Arıza tespit

Por BookGanstas

1M 54.6K 6.2K

Gümüş rengindeki gözleri beni ilgiyle süzerken, "Neden tamircilik?" diye bir soru yöneltti. Birkaç saniye öl... Más

👉1. Akü
👉2. Tamirci Kız🔧
👉3. Yüzleşme
👉4. Sözleşme📃
👉5. Yavuz
👉6. Yeni iş
👉7. Baskın
👉8. Tamirhane🛠
👉9. İş tulumu
👉10. Le petit palais🍽
👉11. Arkanlar
👉12. Arabaya bin🚘
👉13. Yangın🔥
👉14. Kısır
👉15. Tapu📄
👉16. Garaj
👉17. İmza✍
👉18. Game over☠
👉19. Açıklama
👉20. Emre
👉21. Bar🔮
👉22. Küçük oyun🤝
👉23. Tanışma🙋
👉24. Benimlesin
👉25. Sırılsıklam âşık💕
👉26. Gece ve gündüz
👉27. Aşk mı illüzyon mu❓
👉28. Kutu kutu pense💃
👉29. Ne hissetmeliyim❓
👉30. Söz
👉31. Sarışın kaplan🐯
👉32. Saf mısın❓
👉33. Kaç kaç🏃
👉34. Merak ediyorum
👉35. Paintball🔴
👉36. Paintpall🔵
👉37. Tabu
👉38. Belçıka çikolatası🍫
👉39. Aylin nerede❓
👉40. Çok güzelsin
👉41. Psycho🔫
👉42. Bırakma beni
👉43. Zıt kutuplar
👉45. Çiçek💐
👉46. Uyuyalım💤
Yeni hikaye!
👉47. Korkak
👉48. Origami
👉49. Kaslı prenses
👉50. Şekerli mısır
👉51. Küçük prens
👉52. Sen kimsin❓
👉53. Sana aşığım💗
👉54. Sıyah gerbera
👉55. Masal🏰
👉56. Saat 12🕛
👉57. Korkuyorum sevmekten
👉58. Teslim ol
👉59. Biberli buluşma
👉60. Krep🥞
👉61. Seni seviyorum🖤
👉62. Kavga
👉63. Umut
👉64. Sevimsiz
👉65. Aile
👉66. Bana aşık mısın❓
👉67. Güzel bir gün🎀
👉68. Gelecekten bir gün - SON
Özel bölüm

👉44. Günaydın prenses👸

11.9K 651 92
Por BookGanstas

Göz kapaklarımdaki ağırlık bana yabancıydı. Vücudumdaki bitkinlik de öyle. Derin bir uykudan uyanmış gibiydim, ama bu derin uyku beni hiç de dinlendirmemişti. Göz kapaklarımdaki ağırlığı yenip gözlerimi hafifçe araladım.

Oda karanlıktı. Küçük lambalardan hafif bir loş ışık vardı sadece. Gözlerimi kırpıştırdım ve etrafa bakındım. En son herkesi gönderdiğimi hatırlıyordum ama öncesi ve sonrası yok.

"Günaydın prenses," dedi oldukça tanıdık bir ses.

Sesin geldiği yöne baktım. Karanlıkta bir gölge kıpırdadı ve Zeyd ışığa doğru yaklaştı. "Dünyanın en klişe sözüyle uyanmak..." dedim alayla ama yine de engelleyemediğim bir gülümseme yer edinmişti dudaklarımda. Tanıdık birini görmek güzeldi. İyi olduğunu görmek daha da güzeldi.

"Ayrıca gün aymamış ki daha," diye ekledim karanlık odaya dikkatini çekmek istercesine. "Sana da güzel bir şey söylenmiyor," diye mırıldandığında şirince sırıttım.

Huyum kurusun.

Efsane geri döndü Arkan, hazırla kendini.

Birden herkesi gönderdiğim aklıma gelince kaşlarımı çattım. "Sen geri mi geldin?" diye sordum ona. "Gitmedim ki..."

Kaşlarım daha da çatıldı ve daha gece olduğunu hatırladım. "Ne? Neden?" "Yanında kalmak istedim. İyi olduğundan emin olmak istedim. Kendine geldin mi bari?"

"Ne?" "Biraz önce çok da kendinde değildin. Hatırlamıyor musun?" Sözleri içime bir kurt düşürdü çünkü hiçbir şey hatırlamıyordum.

"Hatırlamam gereken bir şey mi var? Size gitmenizi söylediğimi hatırlıyorum..." dedim kuşkuyla. Gözlerinde eğlence parıltıları vardı. "Oo sen yani o söylediğin şeyleri hiç hatırlamıyor musun?"

Hayır.

Kahretsin ben ne söyledim ya?

"Korkutma beni ya, saçmaladım mı ben?" Sesim şüpheli ve bir o kadar da tedbirli çıkmıştı. "Bir hayli..." dedi hoşnut bir şekilde. "Ahh gitti karizma," diye mırıldandığımda güldü.

Beynimi zorladım, hatırlamaya çalıştım ama sadece boşluk vardı. Uyuşuk beynim o boşlukları dolduramıyordu. O boşluklarda olan hiçbir şey kayıt altına geçmemişti bende.

"Ne söylediğini sormayacak mısın?" diye sordu anlatmak için can atıyormuşçasına. Anlatmaya bu kadar hevesli olması büyük saçmaladığım anlamında gelmiyordur inşallah. "Bilmek istediğimden emin değilim..." dedim kuşkuyla.

Bilinçaltım konuştuysa çok fena şeyler yapmış olabilirim. Kafamda canlandıramıyorum bile. İnşallah bilinçaltım konuşmamıştır da ben konuşmuşumdur ve sadece hatırlamıyorumdur.

"Yakışıklı olduğumu söylediğini de mi hatırlamıyorsun?" dediğinde tekrar kaşlarımı çattım. Yok artık. Gerçekten yapmış olabilir miyim bunu? Bilinçaltımdan beklenir bir davranış. Sonuçta yakışıklıydı yani, yapacak bir şey yok.

"Yalnız ufak at da civcivler yesin," deyince kayıtsızca, "Yalan söylediğimi mi düşünüyorsun?" diye sorarken elini alınmış gibi göğsüne koymuş bana masum masum bakıyordu.

Masum bakarken bile masum görünmemesi dikkatimden kaçmadı.

Kesin yalan söylüyordu.

İnşallah yalan söylüyordur.

Ne olur yalan söylüyor olsun.

Eğer ona yakışıklı olduğunu söylediysem şayet kesinlikle bir daha dilinden kurtulamazdım.

"Ben asla öyle bir şey söylemeyeceğime göre, evet." Keşke sesimdeki kendinden emin ton içimde de konuşsaydı. Söylemiş miydim gerçekten? "Bir keresinde söylemiştin ama hatırlatırım," dedi memnuniyetle.

Söylememişim. Aferin bana. Neden söyleyeyim ki zaten.

"O sayılmaz. Onu zorla söyletmiştin," diye savunmaya geçtim hemen. "Ağzına çok yakışmıştı ama. Bence kesinlikle bir kez daha söylemelisin," diye ısrar ettiginde göz devirdim.

Özgüven yine tavan.

"Hadi be oradan. Sen yeterince söylüyorsun zaten bay kibirli." "Hakkım var ama değil mi? Sen itinayla kabullenmeyi reddetsen de."

Evet var.

Belki de yok.

Ne yani yakışıklısın diye herkesin gözüne sokmaya gerek yok değil mi. Görüyoruz zaten sonuçta.

Hayır kendini beğeniyorsan, kendinle baş başayken beğen, insan içinde ayıp değil mi yani? Ben sana güzel olduğumu söylüyor muyum?

Birden hatırladığım bir şeyle kıpırdandım. 'çok güzelsin' demişti. Orada vagonların dibinde. 'Sana bir şey söylemek istiyorum' deyip, 'çok güzelsin' demişti.

Bunu hatırladığımda midemde garip bir şeyler oldu. Şu kanın verdiği bulantıdan farklı bir şey. Sonrasında olanları hesaba katarsak anlamsız bir heyecan değildi değil mi. Sonuçta olayların şokunu daha üstümden atamamış olabilirim. Ama beni heyecanlandıran sonrası mıydı emin olamıyordum.

"Neden güzel olduğumu söyledin?" diye sorarken buldum kendimi. Ne yapıyorum ben yine. Sanki vereceği garip cevapları kaldırabilecekmişim gibi. "Güzelsin çünkü," dedi çok basit bir şey açıklarcasına. "Fazla güzelsin. Senin aksine benim bunu kabullenecek cesaretim var. Zombi halinle bile çok güzelsin."

Bu neydi şimdi? Yakışıklı olduğunu kabul etmem için mi söylüyordu bunu?

Ve yine o bakışlar. Genelde restoranlarda kullandığı içime işleyen o bakışlar. Karanlığın içinde bile tam hedefe isabet eder gibi oradaydı. Saf gümüş.

"Bakma öyle," dedim hafifçe kıpırdanarak. Biraz doğruldum ve bu ufak hareket bana yaramı hatırlattı. Öylece dururken ilaçların etkisiyle çok da fark etmiyordum ama kımıldadığımda acıyla nefesimi tuttum.

"Nasıl?" diye sordu anlamamazlıktan gelerek. Euhm dur bir düşüneyim. Ne diyorduk ona? Öküzün trene baktığı gibi.

Sen öküz olabilirsin ama ben tren değilim.

"Öyle işte," dedim omuz silkerek. Bu iyi bir fikir değildi. Hiç iyi bir fikir değildi. Omzumdan koluma doğru inen acıyla dişlerimi sıktım. Bu lanet olası minicik hareketin bile canımı bu kadar yakması normal miydi acaba?

Gözlerimi etrafta gezindirdiğim sırada, "Hm anladım," deyince göz ucuyla baktım ona.

Neyi anladın?

"Bir daha bakmam 'öyle'," diye devam etti tırnak işareti yaparken alaycı bir ses tonuyla. "Ya sen gitsene artık," dedim ters bir bakış eşliğinde.

"Hayır," diye karşılık verdi anında, kesin bir tavırla. Kaşlarımı kaldırdım. "Ben sana gelme demiştim ama sen geldin. Şimdi de sen git desen de ben gitmeyeceğim."

Ha benimle yarışıyor yani.

"Şimdi söyle bakalım. Ne dedi sana?" "Kim?" diye sordum bilmezlikten gelerek. 'Daha yaratıcı ol' bakışları gönderince, "Senlik bir şey yok," dedim kestirip atarak.

"Niye o kadar korktuğunu merak ediyorum," dediğinde yutkundum. Buz gibi parmakları yine tenimde hisseder gibi oldum. "Korktuğumu da nereden çıkardın?" dedim kontrollü bir tonda. Bunu konuşmak istemiyordum.

"Gözlerinden. İlk defa gerçek korku gördüm orada. Tam da gerçekten hiçbir şeyden korkmadığını düşünmeye başladığımda." "Yanlış anlamışsın." Evet bir yalan daha. O an ne kadar korktuğumu ben bilirim.

"Beni böyle geçiştirebileceğini mi düşünüyorsun? Ben ne gördüğümü çok iyi biliyorum." "Peki tamam. Daha açık konuşalım. Seni ilgilendirmez."

"Çok zor bir şey sormadım. Neden bu kadar direniyorsun?" dediğinde oflayarak arkama yaslandım. Çünkü bilmeni istemiyordum hem de hiç nedensiz.

"Uzatma." "Seni neyin korkuttuğunu bilmek istiyorum." Israrı öylesine sinir bozucuydu ki. "Zeyd, germe beni lütfen. Yaralıyım ben..."

"Hep dara düşünce aklına gelsin zaten yaran da," diye mırıldandı söylenircesine.

Ne var? O Kadar acı çektim boşa mı gitsin hiç kullanmayım mı?

O sırada kapı açıldı ve kapı ağzında Yavuz belirdi. "Yuh, sen de mi gitmedin?" dedim onu görünce şaşkın şaşkın. Kapıyı kapatıp yaklaşırken, "Uyandın mı," dedi ama sorudan çok tespit olarak.

Başıma dikilince gözleri dikkatle yüzümü inceledi. "İyi misin?" diye sordu dikkatle. "Hm," diye onayladım başımı aşağı yukarı sallayarak.

"Güzel," dedi ama gözleri hala yüzümden ayrılmıyordu. Her an iyi olmadığıma dair herhangi bir belirti görebilecekmiş gibi.

Elimi hafifçe kaldırıp ona uzattığımda biraz daha yaklaştıp elimi tuttu.

Şimdi daha da iyiyim...

Öyle dikkatli inceliyordu ki yüzümü göz devirmemek için direndim. "Ne bakıyorsun ya, iyiyim dedim işte," dedim sonunda dayanamayarak.

Sanki beklediği buymuş gibi gevşedi ve başıyla onayladı. Elimi iki eli arasına alırken, "İyisin iyi..." diye onayladı. Yine göz devirdim. "Te allaam, bir de bana manyak muamelesi yapıyorsunuz," diye söylendim.

"Ödümüzü kopardın biliyorsun değil mi?" Alt dudağımı ısırdım. Ne kadar korkmuş olabileceklerini yeni yeni kavrıyordum galiba. Benim o hiçbir şey hatırlamadığım büyük boşluk saatler kapsıyordu ve o saatlerde sessizce beni beklemişlerdi. Evet, hayal edebiliyordum. Tersini düşünmek beni dehşete düşürürken ne kadar korktuklarını hayal edebiliyordum.

"Doktor ne dedi?" diye sordum sonra merakla. İnşallah içimde bir kurşunla yaşamıyorumdur şu an. Bu düşünce birden bire nereden çıkmıştı bilmiyorum ama bir korku kapladı içimi. Kurşunla yaşayan insanlar vardı değil mi? Ama o genelde beyinde oluyordu galiba.

Bin şükür ki beynimde bir sorun yoktu. Üstün zekâm zarar görmemişti, bu iyi bir şey.

Kolum zarar görmüştü herhalde. Bunlar benim kolumu niye askıya aldılar ki? Kurşunun köprücük kemiğimin tam üzerinden girdiğini biliyordum. Biliyordum çünkü o acıyı gayet net hatırlıyordum. Hatırlamak istemediğim kadar net hem de.

Ama kolum?

Sonra aklıma gelen bir başka olasılıkla yeniden dehşete düştüm. Gözlerim kocaman olmuştu. "Yavuz, kolum..." Tamamlamadığım cümle havada asılı kalırken elindeki elimi sıkıp, "Sorun yok," diyerek güvence verdi. "İyileşecek. Sana anlatmadılar mı?"

Gözlerimi yumup kafamdakileri düzenlemeye çalıştım. "Pek bir şey hatırlamıyorum," dedim aklımda kesit kesit canlanan sahnelere bir anlam veremeyince.

"Canın acıyor mu?" Başımı olumsuz anlamda sallarken koluma baktım orada olduğundan emin olmak istercesine. Hala içim tam olarak rahatlamamıştı. Benim kolum neden askıdaydı?

"Koluma ne oldu?" diye sordum tekrardan. Orada takılı kalmıştım. Çünkü kol kadar önemli bir uzvumun herhangi bir şekilde zarar görmüş olma ihtimali beni bir hayli korkutuyordu.

Kolumu kullanamayacağımı düşünmek dahi istemiyordum. Bana tatmin edici bir cevap vermemesi ise beni telaşlandırıyordu. "Sakin ol, sorun yok dedim."

Sorun yok tatmin edici bir cevap değildi. Aklıma gelen kötü kötü şeylerden sonra hiç değildi. "Askıda olduğuna göre bir sorun var ama..."

Huzursuzca bir Yavuz'a bir Zeyd'e baktım. İkisini de iki tarafımdan tepemde görmek sinir bozucuydu. Yatağın başucunu neredeyse oturur bir pozisyona gelene kadar kaldırdım. "Telaşlanmana gerek yok," diye başladı Zeyd. "Bak kurşun buraya isabet etmiş," derken zaten bildiğim yeri gösterdi parmağıyla.

"Şimdi takdir edersin ki buradan buraya," derken köprücük kemiğimin üzerindeki noktadan koluma doğru bir yol çizdi dokunmadan, "giden kaslar biraz zarar görmüş."

"Yani?" dedim sorarcasına, bir çocuğa anlatır gibi anlatmasına aldırmadan. Bir an önce tatmin edici bir cevap duymak istiyordum sadece.

"Yani iyileşebilmesi için bir süre askıda kalacak. Kullanmak yok ki zaten kullanılabilecek durumda olduğunu da sanmıyorum."

"Ama iyileşecek değil mi?" diye sordum kısık bir sesle. Tamamen iyileşeceğine dair güvenceye ihtiyacım vardı. "Merak etme," dedi tebessüm ederek.

İşte tam o minik tebessüm bana istediğim güvenceyi vermişti. Bir rahatlama hissettim. "iyileşecek. Eskisi gibi olacak. Ama iyileşmesi haftalar sürecek. Sonra güçlenip kullanılabilecek hale gelmesi için haftalarca fizyoterapiye gideceksin. Uzun bir süreç."

Olsun. Bununla yaşayabilirim. İyileşmeme ihtimalini düşündükten sonra bununla yaşayabilirim.

"Tamam mı? Oldu mu? Rahatladın mı?" "Hm hm," başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım. Rahatladım. Çok rahatladım.

"Oldu," dediğimde gözlerim onunkileri buldu. "İyi," dedi bakışlarını çekmeden. Sonra oluşan o sessizlikte anlamsızca bakışmaya devam ettik. Ben bir kez daha itiraf ettim kendime gözlerinin ne kadar güzel olduğunu.

Yavuz'un boğazını temizlemesiyle kendime geldim. "Peki şey, pnömotoraks?" diye sordum hiçbir şey olmamış gibi. "Ne olmuş pnömotoraks'a?" diye sorarken birazcık şaşırmıştı. "Öyle dememiş miydin?" "Hatırlamadığını söylemiştin."

Hatırlamıyorum zaten. Sadece bir yerlerden anımsar gibi olmuştum. 'pnömotoraks ne biliyor musun?' deyişi kulağımda çınlamıştı bir an. "Ama dedin değil mi?" diye sordum. Yoksa ben hayal falan mı görmüştüm.

Hatırladıklarımın da ne kadarı gerçek ne kadarı değil ayırt edebileceğimi sanmıyorum. "Şu aptal şeyi de çıkaramıyorduk değil mi?" diye ekledim burnumdaki rahatsız edici şeyi işaret ederek.

Başını iki yana salladı. Bıkkın bir nefes alırken zorlandığımı hissettim. Belki de çıkaramadığımız daha iyidir... Nefes almak kadar doğal bir şeyde zorlanmak koyuyordu insana. Aynen kol kadar doğal bir uzvunu kullanamamak gibi.

Amaçsızca yatmayı sağlıklıyken seviyordum ben. Böylesi hiç hoşuma gitmemişti.

"Bak bu," derken yatağın kenarında asılı olup kablosu bana doğru gelen bir şeyi gösterdi. "drenaj tüpü. Bunun ucunu ciğerine soktular, oradaki hava ve sıvı bu şişeye doluyor."

Ona anlamadığım bir dil konuşuyormuş gibi boş boş baktım bir an. "Şaka mı yapıyorsun?" diye sorduğumda şaşkınlıkla başını salladı olumsuz anlamda.

"Şimdi bu şeyin ucu..." Kabloya baktım kocaman gözlerle, "benim içime mi giriyor?" diye sordum. Dehşetle bakışlarımı üzerimde kapalı olan yorgana çevirerek. Bu yorganın altında beni neler bekliyordu acaba? "Ne yani şimdi vücuduma delik mi açtılar?"

"Bir nevi," diye yanıtladı kararsız bir biçimde. Yüzümü buruşturdum. Yani baya baya vücuduma delik açıp içine boru mu sokmuşlardı? Hani bu boru direk beni içime giriyordu? Baya deriyi, kası falan geçip ciğerime hem de.

"Sorun yok, bu sıklıkla yapılan bir şey..." dedi tereddütle, sanki her an bir yaygara koparacakmışım gibi.

Öyle mi bay mükemmel. Kusura bakma beni sıklıkla delmedikleri için ben bir dehşete kapıldım ama.

"Peki ne kadar kalacak o orada?" diye sorarken bakışlarımdaki dehşeti azaltmaya çalışmadım. Vücuduma açtıkları bir delikten bir boru sokmuşlardı, bence dehşete düşmeye hakkım vardı. "Bilmiyorum."

"Başka bilmem gereken bir şey var mı? Her hangi bir yerimde başka delikler ve içime sokulan başka yabancı cisimler?" Gözlerini devirdi. "Yok," derken her ne kadar güvence vermek ister gibi çıkmış olsa da yine de birazcık eğlendiği de belliydi.

Tabi delik açılan kişi sen olmayınca komik geliyordur belki.

"Endişelenmeni gerektiren bir durum da yok. Çok şanslısın ki kurşun çok fazla zarar verebileceği bir yere denk gelmedi."

Her ne kadar şu an kendimi şanslı hissetmesem de haklı olduğunu biliyordum. Daha biraz önce kolumu bir daha kullanamama düşüncesi beni ne kadar korkutmuştu. "Hm," dedim onaylarcasına.

Sonra kurşunu düşündüm ve gözlerim tekrar açıldı. "Kurşun?" "Önden girip arkadan geri çıkmış."

"Etti mi sana üç delik..." diye mırıldandım. Kurşunun girdiği, kurşunun çıktığı, ve şu lanet borunun girdiği. Bir tebessüm oynadı dudaklarında.

Bakışlarımı Yavuz'a çevirdim. "Delik deşik olmuşum ya ben." "Paramparça olma da delik deşiği yine onarılır." İstemsizce dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. "Çok komik... Gerçekten..." diye söylendim.

Başımı yastığa yasladım ve onlara şöyle bir baktım. Oda hala karanlıktı ama gözlerim alışmıştı. Onları böyle yan yana görmek çok garipti aslında çünkü tuhaf bir şekilde birbirlerine karşı tepkiliydiler. İkisi de kabul etmeyi reddediyordu ama o kadar belliydi ki.

Şimdi bile vücut dillerinden belliydi ama birbirlerine neredeyse sırt çevirir bir şekilde duruyorlardı. Gerekmedikçe diğerinin varlığını kabul etmeyen tavırlar. Herhangi bir bakışma ve konuşma kesinlikle söz konusu değil.

Aslında ikisini de karşıma alıp 'nedir sizin derdiniz?' demek istiyordum ama uğraşamayacak kadar yorgundum. Belki başka bir zaman. Böyle olmaz çünkü. Hiç hoşuma gitmiyor. Biri kardeşim, diğeri ... Sahi diğeri kimdi, neydi?

O kadar saçma bir şekilde girmiştik ki birbirimizin hayatına, ne olduğumuz muamma. Bildiğim tek kesin bir şey vardı, o da ona fazlasıyla alışmıştım. Yokluğunu düşünemeyecek kadar hem de.

Hiç yoktan gelip hayatımın bir parçası olmuştu. Bunun farkına yeni varıyordum sanırım. Ne zaman olmuştu, nasıl olmuştu bu? Birden üzerimdeki bakışları hissettim. Kafamı kaldırıp baktığımda ikisi de gözlerini bana dikmişti beklentili bakışlarla.

"Hı?" dedim gözlerimi belertip. Bir şey kaçırdım galiba yine. İyice mala bağladım. Zeyd'in gözlerinde yine o eğlence parıltıları belirdi. "Ne?" diye sordum. Yine beni şüpheye düşürüyordu. Muzipçe sırıtıp göz kırptı. 'Noluyo lan' kıvamına gelmeme az kaldı. Bakışlarımı Yavuza çevirdim. Kaşlarım sorarcasına havada. "Biraz önce yemek getirmişlerdi, yiyecek misin diyorum?"

Zeyd'e ters bir bakış fırlattım. Pislik ya. Sonra başımı iki yana salladım. "İstemiyorum." "Emin misin?" diye diretti Zeyd. Ona kötü kötü baktım. Biraz önce yaptığını unutmamıştım daha. "Midem bulanıyor," dedim sadece.

Nedense bu söylediğim ikisinin de bir an birbirine bakmalarına neden oldu. Benim bilmediğim ne dönüyordu burada. Hayır biraz önce kanlı bıçaklı gibi dururken şimdi bu ittifak nereden çıktı. Zeyd'in dudaklarında çarpık bir gülümseme vardı. Yavuz ise dudaklarını birbirine bastırmıştı gülmemeye çalışır gibi.

"Biri beni daha fazla yormadan bir açıklama yapacak mı?" diye sordum bıkkınca. Aksi takdirde ikisinin kafasını birbirine vura vura anlattırmak gibi fantezilerim vardı. Gerçi her hâlükârda kafalarını birbirine vurmak gayet çekici bir fikirdi. 'Sizi ikiz dingiller' deyip şöyle bir tokuştursam nasıl olur? İsabet olur tabi ki de. 'Al birini vur ötekine' cümle kalıbını icraata dökmüş olurum.

"Yoo, hiç öyle bir planım yok," dedi Yavuz, kendini yatağın karşısında, duvarın önündeki sandalyeye bıraktı." Başımı çevirip Zeyd'e baktığımda, "Hiç işim olmaz," dedi omuz silkerek. Hayda, bu neyin kafası acaba.

"Yürüyün gidin lan o zaman, bostan korkuluğu gibi durmayın başımda," diye tersledim. Şu an anlatmaları için baskı yapacak halim bile yoktu ama çemkirmeden de edemedim. Bir ara ona da sıra gelirdir herhalde...

Ama ayağımda ayakkabı olsaydı fırlatırdım, ona içim gitti. Böyle bir şey yapamadan durmak hiç benlik değil. Kimse kendini bozmayınca iç geçirdim. "Ciddiyim," dedim ciddiyetle.

Kimse beni tınlamadı.

Tınlanmamaktan nefret ederim.

"Bana bakın, etrafımda atabileceğim bir şey yok diye kendinizi güvende sanmayın, yazdım bir kenara, acısını çıkartırım. Ya bir gidin başımdan uyuyacağım." Zeyd önce hiçte istifini bozmadan bana baktı, sonra Yavuz'a yöneldi. "Şimdi anlıyorum masasındakileri neden toparladığını," dedi anlayışla. "Yılların tecrübesi," diye karşılık verdi Yavuz.

Yok artık ama.

Şurada hasta yatağımda beni yok sayıyorlar resmen. "Ah," dedim birden kıvranırcasına. Boştaki elimi askıda ki koluma götürdüm ve yüzümü buruşturdum. İkisi de tek nefeste bana doğru döndü ve bir anda başımda bittiler. "Ne oldu?" "İyi misin?"

Derin bir nefes aldım. Sonra dudaklarım sinsice yukarı doğru kıvrıldı. "Kiminle dans ettiğinizi hatırlatayım dedim."

Beni yok saymak ha?

Bu da size kapak olsun.

Tabi sonuç itibariyle ikisi de o kadar kötü bakıyorlardı ki yüzüme masum bir ifade yerleştirdim. Hafif bir şirinlikte kattım. Gözlerimi de belertip uysal uysal baktım.

Yumuşasanıza ya, gayet şirin ve masumum ben.

Kendi halinde yaralı bir kızım ben.

Kime ne gibi bir zararım dokunabilir ki?

"Komik miydi bu şimdi?" dedi Zeyd sert bakışları eşliğinde. "Komik olsun diye yapmadı..." diye başlamıştım ama sonra sustum. "Ya tamam bakmayın öyle, bir daha yapmayacağım," dedim uslu uslu. Şirin baka baka yüzümdeki kaslarda bir tuhaf olmaya başladı. Tabi alışkın değiller. Yüzümü buruşturup düzelterek kasları gevşettim.

"Benim telefonum nerede?" diye sordum onlara. "Yanında ki çekmeceye koydum," dedi Yavuz. "Cebinden çıkmış." Yavaşça yanımdaki minik tekerlekli masanın çekmecesine uzanırken, batarcasına giren sancıları yanağımı ısırarak geçiştirmeye çalıştım. "Dur dur," dedi Zeyd hemen. Yatağın etrafına dolanıp uzanmaya çalıştığım çekmeceyi açtı. "Al," diyerek çıkardığı telefonu uzattı bana.

Göz göze geldiğimizde boğazıma tıkanan bir şeyi yutmak zorunda kaldım. "Sağ ol," dedim sessizce. Gülümsedi. "İlk kez teşekküre benzer bir şey mi duyuyorum senden?" diye dalga geçtiğinde göz devirdim. "Tamam. Hadi gidin artık," dedim bir kez daha. Böyle başımda beklemelerinden hoşlanmamıştım.

"O konuda son sözümü söyledim," dedi Zeyd ama bu sırada kapıya doğru gitti. "Biraz aşağı iniyorum," deyip odadan çıktı. "Cins..." dedim çatık kaşlarla arkasından bakarak. Yavuz sandalyeyi yatağın yanına çekip oturunca başımı ona çevirdim.

Elini elimin üstüne koydu. Parmakları elimin üstünde oynarken, "Ağrın var mı?" diye sordu. "İdare ediyorum." Kımıldamadığım sürece sadece donuk bir ağrı vardı. Onu neredeyse yok sayabiliyordum. "Git dinlen, burada yapacağın bir şey yok. Sabah bana evden bir şeyler getirirsin."

Bitter çikolata gözlerini yine dikkatle yüzüme dikti. "Ya gerçekten iyiyim. Ben sana ne zaman yalan söyledim?" dedim ısrarla. "Bence birçok zaman söylüyorsun," dedi alayla. Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. "Telefon şarjımı da getir," dedim ikna olmadığını bildiğim halde.

"İyi peki. İstediğin gibi olsun. Ama şu gereksizi gönderme yine de, yalnız kalmanı istemiyorum." Gözümü onaylarcasına kapatıp açtım. Başarırsam ondan da kurtulacağım ama bununla kafasını yormayayım şimdi.

Yavuz gittiğinde bir süre sessizliği dinledim. Onu da göndermek için Zeyd'in dönmesini beklerken göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı ama o dönmedi. Galiba gitmişti.

İyi en azından beni uğraştırmadı. Birazcık yan dönmeye çalıştım ama dikişler izin vermeyince vaz geçip sırt üstü kaldım. Kısa bir süre sonra gözlerim kapandı.

*

Bu defa gözümü açtığımda gün aymış güneş ışığı odaya dolmuştu. Hala hiç de dinlenmiş gibi değilim. Kafam sanki pamukla doluymuşçasına yavaş çalışıyordu. Uzuvlarımda bir ağırlık, kulaklarımda bir uğultu. Zaten uykum ardı arkası kesilmeyen kâbuslarla geçmişti.

İçeriğini hatırlamasam da sayısız kez sıçrayarak uyandığımı anımsar gibiydim. Bir keresinde Zeyd'le konuşmuştum sanırım. Sıçrayarak uyanmıştım. "Şşt, sakin ol. Buradayım. Geçti," demişti yatıştırırcasına. "Gittin sandım," demiştim kâbusun etkisinden kurtulunca. "Döndüğümde uyumuştun," dedi sadece. "Su verir misin?" demiştim ama suyu içtim mi içmedim mi hatırlamıyorum.

Yana doğru dönerken acıyla dişlerimi birbirine bastırdım. Bir süre nefesimi tutup bekledim. Acı tekrar donuk, arka planda uğuldayan şekline dönünce başımı biraz kaldırıp ona baktım. Yorgun görünüyordu. Kaç saat olmuştu bilmiyorum bile.

"Zeyd," der demez gözleri beni buldu. Hafifçe gülümsedi sanki. "Artık defolup evine gitsen diyorum. Korkunç görünüyorsun." "Korkunç göründüğümü bu kadar kolay söyleyebilirken yakışıklı olduğumu kabul edememen de ayrı bir ironik."

"Haydaa, yine başladı. Sen kendini bu kadar beğeniyorsun diye ben niye beğenmek zorundayım arkadaş, bu nasıl bir takıntıdır..." Güldü. "Git biraz dinlen. Bak ben iyiyim. Çok istiyorsan yine gelirsin sonra," dedim ikna edici olmaya özen göstererek.

"Yanına yatayım?"

*****

Tam burada kolectif bir PARDON? diyebiliriz bence😁

Asıl korktuğum Alya'nın tepkisi😥

O da artık gelecek bölüm😈😉

Sevgiler🍀🖤 ,
Çemkirella

Seguir leyendo

También te gustarán

5.4K 745 14
"Peki ya sonrası? Hikâye böyle bitmiş olamaz. Kim böyle bir masalı dinlemek ister ki?" Elinde paspasla odadan çıkacakken kapıda birini görmüş gibi du...
3.5M 128K 71
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
68.5K 27K 52
Asker, vatan; aşk ... kitabıdır.🌾❤️ 🌾"Ben, seni acılarım yüreğimi döverken tanıdım." dedi kadın, öfkeli bir ses tonuyla . Adamı, uzun bir sessizlik...
749K 31.1K 49
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...