Channie Says Special

By mello-mello

222K 19.6K 9.7K

Tuhaf. Galiba beni ve onca yıllık yaşantımı tanımlamaya yeterli bir kelime. Başka kelimeler de biliyorum ama... More

Özel
1. Bölüm "Eve Hoşgeldin"
2. Bölüm "Başlangıç"
3. Bölüm "Afrodit"
4. Bölüm "Ücret Meselesi"
5. Bölüm "Anlaşma ?"
6. Bölüm - Part 1 "Hazırlık"
6. Bölüm - Part 2 "Dejavu"
7. Bölüm - Part 1 "Birinci Derece Temas"
7. Bölüm - Part 2 "Sorun Çıkarma!"
8. Bölüm "Yalnız Kutlama"
9. Bölüm "Bi Sorun Var, Ama Ne?"
10 .Bölüm "Bilmesen Daha İyi"
11. Bölüm "Geçmiş Olsun"
12. Bölüm "İyi Bak Yeter"
13. Bölüm "Kaybedilen Günün Telafisi"
14. Bölüm "Sana Arkadaş Getirdim!"
15. Bölüm "Fare Kai"
16. Bölüm - Part 1 "Doğaüstü Bir Şeyden Bahsediyoruz."
16. Bölüm - Part 2 "Uyku Hapsi"
17. Bölüm "İsimsiz Not"
Orpheus I
Pororo ve Ben
Orpheus II
18. Bölüm "Yüzleş Onunla"
19. Bölüm "Sorular"
20. Bölüm "Hazırla Kendini"
21. Bölüm "Bence Çıkarmayalım..."
22. Bölüm "Kendime İlk Kez İtiraf Ediyordum."
23. Bölüm "Yeni Renkler"
24. Bölüm "Tanıdık Yüz"
25. Bölüm "Bu Sözümü Yedir Bana."
26. Bölüm "Artık Benim Sorunum"
27. Bölüm "Yardım Eli"
28. Bölüm "Çaresiz Kalmak"
29. Bölüm - Part 1 "Beraber Susmak"
29. Bölüm - Part 2 "En Yıldızlı Gecelerimize"
🌌⭐
31. Bölüm "Karmaşa"
32. Bölüm - Part 1 "Yeniden Düşme"
32. Bölüm - Part 2 "Limonata Etkisi"
33. Bölüm "Çekirdek"
34. Bölüm "Toksik"
35. Bölüm "Ballad"
36. Bölüm "Yeni Düzen"
37. Bölüm "Myulchi"
38. Bölüm "Editör Buluşması"
39. Bölüm "Oyuncu"
Orphdogus
40. Bölüm "İğrenç"
41. Bölüm "Baskın"
42. Bölüm "Karma"

30. Bölüm "Ters Düz"

3K 240 151
By mello-mello

Sabahları kendi kendime sanki yapmam gereken şeyler varmış gibi aniden uyanmamın iki sebebi olurdu. Ya son anda bir konudan başımın fena halde derde girdiğini öğrenmem ve önceki gece bundan duyduğum huzursuzlukla uykuya dalmam ya da sabah beni bekleyen güzel şeyler olduğunu bilmem. İlk sebebi çok kez yaşamıştım, hissettirdiği şeyi biliyordum ama ikincisinin sonucundan çok daha memnun kalmıştım. Göz kapaklarımın en hafif olduğu sabahı yaşıyordum. Ve sebebi o ikinci iyi olandı.

Çapraz yatarken gözlerimi tavanın köşelerinden birine açmıştım. Sonra yavaş yavaş kendimi hissetmeye başladım. Üstümdeki örtü ve vücudum arasına başka bir kumaş giriyor gibi değildi. Üstüne yattığım sol kolumla yastığı sarmış ve sağ dizimi kendime çekmiş, yatakta tek başıma yayılmış yatıyor olduğumu fark ettiğimde bir teslik olduğunu anlayacak kadar kendime gelmiştim. Gülümsemeye başladım.

"Jongin-ah..."

Pozisyonumu bozmaya üşenip bacağımla arkamda başka bir beden aradım ama yatakta tek başıma olduğumu anlamıştım sonunda.

Gülümsemem biraz daha genişledi. Hatta ışığa direnip kısık kalmış gözlerimle biraz kıkırdamıştım.

"Paramı görebileceğim bi yere koydun umarım Jongin-Ah!" Sonlara doğru, pürüzlü sesim daha da yükselmişti. Yani yeni uyanmış biri ne kadar yüksek sesle bağırabilirse o kadar bağırmış ve gülmeye başlamıştım. Bunu yaparken gözlerim kapalıydı ve aynı anda sanırım çılgınlar gibi serotonin üretiyordum.

Tepki gelmemişti. Mutfakta kahvaltı hazırlıyor olabileceğini düşünüp biraz dışarıya kulak verdim. Ses gelmiyordu ama başka seçenek de yoktu. Ya kahvaltı hazırlıyor ya da kahvaltılık bir şeyler almaya gitmiş olmalıydı.

Saat kaç bilmiyordum, telefonum nerde haberim yoktu ama en azından bir altı saat kadar önce hayatımın en umursamaz kararını vermiştim. Ve umursamazlığımı kaybetmeden yatmaya devam ediyordum. Yastık yumuşacıktı, çarşaf serin ve rahatlatıcı, dünyaysa umurumda bile değildi.

Birkaç kez pozisyonumu değiştirdim, yatakta dönüp durdum. On dakika kadar dün hakkında düşünürken aptal aptal sırıtmak en belirgin fiziksel eylemim olmuştu. Gözlerim çoktan açılmıştı. Kollarımı iki yana açıp esnedim ve hızlıca doğruldum. Mutfaktaysa yanına gidicektim. Dışarıdaysa da kahvaltı hazırlamaya başlardım.

Kapı yönüne ayaklarımı yataktan aşağı attım. Ayaklarım sert zemine temas etmediğinde yere bakıp bir saniyelik kalp krizi geçirmiş ve sonrasında gülmeye başlamıştım.

Biraz durup ona baktım. Gülüşüm solo sırıtmaya çevrilmişti. Kalkıp kahvaltı hazırlayacak ha?

"Erken kalkıp şirinlik yapmak aklımı çelmeden önce miydi yani?"

Beni duyuyor gibi değildi. Kendisi altında minik şortuyla parke zeminde uzanırken hafifçe kolunu başının altına alacak kadar kıpırdamış ve uyumaya devam etmişti.

"Kafasını falan da çarpmıyor." Hayretle yatışını inceledim.

Üzerinden adımlayıp ayağa kalktım yataktaki örtüyle birlikte. Örtüyü üstüne atıp dolaba gitmek üzere yönümü çevirmiştim. Sonra şöyle bi' durup arkama baktım. Tekrar sırıttım.

"Aptal." Ayağımla poposuna hafif bi tekme atıp yeniden arkaya çevirdim yönümü.

Odadan çıktığımda talan olmuş salonla göz göze geldim ilk olarak. Yere serilmiş kitaplık iki adım önümdeydi. Kitaplıktan saçılan kitaplar ve raflarda duran tüm eşyalar... İki adım önüm enkaz gibiydi. Ayağımın önünde duran ders kitabını tekmeleyip hasar kontrolü için biraz daha geniş açıyla etrafıma baktım. Televizyon tarafı temizdi, oraya hiç geçmemiştik. Kapı etrafı da temiz sayılırdı. Yere düşmüş birkaç anahtar ve dün giydiğimiz terlikler dışında.

Dün olanların salon bölümünü yeniden hatırlamaktan vazgeçip direk duşa girdim. Yüzümdeki gülümsemeyle birlikte keyfim katlanıyordu. Duşakabine girmeden önce lavabonun önünde durup saçımı, yüzümü incelemeye başladım. Yeni uyanmış gibi değildi sanki ifadem. Aylarca dengeli beslenmiş ve uyku düzenine dikkat etmiş birinin yüzüne sahipmişim gibi geliyordu. Ya da sadece abartıyordum. Omzumdaki havluyu indirip aynanın önünden çekileceğim anda dikkatimi çeken kızarıklık, suratıma meraklı bir gülücük yerleştirip beni yeniden aynaya yaklaştırmıştı. Sol tarafımda, boynum ve omzum arasındaki çizgide sadece aynadan gördüğüm ize kafamı çevirip bakmış ve dokunurken gülümsemiştim. Şimdiye kadar gördüğüm bütün şu sevimli izlerin arasında en güzeli, en estetiğiydi sanki. Sonra yeniden kafamı aynaya çevirip gülümseyerek fısıldamıştım.

"Adam sanatçı çünkü."

Duştan çıktığımda parkede ıslak izler bırakarak gittiğim ilk yer yatak odam olmuştu. Bir yandan havluyla saçlarımı kurutmaya çalışırken her yere su damlaları saçıyordum. Dolabımın önüne geldiğimde çalmaya başladığım ıslığı bir anda kesip arkamı döndüm. Uyanmasından çekiniyordum. Sonra durup güldüm kendi kendime ve dolabın kapağını açıp keyifle çaldığım melodiye devam ettim. Her gece yer çekimine yenik düşüp uyuduğu yeri değiştiren ve sabah benim bağırışıma rağmen taş gibi zeminde kılını bile kıpırdatmayan birini ıslıkla uyandırmaktan korkmuştum az önce.

Üstümdeki su damlalarıyla ıslanan yeşil tişörtüm ve aynı renk tavşan desenli ev şortumla mutfağa gidecekken telefonumu bulmaya karar verdim önce. İlk düşündüğüm yerde buldum da. Yatağın ayak ucunda yerde duran pantolonumun cebinde, milyonlarca okunmamış mesajı ve cevapsız aramasıyla duruyordu. Bakmaya cesaret edemeden telefonu şortun cebine, kendimi de mutfağa attım.

Bir yerde yalnızken çenemin en düşük olduğu sabah bu olmalıydı. Pilavla konuşuyordum. Konserveleri açmadan önce izin istiyor ve içerikleriyle ilgili onları kutluyordum. Orta tezgahta bar sandalyemde otururmuş portakal dilimlerken her dilime, kahvaltıda yanlarında başka ne olacağını anlatıyordum.

Tepeleme pirinç kaseleri ve üzerlerinde turşu, ortada portakal dilimleri, aralarda konserve sebze, hazır meyve suları... Elimden gelen en iyi kahvaltı yaklaşık böyle bir şey olmalıydı.

Şaheserime bakarken ellerimi mutfak havlusuna silip geri geri yürüyordum. Havluyu atıp saate bakmak için telefonu çıkardım. Dokuzu geçiyordu. O arada cevapsız aramalara girdim. Bir yandan da Jongin'i uyandırmak için odama yürüyordum.

Bu haftalarda zaman geçirdiğim birkaç kızın isimlerini geçersek ekranı Hanna'nın aramaları dolduruyordu. Birkaç tane de Baekhyun'a ait arama görüp mesajlara geçtim.

"Arayacağım demen üzerinden biraz uzun zaman geçmedi mi?"

Gönderen: Han Na

Attığı bu ilk mesajdan sonrası biraz darlama içerdiği için tamamını okumadan sonuncuya geçtim.

"Mezuniyet elbiseme bakmaya gelsene."

Bu da dün gece gönderilmişti.

Mesajları okurken kapının önünde dikilip kalmıştım. Telefonu cebime sokup kısa bir süre daha düşünmek için olduğum yerde kaldım. Bu kızın tanıdığım en rahat kız olduğunu düşünüyordum. Yani başlarda. Böyle takılı kalacağını düşünmemiştim kısacası. Ama konuşsam kibarca başımdan savamayacağım biri de değildi. Bundan emindim.

İçeri girdiğimde yattığı yerden hala memnun birini görmemle az önceki düşünceli halim kaybolmuştu bile. Gidip yüzünün dönük olduğu yere oturdum. Çünkü nasıl uyandıracağımı bilmiyordum. Uyurken bir buçuk kat büyüyen dudakları ve asık da olsa huzurlu olduğunu ifşa eden ifadesiyle, bakarken gülümsediğimi hep son anda fark ettiğim yüzü karşımda duruyordu. Çıkmadan üstüne örttüğüm çarşafı kendine dolamış, sadece kafasını açıkta bırakmış, hamakta uyur gibi bir pozisyonda, kendi kendine dolanmış uyuyordu.

"Jongin..." Elimi çenesine koyup ismini fısıldadım. Elbette tepkisiz kalmıştı. Çenesini tutarken baş parmağımla alt dudağına dokunuyordum. Tüm dikkatim orda olduğu için yeniden sesli komuta geçmeden önce biraz durup beklemiştim.

"Şşş!"

Bu kez sırıtırken dudaklarını tutup asılmaya başladım. Arada hareket ettiğini görmüş olmasam öldü sanırdım. İki dakika kadar başında durup öylece, ip yumağıyla oynayan kedi gibi oyalandım onunla. Sonra biraz işi ileri götürmek içimden geçmemiş değildi. Sanki odada başkaları varmış gibi kuşkuyla sağıma soluma baktım. Sonra önüme dönüp onu biraz inceledim. Gülümsemem yerindeydi. Çenesinde duran elimle yüzünü birazcık yukarı doğru çevirip, bağdaş kurduğum pozisyondan öne ne kadar eğilebileceksem eğildim. Bir saattir çekiştirirken kızarttığım dudaklarına kendi dudaklarımla dokundum bu defa. Uyanır diye korkum yoktu. Geri çekilip fısıldadım kendi kendime.

"Zaten siksem uyanmayacaksın biliyorum." Birkaç kez daha uzun öpmek içimden geçerken adeta bunu hayata geçirmeye yer yapıyordum.

"Bu bi meydan okuma mı?"

Az önceki düşüncelerimin gölgelediği gülümsemem yerine gelmişti. Jongin'in dudaklarından, genel olarak yüzüne çevrilmişti bakışlarım. Yüzü mayhoş, gözlerini henüz açamıyor olsa da çatlak sesiyle keyif içinde söylediği şeyden sonra esnemek için kollarını ileri uzatıp yüzüne götürmüş ve birkaç şey daha söylemişti yüzünü örten ellerinin arkasından.

"Eğer öyleyse kabul ediyorum."

Sırıtıp biraz daha baktım. Uzun zaman sonra en güzel uykusundan uyandığına emindim. Yani benim gibi... Bir insan halinden memnun olduğunu bakmadan veya konuşmadan ancak bu kadar açık seçik ifade edebilirdi. Sanki birazdan perdeyi açsam bütün güneşi üzerine toplayacak ve geri kalan her yer karanlığa gömülecekti.

Silkelenip ayağa kalktım. "Edebiyat cinsel yolla bulaşan bi virüs mü?"

"Neden sordun?" Gülüşü sesine yansıyordu.

"Eğer öyleyse ben kabul etmiyorum da..." Ellerimi üstüme sürerken mutfağa gitmek üzere ters yöne bir hamle yaptım. "Sabahtan beri içimdeki Shakespeare'i susturamıyorum."

Ben ayaklanmış giderken kollarını sersemce yana almış ve yüzünü bana çevirmişti. Kısık gözlerini açmaya zorlarken gülümsemesi genişledi.

"Neden hayatında ilk defa içinde güzel bir şeyler kıpırdadığı için sakince mutlu olmayı denemiyorsun?"

"Denerim." Kapıdan çıkmadan önce son bir kez ona bakıp imalı gülüşlerimden birini yolladım. "Dün sen yapınca hoşuma gitmişti."

Jongin'e söz hakkı bırakmadan elimle mutfağı göstererek bağırdım. "Seninkiler kadar olmasa da kusursuz bi kahvaltı hazırladım ve mutfakta ikimiz seni bekliyor olacağız Kim Miskin Jongin."

Mutfağa gittiğimde telefonumu çıkarıp tezgaha koymakla işe başlamıştım ki ekranda beliren yeni cevapsız aramalarla telefonu geri alıp aramaların sahibine baktım. Bu kadar ısrarın ardından geri aramaya karar vermiştim. Telefon kulağımda beklerken ıslık çalıyor ve bir yandan portakalların dizilişlerini düzenliyordum. Malum ses telefondan aceleci bir tavırla ismimi söylediğinde dinginliğimden ve keyfimden hiç ödün vermeden yanıtlamıştım. Gözlerim hala eksik varsa tespit etmek için kahvaltı masasını süzüyordu.

"Efendim Pororo? Ayrıca sana da günaydın."

"Belki!" Yoğun bir bıkkınlıkla sesini yükseltti. "İyi sabahlar olabilirdi, seni sabahın 9'unda sadece gün doğuşunu kutlamak için arıyor olabilirdim. İnan bunu yapacak kadar aklımı kaybetmiş olmayı senin kızlardan birinin sekiz yüz atmış bin aramasıyla uykumun bölünmesine tercih etme hakkı verseler bir an bile düşünmezdim."

"Nefes al Pororo. Anlamıyorum."

"Sehun şu Hanna denen kız dün geceden beri beni arıyor. Numaramı umarım bilinmeyen numaralar servisinden almıştır yoksa gerçekten bu defa anne olursun baş belası!"

"Hanna mı?" Elim portakal dilimlerinin üzerinde asılı kalmıştı. "Niye seni aradı?"

"Sehun... Seni bu yüzden aradım. Tam olarak bu sorunun cevabını senden duymak için." Baekhyun yine öfkesini fazladan kelimeler kullanarak kusmaya çalışıyordu ve bu hallerine gayet alışkın olsam da Hanna meselesi yüzünden şakaya vuramıyordum. "Daha da merak ettiğim kısım beni neden aradığından ziyade beni neden sabah 8'den beri aradığı!"

"Tamam Baek, sakin ol. Şimdi arayıp konuşurum. Sana bir şey söylemedi mi?"

"Gece aradığında açtım ve sana neden ulaşamadığını sordu. Sonra ben de ona aynı soruyu sordum. Sehun şu kızın derdi her neyse konuş ve beni aramaması konusunda ikna et. Numaramı bilmesi olayını ayrıca konuşacağız, şimdi uyumaya devam etmek istiyorum."

"Üzgünüüüüm Pororo. Şimdi onu arayıp benim küçük şirin penguenimi uyandırmanın hesabını soracağım."

Telefonda üç-dört saniye süren sessizliğin ardından Baekhyun şüpheyle sormuştu.

"Sehun iyi misin?" Biraz daha sessiz kalıp devam etti ürkek bir tavırla. "Seni de mi biri biyolojik saatinden önce sikimsonik bir sebepten arayıp uyandırdı, neyin var?"

Fazla uçtuğumu fark ettiğimde geçiştirmeye girişmiştim. Baek bu mutluluğun numunesini bile görse kaynağını bulmak için sorgulamadığı yaşam detayım kalmayacaktı.

"Evet sabah ahmaklığım... Her neyse Pororo ben arayıp çözeyim şu meseleyi."

Telefonu kapattıktan sonra cevapsız aramalar kısmına girip baktım. Gece beni de aramıştı. O ara Jongin'in ayak seslerini duymamla arkamı döndüm. Altında aynı şort, omzuna bir havlu atmış ve kafasını mutfaktan içeri sokmuş masayı incelerken gülümsüyordu.

"Hiç fena değil. Duşa girip geliyorum."

Gülümsememe ne karşımda durduğu süre, ne de içinde bulunduğum sersem durum müsade etmişti. O banyoya girdikten sonra Baek'den önceki son arama kaydına tıklayıp telefonu kulağıma götürdüm. Birkaç kez çaldıktan sonra açılmıştı.

"Günaydın Sehun."

Kuşkulu ses tonumu bastıramadan sordum. "Günaydın. Sence de biraz erken değil mi?"

"Evet, üzgünüm. Sen cevap vermeyince kötü bir şey oldu sandım. Ben de arkadaşını aradım."

"Bunun için mi Baekhyun'u aradın? Hanna telefonlara sadece başım beladayken bakmıyor olmadığımı biliyorsun. Uygun olduğumda dönecektim." Banyodan su sesi gelmeye başladığında sesimi rahatça yükseltmiştim. "Yani korkmana gerek yok. Ben iyiyim. Sonra ararım."

Tam kapatacakken Hanna'nın araya girmesiyle telefonu tekrar kulağıma götürüp göz devirdim.

"Anlaşılan o ki görüşemeyeceğiz ve artık aramayı da düşünmüyorsun. O yüzden sonra arayacağım yalanlarına gerek yok. Sadece iyi misin merak ettim hepsi bu."

"Anladım." diyebilmiştim bir süre düşündükten sonra. "İyiyim söylediğim gibi. Hoşçakaal!"

Hanna mezun olmak üzere olan, neredeyse benim boylarımda, zaman zaman ajanslarda çekimlere gidip ufak tefek moda dergilerinde ve internette boy gösteren, sandığımdan bile daha fazla rahat olması gereken popüler bir kızdı. Oysa şu an beni arayan kişi Hanna değil sanki onun küçük kız kardeşiydi. Okulda da geniş çevresi ve çapkınlığıyla bilindiğinden takılma konusunda bir an bile düşünmemiştim. Biriyle çıkıp, sıkıldığında yol verenlerdendi. Pekala, tek kusuru şu bizim bölümden, Afrodit'le takıldığım için bana kafayı takmış durumda olan andavalla yakın olmasıydı ama arkadaşlık yoluyla kasıntılık bulaşacağını da sanmıyordum. Başka bir sebebi olmalıydı.

Ben derin derin düşünürken sus sesinin kesildiğini bile fark etmemiştim. Jongin ıslak saçları ve banyoda asılı duran, yine bana ait şortu üstüne geçirdiği gibi mutfağa yanıma gelmişti. Zaman kaybetmeden masaya geçip pirinç kasesine gömüldüğünde garip bakışlarımdan sırtı yerine gözleri de nasibini alsın diye yanına geçtim.

"Afiyet olsun!"

Ben ona bakarken o dünyada o ve kahvaltı masası dışında hiçbir şey yokmuşcasına odaklanmış, yüzüme bile bakmadan yemeye devam ediyordu.

"Teşekkür." Pirinç dolu ağzıyla ufacık gülümseyerek bana çevirdi yüzünü birkaç saniyeliğine.

Portakal dilimlerinden birini alıp ağzımda kemirirken onu incelemeye başladım. Sahte bir ciddiyetle sordum. "Jongin ilişkimiz nereye gidiyor?"

Ağzındakileri gülerken hızlı hızlı çiğneyip yuttu ve bana baktı. "Şu an mideme gidenlerle ilgileniyorum. Sen de öyle yap." Kendi kasesinden koca bir lokma pirinci bir anda ağzıma tıktı.

Portakalı kenara bırakıp önüme döndüm. "Bugün işin var mı?"

"Evet şu borçları halledeceğim. Motorumu şans eseri hala sapasağlam yerinde duruyorsa geri almak ve birkaç kişiyle görüşmek gibi planlarım da var." Kafasını ritim tutar gibi sallarken ağzına bir lokma daha götürüp bana baktı. "Ha bi de yeni telefon almalıyım."

Dün bahsettiği, annesinin vakıf üzerinden bıraktığı parayı hatırladım. Miktarı merakımı uyandırmıştı.

"Şu sana kalan para..." Kim olsa merak ederdi. Bıraktığım portakalı geri alıp kemirmeye başladım ve bacaklarımı sandalyeye çıkarıp dizlerimi kendime çektim. "Kaç para yaklaşık?"

Jongin bana bakmadan çiğnemeye devam etti. İki eliyle yemeğini yerken şişmiş yanaklarına rağmen cevapladı kısaca. "Çok para."

Ben aval aval bakınırken yemeğini bitirdiğini yeni fark etmiştim. Uzanıp tezhanın ilerisinden havlu kağıt koparıp hızlıca ağzını sildikten sonra ellerini çırpıştırıp bana çevirdi yüzünü.

"Hemen çıkayım."

Göğsüme yasladığım dizlerimi kollarımla sararken engel olamadığım yavru köpek bakışlarıyla onu izliyordum.

"Bugün bir şeyler yaparız diyordum." Söylediğim şey ve söyleme şeklimin acziyetine rağmen, ayağa kalktığında gözlerim hala ondaydı. "Ne bileyim erken gel işte yani... Dışarı çıkarız." Toparlamak ister gibi biraz sesimi yükselterek konuyu değiştirmeye çalıştım. "Ne yani sen sıkılmadın mı Jongin?!"

Jongin gitmeden önce durup bir an gülümsedi anlamaya çalışır gibi. "Yani... Bu arada Sehun dolabından birkaç parça ödünç alıyorum, tamam mı?"

O mutfaktan çıkarken pozisyonumu bozmadan sadece kafamı çevirerek arkasından baktım. İçimden gerizekalı demek geliyordu. Sorumun cevabını vermek yerine aptalca şeyler söylüyordu. İç sesim arkasından "Hayatıma girdin dolabıma girmek için mi izin istiyorsun göt deliği?" derken hala arkasından bakıyordum.

"Geldiğimde de şu kitaplığı kaldırıp ortalığı toplayalım." Salondan alaycı bir tonla seslendi. "İşim uzun sürerse akşam dönmem, beni bekleme." dediği ana kadar ne pozisyonumu ne de ağzımı bozmuştum.

"Nasıl? Ne kadar uzun sürebilir ki? Saçmalama göt!" Arkasından odaya giderken devam ettim toparlamak için. "Demek istediğim, uzun süreceği yerde eve dön yarın gidersin."

Jongin çoktan gri tişörtümü siyah kotlarımdan biriyle kombinlemişti bile. "Öyle değil işte." Giyindiği gibi bakışlarını bana çevirip eşiğe doğru hızlı adımlarla gelirken devam etti saçmalamaya. "Neyse işte seni ararım."

İçimdeki Sehun yine benden önce atılmıştı konuya. "Seni ararım benim başımdan savma cümlem!" Ama dışımdan tek diyebildiğim, "Nasıl arayacaksın hattın yanında mı?"

"Evet." Çıkış kapısına doğru gitmiş ve cüzdanıyla anahlarlarını cebe attıktan sonra ayakkabılarını giymeye başlamıştı bile. "Zaten numaran ezberimde bi sorun olursa ararım."

Son cümlenin etkisindeyken "Hoşçakal!" dediğini duymuş ve kapının kapanmasıyla düşüncelerden uyanmıştım.

-

"Çok saçma Baek! Gerçi kime anlatıyorsam? İlişki konularında sana danışacağım gün gelmeden ölmeyi dilerdim."

Baek karşımda buzlu kahvesini yudumlarken ben masaya ve anlamsızca etrafa bakıp ona Jongin'den bahsediyordum. Elbette orijinal ismi, kişiliği ve cinsiyetiyle değil.

Jongin evden çıktıktan birkaç saat sonra can sıkıntısından dışarı kaçmaya karar vermiştim. Çıktığım gibi Baek'i arayıp evin yakınlarındaki Muse Cafe'ye çağırdım. Canımı sıkan bir şeyler vardı ve gerçek kişi bilgilerini gizleyerek ona anlatmam aptalca gelmemişti.

"Chanyeol'ü ara! O neden gelmedi? Belki o biraz daha zekice yaklaşabilir."

"Chanyeol babasıyla çıktı, birazdan gelir. Ayrıca nesi zekice değilmiş?" Elindeki kahveyi sertçe masaya bıraktı. "Sen ondan etkilendiğini söyledikten sonra kaçıyorsa tek bir açıklaması olabilir. Asıl hoşlandığı kişi soğukkanlı Sehun'dur."

"Saçmalama Baek! Çocuk-" dediğimde yutkunup göz devirdim. "Kız, beni seviyor. Bundan eminim."

"Ne önemi var? Demek ki buraya kadarmış." Her zaman dinlediği şeylerden biriymiş gibi umursamazca söylediği son cümleye kadar umudumu yitirmemiştim. "Hem sen ondan etkilendiğini söylemişsin, ilan-ı aşk değil ya bu. Şimdiye kadar bunu bi bana söylemedin zaten. Abarttığın şey ne anlamıyorum."

"Evet elbette." İçimi soğutması umuduyla refleks olarak uzanıp Baek'in elindeki kahveyi aldım ve büyük bir yudum çektim pipetten. "Sevdiğimi filan söylemedim sonuçta di mi?"

Konu dağılma noktasına geldiğinde ortam Chanyeol'ün yeni arabasıyla kafenin önüne park etmesinden sonra tekrar eski haline dönmüştü.

Chanyeol'ün "Neden burda oturuyoruz?" soruları geçiştirildikten sonra Baek sevgilisine durumu özet geçmişti. Chanyeol'ün buzlu kahvesi gelene kadar süren uzun bir özetti.

"Teşekkürler." Yeol, kahveyi önüne çekip bir yudum aldıktan sonra kısa bir düşünme süresinin ardından kolay bir matematik sorusunda şıkkı işaretler gibi gülümseyerek, kendinden emin bir şekilde cevap vermişti.

"Korkuyordur!"

"Ne? Neyden?" Benim soracağım soruyu Baek benim yerime sorduğu için dinlemekle yetindim.

"Yani, Sehun'u tanıyorsa... Korkması normal. Eğer tabii sana karşı gerçekten ciddi duyguları olduğundan eminsek."

"Benden?" Haksızlığa direnir gibi elimle kendimi gösterdim. "Her şey iyiyken mi?"

Yeol'ün demek istediğini çok iyi anlamıştım. "Sehun'u tanıyorsa" derken kastettiği kaypak olarak tanınmam konusuyla da örtüşüyordu.

"Telefonun çalıyor." Gözlerim Baek'in parmağıyla birlikte telefonuma çevrildiğinde gördüğüm isimden pek memnun olmamıştım. Baek de öyle.

"Umarım saatlerdir gizemini çözmeye çalışarak çenemi yorduğum şahıs Hanna değildir!"

Telefonu sessize alıp ters çevirdim ve büyük bir göz devirmeyle Baekhyun'a döndüm. "Hayır. Hanna sadece bir diğer sorun. Hadi beyler elimiz değmişken bunu da çözelim." Başımı iki elim arasına alıp gülümsedim bıkkınlıkla. "Bu kız neden beni aramayı kesmiyor?"

"Bunun nesi garip?" Chanyeol anlamsızca yüzüme baktı. "Daha önce de peşinden ayrılmayan kızlar olmuştu."

"Evet çaylak olanlar!" Gülümsemem daha da genişlerken sesim de yükselmişti. "Hanna'yı tanıyor olmalısın Yeol. Beni korkutuyor. Şimdiye kadar benim üzerime iki kişiyle daha çıkmış olması gerekiyordu."

"Bir de aşk üçgenimiz oldu." Baek benimki gibi bir tür bıkmışlıkla telefonunu çıkarıp bir şeyler tuşlamaya başladı. "Şu sorunları not etmek için biraz resim sileyim."

"Sehun neden birkaç hafta babanın yanına gidip dinlenmiyorsun?" Chanyeol'ün müthiş önerisiyle gülümsemem son şeklini almıştı. Masum masum yüzüme bakışına sırıtmaya başladım.

"Seninkiyse neden olmasın Yeol? Belki bi jet ayarlayıp bizi Las Vegas'a postalayabilir. Incheon'a gidip kendi babamla balık kolileri taşımamsa kastettiğin, hayalimdeki tatil bu değil."

"Pekala çarelerim tükeniyor..."

Kafede saatlerce oturup başka konulardan konuşmuştuk. Bu yazki tatil planlarından, Channie ve Pororo çiftinin yurt dışına kaçma fikirlerinden... Chanyeol bu konuyu ne zaman açsa Baekhyun yaz okulu meselesiyle lafı ağzına tıkıyordu. Ve ben de her seferinde Chanyeol'e beni götürmesini öneriyordum. Baekhyun'a Yeol'ü gece ilişkilerinden uzak tutacağımı söylesem de nedense ikna olmuyordu.

Incheon'a gitme fikrinin biraz daha üstünde duruldu. Chanyeol babamla tanışmak istediğini söylerken Baek babamın kendisini çok sevmesiyle ilgili övünmekle meşguldü. Sonunda ikisini de bu yaz götüreceğime söz verip konuyu kapattım, Chanyeol belki üç-beş koli taşıyınca kendine gelir diye.

Jongin'in araması umuduyla telefona her bakışımda Hanna'dan bir yeni mesaj ve cevapsız arama geliyordu. Başlarda neden telefonlarımı açmadığımla ilgili şikayetlerini sohbet arasında okuyup geçmiş, ama çok fazla olmaya başladığında devamına bakmamıştım bile. Aramalarıysa sadece meşgule atıyordum.

Yeol akşam içmeyi teklif etmiş olsa da Jongin'in erken dönmesi umuduyla evin önünde inip onları yolladım. Bu arada telefonum hala susmuyordu ve keyifli başladığım günün içine eden şu kızı son kez arayıp hiç yapmadığım bir şey yapmak ve ağzıma geleni söylemek istemiştim.

Eve elimde titreyen telefonumla kapıyı tekmeleyerek girmiştim. Ağzım sımsıkı kapalı, burnumdan soluyordum. En son araması sonlandığında geri arayıp açar açmaz sesimi yükselttim.

"Hanna ben de yaşıyorum. Gündelik işlerim arasında senin aramalarınla sözümün kesilmesinden bıktım ve bu iş giderek can sıkıcı bir hal alıyor! Eğer bu şekilde devam edeceksen gerçekten kırıcı olacağım. Bi süre lütfen arama."

Bir şey söylemesini beklemeden telefonu kapatıp pufun üstüne fırlattım. Derin bir nefes alıp sakinleştiğimden emin oldum. Elimi yüzümü yıkayıp serinlemek iyi bir fikirdi bu yüzden önce banyoya sonra üstümü değiştirip rahat bi şeyler giymek için odama attım kendimi.

Ben odamda giyinirken içeriden gelen titreşimler dolabı tekmeleme isteği uyandırırken tuttum kendimi. Neyse ki öfkeyle o kadar fevri hareketler yapan biri değildim. Baekhyun olsaydı muhtemelen gidip kızı tavana ters asmıştı çoktan. Ev giysilerimi çektikten sonra televizyonun karşısına geçmek için yerde yatan kitaplığın üstünden atlayıp salonda ilerlerken durup tekrar burnumdan derin bir nefes aldım ve iki adım sağımda duran pufun üzerinden aldım telefonu.

Mantıklı bir şey yazmış olma ihtimaline sığınarak mesajlara girdim.

Arka arkaya sıralanmış mesajlar sürüsünü hızlı hızlı okumaya başlamamın ardından her cümlede okuma hızım biraz daha azalıyordu. Nabzım aksi şekilde hızlanırken her saniye sindirmek için biraz daha yavaş ve tekrar tekrar okuyordum. Son cümleyle ekrana biraz daha uzun baktım. Hafif aralık dudaklarım sıkı sıkıya kapanmış, büyük, can yakan bir yutkunmanın ardından nefes almaya çalıştım.

Bir anda yüzümün soğuduğunu ve terlemeye başladığını hissetmiştim. Etrafımı kuşatan "Ne olacak?" sorularından bir şey göremiyordum. Telefonu pufa bırakıp televizyonun karşısına geçtim ağır aksak.

Hem düşündüğüm hem de düşündüklerimden hiçbir şey anlamadığım, çuvalın içine tıkılmış gibi nefessiz kaldığım yarım saat geçmişti kendimi koltuğa atmamın üstünden. Sonraki on dakika mutfağa gidip su içmemden, evin içinde dolaşmamdan ve boş boş etrafa bakmamdan ibaretti.

Bir süre elimde telefonla oturdum. Bazen gözüm kapıya gidiyordu Jongin'i düşündüğüm kısımlarda. Tişörtümün yakasını ısırmaktan sırılsıklam bırakmıştım. Başım dizlerim arasına düşerken telefonun kilidini açıp rehbere girmeden titreyen ellerimle aklıma gelen ilk numarayı tuşladım.

"Eveeet, efendim?"

"Baekhyun..."

Bir süre sessizliğin arkasından Baekhyun kuşkulu, donuk bir sesle sordu. "Bi şey mi oldu?"

Düşünürken istemsizce sessiz kalıyordum. Yanaklarımdaki ter telefonu ıslatıyordu. Derin bir nefes alıp başımı salladım sanki beni görebiliyormuş gibi.

"Baek-" Mantıklı hiçbir cümle gelmiyordu aklıma. Başımı hızla kaldırıp ikinci bir nefes aldım. "Baba..."

"Sehun sen iyi misin?" Baekhyun'un sesi telaşlı gelmeye başlamıştı. "Yanına geliyorum."

"Hayır Baek." Tekrar derin bir nefes alıp sakince birkaç şey söylemeyi denedim.

"Ben gelirim. Chanyeol akşam içelim demişti ya... Nerde içiyoruz?"

Continue Reading

You'll Also Like

220K 21.8K 32
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
20.6K 3.6K 11
"Başka birine aşık olmaktansa, fazlasıyla senin olmakla meşgulüm." "Bebeğim, ikimiz de biliyoruz."
61.9K 3.1K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
43.1K 2.1K 33
Kızın sesini duyunca Alaz'ın omuzları gevşedi. "Öldüm, Asi." Gözlerini kızın yüzünde dolaştırdı. "Sensiz geçirdiğim her gün biraz daha öldüm." Asi al...