fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

XXXIII| falling snowflake

1.6K 130 36
By carmenfkahlo

Ramin Djawadi • Kingslayer

KILLIAN

Gustavo Fringe olduğunu iddia eden adam Jolly Roger' a bindiğinden beri, gürültü yapmayı bir huy haline getirmiş olan tayfa sessizce işlerini yapıyor, işi olmayan ise ıssız denizi izliyormuş gibi yaparken Gustavo' nun hareketlerini gözlemliyordu. Adamın gözleri öyle boştu ki içinde bir ruh yok gibiydi. Hiç konuşmuyor, konuştuğunda ise insanları ürkütüyordu. Hook, Gustavo Fringe hakkında ne düşünmesi gerektiğini bilmiyor olsa da, bu adamın tehlikeli olduğundan emindi. 

Sol elinin olması gereken yerde duran sivri kancasıyla saçının arkasını kaşıyarak Gustavo Fring' in karşısına oturduğunda adamın gökyüzünün kızıl renklerinde olan ifadesiz gözleri yavaşça Hook' a döndü. Hook yola çıktıklarından beri aklını kurcalayan o soruyu sordu.

"Gerçekten nasıl ve ne zaman öleceğimi biliyor musun?"

Gustavo ona bunu söylediğinde başta hiç inanmamıştı fakat Ulf şehrindeydiler. Ulf sihirbazların ve kara büyülerin şehriydi.

"Biliyorum."

"Bildiğini bana da anlat."

"Bunu kaldıramazsın." dedi adam duygusuz bir sesle. "Öleceği günü bilen insanlar yaşamaya devam edemez."

"Ben edebilirim."

"Senin diğer insanlardan farkın ne?"

"Kadere inanıyorum. Ve gerçekçiyim."

Hook' un söyledikleri Gustavo' nun umrunda değilmiş gibi görünüyordu. Baygın gözlerini yeniden gün batımının kızıllıklarına doğru çevirdiğinde Hook öfkeye kapıldı.

"Cevap ver bana piç."

"Saçların hala siyah ve kanın hala çok hızlı akıyorken, sevdiğin her şeyi kaybettikten sonra yaşamını feda edeceksin."

Midesi düğümlenir gibi oldu. Ürpermiş ve duydukları onu düşündüğünden de fazla sarsmıştı. Gençken mi ölecekti? Yani yakında? Yaşamını neye feda edecekti? Ya da kime?

"Yaşamımı ne uğruna feda edeceğim?"

"Sevgi." Gustavo Fring tekrar Hook' a baktı. "Hayatında değişimler olacak Killian Jones. Ve bunlar seni de değiştirecek. Şimdi beni yalnız bırak. Gün batımını izlemek bana huzur veriyor."

"Bana emir verme."

"Öldürür müsün?" Gustavo' nun yüzünden belli belirsiz bir tebessüm geçti. "Ölümüm senin elinden olmayacak. Beni korkutmuyorsun."

"Sen de kendine fazla güveniyorsun. Güvenme. Burada senin sihirlerinin gücü yok. Burada tanrın benim." Yaşlı adama ters bir bakış attıktan sonra ayağa kalktı ve doğruca kendi kamarasına indi. Biraz uyumak istiyordu sadece.


Sonraki gün Kaptan Xannon' un gemilerinden birisiyle karşılaştılar. Xannon' un tek dostu Ölmez Maeryn batıya doğru gidiyordu. "Xannon ejderhalarla uğraşıyor." demişti Maeryn eğlenerek.

"Hayatının hatasını yapıyor." diye karşılık vermişti Thomas. Hook, kardeşinin haklı olduğunu düşünmüştü.

"Xannon ölene kadar durmayacak. Onu bilirsiniz." Xannon' un inatçılığını elbette bilirdi. Zalim orospu çocuğu.

"Bize katılın dostlarım. Eğlenceli olacak." dedi Ölmez Maeryn. "Xannon senin müttefikliğini karşılıksız bırakmaz. Ganimetten payını alırsın. Ayrıca güneyli esmer kaltakların götleri düşündüğünden de iyi."

"Daha önemli bir mesele ile uğraşıyoruz. Yine de Xannon' a selamımı ilet."

Sonraki gün yanlarından geçen küçük bir balıkçı sandalını İri Jim ve Tek Göz Alexander eğlencesine batırmış ve sandalın sahibi yaşlı adamla işkencelerle dolu bir oyun oynadıktan sonra cesedini suya atmışlardı. Bunun dışında sıradan bir gündü. Diğer gün akşam vakitlerinde Umi şehrine, Regina' ya, vardılar. Onu uzun bir zaman sonra yeniden göreceği için heyecanlıydı. Ve verdiği görevi sorunsuz bir şekilde yerine getirmek onu gururlandırıyordu.

Jolly Roger' ı ve tayfasını iskelede bıraktı. Kendisi, Thomas ve Gustavo Fring ise kraliçe tarafından gönderilmiş atlara binerek Fırtına Kalesi' ne doğru sürdüler. Engebeli yollar zorluk çıkarmıştı. Ama bir şekilde kaleye vardılar ve yaptıkları ilk şey kraliçenin huzuruna çıkmak oldu.

Taht odasının kapıları açılırken gergince iç çekti. Ve işte oradaydı. Kaya parçasının içi oyularak yapılmış tahtında bir kadının olabileceği en asil duruşta oturuyordu. Siyah kadar koyu kahverengi saçlarının üstünde yamuk ve birbirine geçmiş demir dikenler tacı vardı. Her zamanki gibi üzerine siyah deri takımlarından birisini giymişti. Regina Mills, Zion Malik öldüğü günden sonra renkleri ardında bırakmış, dünyası siyah olmuştu zaten. Keşke bakışları siyah olmasaydı, diye geçirdi aklından. Regina' nın kahkahalarını ve her zaman neşe saçan o güzel kahverengi gözlerini çok özlemişti.

Ona doğru yürüdüler. Adım sesleri odada yankılanıyordu ve bu epey dikkat dağıtıcıydı.

"Sana verdiğim sorumluluğu başarıyla tamamladın. Teşekkür ederim." dedi Regina soğuk bir sesle. Sonra Hook ve Thomas' ın arasında, elindeki kırmızı kadifelerle sarılı bilinmezliği ile duran Gustavo Fring' e baktı.

"Buraya gelme sebebini sana söylememiş olduklarını tahmin ediyorum?"

"Söylemediler. Ama ne için burada olduğumu biliyorum Majesteleri. Aradığınız şey tam olarak bu." Gustavo dizlerinin üzerine çöktü ve uzun nesnesini önüne bırakıp kırmızı kadifeleri açmaya koyuldu. Tüm yol boyunca içini kemiren merakla kadifelerin arasından ne çıkacağını bekliyordu.

Bu bir savaş borusuydu. Ama Hook daha önce böylesini görmemişti. Uzun ve kıvrımlı boruyu üflemek için iki elin yardımı gerekiyordu. Borunun rengi solmuş bir kahverengiydi ve neredeyse her yerinde tuhaf çizimler ve bilinmedik bir dilde yazılar ile doluydu.

"Bir savaş borusu mu?" dedi Thomas alayla. Neredeyse kahkaha atacaktı.

"Bu sıradan bir boru değil korsan." dedi Gustavo bıkkın bir sesle. "Bunun adı Alev Söndüren' dir Majesteleri. Binlerce yıl önce tam güneş tutulmasının olduğu bir zamanda atalarımın büyüleriyle yapıldı. Boruya üflenildiği takdirde çevredeki ejderhalar güneş tutulmasında gerçekleşen olayı yaşar."

"Alevleri söner." dedi Regina. Dudaklarında hırslı ve küçük bir tebessüm oluşmuş, heyecana kapılmıştı.

"Ama her büyünün bir bedeli vardır." dedi Gustavo. "Bu borunun bedeli de yaşamdır."

"Birinin kurban edilmesi gibi mi?" diye sordu Hook.

"Hayır... Bedel; Boruyu üfleyen kişinin ölmesidir."

Regina keyifle arkasına yaslandığında "Küçük bir bedel." demişti. "Bu boru artık benimdir. Fakat bana verdiğin bu hediyenin karşılıksız kalacağını sanma. Ömrünün sonuna kadar refah içinde yaşayacaksın."

Gustavo boruyu yerde bırakarak ayağa kalktı ve kraliçeye özensiz bir reverans yaptı.

"Şimdi çıkabilirsin. Johnny, kardeşleri içeri al."

"Emredersiniz Majesteleri." Kraliçe Eli Johnny Depp, Gustavo Fring' in taht odasından çıkmasına eşlik ettikten sonra gözden kayboldu.

"Kardeşler? Kardeşler de kim?"

"Onlara bayılacaksın Killian." dedi Regina sadece.

Taht odasının büyük kapıları yeniden açıldığında Johnny ve arkasından gelen iki iri adam göründü. Uzun olanın -neredeyse iki metreydi- bebeksi ve masum görünen bir yüzü vardı. Fakat yeşil gözlerindeki o bakış, masumiyetini tamamen ortadan yok ediyordu. Ortadan ayırdığı düz kahverengi saçları omuzlarına kadar uzuyordu. Çıkık ve sivri bir burna, ince dudakları sahipti ve bir dev gibiydi.

Yanındaki ise daha kısaydı ama buna rağmen o da uzun sayılırdı. Sert bir suratı, buna uygun sert bakan yeşil gözleri vardı, zümrütler gibi. Diğerinin yanında daha alaycı duruyor ama onun kadar iri ve kaslı bir yapıya sahipti. Dolgun dudaklarındaki kibirli küçük tebessüm aşağılayıcıydı.

İkisi de korsanlarla dolu bu çirkin şehre göre yakışıklı sayılırlardı ve ikisi de kahve tonlarında deri takımlar giyiyordu. Kılıçları yoktu. Fakat kemerlerinde çeşitli baltalar ve hançerler asılıydı.

"Sam ve Dean. Winchester kardeşler. Görüp görebileceğiniz en iyi avcılar kendileri olur."

"Bizi onurlandırıyorsunuz Majesteleri." dedi kısa olan, alaycı bir tavırla.

Hook ve Thomas' ın bakışları buluştu. Küçük kardeşinin derin mavi gözlerine baktığında onun da aklının karıştığını görmüştü.

"Bu savaş borusunu almanızı ve doğruca Greenland' in güneyine gitmenizi istiyorum. Orada ne yapacağınızı zaten biliyorsunuz, bunu daha önce konuşmuştuk. Ve unutmadan, yanınıza değeri olmayan birisini almadan gitmeyin. Boruyu ikinizden birisinin üfleyip ölmesini istemem."

Hook bir kez daha yerde kırmızı kadifelerin arasında duran boruya baktı. Kendisi burada yokken Regina ne gibi planlar kurmuştu? Hiçbir şeyden haberi yoktu ve Regina' nın geri dönülemez hatalar yapacağını hissediyordu.

ZAYN

Birazdan göreceği manzara belki de aklında babasıyla ilgili hatırlayacağı son anı olacaktı. Bu günün, elbet geleceğini biliyordu. Ama erkendi. Henüz çok erkendi.

Kralın odasının kapıları Zayn için açıldı. Son kez derin bir nefes aldığında içeri girdi. Babası yatağında uzanıyordu. Neredeyse her yeri şişmiş ve bedeni pembeye dönüşmüştü. Baş Üstat Walter bunun zehir olduğunu söylemişti. Panzehiri bulmak için günlerin tamamında -hiç uyumuyordu- araştırmalar yapıyordu fakat elde somut olan hiçbir şey yoktu. Zehir, yaşlı ejderhayı alıyordu. Bundan daha acısı olamaz.

Babasının yanı başına oturduğunda kralın pembe yüzünde bir tebessüm oluştu. İşte bu görüntü Zayn' in canını yaktı. Kız kardeşleri başka bir yerde ailelerini kurmuştu. Safaa ölmüştü. Annesi ölmüştü. Rhoslyn gitmişti. Ve şimdi tanrı babasını da alıyordu. Kaybedecek neyi kalmıştı?

"Herkes... Çıksın... Walter... Sen de kal." dedi kral zar zor. Boğuluyormuş gibiydi ve konuşmak onu yoruyordu.

Kral Eli Lord Mark Tomlinson, Lord Desmond Styles ve durmaksızın dualar mırıldanan Baş Rahip Ilham ile birlikte odadaki tüm muhafızlar kısa süre içinde dışarı çıktı. Yalnız kaldıklarında Kral Yaser baş ucunda oturan oğlunun elini tutmuştu.

"Ölüyorum." dedi acıyla. Bu sözün ardından Zayn tutmakta zorlandığı gözyaşlarını serbest bıraktı. Omuzları titriyor ve her şeyden korkuyordu. Babasının ölmesinden, yalnız kalmaktan, kral olmaktan... Her şeyden.

"Adil ol... İyi ol... Çok iyi bir kral... Walter... Walter her zaman... Benim yanımda oldun... Onun... Yanında da ol."

"Elimden gelen en iyi hizmeti vereceğimden emin olabilirsiniz Majesteleri." dedi Üstat Walter.

"Söz ver... Walter. Onu... Öldürmek isteyecekler... Tehdit edecekler... Yanında olacaksın... Değil mi? Söz ver. Söz ver."

"Söz veriyorum Majesteleri. Her zaman onun yanında olacağım. Lütfen kendinizi yormayın."

"Zayn... Sana güveniyorum. Duydun mu? Sen... Benim tek oğlumsun... İlk ve tek. Evlenmen... Gerekiyor. Kadını sevmen önemli... Değil. Varis... Soyumuz... Söz ver."

"Söz veriyorum." dedi Zayn. "En kısa zamanda evleneceğim. Çok çocuğum olacak. Söz veriyorum."

Yaser Malik' in yüzünde huzurlu bir tebessüm daha oluştu. "Bana haşhaş ver." dedi son güç kırıntılarıyla.

Üstat Walter komodinin üzerindeki içi haşhaş sütü ile dolu küçük cam şişeyi aldı ve kralın dudaklarına doğru uzattı. Kral Yaser haşhaş sütünü içtikten sonra bakışları kaydı ve ardından gözlerini kapattı. Nefes almakta zorlanan göğsü yavaşça inip kalkıyordu.

"Her şeyi kaybediyorum Walter." dedi Zayn. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildiğinde ağlamayı kesmişti.

"Kardeşim öldürüldü. Onu kimin öldürdüğünü hala bulamadım. Ve şimdi babam ölüyor. Ona bunu yapanı da bulamıyorum."

"Kendini suçlamamalısın."

"Suçlayacak başka kim var ki?"

Üstat Walter bir elini Zayn' in omzuna yerleştirdi. "Korkuyorsun-"

"Korkmuyorum."

"Zayn, doğduğun günden beri senin yanındayım ve korktuğunu biliyorum. Korkma, ben her zamanki gibi yanında olacağım."

Üstat Walter' a inanmak istiyordu. Ama henüz birkaç gün önce Kevin Ball da öldürülmüştü. Ya Üstat Walter da ansızın öldürülürse? Zayn ne yapacaktı? Etrafında güvenebileceği o kadar az kişi vardı ki...

"Babamın kaç günü var?"

"Hala bir panzehir arıyo-"

"Walter, babamın öleceğini ikimiz de biliyoruz. Ne kadar zamanı kaldı?"

"Birkaç gün. Fakat bir haftayı geçeceğini düşünmüyorum."

"Sence bunu kim yapmış olabilir?"

"Emin değilim ama prenses kardeşine de aynı kişinin yapmış olacağı aklımı kurcalıyor."

"Ama neden?" dedi Zayn zayıf, çaresiz bir sesle. Bunları kim yapıyordu? Ne istiyordu? Neden kendini göstermiyordu?

"Bilmiyorum. Keşke bilseydim."

Babasının elini bırakarak ayağa kalktı. "Kendimi iyi hissetmiyorum. Gidip biraz dinleneceğim."


"Rahatlaman için sana bir karışım verebilirim."

"İstemiyorum."

Kral odasını terk ettikten sonra ilk olarak Maliklerin mezarlığına gitti. Annesinin, Doniya halasının, Safaa' nın ve Zion amcasının mezarları başında dualar etti. Mezarlıktan sonra tapınağın içindeki sönmeyen ateşin karşısına geçti ve orada da Işığın Tanrısı' na dualarını gönderdi. Babasının öleceğini biliyor ama hala umutlu bir şekilde tanrıya dua etmesi Zayn' i ağlak bir bebek gibi hissettiriyordu. Bunun üzerine tanrı korusunu terk etti.

Louis, bahçeden tanrı korusuna açılan kapının önünde beklerken yzünde hüzünlü bir ifade vardı. Onun yanına vardığında "Konuşmak istersin diye düşündüm." dedi. "Ne demeliyim bilmiyorum ama üzgünüm kardeşim. Gerçekten."

"Biliyorum."

Zayn ve Louis yan yana olacak şekilde bahçe duvarları arasında yürürken sessiz kaldılar. Deniz manzaralı taş banklardan birisine oturduklarında gün batımının güzelliklerini ve Rhoslyn' i düşünüyordu. Rhoslyn kızıl renkleri severdi. Gün batımını... "Benim evimde gökyüzü hiç bu kadar kırmızı olmaz." demişti Zayn' e daha sıkı sarılarak. "Çok şanslısın. Burası yaşamak için mükemmel bir yer."

"Sandığın kadar güzel değil." dedi Zayn. "Şehir kirli ve bok kokuyor. Her yer hastalık dolu. Bazense sıcak katlanılamaz oluyor. Böyle zamanlarda buradan kuzeye gitmek ve kendimi karların arasına atmak istiyorum."

"Karların arasında olmak da senin sandığın kadar güzel değil. Seni donduracak kadar soğuktan bahsediyorum."

"Ben ejderhanın kanıyım." dedi Zayn, Rhoslyn' in sinir olduğu alaylı sesiyle. "Kanım karların arasındayken bile beni ısıtır. Endişelenme."

"Bu gerçekten mümkün mü?"

Kızıl renklerin arasındaki ışıldayan buz mavisi gözlere baktığında tüm düşünceleri dağıldı ve dünya dönüyor gibi hissetti. Nasıl bu kadar güzel olabilirdi? Karşısında kıpırdamadan dursa, onun güzelliğini sonsuza kadar izleyebilirdi.

"Mümkün mü diye sordum?" Rhoslyn küçük elini Zayn' in önünde salladığında gülüyordu.

"Sen buz değil misin?" dedi Zayn, Rhoslyn' in ince belini kavrayarak. "Sende denememe ne dersin?" Genç kızı bacaklarının üzerine çektiğinde eteğinin altındaki pürüzsüz bacaklarını kavradı ve onu daha çok kendine bastırdı. Rhoslyn Clifford' un Zayn' i öpen dudakları gülümsemekten gergin bir hal almıştı. Dudaklarını iki üç parmak mesafesinde geri çekti. Sıcak nefesleri yüzlerine çarpıyordu.

"Küle dönüşmüş gibisin." demişti alayla.

Rhoslyn şaka yapmıştı ama Zayn şimdi geçmişe bakıp tekrar o söylediğini düşündüğünde bunun ne kadar da gerçek olduğunu fark etmişti. Rhoslyn onun ateşini, gücünü almıştı. Zayn' de iyi olan her şeyi kendisiyle birlikte acımasızca götürmüş ve geriye sadece küllerini bırakmıştı.

"Her zaman senin yerinde olmak istemiştim." dedi Louis denize doğru bakarken. "Benim de ejderhamın olmasını ve büyüdüğümde bir krallığı yönetmeyi... Bu yüzden çocukken seni hep kıskandım. Nefret etmeyi diledim. Ama hiçbir zaman bu olmadı. Sen hayran olduğum bir insandın. Olmak istediğim bir insan. Ama şimdi sana baktığımda olduğum kişi için memnunum." Louis, Zayn' e döndü. "Tüm bu yaşadıklarını ben kaldıramazdım kardeşim. Ama senin yükünün bir kısmını omuzlayabilirim, her zaman."

"Biliyorum."

"Benim hayatım senin Zayn. Benimle ne istersen paylaşabilir ve gerekirse senin için ölmemi emredebilirsin. Prens ya da kral olman... Benim için fark etmiyor."

İki gün sonra gözlerini korkunç seslerle korkunç bir güne açtı. Uyanır uyanmaz kalbine inen sancının sebebi tüm kale ve şehir boyunca sesi yankılanan çanlardı. Çok iyi ya da çok kötü bir haberi duyuran çanlar.

Babam, diye düşündü. Babam. Babam Yatağından fırladı ve çıplak ayaklarıyla birlikte odasından çıktı. Koşar adımlarla merdivenleri inip koridorları aştıktan sonra kral kulesinin merdivenlerini tırmandı ve babasının odasının önünde duran yirmiden fazla muhafızın arasına daldı.

"Açın yolu!" diye bağırmıştı Zayn. "Çekilin!"

Muhafızlar kenara çekilip Zayn kapıdan içeriye girdiğinde, babasının neredeyse kırmızı olmuş pembe vücudunun hareketsiz bir şekilde yatakta uzanırken buldu. Üstat Walter kralın tenini nemli bir bezle temizliyordu. Yatağın ayak ucunda beş lord ve miğferlerini çıkarmış bir halde bekleyen bir düzine muhafız vardı. Ağlamamak için dudaklarını birbirine bastırdığında duyduğu tek şey çanların beyin kazıyan sesiydi.

Walter White, Zayn' in geldiğini gördüğünde elindeki bezi bıraktı ve endişe dolu gözleriyle Zayn' in karşısına geçti, beklenmedik bir anda dizlerinin üzerine çöktü. Onunla birlikte içerideki ve dışarıdaki herkes diz çöktü.

"Çok yaşa." dedi Walter White. "Çok yaşa Kral Zayn."

RHOSLYN

Bebeğini kaybetmek onu gerçek bir ölüye dönüştürmüştü. Yemek yemiyor, konuşmuyor, sadece ranzasında yatarak bir sonraki yolculuğu bekliyordu. Her şeye olan umudunu kaybetmişti. Ne için yaşadığını bile bilmiyordu artık. Sadece nefes almaya devam ediyordu.

Derin bir iç çektiğinde çadırına Ashton girdi. Babası olacağını sanmıştı. Daryl Clifford neredeyse her gün geliyor ve Rhoslyn' in yanağına yeni bir iz bırakıp hakaretler ettikten sonra gidiyordu. Ashton' un da öyle yapacağını düşündü. Başka hangi sebeple buraya gelsindi ki?

Ranzasının kenarına oturdu ve elini Rhoslyn' in omzuna yerleştirdi.

"İki gün sonra eve varacağız ve sonraki gün evleneceğiz. Heyecanlı mısın?" Ashton heyecanla sırıttı. "Babam senin için fahişe diyor. Doğrusu herkes böyle söylüyor ve benim senin gibi bir lekeli ile evlenmemem gerektiğini anlatıyorlar. Onlara siktirip gitmelerini söylüyorum Rhoslyn. Fahişe olmanın beni sadece daha fazla eğlendireceğini söylüyorum. Beni eğlendirecek misin?"

Sessiz kalmaya ve gözlerini yerdeki bir noktadan ayırmamaya devam ederken Ashton' un yüzündeki gülücükler bıkkınca solmuştu.

"Ölene kadar susucak mısın?"

"..."

"Sana dokunsam?" Omzundaki elini yavaşça kalçasına kadar indirdi. Etini sıkarken "Seni burada siksem bile konuşmayacak mısın?" diye sordu. Ama Rhoslyn tüm bunlara rağmen tepki vermemeyi sürdürdü.

"Ağlaman gerekiyordu sürtük! Hiç eğlenceli değilsin. Senin neyin var böyle? Tepki ver!" Ashton tekrar omzunu tuttu ve Rhoslyn' in bedenini sertçe sarstı. "Sikeyim seni." Ayağa kalktı ve hışımla çadırı terk etti.

Gecenin daha ilerleyen saatlerinde yine çadırına birisi girdi. Rhoslyn uyku ile uyanıklık arasındaki bir boşluktaydı. Gelen kişi ranzasının yanında diz çöktü ve başını ranzaya yasladı. Ağlıyor, özür diliyordu.

Michael?

Gözlerini aralayıp tüm gücünü toplayarak kardeşinin sarı saçlarını parmaklarıyla kavradı. Michael' ın kafasını ranzaya bastırırken "Seni öldüreceğim." diye fısıldadı.

"Özür dilerim!"

"Sen orospu çocuğusun. Duydun mu? Seni ben geberteceğim. Bebeğimi öldürdün. Benim bütün hayatımı bitirdin."

"Özür dilerim." dedi Michael ağlaması şiddetlenirken. Rhoslyn kardeşinin bedenini sertçe yere doğru ittirdiğinde Michael dengesini bulamayıp düştü. Rhoslyn bir kedi kadar hızlı olacak şekilde kardeşinin üzerine çıktı ve ellerini onun boğazına bastırdı. Gözü dönmüştü. Deliriyor, vahşi köpekler gibi hırlıyor, kendisine yapılanların intikamını birinden almaya ihtiyaç duyuyordu. Ve Michael' ın kardeşi olması umrunda bile değildi. Michael ona kardeşlik yapmamıştı.

Michael, elleri altında neredeyse ölmek üzereyken Rhoslyn' i geriye çeken bir muhafız yüzünden tekrar hayatta kaldı. "Seni ben öldüreceğim!" diye haykırdı Michael çadırdan çıkmadan önce. Sonra onu tutan muhafıza bir tekme geçirdi ve ağlayarak ranzasına geri uzandı, yünlü yorganına sıkıca sarıldı.

İki gün hızlıca geçtiğinde Irwinlerin kalesine vardılar. Burada düğün için büyük bir hazırlık vardı. Üstelik düğüne kraliyet ailesi de katılacaktı ve epey masraflı bir iş olduğu ilk bakışta belliydi. Tabii Rhoslyn yapılan hazırlıkların hiçbirini umursamıyordu.

Yolculuk bittikten sonra rahat bir yatakta uzanabileceği için memnundu fakat kendisine verilen odaya girdiği anda içerideki terzi kadınlar ile karşılaşmıştı.

"Ölçülerinizi almaya geldik leydim." diye bir açıklama yaptılar sadece.

Rhoslyn kendini onların arasında buldu. Kıpırdamadan dururken şişman kadın belinin, kollarının ve bacaklarının ölçülerini alıyordu. Cılız olan ise sepetindeki onlarca kumaş parçasını sırayla çıkarıyor ve Rhoslyn' in beyaz tenine yaklaştırarak uyumunu hesaplıyordu. Aralarında en genç olanıysa şişman olanın söylediği ölçüleri elindeki kağıda hızlıca yazıyordu.

"Çok zayıfsınız leydim." demişti ölçü alan kadın. "Sizin kadar zayıf olmak istemezdim doğrusu. Zaten şimdiki kadınların zayıflıkla olan derdini hiç anlamış değilim. Tanrıdan sonra en çok sevdiğim şey yemeklerdir. Yemek yemek bana hiçbir şeyin verdiği zevki vermiyor."

"Seks bile mi?" diye sordu cılız olan.

"Sevgili kocam sanırım şişman olduğum için artık benimle ilgilenmiyor Eleny. Uzun zamandır seks yapmıyorum. Sorunun cevabını veremeyeceğim."

"Buz mavisi ve kirli beyaz ya da gri konusunda kararsız kaldım leydim. Hepsi gözleriniz ile öyle uyumlu ki! Siz hangi rengi tercih edersiniz?"

Suskun kalmaya devam etti. Gözlerini belli bir noktaya odaklamıştı ve hiçbir şey düşünmüyordu.

"Pekala, yarına kadar bu gelinliği bitireceğiz leydim, endişelenmeyin. Ellerimiz çok hızlıdır."

Terzi kadınlar apar topar odadan çıktıktan sonra Rhoslyn üzerine rahat bir gecelik geçirdi ve yatağın içine kıvrılarak yünlü yorganı üzerine örttü. Bedeni ve ruhu çok üşüyordu.

Elini, bir zamanlar bebeğinin olduğu karnına götürdü. Sonra karnına sarıldı, uykunun onu ele geçirmesine izin verdi.

Tekrar uyandığında sabah olmuş, düğünün zamanı gelmişti. O kadar çok uyumuştu ki, güneş en tepeye çoktan varmıştı onu uyandırdıklarında. İki hizmetçi kız ona kahvaltı yapması için birkaç parça yemek getirmiş fakat Rhoslyn hizmetçilerin yüzüne bile bakmadan onları cevapsız bıraktığında genç kızlar kibirli homurtularla onu tekrar yalnız bırakmıştı. Daha sonra tekrar terzi kadınlar geldi. Rhoslyn' in soyunmasını ve gelinliğini giymesini istediler. Geceliğini çıkardığında odanın içindeki şöminenin yanmasına rağmen çok üşüdüğünü hissetti ve terzi kadınların yardımı ile hızlıca gelinliği üzerine geçirdi. Yuvarlak bir platformun üzerinde kıpırdamadan durup karşısındaki boy aynasından kendini izlerken terzi kadınların son rötuşları yapmasını bekledi. Gelinliği... Güzeldi. Hayallerindeki gelinlik değildi ama güzeldi.

Kar kadar beyaz ve solgun teninin üzerinde kirli beyaz, içi yünlü, eteği yere kadar kabarık bir şekilde inen gelinliği vardı. Kumaşın üzerine beyaz ipliklerle kar tanesi motifleri işlenmişti. Yarasa kesim kolları diz eklemlerine kadar uzuyordu. Beline, Irwinlerin sancağındaki gibi birbirine dolanmış iki yılan motifli gümüş kemer takıldı. Omuz bölümüne beyaz ayı kürkü dikilmiş kirli beyaz pelerini arkasına takıldı ve önü gümüş, minyatür bir kar tanesi mızrağı ile tutturuldu. Ayaklarına beyaz ayakkabılar giydirildi. Zayn' in çok sevdiği o sarı saçları dalgalı bukleler haline getirilerek omuzlarından serbest bırakıldı. Zayn... Hayallerinde onunla evlenmek vardı. Onun kollarına bebeğini vermek. Onun kadını olmak. Ama artık bu imkansızlıktan ibaretti. Bir gün geleceğine söz vermişti ama Rhoslyn evleniyordu. O artık evli bir kadın olacaktı.

"Çok güzel oldunuz leydim." dedi şişman terzi. "Herkes sizi konuşacak."

Odanın kapısı açıldığında içeri Leydi Clifford girmişti. Terzi ve hizmetçi kadınlar annesi için selam verirken Leydi Karen gülümsemiş ve kızının güzelliğine bakmıştı.

"Benim tatlı kızım... Çok güzel görünüyorsun. Kar gibi." Annesi Rhoslyn' i platformdan indirip kolları arasına aldığında sıkıca sarıldığında hiçbir şeyin karşılığını vermedi. Buradaki tüm insanlar onu bir nevi ölüme yolluyorken artık kimseyi sevmeyecek, kalbini ve dudaklarını açmayacaktı. Artık bir cesetti o. Az önce aynadan baktığı mavi gözler bir ceset kadar duygusuz bakıyordu çünkü.

Bir başka hizmetçi odaya girdi. "Leydi Clifford, her şey hazır. Leydi Rhoslyn artık gelebilir."

Koluna giren annesi Rhoslyn' i sürüklediğinde kendi kalelerinden daha büyük olan Irwinlerin kalesindeki merdivenleri ve koridorları aştılar. Tanrı korusuna açılan kapının girişinde Lord Daryl bekliyordu. Rhoslyn' in babası. Kızını gördüğünde buz suratında değişen hiçbir şey olmadı. Ama gözlerindeki iğrentiyi görmemek mümkün değildi.

"Yerine git." dedi Leydi Karen' e. Leydi Karen kocasını onaylayarak tanrı korusuna çıktı ve koşar adımlarla gözden kayboldu.

Lord Clifford kolunu uzattığında Rhoslyn babasının koluna girdi ve dışarıya bir adım attı. Soğuktu, gri bulutlar karanlık bir ortam yaratmıştı ama meşaleler karanlığı deliyordu. Kar taneleri sessizce yere düşerken Rhoslyn başını kaldırdı ve gökyüzüne baktı. Tanrı orada mıydı? Oradaysa şimdi Rhoslyn' i yanına almasını isterdi. Ama tanrı cevap vermiyordu. Hiçbir zaman vermemişti.

Yerde bir tabaka oluşturmuş karın üzerinde küçük adımlarla ilerlediği sırada tanrı korusundaki kalabalığı gördü. Kraliyet ailesini, lordları, leydileri ve nişanlısını... Sessizce bekliyorlardı. Her şey hüzün dolu, çok sessiz, diye düşündü. Her şey neden bu kadar kederli? Ağlamak istiyor ama gözyaşları kuruyalı çok olmuştu.

İki yan tarafta duran insanların ortada oluşturduğu boşluktan yürümeye devam ettiler. Nişanlısına baktığında yüzünü tatmin edici bir tebessümün süslediğini gördü. Üzerine yünlü lacivert bir takım giymişti. Kıvırcık saçları özenle omuzlarına dökülüyordu. Hemen yanında Beyaz Rahip vardı. Kar gibi beyaz cübbesi ile sabırla bekliyordu.

Ashton Irwin elini uzattığında "Kızım artık senindir." dedi Lord Clifford ve kolundaki Rhoslyn' in elini yılanın zehirli eline bıraktı. Ashton' un tutuşu güçlüydü ve ısrarcı bir tavırla Rhoslyn' i karşısına almıştı.

"Bugün burada Beyaz Tanrı' nın huzurunda bu iki genci evlendireceğiz." dedi rahip. "Evlilik, tanrının gözünde kutsal bir yemindir. İhaneti ve onura leke sürecek hiçbir şeyi kabul etmez. Ölene dek, sevgiyle bir arada kalmayı emreder. Tüm bu şartlar altında, Leydi Rhoslyn, Ashton Irwin' le evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"

Rhoslyn sessiz kalmaya devam ederken Ashton' un hırslı yeşil gözlerine baktı. Yeşil gözler tehdit dolu, kötüydü. Sessizlikle birlikte çevredeki fısıltılar da büyüdüğünde Ashton Rhoslyn' in parmaklarını sıktı.

"Ediyorum." dedi Rhoslyn. Sesi güçsüzdü.

"Sör Ashton, Rhoslyn Clifford' la evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"

"Ediyorum."

Ashton eğildi ve karısının dudaklarına ondan beklenilmeyecek kadar nazik bir öpücük bıraktı. Onları izleyen asil soylular ellerini birbirine vurup yeni çifti kutladılar.

Sonrasında ziyafet başladı. Irwinlerin büyük salonunda büyük bir coşku ve lezzetli yemekler vardı. Rhoslyn oturduğu yüksek masada sadece şarapla dolduruyordu midesini. Ama sarhoş olmuyor, şarap ona etki bile etmiyordu. Aşağıda adamlarla dans eden kocasına baktı. Sarhoş ve mutluydu. İstediğini sonunda almıştı ne de olsa. Ve gecenin ilerleyen saatlerinde tüm hayatı boyunca Rhoslyn' den istediği şeyi de alacaktı.

Ziyafetler ve eğlenceler, düğün hediyelerinin verildiği tören düşündüğünden de hızlı bitti. Neşeli kalabalık yeni çifti coşkuyla büyük salondan dışarı gönderdiğinde Ashton, Rhoslyn' in elini sıkıca tutuyor ve onu sürüklüyordu.

"Görüyor musun?" demişti neşeyle. "Benden uzakta olabilmek için ejderhaların yuvasına kadar kaçtın. Ama şimdi buradayız. Evlenmiş bir halde. Bizim kaderimiz çoktan yazılmıştı güzel karım."

Ashton' un odasına girdiklerinde kuruduğunu sandığı gözyaşları tekrar gözlerini doldurdu. Midesi bulanıyor ve çok korkuyordu. Ashton kapıyı kapattığında ona baktı. Gözleri bedenini edepsizce süzüyordu.

"Lütfen," dedi yalvarırcasına. "Yapma."

"Neyi yapmayayım?" Tebessümü büyüdü, yeleğini açmaya koyuldu.

"Lütfen bana dokunma."

"Korkmana gerek yok. Acımayacak. O piçle bunu onlarca kez yaptın."

"Lütfen." dedi Rhoslyn. Gözyaşları sessizce akmaya başladı.

"Üzerini çıkar. Ama dilersen bunu ben de yapabilirim."

Kıpırdamadığında Ashton bıkkın bir iç çekti ve yeleğinden sonra gömleğini de çıkararak kaslı gövdesini çıplak bıraktı. Karısının üzerine doğru yürürken Rhoslyn daha fazla karşı çıkacak gücünün kalmadığını hissetmişti. Üzerindeki gelinliği yırtarcasına çıkarırken hiçbir şey yapmadı, ağlamayı da kesti. Ashton onu kabaca yatağa ittirip bir patates çuvalı gibi ters çevirdi ve bacaklarını araladı. Kendi pantolonunun düğümlerini çözdü.

"Belki bu gece içine bir bebek bırakırım ha? Ne diyorsun? Ama sana söz veriyorum, kimse sana bu sefer ay çayı içirmeyecek. Korkmana gerek yok güzelim."

Aletini Rhoslyn' e acımasızca soktuğunda sert hareketler ardından geldi. Rhoslyn sırtına baskı uygulayan ellerden dolayı nefes alamıyor, canı çok yanıyordu. Acı iniltiler dudaklarından dışarıya çıktı. Ama bir müddet sonra bağırmayı kesti ve sessizce durdu. Hareketsiz, gözleri kapalı bir halde. Sadece bitmesini bekledi. Bekledi, bekledi ve bekledi. Ama Ashton hiç durmadı.

Continue Reading

You'll Also Like

52.4K 2.3K 14
Yabani dizisinden tanıdığımız Asi ve Alaz'ın muhtemelen hiç yazılmayacak anlarına dair tek veya birkaç bölümden oluşacak hikayelerdir.
42.4K 6.7K 29
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.
71.7K 5.9K 23
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...
58.3K 2.7K 24
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...