fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

XXXII| dance of dragons

1.8K 118 94
By carmenfkahlo

RHOSLYN


Michael ile konuştuktan sonra üç koca gün geçmişti. Kardeşi onu sürekli ziyaret ediyor ve iyi beslendiğinden emin oluyordu. İlk başlarda Michael' dan şüphe etse bile artık kardeşine gerçekten güveniyor, onu kurtaracağına inanıyordu. Biricik bebeğini güvende olduğu bir yerde kollarına alabilecek ve hayatını tamamen ona adıyabilecekti. Bunu bilmek onu daha iyi hissettiriyordu artık. Hala derin bir üzüntü kalbine sahipti ama yoğun depresif hallerinden kurtulmuştu ve bunu çoğu kişi de fark edebiliyordu.

Michael hala gözlem yapıyordu. Yani kendisi öyle demişti. Kampta binlerce insan varken bir zayıflık yakalamak zordu ama araştırıyordu. Rhoslyn' e söz vermişti. "Her şey yakında bitecek güzel kardeşim." demişti dün gece.

Yatağında uzanırken karnına dokundu. Parmakları kumaşların altındaki tenini, teninin altındaki hayatının anlamını okşuyordu. Bebeğin cinsiyetini düşünürken onun erkek olduğunu hayal etti. Zayn' e benzemesini isterdi şüphesiz. Babasından gece siyahı saçlarını, güneşte mükemmel görünen ela gözlerini, esmer tenini ve cesareti ile iyi kalbini alan bir erkek çocuğu... Düşündükçe mutluluktan gözleri yaşarıyordu. Bir gün anne olacağı günü her zaman sabırsızlıkla beklemişti ve şimdi rahminde sevdiği adamın bir parçası vardı. Bundan daha olağanüstü ne olabilirdi?

Çadırına birisinin girdiğini duyunca hızla doğruldu ve kendisine bakan babasını gördü. Babasının gözlerinde ilk kez yumuşak bir ifade vardı ve bu Rhoslyn' i epey şaşırtmıştı. Ayağa kalkıp babasının karşısına geçti. Sorar gözlerle ona bakarken Lord Daryl Clifford "İyi olduğunu duydum." dedi sessizce. "Kendi gözlerimle seni görmek istedim."

"Daha iyiyim."

"Bu beni mutlu etti."

"Oturmak ister misin?" Rhoslyn kibar bir ses ile çadırının köşesindeki küçük masayı ve iki sandalyeyi gösterdi.

"Elbette. Biraz konuşalım. Konuşmayalı uzun bir süre oldu." Baba ve kız karşılıklı olacak şekilde oturduklarında Daryl Clifford kızının soğuk ellerini kendi ılık ellerinin arasına aldı. Parmakları Rhoslyn' in beyaz ve pürüzsüz tenini okşuyordu. Babasının kendisine yaptıklarını unutmamıştı ama şimdi sergilediği bu samimi baba tavırlarını o kadar çok özlemişti ki, sert kalbi anında yumuşamıştı.

"Her zaman senin iyiliğini istediğimi biliyorsun kızım." dedi mavi gözlerini kızının gözlerine sabitleyerek. "Biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum."

"Irwinler geçen yüzyıllara göre şimdi çok daha güçlüler. Hayatta kalmak için şüphesiz bir güce ihtiyacın vardır. Senin güçlü olmanı istedim. Ailemizin güçlü olmasını... Ejderhanın oğlunu hala sevdiğini biliyorum fakat sen genç bir kızsın. Duyguların hızlıca gelir ve geçer. Yakında o, sadece hatıralarına sahip birisi olarak kalacak."

Kalmayacak baba. O her zaman aklımdaki ve sevdiğim tek kişi olacak, ölene dek.

"Bahsettiğin güç, sizin gibi adamlar için neden bu kadar önemli?"

"Çünkü güçle hükmedebilir ve sadece güçle düşmanlarına korku salabilirsin."

"Bizim bir düşmanımız mı var? Ya da Irwinlerin?"

"Herkesin düşmanı vardır." dedi Lord Clifford. "Kışın neyi getirdiği belli olmaz. Hiçbir zaman olmadı."

"Yaz bitti artık, değil mi?"

Babası başını aşağı yukarı salladı. "Kış geldi ve fırtınalar koptuğunda iyi şeyler olmayacak."

"Bu ne demek?"

Lord Clifford sessiz kaldığında onun bu soruya asla cevap vermeyeceğini anladı. Yine de Rhoslyn tekrar soracaktı ki çadırına hizmetçi bir kız girdi. Elindeki ahşap tepside iki küçük maşrapa vardı ve maşrapaların üstünden buharlar havaya karışıyordu.

"Burası epey soğuk. Sıcak bir şeyler getirmelerini istedim. Üşümüş olmalısın."

"Teşekkür ederim." Lord Clifford kızına sıcak bir tebessüm gönderdi. Genç hizmetçi maşrapaları lordun ve leydinin önüne bıraktıktan sonra selam vererek tekrar çadırdan çıktı. Daryl Clifford maşrapasını dudaklarına kadar kaldırıp büyük bir yudum aldığında Rhoslyn de babası gibi sıcak içeceğinden bir yudum içti ve tatlı tadın boğazından geçene dek vücudunu sıcacık yapmasını hissetti.

"On yedi yıl önceki gecelerden birinde çok sıkıldığımı hatırlıyorum." dedi babası. "Ruhumu bir el sıkıyor, beynime çiviler çakılıyor gibi hissettiren bir sıkıntıydı bu. Dışarı çıkmalıydım ve çıktım da."

Rhoslyn birkaç büyük yudum daha içip maşrapasını masaya bıraktı.

"Kasabayı dolaştım. Belki üç defa bunu yaptım, emin değilim. Ayaklarım tenimi morartacak kadar soğuk karda batıyor, sert rüzgar yüzümdeki deriyi yüzüyormuş kadar acıtıyordu. Ve sonra kendimi sıcak bir genelevde buldum."

Rhoslyn kaşlarını çattı ve bu hikayenin nereye doğru sürüklendiğini merak etti. Daryl Clifford fahişelerle yaptıklarını kızına mı anlatacaktı?

"Farklı birisini arıyordum. Sıradan olmayan birilerini... İşte o an karşıma güneyli bir kadın çıktı. Kıvırcık siyah buklelere, meşe palamudu gibi kahverengi gözlere ve esmer tene sahip bir fahişe. Güzel bir kadındı, yalan söylemeyeceğim. Burada o kadar çok aynı görünüşlü insanlar var ki, ister istemez insan farklı olandan hoşlanabiliyordu."

"Onunla birlikte mi oldun?"

"Bundan gurur duymuyorum ama evet."

"Annem için hiç suçluluk hissetmedin mi?"

"Annen bana ne söyleyebilirdi ki?"

Rhoslyn karnında bir sızı hissetti.

"Kadınlar, biz erkeklerden çok daha zayıf. Bunu kabul etmelisin kızım. Gittiğin o yerde sana bunun doğru olmadığını anlattılar muhtemelen. Ama gerçek bu. O yoldan sapmış dinsizler bizim geleneklerimizden ne anlar?"

Rhoslyn gözlerini kaçırdı. Babasına söyledikleri için karşı çıkmak istiyor ama karnındaki nefesini kesecek kadar şiddetli olan kramplar konuşmak için dikkatini dağıtıyordu.

"Her neyse, konumuz o dinsizler değil... Bir gün, bahsettiğim o esmer kadın, karşıma çıktı ve benden olduğunu söylediği bir çocuğu kollarıma verdi. Benden sonra başka hiç kimseyle birlikte olmadığına dair çılgınca yeminler etti. Pezevengi de yeminler ediyordu. Tanrının üzerine edilen bir yemin gerçektir, değil mi? Tanrı adına yalan söylersen tanrı tarafından cezalandırılacağını çok iyi bilirsin. İnanmak zorunda kaldım. Bir utanca, bir kirliliğe..."

Rhoslyn' in karnındaki sancılar hızla artarken elini karnına götürdü ve kasılmaların son bulması adına küçük masajlar yapmaya koyuldu. Babası yüzündeki acıyı görmüyor muydu? Sandalyesinde acıdan iki büklüm olmasına rağmen babasının yüzünde hiçbir panik ifadesi olmamıştı.

"Bir piç," dedi Lord Clifford. "Hayatının sonuna kadar taşıyacağın kara lekeden başka bir şey değil."

Rhoslyn acıyla "Ne oluyor?" diye inlerken gözyaşları korkuyla akmaya başladı. Bacaklarının arasındaki sıcak sıvıyı fark ettiği anda ise inlemeleri çığlıklara dönüştü.

Lord Clifford' un yüzündeki sahte tebessümler kayboldu ve yerine her zamanki buz bakışları ortaya çıktı. Ayağa kalkıp çayından son bir yudum aldı ve maşrapayı umursamazca yere attı.

"O dinsizden peydahladığın ejderha piçini rahminde tutabileceğini mi sandın? Söyle bana."

Oturduğu sandalyeden yere düştü ve dudaklarından feryatlar koptu. Durmaksızın bıçaklanıyormuş gibi hissettiği karnına sıkıca sarılıp mümkünmüş gibi bebeğini orada tutmaya çalıştı ama artık bunun için çok geçti.

"Laurie bir piç. Ama sen ondan daha fahişesin."

Lord Clifford kızının eteğine doğru acımasızca tükürdükten sonra çadırı terk etti.

SHAWN

"Ejderha Felaketi Aleph' in zamanında otuzdan fazla ejderha öldürülmüş!" dedi hayretle Aaliyah. "Buna inanabiliyor musunuz? Otuz ejderha! Burada yazılanlara göre, ejderha neslinin azalmasındaki en büyük neden Aleph Mendes."

"Güçlü bir kraldı." dedi kraliçe annesi. Aaliyah' ın beline kadar gelen uzun saçlarını arkasında oturmuş bir halde fırçalayordu. Shawn ise dizlerinin dibinde uyuyan Snow' un başındaki tüylerini okşuyor ve Aaliyah' ın okuduğu "Kış Kralları" kitabından verdiği bilgileri dinliyordu.

"Kral Aleph ve zamanın cesur savaşçıları verdiği bu yıkıcı darbeden sonra ejderha kanını taşıyanlar yıllarca toparlanamadı. Bu da Aleph' in dönemine bolluk ve bereket getirdi. Krallık cidden o zamanlar çok zenginmiş anne. Şu rakamlara bak."

"Nasıl ölmüş?" diye sordu Shawn.

"Kral Aleph mi?"

"Evet."

Birkaç sayfayı hızlıca çevirirken Kraliçe Karen, Aaliyah' ın ipeksi saçlarını güzel bir örgü şekline getirmeye koyuldu. Aaliyah ise ince parmaklarını küçük yazıların üzerinde gezdirdi ve yazılanları okudu.

"Kral Birinci Aleph Mendes, diğer adıyla Ejderha Felaketi Aleph, henüz genç sayılabilecek bir yaşta, otuz dokuzunda son nefesini verdi. Ölümü hala bir gizem içindedir. Yatağında tüm bedeni kırmızıya dönüşmüş bir halde bulunan Aleph' i inceleyen üstatlar, ölüm nedeninin zehir olduğuna karar vermişler fakat bunu kimin yaptığını asla bulamamışlardır. Yazık olmuş. Yaşasaydı belki krallığı daha iyi bir hale getirebilirdi."

"İyi adamların her zaman düşmanı vardır." dedi kraliçe. Aaliyah' ın örgüsünün ucunu bağladı ve kızının yanağına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekildi.

"Bu çok saçma." dedi Shawn. "Aleph krallık için bu kadar çok iyilik yapmışken neden ona ihanet ettiler ki?"

"Dediğim gibi oğlum, bazı insanlar iyi adamların başarısı altında ezilmek istemezler ve ihanet ederler. Bu sadece bizim değil, Maliklerin tarihinde de çok yaşandı."

Aaliyah iç çekerek kalın ciltli kitabı kapattı. Heyecanla bir şey söyleyecekti ki çadırın içine giren Sör Michael Clifford sözünü kesti. "Prensim, babanız sizi çadırında bekliyor."

Shawn ulu kurdunun yanından ayağa kalktı ve annesi ile Aaliyah' a veda ettikten sonra Michael ile birlikte dev bir alana yayılmış kampın kalbine doğru yürüdü. Kral Manuel' in büyük çadırı kampın tam ortasında kurulmuştu. Az önce çıktığı Aaliyah' ın çadırı da Kral Manuel' in çadırından uzak olmadığı için kısa bir sürede babasının yanına vardılar. İçerisi kalabalıktı. Kral Manuel' in yanında Kral Eli Lord Jeremy Bieber ve oğlu Sör Justin, Lord Jarah Irwin ve oğlu Sör Ashton, Lord Daryl Clifford, Lord Kumandan Tom Hanks de çadırın içindeydi. Ashton ile gözleri kesiştiğinde hızlıca bakışlarını kaçırdı. Yılanın zehirimsi yeşil gözlerinin altında olmaktan bile rahatsız oluyordu.

Babasının yanına geçtiğinde Michael da hemen onun yanındaydı. Özellikle kamp zamanlarında Kral Manuel oğlunun yalnız kalmasını asla istemiyordu.

"Bu küçük konsey mi?" diye sordu Sör Justin. Shawn' ın aklındaki soru da buydu.

"Hayır, küçük bir konuşma sadece." dedi Kral Manuel. "Lord Irwin' in mubbirlerinin söylediğine göre güney krallığının doğu kıyılarında büyük bir korsan istilası varmış."

"Güneydeyken böyle bir konuşmayı duymuştum Majesteleri." dedi Lord Kumandan her zamanki ciddi sesiyle. "Kaleye çoktan kuzgun gönderdim. Önlemlerin arttırılmasını sağlamalıyız. Kış gelmişken halkın böyle bir istila ile uğraşması sadece zarar verir."

"Kesinlikle." dedi Lord Clifford. "Eldeki hasat da kaybedilirse halk bu kış açlıktan kırılır."

"Neyse ki artık yeni bir barış dönemindeyiz." dedi kral. "Eve döner dönmez bu ticaret ağını yürürlüğe geçireceğim. Güneyden gelecek her yiyecek halk için bir hazine olacak."

Lord Jeremy güney ürünleri hakkında bir açıklama yaparken Shawn sıkıldığını ve buradan gitmek istediğini hissetti. Tüm bu şeylerden bıkmıştı artık. Politikadan, toplantılardan, yolculuktan... Eve varmak istiyordu. Odasında olmak ve yanında sadece Snow varken arpı ile kesintisiz melodiler ile oynamak. Arpı ile vakit geçirmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Evindeki her şeye duyduğu özlem, eve yaklaştıkça biraz daha artıyor ve sabrını tüketiyordu.

Lord Jeremy' nin sözü aniden kesildi. Bunun nedeni bir çığlıktı. Herkesin gözü -ilgisiz Shawn' ın bile- çadırın girişine döndü.

"Bırak beni!" dedi bir kadın çığlığı. Birkaç itişmeden sonra çadırın içine fırtına gibi Rhoslyn Clifford girdi. Fakat bu genç leydi Rhoslyn Clifford olamazdı. İnsana benzemiyordu. Kızarmış yüzü, dağılmış saçları ve elbisesi ile bir canavar gibiydi.

"BENİM BEBEĞİMİ ÖLDÜRDÜN!" diye haykırdı. Görünüşü gibi sesi de bir insana ait değildi ve onu gördüğü anda ürpermişti.

"Benim. Bebeğimi. Öldürdün!" Rhoslyn Clifford, Shawn' a doğru geliyordu. Herkes şaşkın olduğundan hareketsiz bir şekilde olanları izlerken Rhoslyn yanından geçtiği geniş masanın üzerinden bir hançeri aldı.

"Benim bebeğimi öldürdün! Benim bebeğimi öldürdün!" Hızla Shawn' a gelmeye devam ettiğinde Shawn' ın yanındaki lordlar kılıcını çekti.

"RHOSLYN!" diye bağırdı Lord Daryl. .

"Benim bebeğimi öldürdün!" diye son kez haykırdı ve hançerini Shawn' ın yanında dikilen Michael Clifford' a savurdu. Yanağına derin bir çizik açılan Michael çığlık atarak geri çekildi. Bu sırada Lord Daryl ve Sör Ashton genç kızın iki koluna girerek onu kardeşinin üzerinden geri çektiler. Fakat Rhoslyn Clifford çıldırmış bir halde kollarını saran adamlardan kurtulmaya çalışıyordu. İmkanı olsa şimdi kardeşini öldürebilirdi.

"Benim bebeğimi öldürdün!"

Sol yanağı kana bulanmış olan kardeşi ise neredeyse ağlayacaktı. "Çok üzgünüm Rose. Ama doğru olan... Doğru olan buydu. Yemin ederim, çok üzgünüm."

"Benim bebeğimi öldürdün. Benim masum bebeğimi sen öldürdün! Bizim bebeğimizi... Bizim bebeğimizi." Rhoslyn Clifford acıya daha fazla dayanamadığında babasının ve nişanlısının kolları arasında baygınlık geçirdi.

"Bu ne rezalet!" dedi Kral Manuel.

"Özürlerimi kabul edin Majesteleri. Kızım son günlerde iyi değil ve sağlıklı düşünemiyor."

Rhoslyn Clifford' u, nişanlısı kollarına aldı. Baygın bedenini çadırdan çıkarana dek genç kızın dudaklarında "Bebeğim." kelimesi kalmıştı sadece. Acıyla bu kelimeyi sayıklarken Shawn dehşete düşmüş bir halde az önce neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

ZAYN

Gecenin karanlık bulutları arasında Maj Adası ve arkasında bekleyen neredeyse yüz tane kadırga göründüğünde babasının el işaretini gördü ve Anghrist' i diğerleriyle birlikte adaya yönlendirdi. Ejderhalar, aşağıda fark edildiğinde tüm kadırgalardan tek bir isim yankılanıyordu:

"YASER! YASER! YASER!"

Anghrist adanın kumsalına konduğunda Zayn rahatsızca kolunu gözlerine doğru siper etti. Havada uçuşan kum taneleri canını yakmıştı. Hızlıca Anghrist' in sert pullarından inip yere ayak bastı ve ejderhasının tekrar havalanmasını bekledi. Diğer dört ejderha da Anghrist' i takip ettikten çok kısa süre sonra kumsal normal haline döndü.

"Burada olmanız bizi çok mutlu etti Majesteleri. Askerlerimiz şimdi çok daha cesaretliler, emin olun." dedi Donanma Lord Kumandanı. Lord Kumandan Naveen ve Raegan da hemen yanındaydı. Onların arkasında ellerindeki uzun mızraklar ile on kişilik bir birlik duruyordu. Sadece en sağdaki askerin elinde bir sancak vardı. Siyah zemin ve üzerindeki kırmızı ejderha, rüzgarda özgürce dalgalanıyordu.

"Askerlerim savaşırken kalemde oturacak değildim elbette." dedi Kral Yaser.

"Hemen şimdi harekete geçiyor muyuz kralım? Biz tamamıyla hazırız."

"Bu gece saldırırız diye düşünmüştüm lordum. Fakat şimdi bunu yapmamam gerektiğini düşünüyorum. Ejderhalar uzun bir süredir uçtu ve şimdi çok yorgunlar. Ayrıca yarın gündüz vakitlerinde saldırmamız böyle karanlık bir gecede hareket etmekten çok daha mantıklı. Haksız mıyım?"

"Haklısınız Majesteleri. Yarın saldırmak daha doğru bir hareket olur."

Zayn artık sabrının kalmadığını hissediyordu. Yapacağı her şey için kendini hazırlamışken şimdi yarına dek beklemek zorundaydı. İçinden birkaç küfür savururken babası kamp kurma emrini verdi.

"Suratındaki ifade beni eğlendiriyor." dedi Zayn' in yanına gelen Jacey Malik. O somurtkan suratıyla hiç de eğlenir gibi görünmüyordu.

"Öyleyse biraz gülümsemelisin."

"Babam ve gülümsemek?" dedi yanlarına katılan Jawaad. Babasının aksine her zaman alaycı ve neşeli biri olmuştu. Jacey Malik oğlunun bu gibi davranışlarından hiç hoşlanmaz ve bu da aralarında sürekli bir gerginliğin oluşmasına neden olurdu.

"Babam şu piç kuzeylilerin Le Dağları gibidir."

"Senin işin yok mu?"

"Sen varsın tatlı babacığım."

Jacey Malik gözlerini devirirken, ileride babası ve kumandanların yanında dikilen Waliyha da sıkılarak yanlarına geldi. Kardeşinin sıkı örgülerinin arasından birkaç tel özgür kalmış ve bu da ona dağınık bir hava vermişti. Waliyha kollarını birbirine bağlayıp "Yarına kadar beklemek çok sıkıcı olacak. Şimdiden Haven' ı çok özledim." dedi zayıf bir sesle.

Zayn "Sana kızının yanında kalman gerektiğini söylemiştim." dedi huysuzca.

"Seni tanımasaydım kadınları küçük gördüğünü düşünürdüm."

"Çünkü yarın tehlikeli olacak. Zarar görmeni istemiyorum."

"Biz her zaman tehlikenin içindeyiz." dedi soğuk sesiyle Jacey Malik. "Tanrı yarın ölmesini istiyorsa ölecek. Kardeşin için endişelenmeyi bırak."

"Zavallı kuzenimin endişelenecek başka kimsesi kalmadı."

Öfkeyle ışıldayan gözlerini kuzenine sabitlediğinde Jawaad o boktan tebessümünü tekrar yüzüne yerleştirmişti.

"Kuzeyli sürtüğün gittiğinden beri-"

Jacey Malik oğlunun suratına bir tokat attı. Patlayan dudağındaki kanı fark eden Jawaad dehşetle büyüyen gözleri ile babasına bakarken Waliyha elini Zayn' in omzuna koydu ve sakinleşmesi adına birkaç sözcük mırıldandı.

"Bir kadın hakkında tekrar o iğrenç kelimeyi kullanırsan bedeli bir tokattan çok daha ağır olacak."

Zayn arkasına dönerek kumsalın sonundaki dev ağaçlara doğru yürüdü. Şu an olduğundan çok daha zayıf birisine dönüşmüştü ve kimse onu bu halde görmemeliydi. Ben ejderhayım, diye hatırlattı kendine. Ben ejderhayım. Ejderha güçlü olur. Ben de güçlüyüm. Güçlüyüm...

Ağaçların arasındaki büyük bir kayanın önüne yaslandı. Kılıcının kabzasını, parçalamak istermiş gibi sıkıyor ve düşüncelerini uzaklaştırmak istiyordu. Rhoslyn. Şimdi ne yapıyorsun? Nerdesin? Korkuyorsun değil mi? Elbette korkuyorsun. Ve ben seni koruyamadım. Bu sefer başaramadım.

"Kardeşim?" Waliyha Malik karşısına geçtiğinde başını diğer tarafa kaçırdı. Kardeşi onu bu halde görmemeliydi. Ama Waliyha, Zayn' in sıcak yanağını kavradığında yüzünü zorla kendisine çevirmişti.

"Benden mi saklanacaksın?"

"Bakma." Elini gözlerine siper ederken titremesini durduramıyordu ve kardeşi ona sarıldığında ise kendisini tutması imkansız bir hale gelmişti. Gözyaşları kız kardeşinin omuzlarına doğru akarken "Ona her gece tecavüz edecek." dedi acı dolu bir sesle. "Her gece onu öldürecek. Her gece onu..."

Waliyha, Zayn' in yumuşak siyah saçlarını okşadı. "Onu sevdiğini biliyorum. Sevginin ne olduğunu da biliyorum. Zor olacak ama artık önüne bakmalısın. O farklı bir dünyaya ait. Sen ise buraya aitsin. Ve sen yakında kralımız olacaksın. Bir kralın sorumlulukları vardır."

Tüm bunların farkındaydı. Ama her şey söylenen sözler kadar kolay olmuyordu. Rhoslyn' i bir an olsun düşünmeden duramazken onu nasıl unutacak ve geçmişinde bırakabilecekti? Herkesin ondan beklentiler vardı ama kimse ne istediğini umursamıyordu. Kral olmak. Belki bir zamanlar bunu istiyordu ama şimdi istediği tek şey o boktan şehirden bir daha dönmemek üzere ayrılmaktı.

"Yalnız kalmak istiyorum."

"Tamam. Fakat konuşmak istediğin her an yanında olacağım. İstemen yeterli." Waliyha ağabeyinin yanağına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra istediği gibi onu yalnız bıraktı.

Yalnız kaldığında kahinin söylediklerini hatırlattı kendine. Yeniden hayat bulup, Gözyaşı Nehir' i kırmızı akmaya başladığında onu tekrar bulacaksın. Hala bu cümlenin anlamını bulamıyordu. Yeniden hayat bulmak. Ölecek miydi? Ölecekse tekrar yaşama dönmesi mümkün değildi. Belki de bu sadece simgesel bir olaydı? Ne olursa olsun. Bu bizim sonumuz değil. Bir gün, tekrar karşılaşacağız.

Sabah kahvaltı yapıldıktan sonra tüm kadırgalar, kaptanlar, kumandanlar ve askerler yola çıktı. Korsanların filosu yarım gün uzaklıktaydı ve tahminen güneşin battığı zamanlarda çarpışma başlayacak, ejderhalar ile sürücüleri bir müddet daha Maj Adası' nda duracaktı. Gemilerin yanında ejderhalar fazlasıyla hızlıydı ve Kral Yaser kadırgalarla aynı zamanda oraya varmanın daha mantıklı olacağını söylemişti.

Zayn o kadar çok sıkıldı ki yanında oturup kılıcını biley taşı ile bileyleyen amcasına döndü ve "Benimle dövüşür müsün amca?" diye sordu.

Kollarını bağlamış bir halde oturduğu kaya parçasından gülmüştü Kral Yaser. "Dikkatli ol oğlum. Jacey' nin kılıcı çok keskindir."

"Zamanında babanı fazla kılıçsız bıraktım yeğenim. Hala acısını yaşıyor."

"Beni de kılıçsız bırakmayı dene."

"Paramı Zayn' e yatıyorum." dedi Waliyha. Dünkü olaydan beri neredeyse hiç konuşmayan Jawaad somurtarak oturmaya devam ediyordu. Seni sikmediğim için mutlu olmalısın piç. Babam ve amcam olmasaydı işin çoktan bitmişti.

"Pekala. Bir deneyelim." Jacey Malik iri ve kaslı cüssesi ile ayağa kalktığında uzun kılıcını sıkıca tutmuş bir halde bekliyordu.

Blackfire' yı kınından çıkardıktan sonra belindeki kemeri hızlıca söküp yere fırlattı. Amcasının karşısında fazla çelimsizdi ama yeterince hızlı olursa karşısında deviremeyeceği kimse olmazdı.

Kılıçlar havaya kalktığında birbirine çarpan metallerin sesi yankılandı. Dansa başlayan kılıçlar hızlı hareket ediyordu. Jacey Malik yeğeninin tüm darbelerini ustaca karşılarken Zayn amcasının onu yormaya çalıştığını fark etti. Geri çekilip amcasının kendisine saldırmasını beklerken ikisi de görünmez bir daire çiziyorlardı. Jacey Malik kılıcı bir tüy tanesiymiş gibi kolayca, eğlenir bir ifade ile elinde döndürürken yarım ağız gülümsemişti.

"Küçük bir çocuk gibi dövüşüyorsun." Amcası kılıcını kaldırıp Zayn' e savurduğunda hızlıca darbeyi karşıladı ve daire çizmeye devam ettiler.

"Kendine ejderha mı diyorsun gerçekten?"

"Ben ejderhayım."

"Sen yavru bir ejderhasın küçük Zaynie. Yumurtasından yeni çıkmış sevimli bir ejderha." Amcasının alay dolu sesi Zayn' i gereksiz bir öfkeye soktu ve Jacey' e saldırdı. Amcası o ağır zırhın altında olmasına rağmen hızlı ve güçlü olmayı başarabiliyordu.

"Bitir işini Zayn!" diye bağırdı Waliyha.

Dans uzun bir süre daha devam etti. Zayn yorulmuştu. Amcası çok fazla güçlüydü ve her bir darbesinde Zayn artık geriye savrulmaya başlamıştı. Son kez kılıcını tüm gücüyle kaldırdı. Havada kesişen kılıçlar rahatsız edici bir ses daha çıkarırken Jacey Malik sıkılmış gibi bir iç geçirdi ve kılıç kemerinde asılı duran hançerini hızlıca kınından çekip yeğeninin boğazına doğrulttu.

"Öldün."

Zayn gözlerini devirerek kılıcını indirdi. Yenilmekten nefret ediyordu.

"Dikkatli ol demiştim evlat." dedi kral. "Karşında sıradan birisi yok."

Amcasının kendisine benzeyen suratına baktı. Keskin hatları olan yüzünü ortadan ayırdığı ve omuzlarına kadar gelen siyah saçları çevreliyordu. Ela gözleri bir ejderha gibiydi. Belli noktalarında yanık izleri olan bedeni kaslı ve büyüktü. Ve Jacey Malik hiçbir şeyden korkmazdı. İstediği bir şey uğruna tüm elini ateşin içine daldıracak kadar da bir Malik' ti.

Daha sonra Kral Yaser kardeşi ile dövüşmüştü. Jacey çok kısa bir sürede kralı da kılıçsız bıraktığında Waliyha babası ile eğlenmişti.

Gün batımı yaklaştığında Yaser Malik bir süre gökyüzünü izlemiş ve sonra "Gitmeliyiz." demişti ciddi bir sesle. Zayn tanrıya şükretti. Sonunda bu sıkıca yerden gidiyorlardı.

Ejderhalar kumsala ayak basarken yine bir kum faciası yaşandı ama Zayn hızlıca ejderhasının sırtındaki yerini aldı ve gökyüzüne doğru yükseldi. Babası, Ejderha Kalesi' nde yaşayan ejderhalardan birisi Hadrian' ın sırtında, en öndeydi. Zayn onun hemen sağında; Waliyha ise sürdüğü Clain ile Zayn' in sağındaydı. Kralın solunda ise Jacey Malik ve ejderhası Azura; onun yanında ise Eartha ve Jawaad vardı. Geniş bir ok başı şeklindeydiler ve geliyorlardı. Ateş ve kan için.

Uzun bir süre uçtular. Denizde belli sıralar halinde ilerleyen yüz ejderha kadırgası görüldüğünde kralın sürdüğü ejderha gökyüzüne bir kükreme bıraktı. Az kaldı, diye düşündü Zayn. Yakında hepsi bitecek.

Yaklaşık yirmi mil kadar sonra korsan filosu gözlerin önüne serildi. Çok fazlaydılar. Ve Zayn, buradan bile mancınıkları ve dev ejderha balistalarını görebiliyordu. Zor olacağını anladı. Hızlı bitmeyecekti.

Anghrist' ın sert çıkıntılarını daha sıkı kavradı ve derin bir nefes aldı. Beş ejderha tıpkı planlanıldığı gibi daha geniş bir konum aldığında alçalmaya başladılar. Anghrist insanı korkudan altını ıslatacak kadar şiddetli bir kükremeyi özgür bıraktığında aşağıdaki kadırgalardan çığlık sesleri yükseldi.

"Anghrist!" dedi Zayn. Ve Anghrist ölümcül ateşini altındaki kadırgaya bıraktı. Tek bir noktada kalmadan, ateşini onlarca gemi üzerinde gezdirdi. Bu sırada korsanların mancınıkları ve balistaları hazırlanmış, alev topları ile dev oklar havada uçuşmaya başlamıştı. Zayn dikkatli olmalıydı. Durmaksızın zikzaklar çizmeyi ihmal etmedi.

Çevreye kısa bir göz atma fırsatı buldu. Siyah zemin üzerinde kırmızı ejderha sancaklara sahip kadırgalar rüzgarın yardımı ile hızla korsan kadırgalarının üzerine doğru geliyordu. Diğer ejderhalar ise tıpkı Anghrist gibi ahşapları ateşe verirken Zayn özellikle kız kardeşine baktı. Etrafındaki kadırgaların gönderdiği ateş topları ve okların onu zor duruma soktuğunu fark ettiği anda Anghrist' i doğruca o tarafa yönlendirdi.

Waliyha' nın sürdüğü Clain' e neredeyse bir ejderha oku saplanıyordu. Anghrist ve Clain aynı anda çığlık attıktan sonra yine aynı anda bunu yapan kadırgaya ateşlerini savurdular. Zayn kız kardeşine tekrar baktı. Waliyha iyiydi.

Ejderha sancaklı kadırgalar korsanlara mancınıkların yardımıyla ateş topları atarken Zayn ise denize gömülen korsan kadırgalarını ve suda boğulmamak için çaba gösteren piçleri görebiliyordu. Geçtiği bölgede hiç kadırga olmamasına rağmen suyun üstünde kalmak için savaşan korsanlara Anghrist' in ateşini verdi.

Çığlıklar ile dumanların yükselmeye devam ettiģi sırada kara bir bulut neredeyse her yeri sarmıştı ve ölümün kokusu, Rhoslyn gittiğinden beri, Zayn' e huzur veren tek şey olmuştu. İnsanların yanarken attığı çığlıklar, batan kadırgalar, kan kokusu ve etraftaki küle dönüşmüş cesetler Zayn' i mutlu etmişti. İstediği tek şey bundan daha fazlasıydı. Daha fazla ölüm.

Güneş tamamen batıp gökyüzü karanlığa teslim olduğunda tüm korsan kadırgaları denizin dibine gömülmüş, suyun üstünde kalan ahşap parçalar ise hala yanıyor ve karanlıkta ışıldayan yıldızlar gibi görünüyordu.

Her şey bittikten sonra Horanların kalesinin bulunduğu kıyıda Malikler toprağa ayak basmış ve Lord Kumandan Naveen' in çatışma anında ele geçirdiği Kaptan Xannon kralın huzuruna getirilmişti.

Zayn babasının hemen arkasında olanları seyrediyordu. Kumandanlar tarafından diz çöktürülen Kaptan Xannon' a baktı. Şüphesiz ki çok fazla çirkin bir adamdı. Siyah bukleli saçları yağlı ve bitliydi. Esmer teninden durmaksızın ter damlaları akıyordu. Sararmış ve çürük dişleri öyle mide bulandırıcıydı ki, Zayn onun kokusunu düşünemiyordu bile.

"Neden halkıma saldırdın?" dedi kral. Zayn gözlerini devirdi. Babası neden hesap soruyordu ki? Bu korsanın hemen şimdi öldürülmesi gerekiyordu.

"Çünkü öyle istedim piç." Lord Kumandan Raegan, Xannon' a bir yumruk geçirdiğinde adamın yamuk burnu kırılmıştı.

"Seni idama mahkum ediyorum. Son bir sözün var mı?"

"Beni idama mahkum edemezsin. Kralım değilsin piç."

Lord Raegan bir yumruk daha attı.

"Siz ejderhalar kendinizi yenilmez sanıyorsunuz." dedi Xannon çatlayan bir sesle. O iğrenç dişleri arasından koca bir kahkaha attı. "Ama bir gün sizi devirecekler. Bir gün ejderhaların devri bitecek piç. Duydun beni değil mi? Hepiniz-"

Zayn kınından çıkardığı hançeri ile onu susturdu. Xannon' un cesedi yere düştüğünde nefretle üzerine tükürmüştü.

"Korsanlardan nefret ediyorum." dedi Waliyha. "Artık eve gidebilir miyiz baba? Kızımı çok özledim."

"Gidebiliriz kızım. Burada yapacak hiçbir şey kalmadı."

"Majesteleri, nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Beni ve burada yaşayan insanları büyük bir dertten kurtardınız." dedi Lord Greg Horan.

"Teşekkür etmenize gerek yok lordum. Krallığı tehlikelerden korumak kralın görevidir."

Hızlı ama aynı zamanda çok yavaş bir ses duydu. Fııııırrrttttt.

Yaser Malik' in boynuna, ucu iğne kadar ince, diğer ucunda ise ördek tüyleri bulunan parmak kadar küçük bir ok saplandı.

Waliyha ve Zayn aynı anda "Baba!" diye haykırdıklarında kralın etrafındaki herkes kılıçlarını çekerek kralın çevresinde çember düzeni oluşturdular.

"Baba?" Zayn babasının yanına diz çökerek kralın boğazındaki oku hızlıca çıkardı.

Waliyha ağlıyordu. "İyi misin baba? Babacığım? Bir şey söyle."

"Ben," dedi Kral Yaser. "Ben iyiyim?" Aklı karışmış gibiydi. Ve iğnenin battığı yerdeki geniş bir alan anormal bir şekilde kızarmıştı.

"Üstat çağırın!" diye bağırdı Zayn tekrar ayağa kalkarken. Blackfire' yı kınından çekti. "Bunu kim yaptıysa bulun. Şimdi bulun yoksa bedelini hepiniz ödersiniz!"

Continue Reading

You'll Also Like

101K 2.9K 64
Aşk güzeldir. Onun yanı sıra felakettir. Evet, felaket. En büyük felaket aşk... Baktığın her yönde onun yüzü vardır. Deli olmamak elde değildir. Ama...
1.6M 110K 29
Başkomiser Han Jisung ve seri katil Lee Minho
91.4K 17.7K 15
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
73.5K 3.2K 30
Her şey salak kardeşimin yalanıyla başladı.. Siz: Delikanlıysan konum atarsın...