Vertigo(Doctor Strange)

By lermaniac06

37.2K 3.2K 1.8K

(Hikaye Türkçe'dir.) "Doctor Stretch?" "It's Strange." - "Hey Stretch!" "It's Strange, okay? Strange!" - ... More

Doctor Strange
Protectors
Adele
save the girl
Thank you Stretch
i will miss you
dance
he's coming
purple? that's all i wanted to learn
even my ass is more beautiful than you
one last time -1-
one last time 2 (Final)
Uzun zaman sonra yeniden merhaba
*i love u in every universe* (Special Episode)

You are not a friend

2.8K 258 111
By lermaniac06


Stephen Wong ile konuşmaya gittiğinde Elizabeth de etrafta gezinmeye karar verdi. Tapınakta gezintiye çıkmadan önce kendisine verilen odaya bir göz atmıştı. Sade bir odaydı. İçeride sadece tek kişilik bir yatak ve rafları dolu olan bir kitaplık vardı. Kitaplara göz ucuyla baktığında hepsinin eski olduğunu gördü. Ciltleri de deri gibi duruyordu. Anlaşılan bunlar büyücülük ile ilgili kitaplardı. Üzerindeki ceketi yatağın üzerine bıraktıktan sonra odadan çıktı ve koridorda yürümeye başladı. Duvarlarda resimler asılıydı ve hepsi de Liz'in hoşuna gitmişti. Çiçekler arasında duran sarı kıyafetli ve saçları olmayan bir kadının olduğu fotoğraf dikkatini çekmişti. Bir adım daha yaklaştı ve tabloyu incelemeye başladı. Kırmızı güller ve diğer canlı renklere sahip çiçeklerin arasında sarı kıyafetiyle dikkat çekiyordu. Ten rengi hayatında hiç görmediği kadar beyaz bir renge sahipti ve güzel bir yüzü vardı. Elizabeth bu tabloya bakarken içinin huzurla dolduğunu hissetti. Yüzünde de bir gülümseme oluşmuştu. Bir iki saniye daha baktıktan sonra tablodan ayrıldı ve yoluna devam etti. Koridor o kadar uzundu ki yürüye yürüye yorulmuştu.

"Acaba sonsuzluk koridoru falan mı? Gerçi öyle bir şey var mı bilmiyorum..." kendi kendine konuşurken koridorun sonunda bir kapı gördü ve adımlarını oraya yönlendirdi. Kapı bahçe olduğunu tahmin ettiği yere açılıyordu. Dışarı adımını atar atmaz burnuna dolan çiçek kokusuyla gülümsedi.

"Bahar buraya erken gelmiş anlaşılan."

New York hala kış mevsimini yaşıyordu. Kar yağışı durmuştu belki ama yağmur ve rüzgar hala devam ediyordu. Hayatında hiç bu kadar kırmızı güller gördüğünü hatırlamıyordu. Taşlarla bezenmiş yoldan çıktı ve kendisini güllerin arasına attı. Hepsine özenle bakıldığı belliydi. Anlaşılan buradakiler gülleri seviyordu. Yavaş adımlarla yürürken kenarda duran bir gül gördü. Birisi onu koparıp atmış gibi görünüyordu. Oraya gidip eğildi ve gülü yerden aldı.

"Seni kim koparıp yere atabildi ki?" Pembe ve kırmızının mükemmel bir şekilde harmanlanmış olduğu gülü burnuna götürdü ve kokusunu içine çekti. Madem koparılmıştı o da yanına alacaktı. Dikeni olmadığına emin olduktan sonra gülü kulağının arkasına sıkıştırdı.

"Quand il me prend dans ses bras(Ben onun kollarındayken)

İl me parle tout bas(Kulağıma fısıldadığında)

Je vois la vie en rose(Hayatı pembe görüyorum)

İl me dit des mots d'amour(Bana aşk sözcükleri söylüyor)

Des mots de tous les jours(Her günkü gibi)

Et ça me fait quelque chose(Bana bir şeyler oluyor)"

En sevdiği şarkılardan birini mırıldanırken gözlerini kapatmış ve güzel kokuyu içine çeker bir şekilde etrafında dönmeye başlamıştı. Onu dinleyen birileri varsa kesin yüzlerinde bir gülümseme oluşmuştur. Fransızcası gayet iyi olan bu kadın insanın içine işleyen sesiyle ve mükemmel aksanıyla şarkı söylerken gülümsememek mümkün değil çünkü. Elizabeth bir büyücü olmayabilir ama bu şekilde kolayca birilerini büyüleyebilir. Şarkıyı söylemeyi bitirdiğinde bahçenin farklı bir bölümüne geçmişti. Bu bölümde uzun, taştan bir yol vardı ve etrafı tuhaf heykellerle doluydu. Yol boyu yürürken gördüğü heykelle kahkahasını tutamadı. Kafasının üstünde duran komik bıyıklı bir adamın heykeliydi. Bıyıkları o kadar uzundu ki onlarla ip bile atlanabilirdi. Gülerek heykele yaklaştı ve elini uzattı.

"Bu şekilde meditasyon yapılmadığına eminim uzun bıyıklı adam. Tanrım, şu bıyıklara da bak! Doğduğundan beri hiç tıraş olmadın mı sen?" Elini heykelin bıyığına değdirecekti ki duyduğu ses buna engel oldu.

"Yerinde olsam dokunmazdım."

İrkilerek arkasını döndüğünde gördüğü tanıdık yüzle rahatladı. "Biraz saygısız davrandım sanırım, üzgünüm."

Stephen gülerek yanına geldi. "Bana da komik geliyor merak etme. Dokunmamanı söyledim çünkü bunlar büyülü nesneler. Heykellerin ait olduğu büyücülerin güçleri buraya aktarılır ve normal bir insan dokunduğu zaman pek iyi şeyler olmayabilir. Akıl sağlığını kaybetmeni istemeyiz, değil mi?"

Şaşkınca bir ona bir de heykele baktı. "Kesinlikle istemeyiz. Ee Wong ile konuştun mu? Ne diyor?"

Eliyle sakalını sıvazladıktan sonra derin bir nefes aldı ve mavi gözlerini onun ela gözlerine kenetledi.

"Pek bir bilgisi yok. Yani Ruh Taşı hep yasak bir konu olmuş. Çünkü onun hakkında ne kadar bilgi edinirsen, onu daha fazla istersin ve bu bir büyücüyü karanlık tarafa yönlendirebilir. Ama Ancient One'ın kitaplığında sadece Ruh Taşı'na özel bir kitap olduğunu söyledi. Onu okumana izin verecek."

"Ancient One mı?"

"Evet, ustamız. Maalesef... bu dünyadan gitti. Belki resmini görmüşsündür."

"Güller arasındaki kadın! Evet, gördüm. Ona bakarken huzurlu hissettim. İnsanı rahatlatan ve gülümseten bir yüzü var."

Tebessüm edip gülümsedi genç adam. "Az önce aynı şeyleri senin için söyleyebilirdim."

Liz kızarırken güller arasında takılırken Stephen'ın kendisini görmüş olduğunu idrak etti.

"Beni mi izledin? Tanrım! O şarkıyı duydun mu? Ve dans... Ah, rezil bir durum."

Eliyle yüzünü kapatıp ofladığında Stephen kahkaha attı. "Sesin gayet güzeldi ve dans... Güller arasında mükemmel sesiyle şarkı söyleyen güzel bir kadın nasıl dans ederse etsin estetik görünür. Yani... rezil falan olmadın."

"Başka birisinin görmediğini söyle!"

"Sadece ben vardım."

"İyi bari..." diye mırıldanıp nefesini bıraktı. Yanakları normal rengine geri dönerken Stephen onu yüzündeki tebessümle izliyordu.

"Yürüyelim mi? Sana gölü göstereyim."

Kafasını salladı ve taşlı yoldan yürümeye devam ettiler.

"Fransız mısın?"

Stephen'ın sorusuyla bakışlarını ona çevirdi.

"Hayır, İngiliz'im. Sadece küçük yaştan beri Fransızca eğitimi alıyordum."

"Anladım, güzel aksanın var."

"Teşekkürler, Stretch."

"Ah, yine şu saçma mesele."

"Hadi ama! Herkes Strange diyor bırak da benim bir farkım olsun, Stretch." Göz kırptıktan sonra önüne döndü ve ışıl ışıl parlayan gölü gördü.

"Zaten farkın var..." diye mırıldanan adamı duyamamıştı çünkü çocuk gibi heyecanla göle koşturmuştu. Stephen da gülüp peşinden gitti.

"Balıklar var, balıklar var! Burası harika bir yer."

"Beğenmene sevindim."

"Bayıldım! Burada kalabilir miyim? Sen New York'a tek dön. Ben Beyonce ile burada yaşarım."

"Strange! Winston! Kesin şu Beyonce olayını!"

Wong içeriden bağırdığında ikisi de kahkaha attı.

"Birkaç gün daha fazla kalabiliriz, istersen."

Bu harika bir fikirdi. İmkanı olsa sonsuza kadar burada kalırdı ama şuan için bu mümkün değildi.

"Gitmek zorundayız." Suratını astı. "Ama şu saçma işler bittikten sonra geliriz belki ha ne dersin? Beni tekrar buraya getirir misin Stretch?"

Heyecanla parlayan gözlere nasıl hayır denebilirdi ki?

"Tabi, zevkle."

Gölün yanında olan banka oturdular ve sohbet etmeye başladılar. Laf lafı açarken zamanın nasıl geçtiğini veya havanın karardığını fark etmemişlerdi. Normalde hep ciddi olan adam şimdi kahkahalarla gülüyordu ve uzaktan bunu gören Wong şaşkınlığa uğruyordu. Tabi bir kişi daha şaşırıyordu ama henüz kimse onun farkında değildi. Liz hissettiği tuhaf şeyle kaşlarını çattı.

"Stephen?"

"Efendim, Liz?"

"Burada başka birisi var mı? Wong'dan başka?"

"Hayır, daha eğitime başlamadığımız için başka kimse yok. Niye sordun?"

"Hiç, merak ettim."

Anladım dercesine kafasını salladı. Unuttuğu bir şeyi hatırlamışçasına elini alnına vurdu.

"Sana Hong Kong'u gezdirecektim, unuttum."

"Önemli değil, burada takılmak daha güzel zaten."

"Sonraki sefere söz veriyorum, gezdireceğim."

Biraz daha konuştuktan sonra Wong onlara yemek vaktinin geldiğini söyledi ve birlikte yemek yemek için ortak salona geçtiler. Keyifli bir yemekten sonra herkes odalarına çekilmişti. Liz yatağında uzanırken kapının tıklatılmasıyla oturur pozisyona geçti.

"Gelebilir miyim?"

"Tabi, gelsene."

Stephen elinde süslü bir kutuyla odaya girdi.

"Kitabı getirdim. Okuduktan sonra kutusuna koymayı unutma. Büyülü bir kutu, kitabı koruyor."

"Tamamdır. Gidiyor musun?"

"Evet, biraz işim var. Bir şeye ihtiyacın olursa bana ya da Wong'a seslenebilirsin."

"Teşekkür ederim Stephen."

Stephen Strange harika gülümsemelerinden birini yolladıktan sonra odadan çıktı. Elizabeth kutuyu önüne çekti ve derin bir nefes aldı.

"Kendimizi keşfetme zamanı. Hadi bakalım, Liz."

Kutuyu açtı ve içinden kitabı çıkardı. Bileğindeki tokayla saçlarını topladıktan sonra kapağı açtı ve kitabı okumaya başladı.

*****

"Sonsuzluk Taşları arasında kontrol etmesi en zor olan taş Ruh Taşı'dır. Sıradan bir insan onu asla kontrol edemez, özel insanlar ise kontrol edebilmek için büyük fedakarlıklar yapmalılardır. Kendini tamamen karanlık tarafa teslim etmeleri gerekir."

Sonraki sayfaya geçti.

"Yıllar önce Ruh Taşı birisini seçmişti. Ölümle burun burunayken ona ulaştı ve kurtulmasını sağladı. Ona bazı özel yetenekler bahşetti ve onu korudu. Bu özel kişi asla taşı kontrol etmedi, denemedi de. Aksine taş onu kontrol etti. Taş yetenekleriyle dengeyi korumasına, yardım etmesine izin verdi. Ama gitme vakti geldiğinde ona verdiği tüm özellikleri geri alıp ruhunu içine çekti. Buradan da Ruh Taşı'nın verdiği güçlere sahip olan birinin ölümsüz olmadığını görebilirsiniz."

Kendisiyle aynı durumda olan biri daha vardı demek. Şaşkınlık içinde diğer sayfaya geçerken çizimlere ve ufak notlara bakmayı da ihmal etmemişti.

"Ruh Taşı'nın temsilcisi etraftaki ruhları hissedebilir, onları yönetebilir, birini ruh gücünü kullanarak iyileştirebilir ama bunu aşırıya kaçırmamalıdır. Eğer ölen birini canlandırmayı denerse başına kötü şeyler gelebilir. Bunun dışında birilerinin ruhunu çekebilir ve onları etkisiz hale getirebilir. Bazen tesadüfen ruhlarla konuşabilir, tabi Taş izin verirse. Belki daha birçok özelliği olabilir ama bizim şuana kadar tespit edebildiklerimiz bunlar."

"Eh, bunların hepsini biliyordum zaten. Diriltebildiğimi bilmek güzel oldu bak. Gerçi deneyeceğimi sanmıyorum, o kötü şeylerden kastı felaket olabilir."

Kendi kendine konuşurken diğer sayfaya geçti.

"Tüm bu bilgiler ışığında son kez söylüyorum ki seçilmiş kişi değilseniz lütfen bu güçlere sahip olmayı veya Taşa ulaşmayı denemeyin. Aksi takdirde kötü sonuçlar doğabilir."

Liz okumaktan sıkıldığını fark edince kitabı kutusuna geri koydu ve kilidini kapattı. Kaç saattir bu odada kitap okuyordu? Kesin bir fikri yoktu ama uzun zamandır olduğuna emindi. Biraz hava almak için dışarıya çıkmaya karar verdi. Kalkıp ceketini üzerine geçirdi ve odadan çıktı. Sabahki yolu takip ederek bahçeye ulaştı ve adımlarını göle yönlendirdi. Bahçede fazla ışık yoktu sadece insanın yolu görebilmesine yetecek kadar ufak lambalar vardı. Göle geldiğinde kollarını göğsünde birleştirdi ve suyu izlemeye başladı. Etraf sessizdi, sadece su sesi ve arada sırada zıplayan balıkların sesi vardı. Liz derin bir nefes alıp bu güzel havayı içine çekti. Ama maalesef huzuru çok uzun sürmeyecekti.

"İyi geceler Bayan Winston."

Hiç duymadığı bir ses duyduğunda panikle arkasına döndü. Kollarını arkasında birleştirmiş, gülümseyerek kendisine bakan bir adam vardı. Karanlıkta çok seçemese de göz altlarının siyah olduğunu görmüştü.

"Iı... sanırım rimeliniz akmış?"

Adam güldüğünde huzursuzluğu iyice arttı. Stephen burada başka kimsenin olmadığını söylemişken bu herif de neyin nesiydi?

"Sizi korkuttum mu?"

Belli etmediğini umuyordu ama korkusu kilometrelerce öteden fark edilebilirdi.

"Pek dost canlısı görünmüyorsun..."

Adam sinsi bir şekilde sırıttı.

"Strange için dost olmadığıma eminim."

"Kesinlikle bir dost değilsin."

Adam kendisine yaklaştığında onu itti ve geldiği yoldan koşmaya başladı.

"Stretch! Stephen! Wong!" Korkuyla bağırırken arkasından adamın güldüğünü işitebilmişti.

"Lanet olsun! Stephen!"

Tüm hızıyla koşmaya devam ederken önüne bir portal açıldı ve adam içinden çıktı. Liz çığlık attığında adam kolunu tutmuştu.

"Benimle geliyorsun."

"Bırak beni!" diye tıslayıp kolundaki eli tuttu ve ruhunu çektiğini hayal etti. Adam acı dolu bir ses çıkardığında Liz ona tekme attı ve koşmaya devam etti.

"Liz?"

"Stephen!"

Onu gördüğü için rahatladığını hissetti ama yanında beliren adamla tekrar korktu. Stephen'a yöneldiğinde adam onu sihirli bir iple tutmuştu.

"Mordo! Bırak onu."

"Stephen, ne zamandır görüşmüyorduk. Seni özlemişim doğrusu."

"Mordo."

Wong da geldiğinde Liz kurtulmak için çırpınıyordu.

"Wong? Hoş geldin."

Stephen da Wong da ellerinde sihirli bir şeyler oluşturduğunda adının Mordo olduğunu öğrendiği adam kahkaha attı.

"Sizinle kalmayı çok isterdim ama maalesef gitmem gerek."

"Hayır!"

"Stephen!" diye bağırdığında her şey için çok geçti. Mordo ikisine karşı bir şeyler attıktan sonra Liz'i de tutup oluşturduğu portalın içine atladı ve ortadan kayboldu.

"Liz!" Stephen koşsa da artık çok geçti. Yere çöküp yüzünü elleri arasına aldı.

"Tanrım, Liz..."

"Onu alacağız, Strange." Wong elini omzuna koyup hafifçe sıktı.

"O herifi geberteceğim."

"Evet, o yüzden gidip onu bulalım."

İkisi de hızlı adımlarla Tapınak'a geri döndü ve plan yapmaya başladılar.

Mordo'yu bulacak ve Liz'i kurtaracaktı. 

Continue Reading

You'll Also Like

40.8K 3.3K 32
" Şuna baksana. O mükemmel." "Evet, Lily bu gece çok iyi görünüyor." "Ne? Hayır, Lyra'yı kastediyorum." kitap hakları tamamen @anjo1006 adlı kullan...
133K 12K 34
İki en yakın arkadaş birbirine aşıktı. Ama bunun aşk olduğunu bile anlamayacak kadar birbirlerine değer veriyorlardı. Ardor: Romantik duygularla iliş...
67.1K 5.8K 30
Helena Livingstone. Lise ikinci sınıf manyak bir öğrenci. Ama sadece bir öğrenci değil. Sırf iyilere yardım etmek için bir hacker. Bundan dolayı bir...
23.7K 2.1K 43
Sara, anonim olarak bir kütüphane etkinliğine katıldığında, bir örümcek göreceğini tahmin edemezdi. Neşeli ve sevimli bir örümceği ise, asla beklemi...