fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

XXXV| cold death

1.6K 122 92
By carmenfkahlo

Goodbye Brother • Ramin Djawadi

LAURIE

Kuzey Krallığı adeta çalkalanıyordu ve Laurie son birkaç gündür öyle söylentiler duyuyordu ki bunlara inanmak çok zordu. Lord Irwin tahtı işgal etmişti ve bunu yaparken Laurie' nin bile hoşuna gitmeyecek yöntemler kullanmıştı.

Kral, sofrasında zalimce öldürülmüş, kendisinin kesilen başı kale duvarındaki kazıklara saplanarak alay edilmişti. Kurtlar öldürülmüş, onların kesilen başları da kralın yanındaki kazıklara saplanmıştı. Kraliçe ve kızı tecavüz edilerek öldürülmüştü. Bazı kişiler prensesin cesedinin bulanamadığını söylüyor fakat Laurie onun canlı bırakılacağını hiç sanmıyordu. Prensin ise kurdu ve yeni doğan prensesle kaçmayı başardığı ve her yerde arandığını duymuştu. Laurie' nin babası Lord Clifford, Shawn Mendes için hiç endişe duymadığından bahsetmişti. "Henüz kılıç tutmayı bilmeyen o yumuşak piç, cesaret edip de babasının tahtını kurtarmayı denemez bile." demişti geçen günlerde. Şimdi her şeye tepeden baktığında babasının Rhoslyn' i neden ısrarla Ashton' la evlendirmek istediğini anlayabiliyordu. Zeki adam. Lord Irwin artık kuzeyin kralıydı ve bu da Ashton' u prens, gelecekte de Rhoslyn' i kraliçe yapardı.

Gerizekalı Rhoslyn bunu bile istemezdi, diye düşündü. Ashton' un her gece ona tecavüz edip işkenceler yaptığını biliyor ve bunu bilmek ona tuhaf bir haz yaşatıyordu. Hayatı boyunca rahatlık ve keyif içinde yaşayan Rhoslyn belki de şimdi Laurie' nin durumunu anlayabilirdi.

Pelerininin yünlü başlığını biraz daha aşağıya çekti ve Bjorn' la buluşmak için belirledikleri yere daha hızlı yürüdü. Lord Clifford genel olarak kalede olmadığı için Laurie' yi kimse farkedemiyor ve böylece rahatlıkla dışarı çıkarak Vikingler ile çok sık buluşabiliyordu. Buluştuğu zamanlar Bjorn ile sevişiyor, kalan zamanda ise Ragnar' la konuşuyorlardı. Ragnar, Laurie' nin tanıdığı en özgür ruhlu ve özgür düşünen bir insandı şüphesiz. Ona saygı duyuyordu. Onun düşüncelerini önemsiyor ve Ragnar insanları büyülemeyi öyle iyi beceriyordu ki Laurie onun için her şeyi yapabileceğini düşünüyor, ona inanıyordu. Ragnar güçlüydü ve zamanı geldiğinde Irwin kralını indirebilecek kadar yükselecekti. "Kuzey adil bir yer olacak." diyordu. "Adalet hükmünü dağıtacak. Ve göreceksin Laurie, piç kelimesinin yakında hiçbir anlamı olmayacak."

"Yakaladım seni." Nereden çıktığını anlamadığı Bjorn onu belinden tutarak sert göğsüne bastırdığında Laurie gülmüştü.

"Orada olduğunu biliyordum."

"Yalan söyleme. Korktun."

"İlişkiniz midemi bulandırıyor." dedi yanlarına gelen Ivar. Mavi gözleri, olduğundan daha mavi ve cam gibi görünüyor, iğrenti ile karşısındaki çifti izliyordu.

"Laurie' yle yatmak istediğini mi söylüyorsun?" Bjorn' un bunu gülerek ve hiç rahatsızlık duymadan Ivar' a sorması Laurie' nin dikkatinden kaçmadı.

"O senin değil mi kardeşim?"

"Paylaşmayı severim, biliyorsun."

Sadece şaka yapıyor.

"Ragnar yok mu?" diye sordu Laurie.

Bjorn kardeşinin üzerindeki alaylı gözlerini Laurie' ye döndürdü ve başını sağ tarafa eğdi. "Ragnar gitti. Ne zaman döneceğini bilmiyorum. Ama sana bir mesaj yolladı. Bir istek."

"Ne isterse yaparım."

"Bunu yapabileceğini sanmıyorum." dedi Ivar. "Cesareti yok."

Laurie, Ivar' dan nefret ediyordu.

"Ragnar benden ne istiyor?" dedi öfkelenerek. Ne istiyorsa yapacak ve Ivar' a cesaretli olduğunu kanıtlayacaktı. Ve tabii Ragnar' a, sadık olduğunu da.

"İhanet etmeni."

"Güzel. Kime?"

"Kanına." dedi Bjorn ve gülümsedi.

"Ne demek istiyorsun?"

Sağa eğdiği başını şimdi meydan okurcasına sola eğdi. "Ragnar' ın yükselmesi için babanı öldürür müsün?"

"Ne?!" dedi dehşet içinde. "Sen ne istediğinin farkında mısın?"

Bjorn üzerine doğru geldi ve bedeni ile ağaç arasında Laurie' yi sıkıştırdı. "Bunu ben istemiyorum. Ragnar istiyor."

"Ragnar' a siktirip gitmesini söyle. Babamı öldürmeyeceğim."

"O lord bozuntusunu ne zamandır baba olarak görüyorsun?" dedi Ivar bıkkınca. "Ondan nefret etmiyor musun?"

"Her kız babasından bazen nefret eder. Tanrı aşkına. Babamı öldürmeyeceğim! Beni zorlamaktan vazgeçin."

"Laurie-"

"Üzerime gelme!" Laurie üzerinde cazibesini kullanmaya çalışan Bjorn' u göğsünden ittirerek kenara kaydı ve ondan uzaklaştı. Bjorn yüzündeki ifadeyi değiştirdi. Şimdi sabırsız ve öfkeli görünüyordu.

"Bak, gittikçe büyüyoruz anlıyor musun? Yerin sikik dibine sığmayacak kadar büyüdük. Ve Clifford Kalesi, kuzeydeki en güvenli bölgelerden birisine inşa edilmiş, işgal edilmesi çok zor. Ragnar' ın bir kaleye ihtiyacı var. Hepimizin var. Bize sadece sen yardım edebilirsin."

Babasını düşündü. Lord Daryl Clifford' u. Her zaman ondan nefret ettiğine inanmıştı çünkü kendisini hiçbir zaman sevmemişti. Ne de olsa Laurie onun için bir lekeydi sadece... Bazı zamanlar aklında onu öldürürdü. Bundan zevk alır ve tekrar tekrar yapardı. Ama şimdi ciddi bir şekilde, onu öldürmesini istiyorlardı ondan.

"Dediğinizi yapsam bile," dedi zayıf bir sesle. "Ondan sonra aptal Michael lord olacak."

"Sadece babanı öldürmen ve bir şekilde kale kapılarını açman bizim için yeterli olacak. Kalanını biz halledeceğiz."

"Yani Michael ölecek mi?"

"Ölmesi gerekiyor." dedi Ivar. "Doğru olan bu."

"Ne diyorsun? Ragnar için bunu gerçekten yapabilir misin?"

"Michael' ın ölmesini istemiyorum."

"Öyleyse onu zindana kapatırız. Kardeşin evcil köpeğin olabilir."

"Bilmiyorum. Ben... Onu öldüremem. O benim babam Bjorn. Yapamam."

"Yazık olacak." dedi Bjorn. Sabrının son kırıntılarını yaşıyordu. "Çok ilerlemiştik. Ve üstelik Ragnar sana güvenmişti. Onu hayal kırıklığına uğratacaksın. Beni de. Beni sevdiğini sanıyordum?"

Ivar rahatsız bir şekilde gözlerini uzaklara diktiğinde Laurie onun neden rahatsız olduğunu bilmek istiyordu. Kendisinden mi? Ayrıca Bjorn' un onunla konuşurken kullandığı sözcükler Laurie' yi üzüyordu. Sevgisinden ve sadakatinden nasıl şüphe edebilirlerdi?

Sessiz kaldığında Bjorn gözlerini devirdi ve öfkeyle güldü. "Tamam. Nasıl istiyorsan. Ah, ama onu öldürmeye karar verirsen eğer bir sonraki dolunayda bunu yap. Anladın mı? Vaktin biraz geçmesi gerekiyor."

"Sana babamı öldürmeyeceğimi söyledim."

"Babanı öldürmezsen-"

"Siktir git. Duydun mu? Babamı. Öldürmeyeceğim. Bunu aklına sok."

Ivar' ın kahkahası tüm ciddiyeti bozduğunda Laurie çıldırdığını hissetti ve ona doğru yürüyüp yüzüne sağlam bir yumruk indirdikten sonra geldiği yoldan geri yürümeye başladı. Ivar' ın acı dolu iniltisi ama buna rağmen kahkaha atmaya devam etmesi onda zarar verme isteğini büyütüyordu. Belki de gidip çocukları korkutmalı ve onların yüzüne kartopu atmalıydı. Yüzlerine kartopu çarptığında önce pembe yüzlerinde bir şaşkınlık oluşması ve sonra ağlamaya başlamaları Laurie' yi güldürebilen nadir olaylardan birisiydi.

Bunu yarın yapacağına karar verdi. Ayakları ıslanmıştı ve üşüyordu. Bir an önce odasına gidip odasını sıcacık yapan şöminesinin karşısına geçmek istiyordu. Belki bir kitap da okurdu. Okumayalı birkaç gün olmuştu muhtemelen.

Clifford Kalesi' ne vardığında her zaman olduğu gibi kimse onu fark etmedi. Adeta bir hayaletti zaten burada. Kimsenin onu umursadığı yoktu. Doğrusu Laurie bundan memnun sayılırdı... Hızla odasına gittiğinde yaptığı ilk şey üzerini değiştirmek oldu. Sonra hizmetçilerden birisini çağırarak şömineyi yaktırdı ve çalışma masasına oturarak masanın üzerindeki kitaplardan birisini aldı. Diyarın Unutulmaz Savaşçıları. Güneyli savaşçıların anlatıldığı bölümü açtı ve yazılarda gözlerini gezdirdi. Fakat yapabildiği tek şey bu oldu. Paragrafa beşinci kez tekrar başladığını fark ettiğinde kitabın kapağını sertçe kapattı. Odaklanamıyordu. Düşünebildiği tek şey Ragnar' ın ondan babasını öldürmesini istediğiydi. Bunu yapabilir miydi? Irwinler oyunu parçalayıp yeni bir oyun kurmuştu fakat Laurie tek bir hamlesiyle bu oyunu değiştirip çok farklı bir boyuta getirebilirdi. "Hayat bir oyundan ibaret." diyordu Lord Clifford. "Oyun sürekli değişir. Ama tema hep aynıdır. Önemli olan tüm oyuncuların arasından yükselmektir. Ve bunu yaparken de zeki olmalısın."

Zeki olmalıydı. Yükselmek istiyordu. İnsanlar tarafından küçümsenmek yerine saygı görmek istiyordu. Bu oyunu oynamak, Ragnar' ın oynadığı gibi... Ve bunun tek bedeli babasını öldürmesiydi.

ZAYN

Taht odası yüzlerce insanla doluydu ve bunun tek sebebi Kral Yaser' in cenazesiydi. Büyük odanın tam kalbinde ejderha kralları için yapılmış obsidiyen platform, ve onun üzerinde de boylu boyunca uzanan babası vardı. Vücudu hala pembe ve şişti. Mümkün olduğunca bedenini gizleyebilen kıyafetler kullanılmıştı. Onu böyle görmek Zayn' in kalbini parçalıyor fakat bunu dışarı vurmamak için büyük bir çaba harcıyordu. Ne de olsa artık kral kendisiydi. Cenazeden sonra resmi tören olacaktı ama yine de kral olduğunu unutmamalı ve hiçbir zayıflık sergilememeliydi.

"Işığın Lordu kendi ateşinden bir parçasını aldı ve insanı yarattı. O, ışıktı ve ışık bizden en büyük düşmanı, karanlıkla savaşmamızı istedi. Işık karanlığı yok edebilir fakat insanlar zamanla bir gerçeği unuttu: İçimizdeki karanlık. Kalbimiz karanlıkken diyarı nasıl aydınlatmayı başarabilirdik? Yüreklerimizdeki bu çetin savaşı yenmek kolay değildir. Ama Ejderha Kralı Yaser kalbindeki karanlığı yendi ve diyara ışığını saçtı, tanrımızın isteğini yerine getirdi. Şimdiyse görevi bitti ve tekrar tanrının yanına uğurluyoruz onu. Işık seninle olsun Yaser Malik. Ve senden sonra gelen oğlunda."

Baş Rahip Ilham deri ciltli kitabını kapattı ve son bir dua mırıldandı Yaser Malik' e doğru. Sonra yakılma merasimi gerçekleşti ve babasının külleri de aile mezarlığındaki yerini buldu. Sonraki kaybım ne olacak, diye düşündü babasının mezarına bakarken. Değer verdiğim herkesi tek tek kaybediyorum. Şimdi kimi kaybedeceğim?

Odasına doğru hızlı adımlarla yürüdü. Güçlü durmaya çalışmak bir müddet sonra omuzlarına koca bir yük olarak oturuyordu ve Zayn' in daha fazla bu yükü taşımaya gücü kalmamıştı. Odasına girdiği anda kapıyı kapattı ve omzunu duvara yasladı. Göğsündeki ağrı ve titreme büyüdü. Gözleri tuttuğu yaşlardan dolayı yanıyor ama kendini tamamen bırakırsa hiç duramayacağını bildiği için sıkmaya devam ediyordu. Derin nefesler aldı durmaksızın. Nefes almak iyi gelmiş, şimdi daha iyi hissediyordu şüphesiz. Omzunu duvardan sıyırdı ve üzerindeki fazlalık olan her şeyi çıkarıp çıplak bir şekilde yatağına uzandı. Uyumak istiyordu. Ve Rhoslyn' i rüyasında görmek... Dün gece bunu başarmıştı.

Adadaki ateş çiçeklerinin arasında Rhoslyn içini belli edecek kadar ince beyaz bir elbiseyle yatıyordu. Sarı saçları güneşin altında altın gibiydi. Beyaz ve pürüzsüz teni ise ay. Zayn de oradaydı. Üzerindeki siyah saten bir sabahlığı ve çıplak ayakları ile ona doğru yürüyordu. Yanına diz çöktü. Ona dokunmak istiyor ama o kadar mükemmeldi ki dokunacağı anda ortadan yok olacağını sanıyordu.

Mavi gözlerini aralayıp Zayn' e baktı. Pembe dudaklarında küçük bir tebessüm oluşmuştu.

"Nerede kaldın? Hep seni bekledim." dedi Rhoslyn. Sesi çok uzaklardan geliyordu.

Ilık bir rüzgar onları yalayıp yutarken "Buradayım." dedi Zayn. Kendi sesi de çok uzaktı. "Her zaman yanındaydım."

"Biliyorum." Rhoslyn karnının üzerindeki ellerinden birisini kaldırıp Zayn' in yanağına yerleştirdiğinde elinin soğukluğu Zayn' i titretti ama onu büyük bir huzura soktu.

"Seni özledim Zayn."

Onun yanına kıvrılıp kollarını narin bedenine sardı. Kokusu tıpkı hatırladığı gibiydi.

Huzurla uyanmıştı bu rüyadan ama huzur anında onu terk etti. Babasının cenazesinin gerçekleşeceğini hatırlamak onu yeniden derin bir acıya boğmuştu.

Sonraki gün yaveri Dei onu uyandırmaya geldiğinde Mark Tomlinson' un oldukça acil bir meseleden bahsettiğini ve küçük konseyin toplandığını söylemişti. Oysa bugün Zayn' in taç gitme töreni gerçekleşecekti sadece. Bu kadar acil olan neydi ki?

Dei, Zayn' in hazırlanmasına yardım ettikten sonra Zayn dışarı çıktı ve peşindeki Liam ile birlikte küçük konseyin gerçekleştiği odaya yürüdü. Odaya girdiğinde onu bekleyen herkes hemen ayağa kalkıp selam verdi.

"Oturabilirsiniz lordlarım." dedi Zayn ve bir zamanlar babasının oturduğu sandalyeye kendisi oturdu. Burada olmak onu tekrar hüzünlendirmişti. "Acil olan mesele nedir?"

Zayn' in sağında oturan Mark Tomlinson "Sabah bir kuzgun geldi geldi... Prensim." Resmi tören olmadığı için Zayn hala prens sayılırdı. Mark Tomlinson nasıl hitap edeceğini bir müddet düşünmüş ve prens dediği anda sıkıntıyla gözlerini kaçırmıştı.

Zayn onu rahatlatmak adına "Hala bir prensim lordum." dedi. "Devam edin."

"Kara kuzgun, kara haber derler." dedi Üstat Walter.

Lord Mark onaylarcasına başını salladı. "Kuzeyin tahtı yılanlar tarafından gasp edildi prensim. Kurtlar düştü."

"Ne?!"

"Lord Irwin, kralın sofrasında kralına ihanet ederek kendisini kuzeyin hükümdarı ilan etti. Mendeslerin tamamının öldürüldüğü söyleniyor."

Bu her açıdan korkunç bir haberdi. Ve birçok sonucu da beraberinde getirecekti.

"Irwinler rahat durmayacak." dedi Zayn kesin bir dille. "En kısa zamanda yeniden savaşı başlatacaklarını biliyorum. Lordlarım, yarından itibaren büyük bir hazırlığın başlatılmasını istiyorum." Krallık defterdarı Lord Stephan' a döndü. "Gereksiz israfların kesilmeli. Vergiler de küçük bir miktar arttırılsın, erzaklar da elbette."

"Emredersiniz prensim."

"Bu büyük barışın çok kısa sürmesi oldukça üzücü bir durum." dedi Rahip Ilham. Göbeğine kadar gelen uzun beyaz sakallarını okşadı.

"Barış diye bir şey yok." dedi Zayn. "Hiçbir yerde yoktur. Babam ve Kral Mendes bunun için uğraşmışlardı ama işte gördünüz. Barış onlarla birlikte öldü."

Sessizlik oluştu.

"Prensim, konuşmamız gereken bir diğer konu da mevkiler. Yeni kral elinin kim olacağına karar verdiniz mi? Ya da lord kumandanların?" Desmond Styles' ın bu sorusu, şimdiki Kral Eli Mark Tomlinson' u şaşırtarak kendisine döndürdü.

Masadaki ölüm sessizliği büyürken Zayn aslan lordunun gözlerinin içindeki hırsı görebiliyordu. Sandalyesinde yayılıp arkasına yaslandı ve gözlerini Lord Styles' tan çekmeden "Lord Mark ve diğer tüm lordlarım babamın döneminde başarıyla görevlerini yerine getirdiler. Şimdilik mevkisinde değişiklik yapmak istediğim kimse yok." dediğinde aslanın yüzünde oluşan o ifade Zayn' i başka bir zaman güldürebilirdi.

Kendisini hızlıca toparladı. "Siz en iyisini bilirsiniz prensim."

Diğer önemli mevzuları da konuştuktan sonra konseyi bitirdi ve ayağa kalktı. Odadan çıkacaktı ki Lord Desmond onunla özel bir mesele hakkında konuşmak istediğini söylemişti. Diğer herkes meraklı bakışlarla odadan çıktılar.

"Bir sorununuz mu var lordum?"

"Hayır ama sizin bir sorununuzu çözmekte yardımcı olmak isterim prensim."

Kaşlarını çatıp arkasındaki pencere sekisine kalçasını yasladığında sorar bakışlarını lorda dikti.

"Bugün kral olacaksınız prensim. Ve bir kralın kraliçesi olmalıdır. Kızım Gemma bakire ve bir kralın kadını olacak kadar güzeldir. Kalbinin iyiliğinden bahsetmiyorum bile... Eğer düşünmek isterseniz-"

"Düşündüm." dedi sertçe. "Önce oğlunuz ve şimdi kızınız. Kraliyete bu kadar yakın olma isteğiniz dikkatimden kaçmıyor lordum."

"Affedin prensim. Kendimi yanlış ifade etmiş olmalıyım. Ben sadece krallık adına-"

"Kendinizi gayet iyi ifade ettiğinize emin olun. Daha fazla saçmalıklarınızı duymaya tahammülüm yok."

Lordun yanından geçip odadan çıktı. Başı ağrıyordu. Belki de Üstat Walter' ın yanına uğramalıydı.

*

Güneş en tepeye çıktığında çanların sesi tüm şehirde yankılanıyordu. Ve tüm bunların sebebi de Zayn' di.

Maliklere bağlılık yemini etmiş yüzlerce lord ve leydi buradaydı. Yaklaşık altı yüz kişi. Adım atmaya yer yoktu. Yukarıdaki galerileri dolduran leydiler bile sıkış sıkış, yeni krallarını görmek adını birbirlerini itekliyorlardı.

Zayn arkasındaki obsidiyen tahtın soğukluğunu sırtında hissedebiliyordu. Daha önce birçok kez bu tahtta oturmuştu. Ama şimdi hiç orada oturmamış gibi hissediyor ve endişeleniyordu. Birazdan kral olacak, kral olarak orada oturacaktı. Güç artık ondaydı ve istediğini yapabilirdi.

"Binlerce yıl önce ejderhalar, tanrılarıyla birlikte Greenland' e ayak bastıklarında karanlığımızı bir kılıç gibi kestiler ve kalplerimiz onun ışığıyla doldu. Tanrı Malikleri seçmişti. Ejderhanın çocuklarını. Ve bizler de o günden beri onların önünde diz çöktük, yeminler ettik. Şimdi bize sen yeminini et Zayn Malik." dedi Zayn' in bir adım sağ arkasında olan Baş Rahip Ilham.

Zayn önündeki yüzlerce kişiden oluşmuş kalabalığa baktı ve kendinden emin bir şekilde aklındaki o sözleri söyledi.

"Ben, Yaser Malik' ten olma, Trisha Brannan' dan doğma Zayn, Greenland' in Güney Krallığı' nın veliahtı. İnsanlarımı son nefesime kadar karanlıktan koruyacağıma ve onları doyuracağıma, krallığım adına asla onursuz bir şey yapmayacağıma, dürüst ve -en önemlisi- adil olacağıma Işığın Tanrısı adı altında yemin ediyorum."

Küçük bir yaver hızlıca basamakları tırmandı ve elindeki kırmızı kadife minderin üstündeki tacı Rahip Ilham' a getirdi. Rahip, üzerinde yakut ve obsidiyen taşları ile süslü bronz tacı ellerinin arasına aldı.

"Çok yaşa Kral Zayn!" dedi Rahip Ilham tacı Zayn' in saçlarının üzerine bırakırken. Basamakları indi ve aşağıdaki diğer insanların arasına karıştı.

Rahip Ilham' ın diz çökmesi ile herkes dizlerinin üzerine çöktü. Zayn ise hemen arkasındaki tahta oturdu. Duruşu güçlüydü. Bunu, ona bakan herkes anlayabilirdi.

Ve hepsi bağırıyordu:

"Çok yaşa Kral Zayn! Çok yaşa Kral Zayn!"

SHAWN

Soğuk, diye düşündü. Çok soğuk. Ruhu ve bedeni üşüyor, gözyaşları yanaklarında donmuş bir halde Daphne' ye daha sıkı sarılıyordu.

Bebek Daphne neredeyse günün tamamını ağlayarak geçiriyordu. Onu nasıl susturacağını ya da ona nasıl bakması gerektiğini bilmiyor ama onu sıcak tutmak için elinden geleni yapıyordu. Sıcak nefesini kardeşinin yüzüne doğru üfledi. Düşünüyordu. Burada çok uzun bir süre kalmışlardı ve yeniden gitmeliydiler. Beni aradıklarını biliyorum. Hiç durmayacaklar.

O korkunç geceden sonra altı gün geçmiş olsa da gözlerinin önünden hala o manzara gitmiyordu. Ve bunu düşündüğü her an tekrar gözleri doluyor, çoğu zaman ağlıyordu. Bebek Daphne' nin durumu ise onlar kadar kötüydü. Yiyecekleri hiç yoktu. Zaten kaleden alabildiklerinin neredeyse hepsini lapa haline getirmeye çalışarak Daphne' ye yedirmişti. Snow yakaladığı avlardan birkaç parça Shawn' a getiriyor ama Shawn ateş yakmayı asla beceremiyordu. Deneseydi de sert kış rüzgarları ona her defasında engel olmuştu.

Gözyaşı Nehri' nin hattında gitmek zorunda kalıyorlardı. Daphne' nin altındaki bezleri hızlıca yıkamaya çalışırken Snow bedenini bebeğe yaslıyor ve onu sıcak tutmaya çalışıyordu. Altını değiştirdiği zamanlarsa bebeğin dondurucu soğuk yüzünden attığı çığlıklar kendisinin de ağlamasına neden oluyordu.

Soğuk, diye düşündü. Çok soğuk.

Daphne durmadan ağladığı için tenha yerlerden gitmeye çalışıyorlardı. Buna rağmen üç gün önceki akşam tesadüfen oradan geçen iki köylü onları görmüştü. "Ulu kurt!" diye haykırmıştı kadın. "Bu prensin ulu kurdu! İşte, prens ve prenses orada."

Uyutmayı zor başardığı Daphne' yi sarsarak önüne asmış ve Snow' un sırtına atlayarak oradan çok başka yöne kaçmışlardı. İnsanlar Snow' u gördüklerinde Shawn' ı anında tanıyordu ve bu durum onlar için çok tehlikeliydi.

Soğuk, diye düşündü. Çok soğuk. Sıcaklık ne demekti? Ya da bir yemin? Herkes ihanet etmişti. Babam... Bunu babama nasıl yaptılar? O iyi bir kraldı. Her zaman adildi. Neden?

Bu gece çok soğuk. Daphne, lütfen uyu. Yoruldum. Fark etmiyor musun? Ağlama artık.

Güneş doğduğunda buradan da ayrıldılar. Neredeyse tüm gün koşmuştu Snow. Fakat gece olduğunda tehlike karanlıkla birlikte geldi. İyi bir yer bulmuşlardı. Kayaların oluşturduğu küçük bir boşluk üçünün de sığabileceği kadar büyüktü. Daphne' ye son yiyecek parçalarından hazırladığı bir lapayı yedirdi ve sonra ilk kez sorunsuz bir şekilde Shawn' ın kolları arasında uykuya daldı. Shawn da uyumayı seçti. Buna çok ihtiyacı vardı.

Fakat gecenin bir yarısı birisinin "Oradalar!" diye bağırması üzerine gözlerini araladı.

"Kurt avlandı ve bu tarafa geldiğini gördüm. Onun prensin kurdu olduğunu biliyordum!" Daphne anında ağlamaya başladı. Kolları arasındaki kardeşini sakinleştirmeye çalışırken bir köylü adam ve iki DiCaprio askeri onları izliyordu. Askerler kılıçlarını çıkardığı o anda üç adamın arkasında olan Snow hırlayarak üzerlerine atladı ve Shawn gözlerini kapadı. Bu dehşeti görmek istemiyordu. Bazen Snow' un vahşetini unutup bunu gördüğünde kendisini hiç iyi hissetmiyor, midesi bulanıyordu. O ölüme karşıydı. O, insanların kanının dökülmemesini isterdi ama şimdi yaşamak için bu üç adamın ölmesi gerektiğini biliyordu. Ben öldürmüyorum. Snow yapıyor. Ben can almıyorum. Ben can almıyorum. Ben can almıyorum. Kendisine bunu sayıklayıp durdu.

Snow işini bitirdiğinde Shawn' ın ne hissettiğini anlamış gibi ceset ve ceset parçalarını kan içindeki ağzı ile uzaklara sürükledi. Ama o koku kalmıştı. Ölüm, vahşet ve kan kokusu.

Ellerindeki kardeşini usulca salladı. Gece soğuktu. Belki de kardeşi üşüdüğü için yine uyuyamıyordu. Sonra Aaliyah' a çoğu zaman söylediği o şarkının sözlerini söylemeye başladı. Aaliyah... Güzel kardeşim. Sen bu şarkıyı her zaman severdin, değil mi? Belki şimdi yine duyuyorsundur beni.

"Her zaman yaz, denizin altında.
Biliyorum, biliyorum.
Kuşların pulları var ve balık kanat çırpıyor.
Biliyorum, biliyorum."

Aaliyah ile anıları gözlerinin önünden geçerken gözyaşları yeniden aşağı doğru süzüldü. Çok soğuktu ve sıcak yaşları anında yanaklarının üzerinde buza dönüşüyordu. Fakat bu önemli değildi. Bebek Daphne sakinleşip susmuştu ve iri kahverengi gözleri ile ağabeyini izliyordu.

"Yağmur kuru ve kar yağıyor.
Biliyorum, biliyorum.
Taşlar çatlıyor, su yanıyor.
Gölgeler dans etmeye geliyor aşkım.
Gölgeler oynamaya geliyor.
Gölgeler dans etmeye geliyor aşkım.
Gölgeler kalmaya geliyor."*

Daphne' nin gözleri yavaşça kapandığında onu iyice kürküne sardı ve kendine yaklaştırdı. Kar yağışı tipiye dönüşmüştü. Taşların arasındaki bu küçük boşluğu bulduğu için şükretti. Dışarıda olsalardı geceyi çıkarmaları muhtemelen çok zor olacaktı.

Snow tekrar içeri girdiğinde kurdun masum beyaz gözleri sahibi izledi. Ağzında kurumuş kan izleri vardı. Birazdan yapacağı şey için yüreği parçalansa da yapmak zorunda olduğunu biliyor, kendisi ve Daphne' nin yaşamaya devam etmesi gerekiyordu.

Kardeşini yere bıraktı ve emekleyerek ilerleyip Snow' un karşısına geçti. Kurt, dilini dışarıya sarkıttı ve başını yana eğerek Shawn' a baktı. Eğilip yüzünü yalayacaktı ki, Shawn eliyle onu durdurdu.

"Yapma."

Kurt mırıltılar çıkardı.

"Gitmek zorundasın." dedi Shawn titrek bir sesle. Gözleri tekrar doldu. "Seni gördükleri zaman bizi buluyorlar. Her zaman iki ya da üç kişi olarak gelmeyecekler Snow. Anlıyor musun? Bizi bırakmak zorundasın. Ve ben de Daphne' yi yaşatmak zorundayım... Şimdi git."

Kurt gitmedi.

"Git Snow. Anlamıyor musun? Bizi bırak."

Eğildi ve Shawn' ın yüzünü yaladı. Burnunun ucunu boynuna indirip bir müddet orada bekledi ve sonra arkasına dönerek yavaş adımlarla uzaklaştı. Kurdunun tamamen gittiğini gördüğünde ise elleriyle yüzünü kapatıp gözyaşlarını bıraktı. Tek arkadaşını da kaybetmişti böylece. Kendini yanında güvende hissettiği, yanında dilediği gibi davranabildiği, kendisini koşulsuz seven ve koruyan Snow'u... Artık o da yoktu. Sadece Daphne' si kalmıştı.

Onun yanına geri döndü ve bebeği kollarına aldı. O sırada bir uluma duyuldu. Acı dolu, çok uzaklardan...

*

Soğuk, diye düşündü. Çok soğuk. Çok fazla soğuk. Bedenimi hissetmiyorum. Gözlerini yalnız bir güne daha açtı. Çoktan gün doğmuştu ve Daphne sabahları ağlardı. Bugün neden ağlamamıştı? Uyuyor olmalı. Şarkı söylemem Aaliyah' a olduğu gibi ona da iyi geldi.

Esnedikten sonra kaskatı olmuş kolları arasındaki Daphne' ye baktı. Uyuyordu. Teni kar kadar beyaza dönüşmüştü.

"Uyan Daphne. Yemek yeme vakti geldi." Buz kadar soğuk yanağını okşadı. Teninin bu kadar soğuk olması normal miydi?

"Daphne?" Kardeşinin minik bedenini hafifçe sardı. "Daphne? Uyan kardeşim. Uyan hadi." Bir kez daha sarstı. "Daphne. Lütfen. Şaka yapmayı kes. Gözlerini aç ve ağla. Yemek yemen lazım. Duydun mu beni? Daphne? Daphne lütfen... Beni yalnız bırakma."

Yüzünü kardeşinin hareketsiz göğsüne bastırdı. Ağlamak artık canını yakıyordu. Fakat bir kardeşini daha kaybetmişti. Buna gözyaşı akmaz mıydı?

Daphne ile birlikte dışarı çıktı ve gününün tamamını derin bir çukur açmakla geçirdi. Ellerinde deri eldivenler olmasına rağmen elleri donuyordu ve bir müddet sonra hissizleşmişti. Buna rağmen pes etmedi ve çukuru açmayı başardı. Kardeşini oraya gömdü. Çevreden uzun ve kalın ağaç dalları toplayarak mezarın çevresini belirledi. Artık ağlamıyordu. Tüm gözyaşlarını akıtmıştı.

Yürüdü.

Nereye kadar yürüdüğünü bilmiyordu ama yüksek bir tepeye vardığında durdu. Bir uçurum. Aşağısındaki Gözyaşı Nehri' ni görebiliyordu. Geniş nehir olduğundan daha ince görünüyordu buradan. Kurtulması imkansız.

Yukarı baktı. Gökyüzündeki gri bulutlara ve kuzeylilerin orada olduklarına inandığı Beyaz Tanrı' ya.

Göğsünü parçalamak istermiş gibi bağırdı. "MUTLU MUSUN?!" Sesi yankılandı, yankılandı, yankılandı ve söndü.

"BABAMI BENDEN ALDIN! ANNEMİ, KIZ KARDEŞLERİMİ, KURDUMU VE KRALLIĞIMI... HER ŞEYİ! GERİYE SADECE BENİ BIRAKTIN. NEDEN?!"

Derin nefesler aldı. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştı artık. Yaşamın bir anlamı yoktu ve tanrı sadece onu burada bırakmıştı. Sorun degildi. Shawn tanrının yanına giderdi, tabii eğer bir tanrı varsa.

Gözlerini kapadı ve kendini boşluğa bıraktı. Aşağı düşüyordu. Soğuk, diye düşündü. Ölüm çok soğuk.

___

*It's Always Summer Under the Sea • Ramin Djawadi, Kerry Ingram

Ejderha kralımızın tacı

Ölü Manuel in tacı Allah rahmet eylesin

Ve Regina nın tacı

Continue Reading

You'll Also Like

90.7K 17.6K 15
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
293K 27.6K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
26.1K 1.6K 37
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
52.3K 2.3K 14
Yabani dizisinden tanıdığımız Asi ve Alaz'ın muhtemelen hiç yazılmayacak anlarına dair tek veya birkaç bölümden oluşacak hikayelerdir.