Vertigo(Doctor Strange)

By lermaniac06

37.6K 3.2K 1.8K

(Hikaye Türkçe'dir.) "Doctor Stretch?" "It's Strange." - "Hey Stretch!" "It's Strange, okay? Strange!" - ... More

Doctor Strange
Protectors
Adele
You are not a friend
save the girl
Thank you Stretch
dance
he's coming
purple? that's all i wanted to learn
even my ass is more beautiful than you
one last time -1-
one last time 2 (Final)
Uzun zaman sonra yeniden merhaba
*i love u in every universe* (Special Episode)

i will miss you

2.2K 244 116
By lermaniac06

İki adam da genç kadının başından bir saniye bile ayrılmamış, uyanmasını beklemişlerdi. Genç kadın sanki hiçbir şey yaşamamış, sanki hiç ölmemiş gibi yüzündeki huzurlu ifadeyle sakince uyuyordu. Onun aksine diğer ikisi tamamen gergin ve endişelilerdi. Mavi gözlü adam küçük odanın için saatlerdir volta atıyordu, ayağının değmediği tek bir nokta kalmamıştı. Çekik gözlü adam ise sandalyede oturmuş kadının gözlerini açmasını beklerken çoktan aşık olmaya başlamış can dostunun etrafta dolanmasını izliyordu.

Eşsiz güzelliğiyle herkesi büyüleyebilecek genç kadın ise uykusuna devam ediyordu. Sıradan bir uyku değildi tabi bu, kendini keşfettiği bir uykuydu. Kendisini kaçıran adamın işkencesi zihnini uyarmıştı ve şu an neredeyse tamamen unuttuğu şeyleri tekrar hatırlıyordu. Üç yaşında mor çorabını kaybetmesi gibi. Veya varlığından haberi bile olmadığı babasının evi terk ettiği anı... En önemlisi ise neredeyse ölmek üzere olduğu anda Ruh Taşı'nın kendisini kurtarmasını. Işığı hatırlıyordu, gücü hatırlıyordu, tekrar hayata dönmenin nasıl bir his olduğunu hatırlıyordu. Toza bulanmış anılar tek tek canlanırken genç kadın bunların hepsinin bir rüya olduğunu düşünüyordu.

"Seni seviyorum, Liz. Ve seninle gurur duyuyorum."

"Dur, koşma! Düşeceksin."

"Hadi ama utandın mı cidden?"

"Başaracağını biliyorum."

"Gelecekte çok önemli bili olacağını görebiliyorum."

"Bizi kurtaracaksın."

"O kadar hızlı yersen, boğulursun."

"Elizabeth!"

"Üzgününüm, seni bırakmaz istemezdim ama gitmek zorundayım. Daha fazla ona katlanamıyorum, özür dilerim kızım."

"Hemen geri döneceğim, tamam mı Liz?"

"Annesi mi ölmüş? Ah, ne kadar üzücü. Küçücük bir çocuk."

"Yeni ailene merhaba de."

"Dondurma!"

Hayatından gelip geçen tüm kişiler, tüm anılar şu an karşısındaydı. Hızlandırılmış bir film gibi gelip geçen bu görüntüler kafasını karıştırmıştı. Her şeyi yeniden yaşıyor gibi hissediyordu. Annesi, babası, arkadaşı, ilk aşkı, yetimhane müdürü, yeni ailesi, tanımadığı insanlar... Hepsinin söylediği şeyler birbirine karışmıştı ve Liz daha fazla bunu kaldıramayacağını hissediyordu. Tüm bu duygu selinde boğulduğunu hissederken eli boğazına gitti. Nefes alamıyordu. Geri dönmek istiyordu, bu rüyadan kurtulmak.

Genç kadının zihninde olan şeylere bedeni tepkisiz kalmamıştı. Nefes alamadığını belirten sesler iki adamın da dikkatini çekti.

"Liz! Ne oluyor? Tanrım, Wong ne oluyor!"

Stephen yanına koşmuş ve onu tutmuştu.

"Mordo onun zihnine fazla yüklenmiş olmalı, bünyesi bunu kaldıracak kadar güçlü değil. Bir çeşit şok yaşıyor. Bilinçaltında boğuluyor. Onu uyandırmamız lazım yoksa beyin hücreleri iflas edecek ve onu kaybederiz."

"Ne? Bu... ne yapacağız? Nasıl uyandıracağız?"

"Bilmiyorum Strange!"

"Liz, Liz uyan lütfen." Kolları arasındaki narin bedeni sarsarken gözlerini açması için varlığından bile şüphe duymaya başladığı Tanrı'ya dualar ediyordu.

"Bunu yaptığım için beni öldürecek." Derin bir nefes aldı ve kadının yanağına biraz sertçe bir tokat attı. Darbenin etkisiyle kendine gelen Elizabeth nefes nefese gözlerini açtı ve şaşkınca ona baktı. Stephen Strange ise kendisinden hiç beklenmeyecek bir samimiyetle onu kolları arasına aldı. Liz hala kendinde değildi, hala olan biteni çözmeye çalışıyordu.

"Sana tokat attığım için özür dilerim."

Genç kadın geri çekilip çattığı kaşlarıyla ona baktı. "Bana tokat mı attın?"

"Zorundaydım, uyanmıyordun ve uyanman gerekiyordu."

"Sağ ol Strange!"

Stephen ise soyadının doğru söylenmesinden ilk kez memnun olmamıştı. Tanıştıkları andan beri kadının kendisine taktığı lakaba o kadar çok alışmıştı ki. Şu an bunu duymak biraz moralini bozmuştu. Belki de genç kadın ona kızgındı ki bunda çok haklı olurdu. Kendisi yüzünden başına gelmeyen kalmamıştı ve suçlu hissediyordu. Güya ona yardımcı olmak için onu buraya getirmişti ama getirdiğinden beri bir kez ölmüş, bir kez de ölümden geri dönmüştü.

"İyi misiniz Bayan Winston?"

"İyiyim, Wong. Teşekkürler. Sadece kendime gelmeye çalışıyorum, kafam patlayacak gibi."

"Tahmin edebiliyorum, sizin için bitki çayı hazırlayayım."

Wong odadan çıktığında Stephen sessizliğini koruyordu. Mavi gözlerini yere dikmiş bir şekilde zemini izliyordu. Liz onun bu haline kızdı. Suçlu hissetmesine gerek yoktu.

"Stretch?"

Adamın dudakları yukarıya kıvrılırken bakışlarını izlemekten asla sıkılmayacağını bildiği güzel yüze çevirdi. Elmacık kemiğindeki morluk veya dudağının kenarındaki yara bile bu güzelliği bozmuyordu.

"Efendim?"

"Ne düşündüğünü biliyorum ve böyle düşünmeye devam edersen yüzüne yumruğumu geçireceğim."

"Belki de geçirmelisin."

"Saçmalama! Senin hiçbir suçun yok, anladın mı beni? Adam zaten Ruh Taşı'na kafayı takmış, her türlü beni bulacaktı. Ve burada bulması çok iyi oldu ve beni kurtaracak iki kahramana sahiptim. Ya sensizken beni bulsaydı? O zaman kim kurtarırdı? Kesin eşek cennetini boylardım."

Alayla konuşup güldüğünde karşısındaki adam gayet ciddi bir şekilde ona baktı.

"Yani... biraz eşek cennetini boyladın aslında."

"Ne?"

"Sen... Mordo dikkatsizliğimden yararlanıp bana saldırdığında önüme atladın. Ve saniyeler içinde öldün."

Genç kadının ela gözleri kocaman olmuş bir şekilde adamın yüzünde geziniyordu.

"Dalga mı geçiyorsun? Be-ben öldüm mü?"

"Evet ama sorun yok. Zamanı geriye alıp o anı kurtardım."

"Ah, Strange! Zaman çizgisini bozabilirdin! Neden böyle bir şey yaptın ki?"

Adam gözlerini kaçırıp parmaklarıyla oynamaya başladı. Biraz sonra söyleyeceği şeyleri söylemek ona zor geliyordu. Hiçbir zaman birine değer verdiğini belli edecek şeyler söylemezdi çünkü.

"Ölmene izin veremezdim."

"Vermeliydin! Evrenin düzeni daha önemli, umarım bir şey olmamıştır. Tanrım! Tek bir insan için tüm dünyayı tehlikeye atamazsın!"

Belki de bu gelecek için bir uyarıydı.

Genç adam sinirlendiğini hissetti ve keskin bakışlarını onun yüzüne kenetledi.

"Siktiğimin evreni senden daha önemli değil ya! Aslında öyle ama... ölmene izin veremezdim, Liz. Tanışalı çok olmadı biliyorum ama sana değer veriyorum. Arkadaşımsın ve seni kaybetmeye göz yummazdım. Hem bir iki dakikayla tüm düzen bozulmaz değil mi?"

Liz burukça tebessüm ederken ufak elleriyle adamın büyük, bir zamanlar mükemmel işler çıkaran, herkesin hayran kaldığı elini kavradı.

"Teşekkür ederim, gerçekten. Ben de sana değer veriyorum, Stretch. Ama söz ver... eğer bir daha böyle bir durumda kalırsak diğer insanları kurtaracaksın, arkadaşın olanı değil."

"Ama-"

"Söz ver, Strange."

Ve bu söz vermesi gerektiğinin kanıtıydı. Anlaşılan genç kadın bunu duymadan rahatlamayacaktı. Doğrusunun bu olduğunu kendisi de biliyordu ama söz veremiyordu. Yine aynı şey olsa yine onu seçerdi, bunu biliyordu. Bu yanlıştı. Özellikle de dünyayı koruması gereken biri için çok yanlıştı. Ama kim her zaman doğru olanı yapardı ki?

"Söz."

"Güzel, şimdi beni kurtardığın için sana bir teşekkür sarılması vereceğim ve sonra da gidip Beyonce'un çayını içeceğiz."

Strange kahkaha attığında Liz kollarını onun boynuna doladı. Ona ne kadar teşekkür etse azdı. Hayatını kurtarmıştı.

"Teşekkürler, Stephen."

"Rica ederim, Elizabeth."

***

"Çay cidden rahatlatıyor, teşekkürler Wong."

Çekik gözlü adam içten bir şekilde gülümsedi ve çayını yudumladı.

"Kendini iyi hissediyorsan geri dönmeliyiz. Diğerleri eğitime başlamıştır."

Liz oturduğu koltukta duruşunu dikleştirdi. "Hazırım, gidebiliriz."

Stephen fincanı sehpaya bıraktı ve ayağa kalktı. Liz de onun gibi ayağa kalkmıştı. Buradan ayrılmak istemiyordu ama mecburdu. Evrenin korunduğuna emin olması için görevini yerine getirmeliydi. Thanos'u yenmeliydi. Ekibiyle birlikte.

"Geleli çok kısa bir süre oldu ama ben burayı ve seni çok sevdim, Beyonce."

"Bayan Winston." Adamın bezgin ses tonuna kahkaha attı. "Seni özleyeceğim, Beyonce." Deyip kollarını ona doladığında Stephen şaşırmıştı. Wong'un bir terslik yapacağını düşünürken onun da sarıldığını gördüğünde ağzı açık kalmıştı.

"Ben de sizi özleyeceğim, Bayan Winston. Ama merak etmeyin bir şekilde yine görüşürüz."

"Tabi ki! Şu işler bitince Stephen beni tekrar getirecek, değil mi?"

Adam kafasını evet anlamında salladıktan sonra can dostuna sarıldı. "Görüşürüz, kendine dikkat et."

"Ve sen de kendine dikkat et, Strange. Ona da dikkat etmeyi unutma." Fısıltıyla konuştuğundan Liz onu duymamıştı. Stephen sırıtarak ona baktı. "Her zaman."

"Ee gidelim o zaman."

Elini hareket ettirip evlerine gidecek portalı açtığında Liz irkilmişti. "Bu hala çok tuhaf geliyor."

"Korkma, Stark'ın evine gidiyor. Hadi tut elimi."

Bu bir bahane miydi? Yoksa sadece Liz'in korkusunu yenmesi için yapılmış bir şey miydi? Stephen Strange'in suratındaki sırıtıştan hangisi olduğunu anlayabilirdiniz sanırım.

"Hazırım, gözlerimi de kapatıyorum. Geliyoruz New York!"

Genç adam gülümsedi ve elini tuttuğu kadınla birlikte portalın içine doğru bir adım attı.

Bundan sonra hep bu olacaktı.

Strange ve Winston.

El el, her zorluğa göğüs gere gere, birbirlerine destek ola ola,

Birlikte adım atacaklardı.

Continue Reading

You'll Also Like

23.7K 2.2K 39
❝ BU HER ŞEYİ DÜZELTEBİLİR! ❞ ❝ SEN BENİ Mİ TAKİP EDİYORSUN? ❞ Florence Hopkins, Zaman Döndürücüler'in mucidi olan Hopkins ailesinin son varisi...
528K 47.4K 36
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
111K 7.6K 38
"Bir bilsen ne kadar zamandır şunun hayalini kurduğumu." Şakağıma doğru bir öpücük daha kondurdu. "Seni doyasıya öpüp koklamayı." Ardından yanağıma i...
68.5K 5.7K 23
nasıl olsa görmez diye düşünen yağmur çözer, barış alper yılmaz'ın mesaj kutusunu not defteri olarak kullanmaya başlar. - hayat beni tekrardan 13 yaş...