti. Durumu ona çok ayrıntıya girmeden, bilmesi gereken detayları vererek anlatmıştım. Aslında bu işin kolay kısmıydı benim için. Zor kısmı bunu Yiğit'e söylemekti. Fevri bir çocuktu, yanlış anlayabilirdi.

Ona sadaka değil de, adam akıllı bir iş verdiğimi umarım anlardı.

Oradan çıkıp daha köhne ve dar sokaklarda zorlukla arabayı sürdüm. Artık ezbere bildiğim aranın önüne arabayı park edip, zar zor kapıyı açıp çıktım ve emin adımlarla çıkmaz sokağa döndüm.

Mekanı açmak için kilide anahtarı soktuğumda, kapı kendi kendiliğinden açıldı ve bir çift kahverengi gözle buluştu gözlerim. Aras, içeride oturuyordu.

"Günaydın, Bulut."

"Günaydın Kronos." İçerisi ateş gibiydi. Mekanda yanan talaşın çıtırtılarının sesi duyuluyor, ince, ince yağmaya başlamış kar, küçük pencereden gözlerimize akıyordu. Saat, 7:45e yakındı.

Bulut oturduğu deri koltukta kıpırdandı ve açık kahvelerini üzerime dikti. Ben ceketimden sıyrılıp, başka bir koltuğa kendimi atana kadar bana arada kısa bakışlar atmayı sürdürdü. En son oturup da, geriye yaslandığımda yüzünü tamamen bana dönmüştü.

"Ne, ne var?" diye çıkıştım. Sinirlerime dokunuyordu.

"Çimen hakkında ne yapmayı düşünüyorsun?"

'Buna mı kudurdun yani Aras? Bu mu deminden beri beni taciz etmenin nedeni?' diye bağırmak istesem de sükuneti elden bırakmadım.

"Hiçbir şey." Demekle yetindim çünkü yapabilecek bir şeyim yoktu. Bana bir zararı dokunmuyordu. Alınacak bir intikamı yoktu, hatta benimkiyle ortak olan bir intikam peşindeydi. Bunun onu iki kat değerli yapması gerekiyordu. Değildi tabi ki, onu sevmiyordum, beni rahatsız ediyordu ama bu konuda yapabileceğim bir şey de yoktu. Bana yardım ediyordu, etmek zorundaydı.

"Nasıl güveneceğiz, Damla?"

"Bilmiyorum Aras ama ona git diyemem. Bana kötü bir şey yapmadı. Amacımız bile ortak." Huzursuzca dudaklarını dişledi ve derin bir nefes verdi. Gözlerini tekrar telefonuna dikerken bir şeyler mırıldandı ama anlamadım. Umursamadım da. Trip yapması çok gereksizdi ve bende bunu çekecek değildim. Çimen'i sevmiyor olabilirdi ama katlanacaktı. Güvenmeyebilirdi, bu onun tercihiydi ama eğer Çimen'i yarı yolda bırakırsa zararlı olan o olacaktı.

Zaten korktuğu ya da çekindiği de buydu. Birbirimizi yarı yolda asla bırakmamaya yeminliydik. Bunu, bu gruptaki herkes biliyordu. Bunu kabul etmeleri için onlara bir sözleşme imzalatmış değildim tabii, tek bir sözleri yetiyordu. Çünkü bu sadakatti ve sadakati bir kağıt parçasıyla garantiye alamazdım. Söz, sokakta namustu.

Oturduğum ikili koltukta biraz daha yayılıp, konuyu değiştirdim.

"Markab meselesi için ne zaman tekrar gidelim sence?" kahverengi gözlerini telefonundan kaldırıp, bana baktı.

"Bence en az iki hafta." Dediğinde ona şaşkınlıkla baktım. Adamların mekanda olduğunu öğrendiğim an orada bitmeyi planlıyordum.

"Saçmalama. Ne gerek var o kadar beklemeye?" diye sorduğumda uzandığı koltukta vücudunu tamamen bana döndü.

"Tanınmamak için Kronos." Ona hala şaşkınlıkla bakıyordum. Onunla birlikte giden hiç kimsenin, o mekanın bir süre önünden dahi geçmesine izin vereceğimi mi düşünüyordu sahiden?

"Tanınmamak? Siz gelmeyeceksiniz ki Aras." dediğimde bu sefer gözleri irileşen taraf oydu.

"Markab böyle bir şeyi asla kabul etmez." Kendinden emin çıkan sözleri karşısında istemeden kıkırdadım. Benim iznim olmadan asla benimle gelemezdi. İnsanların üzerinde nasıl otorite kurulacağını biliyordum ve tüm ipler benim elimdeydi, Aras bunu hala fark edememiş miydi?

"Benim istemediğim hiçbir şey yapamaz. Ne o, ne de başkası Bulut." İstemeden sert çıkan sesime karşın cevap vermemeyi seçti. Bir kez daha konuyu değiştirdim.

"Yaman'ı ne yaptınız?" Gözünü telefon ekranından kaldırmadan cevap verdi.

"Poliste işte. Her şeyi bir, bir anlatmış. En az iki yıl yatar." Bana bakmamasına rağmen başımı sallamakla yetindim ve bende onun gibi koltuğa sırtüstü uzandım. Yaklaşık yarım saat sonra mekanın kapısı açıldı ve içeriye Vega girdi.

Bize selam verip, sandalyelerden birine oturduğunda, sıkılmaya başlamıştım. O an aklıma gelen düşünceyle koltukta oturur pozisyona geldim ve gözlerimi Vega'ya diktim.

"Vega, ben senin hikayeni biliyorum ama ayrıntıları bilmiyorum. Benden ne gibi bir intikam istiyorsun?" diye sordum. O gece bana annesini öldürenlerden intikam almak istediğini söylemişti ama olayı anlatmamıştı. Elimde isim yoktu.

"Bende seninle bunu konuşmak istemiştim, iyi oldu söylediğin." Deyip konuya bodoslama daldı.

"Bundan beş yıl önce öldürüldü annem. Ben 14'ümdeyken. Zenginiz Kronos, biliyorsun, bir şekilde birini içeriye tıktırmayı başardık ama doğru kişinin o olmadığından eminim. Maşa olarak kullandıkları biri o sadece."

"Peki, gerçek katili bulmak için elimizde bir delil var mı?"

"Eh, yerine birini hapse attırabilecek kadar nüfuz sahibi biri, bu yüzden sıradan bir katil olmadığını biliyorum. Tutuklanan adamın bağlı olduğu bir çete bir grup olduğundan şüphelendim ve araştırdım. Varmış. Mafya bunlar Kronos." Son cümleyi söylerken titreyen sesi, korku doluydu. Bende tedirgin olmuştum. Sesimin sakin ve normal çıkmasına özen göstererek sordum,

"Hangisi?"

"Bilmiyorum ama bizim camiadanlar." Siktir. Kocaman, koskocaman bir siktir. Elit mafyalardan nefret ediyordum. Bu konumda paramın da, soy adımında gücü toz olup uçuyordu ve tahmin edilebilirdir ki çok daha güçlü oluyorlardı. Emniyeti susturabiliyorlardı ve bu, işin en feci tarafıydı.

"İhale yüzünden mi öldü annen sence?" diye sordum. Hangi şirket olduğunu bulursak iş hallolurdu.

"Öyle sanıyorum."

"Şirketinizi ziyaret etmemiz gerekebilir. Annenin öldüğü sıralarda yapılan anlaşmalar önemli." Dediğimde başını salladı.

"Bende buna bakmaya çalıştım ama bir türlü bulamadım." Bulamamıştı çünkü nereye bakması gerektiğini bilmediğinden emindim. Yaptıkları antlaşmalarda ki ihalelere katılan şirketlere bakması gerekiyordu ki o, çok zor ulaşılabilen bir şeydi. Ben hallederdim.

"Bugün gidebilir miyiz?" diye sorduğumda başıyla beni onayladı.

"Tamam o zaman, önce bize uğrar sonra geçeriz oraya." Dediğimde şaşkınlıkla bana baktı.

"Neden size uğrayacağız ki?"

"Davetlerden tanıdığım seçkin bir ailenin holdingine suratıma jiletle kazınmış bir 'K' harfiyle giremem herhalde değil mi, Rozerin?" Koyu kahverengi gözlerini sağ yanağımda gezdirdikten sonra birkaç kez kırpıştırdı.

"İzine o kadar alışmışım ki, farkına bile varmıyorum. Sanki hep sendeymiş gibi, bir parçanmış gibi." Dediğinde hafifçe güldüm. O iz zaten benim bir parçamdı. O iz bendim.

Aradan birkaç saat geçtikten sonra bizden başka kimse hala gelmemişti. Anlaşılan geri kalan herkes çalışıyordu. Akşam burada olurlar diye düşünüyordum.

Saat 12'yi gösterdiğinde Rozerin'le birlikte mekandan ayılıp bizim evin yolunu tuttuk. Evin gösterişli halini görünce hiç şaşırmadı çünkü eminim ki onlarında evinin bundan aşağı kalır bir yanı yoktu. Odama girdiğimizde ise durum faklıydı.

Kapkara bir yerle karşılaşmayı beklemediği suratındaki şaşkın ifadeden belliydi yani.

"Siyahı seviyorsun." Diye mırıldandı.

"Hadi ya, o kadar mı belli oluyor." Diye takıldım. O kendini çalışma sandalyemin üzerine bırakırken bende içerisinde iki-üç parça makyaj malzemesi olan en alt çekmecemi açtım ve birkaç kapatıcıyla fondöten uyguladım. Bu işlere el yatkınlığım vardı ama zamanla yapmaya, yapmaya körelmişti. Böyle durumlarla çok nadir karşılaşıyordum. Davetler dışında bizim camiadan kimseyle görüşmezdim.

"Oldu mu?" Rozerine döndüm. Gözlerini sağ yanağımda gezdirdi ve ardından gülümseyerek cevap verdi.

"Oldu."

Evin içinden garaja indik. Daha önce kullandığım Porche'lerden birine yöneldiğimde Vega, bir adım arkamdan beni takip ediyordu.

Tunçaslan Holding'in önünde durduğumuzda arabayı park etmesi için görevliye teslim ettik ve seri adımlarla içeriye girdik. Rozerin'i gören çalışanlarda bir disiplin belirtisi aradım ama bulamadım. Hiçbiri etkilenmiş gibi değildi, normal bir şekilde işlerine devam ediyorlardı. Hatta dönüp ona selam verme gereksiniminde bile bulunmadılar. Onunda benden bu konuda çok bir farkı olmadığı anladım. Bildiğim kadarıyla bir erkek kardeşi vardı, şirketin varisi o olacaktı demek ki.

Benim de şirketimizdeki konumum evimdeki konumumdan farklı değildi zaten.

Ondan, beni ihalelerle ilgilenen kişinin yanına götürmesini istedim. Asansörle birkaç kaç çıktıktan sonra, kapıyı çalma gereği duymadan bir odaya daldı. İçeride tek başına bir adam, önündeki iki, üç tane dosyayı inceliyordu.

Yolda ona annesin kaç yıl önce öldürüldüğü tarihi sormuştum. 7 Ekim 2013 demişti bana. Yani bundan 5 yıl öncesine inmemiz gerekiyordu.

Biraz şaşkınlık ve afallamışlıkla bize bakan adama hiç de dost canlısı olmayan bir tavırla eylül, ekim ve kasım ayındaki ihalelerin dosyasını vermesini söyledim. Lafımı ikiletmedi, nedenini de sormadı.

Sanki kendi özel yerimmiş gibi, dosyaları alıp sandalyeye oturdum ve incelemeye başladım. İhalelere giren şirketlerin isimlerinin yazmıyordu ama bu zaten tahmin ettiğim bir şeydi. Adamdan bu sefer bilgisayardan bunu görüntülemesini istedim. Bu sefer itiraz etti ve nedenini öğrenmek istedi. Kravatını çekiştirmeye başlamıştı.

Dosyalarda yazandan fazlası olmadığını, neden öğrenmek istediğimizi, bundan Faruk Bey'in –Rozerin'in babası- haberinin olacağını söyledi. Biraz itiraz ve birazda zorbalıkla, dosyaları açtırdık.

Herhangi bir şeyi kaba kuvvet uygulayarak çözmek ne kadar etikti tartışılır ama söz konusu benim gibi etiklik kavramını ağzında sakız niyetine çiğneyen biri için, çok da önem taşımıyordu. Hem zaten adama el kaldırdığımız falan da yoktu, o kadar ileri gitmeye gerek kalmamıştı.

Odadan postaladığımız çalışan, soluğu büyük ihtimal Faruk Beyciğinin yanında alacaktı bu yüzden kısıtlı bir zamanımız vardı. İlk olarak ihaleye giren şirketlere baktım ve en büyük olanları ayırdım. Adamların en az benim ve Vega'nın ailesi kadar güçlü olması gerekiyordu. Hatırını saymak zorunda bırakıldığınız insanlar.

Bunların arasından mafya olduğunu bildiklerimi ayırdığımda elimde son iki tane şirket kalıyordu. Hangisi olursa olsun, başımıza dert alacaktık, biliyordum.

İhale tarihlerini incelemeye başladık. 29 Eylül'de sonuçlanan ve Tunçaslan Holding'in kazandığı bir ihale vardı. İhale, çok fazla şirketin katılımıyla başlamış olmasına karşın hepsi çekilmiş, geriye sadece Tunçaslan ve Haznedaroğlu kalmıştı. Buydu. Adım kadar emindim. Başımıza alacağımız belanın soyadı, Haznedaroğlu olacaktı.

Belli ki bu ihaleyi çok istemişlerdi, diğer herkesi bundan vazgeçirmişler ama Tunçaslan'a sökmemişti. Onlarda hırslarını, ailenin ana kraliçesini öldürerek almışlardı. Sabırsızlardı, sadece sekiz gün dayanabilmişlerdi ve bu da onları çok kolay ele veriyordu.

"Şanslı kurbanlarımızı bulduk, Rozerinciğim." Ekranda parlayan yazıya nefretle baktı.

"Bu emri verene öyle bir acı çektireceğim ki Damla, bizimle hiç tanışmamış olmayı dileyecekler."

"Bu, bizimle tanışan herkesin son dileğidir Roz."

Haznedaroğlu Şirketler Grubu'na ve onun başındakilere acımamam işten bile değildi, bizim gibi farelerle uğraşacak ve kaybedeceklerdi. Yazık, çünkü ben şimdiden çok eğleneceğimden adım kadar emindim.

🥂🥂

Bölüm sizce nasıldı? Bu satıra yorumlarınızı alabiliriiimm

Kişilerin gerçek isimleri yavaş, yavaş belirleniyor. Aklınızda kalıyor mu? Bununla ilgili ayrı bir bölüm yayımlayıp açıklamamı ister misiniz?
Şimdilik not: Damla: Kronos
Rozerin: Vega
Yiğit:Herkül
Yusuf: Kartal
Alptuğ: Duman
Aras: Bulut

Damla Aral'ın egosu ortaya çıkıyor, seveceksiniz bence😏😏🌸

Beni sosyal medya hesaplarımdan takibe alabilirsiniz;

Instagram: damlanlas

Twitter: damlaanlas
🌸
Okuduğunuz için teşekkürler, yeni bölüm bildirimi için hikayeyi kitaplığınıza eklemeyi unutmayın! Ve şimdiya kadar atmadıysanız da hala geç değil, hadi yıldızımızı parlatın!
-D.A.

Continue Reading

You'll Also Like

ELIYS (+18) By Duru

Mystery / Thriller

163K 9.8K 54
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...
58.3K 1.2K 41
Bolca +18 sahne ve biraz şiddet olacak arkadaşlar ona göre okursanız sevinirim "Bana attığın o tokat'ın karşılığı olmayacak mı sandın hemde tüm sını...
PUS (+18) By Siriustaki•°

Mystery / Thriller

10.4K 424 38
Sıradan bir hayat ve gizem dolu bir adam. Yalanlar ve suçlarla dolu bir dünya. Pus adlı bir ekip. Onlara sonradan dahil olan ve hayatının dönüm nokta...
6.3K 270 17
Bahar en yakın arkadaşının düğününe mardine gider ve oraya damadın en yakin arkadaşı olan ateş'i görür ve o yüz bir daha aklından çıkmazsa ve bir ka...