Karanlıkta Dans Etmek

By gokadan

824K 20.4K 2.5K

O, yanan bir ateşti. Benim yanan ateşim. ❉ 2014 yılında yazdığım ve final yaptığım kitabımı yeniden kurgula... More

karanlıkta dans etmek
1| dans
2| sokak
3| evren
4| yokluk
5| yeni arkadaş
6| yalan
8| kaybediş
9| gökyüzü
10| sır
11| misafir
12| zehir
13| beklenmedik
14| istek
15| yasak
16| çiçek mezarlığı
17| hata
18| düğüm
19| nefret

7| öpücük

27K 1K 102
By gokadan

Evren'e bakmayı bırakıp bakışlarımı zemine diktim ve dudaklarımı dişledim. Ne yapacaktım şimdi? Böyle bir saçmalığı nasıl, hangi aklımla yapmıştım?

Utanç duygusu bütün vücudumu ele geçirmişti. Evren'e karşı çok utanıyordum ama Hakan'dan kurtulmak için aklıma başka bir şey gelmemişti.
Hakan elini uzattı. "Ben Hakan. Memnun oldum."

Evren ise ne olup bittiğiniz henüz anlamamıştı, yani genel hatlarıyla tabii ki anlamıştı ama böyle bir yalanı neden söylediğim hakkında en ufak bir fikri olduğunu sanmıyordum.

Evren de elini uzatıp tokalaştıklarında araya girme ihtiyacı hissettim. Cansel'in gelmesi an meselesiydi ve Hakan'ın yalanımı yakalaması benim için hiç iyi olmazdı.

"Gördün işte Hakan. Şimdi gidebilir misin? Özel bir şey konuşuyorduk." Gülümsedim ama ona karşı olan sinirimden neredeyse titreyecek duruma gelmiştim. Nasıl bir yüzsüzlüktü bu? Yanımıza geleceğini hiç düşünmemiştim.

Çok şükür yanımızdan fazla ısrara gerek kalmadan ayrılmıştı.

"Hep birlikte beni mi bekliyordunuz?" Evrene bir açıklama bile yapamadan yanımızda Cansel belirmişti. Mahçup bir şekilde Evren'e bakıp Cansel'e döndüm. "Evet, sana hoşçakal demek için bekliyordum." Gülümsemeye çalıştım ama sinirimden ne kadar başarılı olmuştum bilmiyorum.

"Bi ara buluşalım Nefes olur mu? Haberleşiriz." Diyip bana sarıldı. Ona karşılık verirken Evren'le göz göze geldik. Gözlerinden ne düşündüğünü anlamak biraz zordu ama rahatsız olmuş gibi görünmüyordu. Ona Cansel'in omzunun üstünden bakarken gülümsedim ve dudaklarımı oynatarak teşekkür ettim. Garip bir şekilde o da gülümsedi ama kısa sürmüştü.

Cansel ve Evren çıkıp giderken arkalarından bakakalmıştım. Garip bir hüzün çökmüştü üzerime. Ağırlaşmış hissediyordum.

"Yanındaki kadın kimdi peki?" Diye sordu bir ses. Sinirle arkama dönerken patlamak üzereydim. Bu kadar yüzsüzlük yeterdi. Ne tatlı dilden anlamıştı ne de başka bir şeyden.

"Sana ne Hakan sana ne? Rahat bırak beni! İstemiyorum diyorum anlamıyor musun? Kafan basmıyor mu senin ya? Güven abiye söylemek zorunda bırakma beni. Bu saçmalığa son ver." Yanından sinirle geçip boş masaları silmeye başladım. Sinirimin bu kadar fazla olması çok gereksizdi. Neden bu kadar sinirlenmiştim? Gerçekten Hakan'a mı sinirliydim yoksa kabullenmek istemediğim başka bir şey mi vardı? Bilinçaltım bu soruyu çoktan cevaplamıştı ama kabullenmek zordu. O yüzden kendimi cevaplamaktan vazgeçtim.

Uzaktan Hakan'a bir bakış attım. Düşünceli suratı benden başka her tarafa bakıyordu. Bana bakmamaya çalışır gibi bir hali vardı. Pişman olduğumu hissettim. Bu kadar fazla tepkiyi hak etmiyordu.

Düşüncelerimi bölen sesin sahibine baktım. Elindeki menüden bir şeyler gösteriyordu. "Resimde göründüğü gibi kreması var mı?"

Karmakarışık olmuş aklımı en azından biraz olsun toparlayan müşteriye içimden teşekkür ettim.

"Ben geldim..." Anahtarlarımı vestiyere doğru fırlatıp montumu çıkarırken içerden gelen sesleri duymaya çalışıyordum. İçeride birileri vardı ama sesi tam olarak seçemiyordum. Sese yaklaştıkça kaşlarım daha fazla çatılmaya başlamıştı. Onun burada ne işi vardı? Ne yüzle buraya gelmişti?

"Neler oluyor?" İçeri girip ikisine de bakarken anlam vermeye çalışıyordum. Karşılıklı oturup konuşmak ikisinin yapacağı son şeydi artık ama bu da neydi böyle? Bu adamı evimize neden alıyordu? Ne işi vardı yanımızda?

"Birtanecik kızım da işten dönmüş." Deyip güldü. Sesindeki alay vücudumda sahip olabileceğim bütün sinirleri uyandırmıştı. "Bana muhtaç kalmamak için yaptığın şey o kadar gurur verici ki... Gözlerim yaşardı." Eliyle gözlerini kurular gibi yaptı. "Her şeyden öte, bana her zaman muhtaçsın."

"Değilim! Bunun için çalışıyorum."

"Ah Nefes..." Ayağa kalkıp yanıma adımladı. "Ben olmasam kalacak bir yerin olabileceğini mi sanıyorsun. Benim güzel kızım..." Elini yanağıma uzatmaya yeltendiğinde kendimi geri çektim.

"Dokunma bana!"

Dudağı hafif bir gülümsemeyle büküldü. "Her şeye rağmen ben senin babanım. Beni sevmek zorunda değilsin ama bana saygı duymak zorundasın."

Onu yaptığı son şeylerden sonra sevmeyi bırakmıştım. Yani kalbimin kırıkları canımı yakıyordu ve içimdeki kırılmış kız çocuğu sürekli ağlayarak babasını istiyordu ama şu an bana sahip olan Nefes kalbini babasına kilitlemişti. Babasının küçük prensesi aslında onun büyük bir pişmanlığıydı. Bunu öğrenmek içimde büyük bir yıkıma sebep olmuştu.

Peki ona saygı duyabilir miydim? Bu da pek mümkün değildi. Ona olan bütün iyi duygularım yıkımın altında kalmıştı ve onları yıkık altından çıkarmam pek mümkün değildi. Bana, anneme ve kendisine saygısı olmayan, verdiği sözleri tutmayan birine ben nasıl saygı gösterebilirdim ki?

"Benim saygıma ihtiyacın yok." Derken sesim titremişti. "Senin ne benim saygıma ne de sevgime ihtiyacın var." Kalbimin olduğu yer sancıyordu. Boğazımdaki keskin acı kendini daha da belli etmeye başlarken yutkunmaya çalıştım. İşte oradaydı. Boğazımı sıkan, kalbimi yumruklayan benim masum çocukluğum. Her konuştuğumda boğazımı biraz daha sıkıyordu.

"Bunları diyemem. O benim babam. Sırtımı yaslayabileceğim dağım."

Canım babam. Neden bize bunu yaptın?

Gözümden akmaya yeltenen yaşı hızla silerken gözlerimi gözlerinden ayırmamak için büyük bir çaba sarf etmiştim. Onun gözlerine bakmak bile canımı acıtıyordu.

Bir önceki söylediğim şeyin üstüne hiçbir şey söylemedi. Sadece birkaç saniyelik bir duraklama yaşamıştı.

"Annen sana süreci anlatır. Şimdilik benden bu kadar."

Sonra çıkıp gitti.

"Neden gelmiş buraya?" Ağzımı açana kadar salonda uzun bir sessizlik hakimdi. Babam evden çıkıp gittiğinden beri ne annem konuşmuştu ne de ben. İkimizin de diyecek çok bir şeyi yoktu zaten. Ne diyebilirdik ki? Sessizliği bozan tek şey annemin iç çekişleriydi.

Ellerime dikmiş olduğum bakışlarımı anneme çevirdim. Pencereden dışarı bakıyordu. Konuşmayacağını düşünürken dudaklarını araladı. "Boşanma işlemleri için gelmiş. Anlaşmalı boşanma olacak."

Güldüm. "Sanki başka şansın var." Ettiği tehditlerle bize başka bir şans bırakmıyordu. Annemle babam tabii ki anlaşmalı boşanacaklardı.

"Bunu lehine çevirmek senin elinde." Daha fazla annemle oturup onun iç çekişlerini, hıçkırıklarını dinlemek istemiyordum. Giderek daha da sinir bozucu bir hal almaya başlamıştı. Odama gitmek için ayaklandım. Annemin bir kere daha hıçkırdığını duydum. "Benim yanımda ağlamamaya çalış."

"Günaydın minik kuş!" İrem neşeli bir şekilde yanaklarımı öpüp yanıma oturdu.

"Günaydın..." Gözlerimi dalmış olduğu yerden kurtardığımda ona bakıp anca gülümseyebilmiştim.

"Birileri yine hüzün bombası." Nasıl göründüğümü tahmin edebiliyordum o yüzden dediği şey beni şaşırtmadı. "Bu aralar dünyanın en kötü arkadaşı gibi hissetmeyi bıraksam nasıl olur diye düşünüyordum..."

Kahvemin içindeki kaşığı bir o yana bir bu yana sallarken ve aynı zamanda babamın kocaman bir hayal kırıklığı olduğunu düşünürken İrem'e kulak vermek zordu. "Nefes... Kimle konuşuyorsam?!"

Bardaktan gözümü sonunda alabildiğimde İrem'e çevirdim bakışlarımı. "Ne dedin?"

"İçinde yaşadığın şeyler... Orada kalmaya devam ederlerse boğulmana sebep olur."

Başımı salladım. Bu yükü paylaşmam lazımdı, bunu biliyorum.

"Hazır hissetmediğini söylemiştin. Öyle hissedebilirsin. Hazır olmayabilirsin. Ama bu senin hazırlığınla alakalı değil. Dökül gitsin. İzin ver yükünü biraz olsun azaltayım." Elimi tuttu sıkı sıkı. Gözlerindeki anlayış biraz olsun rahatlatmıştı.

"Annem ve babam," Yutkundum. "Boşanıyorlar."

Böyle söyleyince çok da büyük bir şey değilmiş gibi görünüyordu ama bir babanın sevgisizliği... İşte asıl sorun buydu.

"Biliyorum şu an içinden bunun çok da büyük bir sorun olmadığını düşünüyorsun. Yetişkinler evlenebilir, anlaşamaz ve sonra boşanırlar... Bunun farkındayım ama babam... babam sadece annemden ayrılmıyor, benden de ayrılıyor." Ufak bir iç çekiş. "Gerçi hiçbir zaman gerçek bir aile olamamışız."

İrem kendini hatırlatmak istercesine tuttuğu elimi sıktı ve, "Nefes, anlam veremiyorum ne oldu birden? Gerçek bir aile olamamışız da ne demek?"

"Babamın sevgisi tek bir kadın için yaratılmış." Omuz silktim, omuzlarımın üstündeki yükleri neredeyse hissedebilmiştim. Tam olarak oradaydılar, bastırıyorlardı. Yerin dibine girmeliydim. "Ve o kadın annem değil."

İrem'in şaşkınlığı aralanmış dudaklarından, açılmış gözlerinden anlaşılabiliyordu. "Tek şerefsiz babam değilmiş." Dedi şaşkın çıkan sesiyle. "Ne diyeceğimi bilemiyorum..."

"Beni hiçbir zaman istememiş. Ona aşık bir çocukken her zaman beni sevdiğini düşünürdüm. Benimle sinemaya isteyerek geldiğini, puzzle yaparken keyif aldığını düşünürdüm. Benim vakit geçirmekten keyif aldığını... Bütün o yaşadığımız anılar... Düşünebiliyor musun İrem, hepsi koca bir yalanmış, büyük bir hiçlik." Sesim sona doğru titreyerek azaldığında sandalyesini bana yakınlaştırdı ve kollarını bana doladı.

"Bunları yaşadığın için özür dilerim Nefes... Ama inan olsun hepsini atlatacağız, hepsini unutacağız ve onları öldüreceğiz." İşaret ve orta parmağını birleştirerek şakaklarını gösterdi. "Aklımızda."

Hatıraları aklımda öldürebilir miydim? Bundan pek emin değildim ama deneyecektim. Denemem lazımdı.

Beni kollarıyla daha sıkı sardı ve fısıldadı. "Benim dünyama hoşgeldin."

"Şimdi şunu kıçına geçirir misin lütfen. Daha fazla tartışma kabul etmiyorum. Başım şişti be." İrem'in elime tutuşturduğu beyaz askılı elbiseye bakarken onu asla ikna edemeyeceğimi biliyordum. Pes ederek elbiseyi aldım ve üstüme geçirdim.

"Amerikan filmlerinde değiliz biliyorsun değil mi? Yani bir arkadaşının eğer morali bozuksa onunla evde oturur ve pijama partisi yaparsın, şu "parti" olmayanından. Tırnak içinde söyleme gereği duyuyorum malum parti kelimesi sende titreşimli bir etki bırakıyor. Beni iyi mi hissettirmek istiyorsun, bırak da pijamalarımla evde kahvemi içerken çikolata yiyeyim."

"Çok konuşuyorsun minnoşum. Sana bir göbek adı verme gibi bir durum olsaydı Migren derdim. Başımı duvarlara vurma isteğimi tetikliyorsun."

"Ha-ha çok komiksin yine." Suratımı buruşturup aynanın karşısına geçtim ve saçlarımı düzeltmesi için izin verdim.

"Hafif dalgalandırıyorum." Elindeki maşayla saçlarımı yaparken telefonum çalmaya başladı. Şifoniyere uzanıp telefonumu aldım. Arayan Cansel'di.

"Cansel kim?" Diye sordu İrem maşa yapmaya ara verirken. "Ben neden tanımıyorum?"

"Yeni tanıştık."

"Hmm..." suratındaki memnuniyetsiz ifadeyle saçımı yapmaya devam etti. "Hadi aç."

"Efendim?"

"Nefes, naber bugün boş musun bir şeyler yapalım mı diye aramıştım."

"Şey... Aslında bugün arkadaşım İrem'le birlikte dışarı çıkacaktık." Kısa bir duraklama yaşadım ama bu kısa duraklamada birçok şey geçmişti aklımdan. "Sen de gelmek ister misin?" İrem elindeki maşayla birlikte kafama hafifçe vururken inlememek için zor tuttum kendimi. Kaşlarımı çatıp "ne var" dercesine baktım.

"Sana çağır diyen mi var?" Diye fısıldadı kıskanç bir şekilde. Omuz silktim.

"Olabilir aslında. Nereye gidecektiniz?"

"Nereye gidiyoruz?" Diye sordum İrem'e hitaben.

"Mortel." Somurtkan surat ifadesi o kadar tatlıydı ki gülmemek için zor tuttum kendimi.

Cansel'le sözleşip telefonu kapattığımda İrem bir kere daha maşayla kafama vurdu.

"Ne vurup duruyorsun kızım ya. Rahat dur." Diyip ondan uzaklaştım.

"Sen pabucumu dama mı atıyorsun?"

"Ne alaka, sadece görüşmek istiyordu ben de çağırdım. Seveceğine eminim."

Öyle de olmuştu. Cansel ve İrem gerçekten iyi anlaşmıştı. Başta İrem'in gereksiz kuruntuları yüzünden ortam gergin olsa da sonradan neyse ki yumuşamıştı. "Nerden buldun bu tiki kılıklıyı?" Sorusundan, "Gülüşü bile sinsi nesini sevdin bunun?" Sorusuna kadar bir sürü saçma soruyla boğuşmak zorunda kalmıştım. Şimdi ikisi karşımda gülüşürken İrem'i alt ettiğimin sevinciyle ben de gülümsedim.

"Neye gülüp duruyorsunuz öyle?" Diye sordum konudan uzak olmak canımı sıkmıştı.

"Evren'le tanışma hikayelerini anlattı. Böyle bir hikaye sadece filmlerde olur." Diyip alkışladı. Evren'in ismi bütün hücrelerimi uyandırdı. Öyle ki içme isteği bile yaratmıştı. Bardağıma uzanırken, "Öyle mi," diye sordum. "Nasıl tanıştınız?" Büyük bir yudum.

"O kadar abartı bi yanı yok aslında. Omuz silkti. "Sadece Grinin Elli Tonuvari."

"Nasıl yani?" Gözlerim kocaman açıldı. İtaatkar oyunları, kırmızı oda, kırbaçlar, kelepçeler... Daha niceleri aklımdan geçip gitti ama hayal etmek istemedim. Evren ve Cansel'i kelepçeler ile...

"Düşündüğün gibi değil." Diyip güldü. "İş kariyerimin ilk yılı kabul gördüğüm şirkette staj yapıyordum. O ise çalışandı, hala öyle gerçi." İçkimden büyük bir yudum daha aldım ve onu dinlemeye çalıştım. Bu hikayeyi dinlemek sandığımdan daha zordu. Sanırım artık merak etmiyordum.

Midem bulanmış gibi yaptım. Bu rolü yaptığım için kendimden utanıyordum ama dinlemek istemiyordum. Aniden ayağa kalkıp ağzımı tuttum ve, "Kusmam lazım." Diyerek tuvalete doğru koştum. İnsanların içinden bütün yeteneğimi kullanarak sıyrılırken ne yapacağımı düşünüyordum. Nasıl baş edeceğimi.

Elimi yüzümü yıkadım, saçlarımı düzelttim, ve biraz oyalandım. Tuvaletten çıkıp yerimize doğru yürürken koltuklardaki boşluk dikkatimi çekmişti. Beni bırakıp gitmiş olamazlardı. Etrafıma bakındım. Kalabalık insan yığını görüşümü engelliyordu.

"Nefes!" Uzaktan bir ses duydum gürültünün içinden. Cansel el sallıyordu. İrem'le birlikte dans pistinde dans ederlerken bana 'gel' işareti yaptı. Dans edemezdim. Şu an olmaz.

Masada duran içkimi kafama diktikten sonra yanımdan geçen garsonu durdurdum ve bir tane daha aldım. Madem unutmaya gelmiştim, güzel unutacaktım. Kendimi bile unutabilirdim, bu raddede sorun değildi.

Bu seferki bardağım çabuk bitmişti. İşte şimdi hazırdım. Dans edebilirdim.

Dans pistinin biraz üstüne konumlanmış başka bir pist gözüme çarptı. Boş duruyordu. Ortasına konumlanmış direk ise beni yanına çağırıyor gibiydi.

"Otur şuraya. Daha iyi misin?" Yanımdaki karmaşaya döndüm. Cansel İrem'e elindeki suyu içirmeye çalışıyordu. Bana bakıp bir şeyler dedi ama gözüm dans pistinde olduğu için tam algılayamadım.

"İrem'i eve bırakmalıyız."

"Başı dönüyor."

"Kustu."

"...Arıyorum gelsin."

Kesik kesik cümleler.

Pek umurumda değildi. Kalktım ve piste adımlamaya başladım. Bir yandan müziğe ayak uydurmaya çalışıyor bir yandan da adımlarımı düzgün atmaya çalışıyordum. Dans etmem lazımdı. Gözlerimi kapatmam ve kendimi müziğe vermem...

İşte her şey o zaman güzel olabilirdi. Kendimi o zaman iyi hissedebilirdim.

Birkaç el vücuduma değdi ama umursayabileceğim bir bilincim yoktu.

Dans pistinin biraz daha üstünde bulunan piste tırmandım. İşte şimdi herkese tepeden bakıyordum. Bu nasıl bir duyguydu? Tatmin olmuş hissediyor muydum, hiçbir fikrim yok.

Pistin ortasındaki direğe vardığımda aşağıda dans eden çoğu insan beni fark etmişti ve ıslıklanmaya başlamıştım. Bu iyi bir şey miydi, emin değildim. Zaten bunu umursayacak bilince de sahip değildim.

Gözlerimi kapatıp direğe tutundum ve parmak ucumda yükseldim. Bale pabuçlarım olmadan biraz zorlanacağımı biliyordum ama bunu da umursamadım. Çevremde dönerken bağrışmalar ve ıslıklar artmıştı.

Dansıma devam ettim. Müziğin ritmi nasılsa kendimi ona verdim ve dans ettim. Gözlerimi açmadım, söylenenleri duymadım. Dış dünyadan hiçbir şeyin bana müdahale etmesine izin vermedim. Ta ki dansım bitene kadar.

Soluk soluğaydım. Bulunduğum ortamın, az önce biten dansımın verdiği keyifleydim. Dudaklarımı ıslatmaya çalıştım ve çevremi dinledim. Uğultuların arasından gelen "Soyun!" Tezahüratları elimi harekete geçirmişti. Elbisemin askılarına değen parmaklarım tek bir hareketimle elbiseyi yerle buluşturabilirdi.

Acaba içime hangi çamaşırımı giymiştim?

Kendi kendime kıkırdadım. Bu benim için ne kadar önemliydi? Çok değil.

Parmaklarım askıları indireceği sırada büyük bir güç tarafından çekildim ve sürüklenmeye başlandım. Gözlerimi aralamaya nihayet güç bulduğumda ayaklarım birbirine dolandı ama beni tutan kişi düşmeme engel oldu. Beyaz gömleğini geren kaslara sahip olan bir adam tarafından çekiştiriliyordum. Bakakaldım ve anlam vermeye çalıştım. Sarhoş beynim olayları algılamakta zorluk çekiyordu.

Kaçırılıyor olabilir miydim?

Bunun düşüncesiyle ellerimi kurtarmaya çalıştım. "Bırak beni!" Kolumu bir kere daha çekiştirdim. "Bırak!"

Diğer yerlere göre daha sakin, ara bir koridora girdiğimizde bir hışımla beni bıraktı. Dengemi sağlayamadığım için duvara çarpmıştım ama önemli değildi. Bana yakın duruyordu, hemen dibimde. Gergin suratıyla aramızda sadece bir karışlık mesafe vardı. O suratıma bakarken, ben bakakaldım. Yine aynı şey olmuştu. Ona bakarken neden sadece bakmıyordum? Bakakalmak istemiyordum. Bu durum canımı sıkmaya başlamıştı. Onun güzel, keskin suratına bakakalmak... Kendimi iyi hissetmiyordum.

"Ne yapıyorsun?" Diye sordum şaşkın çıkmasına engel olamadığım sesimle.

"Hata yapmana engel oluyorum." Çatılı kaşlarına gözüm değdi. Onu sinirlendirmiş miydim? Yoksa sarhoş beynim bana engel mi oluyordu?

"Hata falan yapmıyordum!"

"Öyle mi? Piste çıkıp direk dansı yaptıktan sonra soyunmak sana göre olağan bir durumsa tamam. Hadi git ve devam et." Eliyle yolu gösterdi.

Kusmak istiyordum. Hayır, hayır. Midem bulanmıyordu. Sadece kötü hissediyordum ve bu bulunduğum utanç verici durumdan çıkmak istiyordum.

"Bu seni neden ilgilendiriyor Bay Her zaman-çatık-kaş?"

"Cansel'in arkadaşısın."

Kıkırdadım. "Tabii ya. Yoksa kimim ki benimle konuşma zahmetine gireceksin?"

Şu ana kadar olmak istemediğim tek şeymiş gibi hissediyordum. Hiçbir sıfattan bu denli nefret etmemiştim. Cansel'in arkadaşı olmak... Evren'den uzak durmak zorunda olmak... Ne ara bu kadar umutsuz bir duruma düşmüştüm?

Elim benden bağımsız olarak beyaz gömleğinin üzerine konmuştu. Önce yakalarına dokundum, sonra koluna, sonra tekrar yakalarına... Düşüncelerimde sadece bu an vardı. Sarhoş ben sabah uyanınca yaptığı şeyden dolayı büyük, çok büyük bir pişmanlık duyacaktı ama şu an umurumda bile değildi.

Elim boynuna çıktı, çok az bir süre için boynunu sevdim. Baş parmağım daha fazlası için yalvardı. Sarhoş aklım bile sanırım tamamen yerinden ayrılmıştı. Mantığımın sigortası atmıştı ve ben elimi Evren'in yanağına çıkartmıştım. Hafif çıkmış sakalına sürtündü parmaklarım. Gözlerimi ne ara kapatmıştım bilmiyorum ama sadece kokusunu almak bile kendimden geçmeme sebep oluyordu.

"Bu sıfattan nefret ediyorum." Diye mırıldandım kendi kendime.

Parmağım Evren'in dudaklarına sürtündüğünde elimi kavradı ve kendinden uzaklaştırdı.

"Yapma." Dedi sertçe ama sesindeki titreme benim bile dikkatimden kaçmamıştı. Yüzsüz bir şekilde gömleğine tutundum. Onu daha yakınıma çekmek istiyordum. Bacakları bacaklarıma, göğsü göğsüme değmeliydi. Onu tanımadan bunu hissetmem nasıl mümkün oluyordu? Kalbimdeki ince sızı ve midemdeki tuhaf şeyler kendini bu kadar kolay nasıl ortaya çıkartıyordu? 

"Lütfen..." diye yalvardım. "Lütfen izin ver."

Ne için yalvarıyordum kendim bile bilmiyorum ama sanırım onu öpmek istiyordum. Bütün bedenim, bütün benliğim onu öpmek istiyordu. Ellerim onu istiyordu, dudaklarım, gözlerim...

Parmak ucumda kalkıp ona daha da yaklaştım.  Bir elim ensesini kavradı. Onu kendime çekmem lazımdı. Ona yakın olmam lazımdı. "Bir kere... Sadece bir kere." Sıcak nefesi artık dudaklarımdaydı. Ondan herhangi bir onay bekledim. Kafasını sallamasını, kelimelerle kabul etmesini.

Verdiği cevap benim beklentilerimin çok dışında, hiç beklemediğim bir şeydi. Saniyeler içinde arkamdaki duvara yaslanmış, bacaklarım onun beline dolanmıştı. Dudaklarımız öyle sıkı birbirine geçmişti ki birden hiç ayıramayacağımızı sanmıştım. Elleriyle bacaklarıma sürtünürken sıkı sıkıya tutundum saçlarına. Dudaklarının, dilinin tadını almak için daha sert öptüm onu. Bir daha olmayacağının bilincinde, gelecekteki kayıplarıma üzülerek öptüm. Eğer ortada bir pişmanlık olacaksa en büyüğünden olması için öptüm. Yanaklarını kavrayıp severken de öptüm.

Sadece bu an vardı. Evren ve ben vardık. Hiçbir şey bu anı bozamazdı. Onun sıcak nefesi bir süreliğine nefesim olmuştu.

Özür dilerim
Yorumlarınızı bekliyorum

Continue Reading

You'll Also Like

830K 35K 50
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
869K 17.1K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
Atlas By m

Romance

58.3K 4.8K 20
Bir mantık evliliği hikayesi.
81.7K 8.9K 17
Etine dolgun, bol kıvrımlı ve birazcık, çok azıcık tombul bir kız olan Evrim ile sporu takıntı haline getirmiş, sağlıklı yaşam gurusu ve kas yığını D...