fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

XXXI| dead message

1.6K 120 42
By carmenfkahlo

RHOSLYN

Güney şehrinden ayrılalı dört gün olmuştu ve Rhoslyn kimseyle konuşmuyordu. Annesiyle birlikte arabasına biniyor -onun at sürmesi yasaktı- ve geceleri kurulan kampta ise çadırından asla çıkmıyordu. Çok az yiyebiliyor ve yediklerini de genellikle dışarı çıkarıyordu. Tüm gün sarhoş gibiydi.

Belki de her şey gerçekten bir rüyaydı. Hiçbir zaman onu tanımadım. Hiçbir zaman birlikte olmadık. Bu sadece benim aklımda kurduğum görüntüler. Böyle düşündüğü zamanlar kalkıyor ve sandığındaki Ashton Irwin tarafından parçalanmış kış gülleri tacına bakıyordu. Daha doğrusu bir kutu içindeki gül parçalarına... Onlar her şeyin gerçek olduğunun bir kanıtıydı. Rhoslyn' in aklının yerinde olmasının bir nedeniydi. 

"Rose?"

Rhoslyn içeriye gelen erkek kardeşini umursamadan ranzasında uzanmaya devam etti. Sırtının Michael' a dönük olmasına rağmen onun kendisine yaklaştığını biliyordu. Ranzanın kenarına oturdu ve elini Rhoslyn' in sarı saçlarının arasına daldırdı.

"Kardeşim, iyi misin?"

"İyiyim."

"Yeterli yemediğini söylüyorlar. Aç olmalısın. Yemek hazırlatayım mı?"

Yatakta doğrularak kardeşine baktığında ona sarıldı ve Michael da iç çekerek sarılışa karşılık verdi.

"Eve döndüğümüzde babam benim için bir leydi bulacakmış."

"Ashton' un kız kardeşi mi yoksa?" Geri çekilip kardeşinin kendisininkilere benzeyen gözlerine baktı.

"Lord Irwin kızını prensle evlendirmeye çalışıyor gibi görünüyor. Hiç sanmıyorum."

"Babam başka ne söylüyor?"

"Biz... Bu sıralar fazla konuşmuyoruz. Sürekli gergin. Daha doğrusu herkeste bir gerginlik var."

"Neden?"

"Bilmiyorum. Keşke bilseydim." Michael, Rhoslyn' in yanağını okşadı. "Yemek konusunda emin misin?"

"Aç hissetmiyorum."

"Pekala." Michael, Rhoslyn' in alnına bir öpücük bıraktıktan sonra ayağa kalktı. "Yakında yine gelirim kardeşim. Kendine dikkat et."

Çadırını terk ettiğinde Rhoslyn tekrar uzandı ve gözlerini kapayarak Zayn' i düşündü. Şimdi ne yapıyordu? Üzgün müydü?  Yoksa daha kolay mı atlatmıştı olanları? O güçlüydü. Şu an kötü olsa bile yakın zamanda iyi olacağını Rhoslyn biliyordu.

Uyudu. Belli aralıklarda uyanıp tekrar uykuya dalana dek sabah oldu. Gün doğumundan kısa bir süre sonra çadırına tekrar Michael gelmiş ve onu uyandırmıştı. Kamp toplanıyordu. Hızlıca yemek yenildikten sonra tekrar yola çıkılacaktı. Rhoslyn kardeşini takip etti. Karnı epey acıkmıştı. Bir kase yulaf lapası ile bir tane haşlanmış yumurta yedikten sonra annesiyle birlikte yolculuk ettikleri arabaya bindi. Yorgun hissediyordu. Keşke annesi konuşmadan kalabilse ve yolculuğunu sessizlik içinde geçirebilseydi. Ama Leydi Karen Clifford asla susmazdı.

"Lanet dizlerim!" dedi arabaya biner binmez. "Her geçen gün ağrılarım biraz daha artıyor. Tatlı kızım, keşke gençliğinin değerini bilsen. Senin yerinde olmak için her şeyimi verirdim."

Rhoslyn annesine cevap vermedi.

"Annene karşı daha ne kadar suskun kalacaksın?"

"Konuşmak istemiyorum anne. Çok yorgunum."

Leydi Clifford ileri uzanarak kızının dizini kavradı. Gözlerinde samimi bir duygu vardı ama Rhoslyn artık annesinin samimiyetine de inanmıyordu.

"Hepimizin senin iyiliğini istediğini biliyorsun değil mi güzelim?"

"İyilik mi? O canavarla evlenmek istemiyorum. Bana yapacakları için üzülmüyor musun? Buna nasıl izin verdin? İyilik anlayışın gerçekten bu mu?"

"Üzgünüm. Gerçekten. Ama bu politik bir evlilik ve babana karışamam."

"Neyin politikası bu tanrı aşkına? İki krallığın çocukları evlendiriliyormuş gibi davranıyorsunuz!"

Leydi Karen gözlerini kaçırarak arkasına yaslandığı sırada atlar kamçılanmış ve pürüzlü yolda sarsak bir yolculuk da başlamıştı.

"Baban, Irwinlerle iyi geçinmek ve iki ailenin arasında bir sorun olmamasını istiyor."

"Irwinler neden bu kadar önemli?"

"Bilmiyorum, baban pek konuşmuyor." Lord Clifford kimle konuşuyordu ki? Sadece Jarah Irwin' le mi? Rhoslyn gözlerini devirdi. Adamlardan ve adamların politikalarından nefret ediyordu.

"Memnun olmaya çalış tatlı kızım. Irwinler neredeyse Mendesler kadar zengin. Üstelik o donmuş toprakların üzerindeki bir haneyken. Lord Jarah zeki bir adam."

"Sanırım anlamak istemiyorsun? Ashton Irwin her gece bana tecavüz ve işkence edecek."

"Tecavüz?" Leydi Karen kahkaha attı. "Rhoslyn, evleneceksiniz tatlım. Evliliğin görevlerini biliyorsundur umarım. Kendi görevlerini. Buna tecavüz diyerek olayı dramatikleştirme lütfen. Ayrıca, yılanların oğlunu mutlu edip güven verirsen -tabii kollarına da bir erkek bebek- işkencenin ne olduğunu bile unutursun."

Bebek. Bir bebek. Üzgünüm anne. Bu asla olmayacak. Rhoslyn bir kez daha konuşmaktan vazgeçti. Annesi onu asla anlamayacaktı ve bunun için dil dökmeye hiç gerek yoktu.

Araba şiddetli bir sarsıntı geçirdiğinde karnını tuttu ve bulanan midesini rahatlatmaya çalıştı.


Güneş batmaya başladığı vakit kralın emri ile kafile durdu ve yeni bir kamp hazırlığı başladı. Hizmetçiler Rhoslyn' in çadırını hazırlar hazırlamaz çadırına girdi ve hizmetçi kızlardan istediği bir kovaya midesini boşalttı. Yolculuk onu yoruyor ve pürüzlü yollar sürekli istifra etmesine neden oluyordu.

Midesi tamamen boşaldığında kasılmaktan yorgun düşmüş bedenini yana bıraktı ve sırtını ranzasına yasladı. Soluk soluğa, elleri karnının üzerindeydi. Ağzındaki tat tekrar midesini bulandırırken aynı zamanda midesinden gelen gurultu sesi onun ne kadar çok aç olduğunu da haber vermişti.

Gözlerini kapadı. İşte o sırada aklında bir şimşek çaktı ve dehşet içinde gözlerini açarak ellerinin altındaki göbeğine baktı. Belli belirsiz bir şişkinliğe sahip göbeğine.

Düşünmeyi kestiğinde vücudu bir şoka girmişti. Bu mümkün müydü? Olabilirdi elbette. Çok uzun bir zamandır ay kanının gelmediğini o zaman fark etti.

"Hayır." diye fısıldadı acıyla. "Hayır, hayır, hayır." Rhoslyn artık akmayan, kuruduğunu sandığı gözyaşları bir nehir gibi akmaya başladığında acıyla bağırdı ve karnına sarıldı.

"Ne yapacağım ben?" dedi hıçkırıklarının arasında. "Ne yapacağım?"

"Leydim? İyi misiniz?" Çadıra giren hizmetçi kızlardan birisi şaşkın bakışlarla yerde kendine sarılarak ağlayan Rhoslyn' e bakıyordu. Rhoslyn vahşi bir hayvan gibi ileri atılıp "Defol!"diye çığlık attı. "Git buradan! Git!"

Genç kız korkuyla arkasına dönerek kaçar adımlarla çadırdan çıktı. Ranzasının yanındaki küçük komodinin üzerinde duran cam bardağı aldı ve çadırın girişine doğru fırlattı. Camın parçalanma sesini duyar duymaz ağlamaya devam edip ayağa kalktı ve bedenini ranzaya attı. Ne yapacaktı? Kendine durmadan sorduğu soru buydu. İçinde ondan bir parça vardı ve Rhoslyn hayatı pahasına bu parçayı korumak istiyordu. Yılanların arasında bu nasıl olacak? Fark ettikleri anda onu benden alırlar. Elini göbeğinin üzerine koyup parmaklarını ileri geri hareket ettirirken gözyaşlarının arasından güneş gibi küçük bir tebessüm doğdu. Bu his... Farklıydı. Çok farklı. Ama mükemmel bir histi. Keşke Zayn yanımda olsaydı. Ona söylerdim. Küçük bir çocuk kadar mutlu olurdu şüphesiz. Beni havaya kaldırır ve etrafında döndürürdü. Belki üzerine midemi boşaltırdım. Ama bana kızmaz ve beni asla bırakmazdı. Asla. Bilseydim, ben de onu bırakmazdım.

Kurumamış gözyaşları arasında uyuyakaldığında sabah yine Michael tarafından uyandırılmıştı. Kardeşini görür görmez ona sıkıcı sarıldı ve bir müddet hiç bırakmadı. Michael sorgusuz bir şekilde kardeşinin sarılışına karşılık vermişti.

"Bu sabah yemek yiyeceksin değil mi?"

"Yiyeceğim." dedi Rhoslyn. Hem de çok yiyecekti.

Michael onu dışarıda beklerken Rhoslyn, Suki adındaki bir hizmetçinin yardımıyla üzerine temiz kıyafetler geçirdi. Sonra dışarı çıkarak Michael ile birlikte kahvaltısını yapmaya gittiğinde midesi tıka basa dolana kadar yemişti. Pastırmalı levrek, yulaf lapası, yumurta, yaz sebzelerinden yapılmış sote ve ballı kek. Yemeğini bitirdikten sonra Michael kuzey prensinin yanına, Rhoslyn ise annesiyle birlikte paylaştığı arabaya doğru yürüdü.

"Bu sabah çok güzel görünüyorsun." dedi yanında beliren nişanlısı. "Çok heyecanlı hissediyorum. Sen de öyle misin? Her geçen gün biraz daha evimize yaklaşıyoruz."

Rhoslyn cevap vermek yerine adımlarını hızlandırdı.

"İstediğin kadar beni görmezden gelebilirsin güzelim. Düğün gecemizde ben de senin çığlıklarını görmezden geleceğim." Ashton başka yöne saptığında sıkıca dudaklarını birbirine bastırdı ve ilerideki arabasına bindi. Annesi ondan önce buraya varmıştı.

"İyi misin?"

"Cevabım neyi değiştirecek?" dedi Rhoslyn çatlayan bir sesle. Yol boyunca karnına sarılarak ağlarken Leydi Karen ilk kez sessiz kaldı.

O akşam Rhoslyn çadırından çıkmamaya karar verdi. Sabah o kadar çok yemek yemişti ki hiç aç hissetmiyordu ve istediği tek şey sabaha dek deliksiz bir şekilde uyumaktı. Ama akşam vakitlerinde çadırına birisi girdi. Rhoslyn gelen kişi için doğrulduğunda kardeşini gördü. Elinde bir tepsi ile yanına doğru geliyordu.

"Akşam yine hiçbir şey yemediğini söylediler." Tepsinin üzerinde bir kadeh şarap, soğan yahnisi, elmalı tart ve tereyağında yapılmış bıldırcın vardı. Bıldırcının kokusu Rhoslyn' in ciğerleri ile buluştuğunda iki büklüm oldu ve tekrar istifra etti.

"Rose?" Michael elindeki tepsiyi komodinin üzerine bırakıp diz çöktüğünde kardeşinin sarı saçlarını kavradı. Rhoslyn son anda önüne alabildiği kovadan başını kaldırıp kardeşinin yeşil gözlerine baktığında Michael endişeli görünüyordu. "Gidip üstadı çağıracağım."

Ayaklandığı sırada Rhoslyn dehşetle onun eline asıldı ve "Gitme!" diye haykırdı. "Lütfen, Michael. Üstada gerek yok. İyiyim."

"Saçmalama. Sürekli kusuyorsun ve bu normal değil. Hasta olmalısın." Gideceği sırada Rhoslyn tekrar eline asıldı ve sonra ayağa kalktı.

"Hiçbir şeyim yok. Yemin ederim. Üstada gitmen gereksiz." dedi panikle. Eğer üstat anlarsa...

"Çocuk gibi davranıyorsun. Tanrı aşkına neyin var?"

"İyiyim diyorum sana! Sadece sürekli yolculuk yapmak mideme iyi gelmedi."

"Üstat senin için bir ilaç hazırlayabilir. Mideni üşütmüş de olabilirsin kardeşim."

"Michael, lütfen." dedi Rhoslyn ağlamaya başladığında.

Michael kardeşinin verdiği tepkiler karşısında şaşkınca durdu. "Neden böyle yapı- Aman tanrım."

Rhoslyn, kardeşinin yüzündeki ifadeye baktığında kendisini gördü.

"Lütfen sus."

"Onun çocuğunu taşıyorsun!"

Dizlerinin üzerine düştüğünde bedeni ağlamaktan sarsılıyordu. "Yalvarırım kimseye söyleme Michael. Lütfen! Lütfen... Onu öldürürler. Yalvarırım yapma."

Michael kardeşi gibi diz çöktü ve Rhoslyn' in narin bedenini kolları arasına aldı. "Ne yapacaksın? Fark edecekler. Bir şekilde edecekler."

"Bilmiyorum." Rhoslyn ona daha sıkı sarıldığında güvende hissediyor ama ona güvenebilir miydi emin olamadı.

"Kimseye söyleme Mick. Lütfen. Söyleme."

"Söylemeyeceğim, söz veriyorum." Rhoslyn titrek ama rahat bir nefes bıraktı. "Ama bir şey yapmalıyız. Böylece durup karnının büyümesini mi bekleyeceğiz?"


Dün gece birçok yol düşünmüştü. "Buradan kaçabilirim."

"Yine mi?!"

"Saçlarımı siyaha boyarım. Kimse beni fark etmez."

"Rhoslyn, o prense gittiğin ilk anda haber bize ulaşacak."

"Ona gitmeyeceğim." dedi acıyla. "Kasabalardaki iyi insanların arasına karışabilirim. Michael, istediğim tek şey bebeğimin güvende olması." En üzücü olanıysa bebek için Zayn' in yanı bile güvenli değildi. "Bana yardım edecek misin?"


Michael tereddüt ediyordu. Gözlerini kaçırdı ve bir müddet düşündükten sonra "Edeceğim." dedi.

"Gerçekten mi?" Rhoslyn gülümsedi ve neşeyle gözleri ışıldadı. "Gerçekten yardım edecek misin?"

"Evet ama önce biraz beklemen gerekiyor. Uygun bir zamanı kovalayacağım."

"Tamam! Elbette beklerim. Tanrım, beni çok mutlu ettin." Rhoslyn tekrar kardeşine sarıldı. Hala umut vardı, kendisi ve bebeği için.

KILLIAN

Tek Göz Alexander kuduz bir hayvan gibi altındaki kadını becerirken hayvan sesleri çıkarıyor, Bebek Jackie ölü adamların üzerindeki altınları ya da gümüşleri topluyor, İri Jim eğlenerek bir adamın kemiklerini sırayla kırıyor ve diğer tüm tayfa kendilerine zevk veren isteklerini gerçekleştiriyordu.

Hook sağlam eliyle tuttuğu kılıcını kınına geri sokacaktı ki "Merhamet." diye bir fısıltı duydu. Hemen yanında can çekişen bir yaşlı adam vardı. Yüzünün tamamı kan içinde, deşilmiş karnından bağırsakları meydana çıkmıştı. Ve hala yaşıyor.

"Yardım. Et. Lütfen."

"Sana yardım mı edeyim?" dedi Hook öldürmekten haz alan o sesle.

"Merhamet." dedi yaşlı adam. "Merhamet."

Kılıcını adamın kalbine batırdı. Adam son nefesini verirken Hook gülümsedi ve yüzüne sıçrayan birkaç damla kanı kolunun tersiyle sildi.


"Aptal adam." dedi Thomas Jones gülerek. "Kaptan Hook' tan merhamet istiyor."

Thomas keyifliydi. Ahşap taburede oturuyor ve bacaklarının üzerindeki fahişeyle oynaşıyordu. Kızın gözlerindeki korku şüphesiz ortadaydı ama elinden geldiğince ayak uydurmaya çalışıyordu. 

"Artık gitmemiz gerekiyor. Tayfaya söyle Thomas. Hazırlansınlar."

Tek Göz Alexander' ın becerdiği kadının acı çığlıkları Hook' un sinirlerini bozmaya başlamıştı. Kılıcını kınına soktu ve hızlı adımlarla iskeledeki Jolly Roger' a doğru yürüdü. Kısa süre içinde tayfa toplandı ve tekrar denize açıldı. Bir an önce Gustavo Fring' i bulmak ve Regina' nın yanına geri dönmek istiyordu.

Gece yarısına doğru Ulf şehrine vardılar. Henüz kıyıya yaklaşırken iskeleye bir sis hakim, şehir karanlık ve pusluydu. Bu havadan hoşlanmamıştı. Tayfasına kadırgadan dışarıya adım atmamalarını emrederek yanına sadece Thomas' ı aldığında iskelede mide bulandırıcak kadar iğrenç görünen balıkları yiyen yaşlı bir adamla karşılaştılar. Yaşlı adam kördü. Gözleri cam gibi şeffaf görünüyordu.

"İhtiyar," diye seslendi Hook. "Gustavo Fring' i arıyoruz. Onu nerede bulabiliriz?"

"Gustavo' yu bulamazsınız." dedi yaşlı adam balığını yemeye devam ederken. "Bulunmak istiyorsa size görünüyor."

"Bu bir çeşit büyü şakası falan mı?" dedi Thomas alayla.

"Büyü ve şaka birbirinden çok uzak iki kelime, korsan. Özellikle bu şehirde." Adamın kör değilmiş gibi konuşması Hook' un dikkatinden kaçmadı. Sanki onları görüyor gibiydi ama bunu umursamıyordu.

Öne doğru kararlı bir adım attı. "Gustavo Fring' in yerini söyle. Yoksa seni öldüreceğim."

"Öldür." dedi yaşlı adam. "Çok uzun bir zamandır yaşıyorum."

"Ulf' tan nefret ediyorum." diye soludu Thomas. Hook da bu şehirden nefret ediyordu.

"Söylememekte kararlı mısın?"

"Dediğim gibi: Gustavo isterse onu bulmanıza izin verir."

"Buna daha fazla katlanamayacağım." dedi Thomas ve kınından hızlıca çektiği kılıcı ile öne atıldı. Tek darbe yaşlı adamın ince boğazına derin bir yarık açmaya yetti. Kanı oluk oluk akıp son nefesini verirken yüzünde mutlu olduğunu gösteren bir gülücük vardı.

"Eminim bir başkası bir şeyler söyler kardeşim."

"Sanmıyorum." dedi Hook. Buradaki insanlar delinin tekiydi.

Yürümeye devam ettiler. İskele çevresinde kimse yoktu ve bu daha da tuhaftı. Birilerini görmeyi umarak iskelenin kuzeyinde kalan çarpık konutlara doğru ilerlediler. Hepsinin panjurları ve kapıları kapalı, ses yoktu. Ta ki daha ileride ince bir ses duyana kadar. Bu sesin bir çocuğa ait olduğu anında belli oluyordu ve yaklaştıkça kelimeleri daha da belirginleşmişti.

"Gözlerindeki o bakışı gördüm
Beni kör ediyor
Beni derinden kes, bu sırlar ve yalanlar
Sessizlikteki fırtına

Öfkenin etrafı sarışını hisset
Tüm direnişin sabrı taşıyor
Bütün bu kargaşadan kaçacak yer yok
Bütün bu delilikten saklanacak yer yok
Delilik, delilik, deli-"*

Küçük kız, Jones kardeşlerin geldiğini fark ettiğinde sustu ve yüzünde silik bir tebessüm oluştu.

"Gustavo Fring' i tanıyor musun?" dedi Thomas.

"Onu herkes tanır."

"Nerede olduğunu biliyor musun?"

"Kimse bilmez. Bunu bilmiyor musunuz?"

"Bilmiyoruz."

"Size yardım edemem." dedi küçük kız. "Onu kendiniz bulmak zorundasınız."

"Hangi yoldan gitmeliyiz?"

"Nereye gideceğinizi kimse bilmiyor, yolu sormaktan vazgeçin. Sadece yürümek bir yere vardırır."

"Onu öldürebilir miyim?" diye fısıldadı Thomas.

"Umrumda değil. Ben devam ediyorum." dedi Hook ve bıkkın bir şekilde küçük kızın yanından geçip devam ettiğinde Thomas düşünmeden peşinden gelmişti.

"Tuhaf bir adam olsaydın nerede beklerdin?" diye sordu Hook kendi kendine.

Thomas soruyu üstüne alındı. "Mağarada?"

"Belki de sadece evinde yaşıyordur?"

"Olabilir... Fakat bu gece onu bulamayacakmışız gibi hissediyorum. Orman tarafına gidip gün doğumunu mu beklesek?"

Hook da yorulmuştu. Dinlenmeye ihtiyacı vardı ve güneşin olduğu bir aydınlıkta istediği kişiyi aramak daha kolay olurdu. Kardeşinin fikrini onayladı. Çarpık konutları geçerek ormana vardılar ve ısınmak için kolayca bir ateş yaktılar. Thomas yaprak parçalarının üzerine uzanıp kolayca uykuya daldı. Hook ise bir süre sadece kardeşini izledi ve romunu içti. Daha sonra o da uyumuştu.

Gün doğduğu vakit gözlerini araladı. Gördüğü şey karşısında aklının ona oyun oynadığını sanarak gözlerini tekrar kapatıp açtı fakat doğruydu. Kılıcını hızla kınından çekip ayağa fırladı. Sönmüş ateşin diğer tarafında bağdaş kurmuş bir halde oturan adama baktı. Adamın bakışları bir buz kütlesi kadar soğuk ve ifadesizdi. Esmer teninin üzerinde sıradan, eski ve yıpranmış kahverengi bir cübbe vardı. Hemen yanında ise kırmızı kadifelere sarılmış uzun bir şey duruyordu. O uzun şeyin ne olduğunu merak etti. Kılıç olamayacak kadar kalındı.

Ses yüzünden uyanan Thomas doğruldu ve şaşkınca, onları izleyen orta yaşlı adama baktı.

"Kimsin sen?" dedi Hook.

"Aradığın kişiyim."

Bu... Tüm bunlar, çok saçma, diye düşündü Hook. Çok mantıksız.

"Yalan söyleme piç. Kimsin sen?"

"Kim olduğumu biliyorsun. Ben de senin kim olduğunu biliyorum, Killian Jones."

"Adımı nerden biliyorsun?"

"Bunun bir önemi yok."

"Bir daha bu şehre adım atmayacağım." dedi Thomas efkarlı bir sesle. Onu ilk kez fark etmiş gibi görünen Gustavo Fring küçük kardeşe baktı.

"Buraya bir kez daha geleceksin."

Gustavo Fring' in bunu oldukça sıradan ve emin bir sesle söylemesi olayı daha korkunç bir hale getirdiğinde Hook kılıcını indirdi ve "Yanındaki şey ne?" diye sordu.

"Kraliçe Regina' nın benden istediği şey."

"Ne istediğini nereden biliyorsun?"

Gustavo Fring kırmızı kadifelerle sarılı uzun şeyi aldı ve ayağa kalktı. "Ben ne zaman öleceğimi de bilirim Killian Jones. Senin ne zaman ve nasıl öleceğini de... Gereksiz sorularınla zamanımızı boşa harcama. Gitmemiz gerekiyor."

ZAYN

"Doğuda bir saldırı daha gerçekleşmiş." dedi Kral Yaser Malik. "Bu kadarı çok fazla. Harekete geçme zamanı geldi." Zayn' in duymak istediği şey işte buydu.

Babasının balkonundan soğuk bir rüzgar estiğinde biraz olsun ferahlamış hissetti. İçi yanıyor ve bu ateşi hiçbir şey söndüremeyecekmiş gibi hissediyordu.

"Lord Naveen doğu kıyılarına askerleri yerleştirdi. Donanmanın da tamamen hazır bir şekilde beklediğini öğrendim."

Beş gün önce şehir iskelesinden harekete geçen kadırgalar güneydoğu bölgesinde, büyük bir adanın ardında bekliyordu. Geriye hiçbir şey kalmamıştı. Malikler ejderhalarına binmeli ve bir an önce doğu denizini ateşe vermeliydi.

"Yarın gün batımında." dedi kral. "Hazır ol."

"Ben her zaman hazırım."

Kral Yaser oğlunun solgun yüzüne baktığında Zayn' e doğru birkaç adım yaklaştı ve sıkıca omzunu kavradı. "Bunu duyacağın için memnun olmayacaksın ama söylemek zorundayım."

"Neyi?"

"Geri döndüğümüzde evleneceksin. Gemma Styles ya da Lottie Tomlinson. Ya da istediğin bir başka güneyli leydi. Ama evleneceksin."

Zayn suskun kaldı. Artık ne yapabilirdi ki? Karşı çıkmaktan, çabalamaktan yorulmuştu. Yüzünü balkondan görünen denize çevirirken ruhu büyük bir acı içinde boğuluyor, acının bitmesini istiyordu. Her şeyi oluruna bırakmak... Ya da hiçbir şeyi hissetmemek. Evet, istediği buydu. Hissetmemek.

"Karşı çıkmayacak mısın?" dedi babası şaşkınlığını belli eder bir sesle.

Karşılık olarak başını iki yana salladı. "Gidebilir miyim?"

Kral Yaser elini oğlunun omzundan geri çekti. "Gidebilirsin."

Babasının odasını terk etti. Adımları onu tanrı korusunun kalbindeki tapınağa götürmüştü. Yüzyıllardır sönmesine izin verilmeyen kutsal ateşin karşısına geçti ve içerideki iki muhafızı dışarı çıkarttı. Ateşin yanındaki ince dallardan birisini alarak alevlerin arasına attığında dizlerinin üzerine çöktü. Uzun bir süredir dua etmiyordu. Belki de ona iyi gelecek olan şey buydu. Işığın Tanrısı.

Tanrım, diye düşündü. Beni ışığınla kutsa. Bana yardım et ve ruhumu karanlıktan kurtar. Bana yol göster. Artık ne yapacağımı bilmiyorum. Ne yapmalıyım? Alevlerin arasındaki ince daldan çatırtı sesleri geldi. Lütfen bana bir işaret yolla. Bir cevap. Sen karanlığı yok eden ışıksın.

Rahip Ilham' ın ona öğrettiği birkaç duadan hatırladıklarını tekrar etti. Duaların yarısında kelimeleri unutuyordu ve bu onu aptal gibi hissettirmişti. Daha fazla aptallığına katlanamayacağını anlayınca tapınağı, sonra ise tanrı korusunu terk etti. Odasına doğru ilerlerken telaşlı ve hızlı adımlarla kendisine doğru gelen Louis' i fark etti.

"Zayn." dedi yanına vardığında. "Bunu Lord Kevin yolladı. Çok acil ve önemli olduğunu söyledi." Louis' in uzattığı mühürlü zarfı alırken pezevenk lordunun ne söyleyeceği merakıyla yanıp tutuştu, zarfı hızlıca açtı.

Hemen odama gel. Kızlarımdan bir haber aldım. Korkunç bir şey olacak.

K.B

Kağıdı buruşturarak cebine soktu ve "Acele et." dedi Louis' e. Neredeyse koşar adımlarla kulenin merdivenlerini indi ve koridorları aştı.

"Ne oluyor?" dedi Louis şaşkınca.

"Bilmiyorum."

Pezevengin kaldığı kulenin merdivenlerini tırmanıp odasının olduğu kata geldi. Kapıyı açtığı anda Kevin' ı gördü. Yerde kanlar içinde yatıyordu. Boğazı kesilmişti. Sadece bununla da kalınmamış, eli de kesilmişti. Masanın üzerindeki kağıdın hemen yanında duran kalem tutmuş eli öylece duruyordu.

"Bunu. Kim. Yaptı?" dedi Zayn kendini sıkarak. "BUNU KİM YAPTI?!" Kapıya tekme attığında menteşeleri dayanıklı olmayan kapı yerinden fırladı. Büyük bir gürültü kopmuştu. Masada Kevin' in elinin yanındaki kağıdı aldı. Kağıtta aceleyle yazılmış tek bir şey vardı:

Baban ya

Kevin ne yazacaktı? Kevin' ı kim ve neden öldürmüştü? Kimin babası? Zayn' in mi?

"Çevredeki muhafızları bulacağım." diyen Louis hızlıca odadan çıktığında öfkesinden çıldıran Zayn ahşap sandalyeyi yukarı kaldırdı ve elinde küçük parçalar kalana dek sandalyeyi paramparça etti, ardından masaya geçti. Her şey paramparça olduğunda odaya onlarca muhafız akın etmişti.

*


"Prensim, zırh giymek istemediğinize emin misiniz?" dedi Dei, Zayn' in kılıç kemerini uzatırken. Prens kemeri hızlıca aldı ve beline doladı.

"Zırh yükten başka bir şey değil."

"Ama ya size bir ok isabet ederse?"

"O zaman umarım ölürüm."

Dei cevap vermedi.

Üzerinde siyah ipek bir gömlek, kaynatılmış deriden yapılma siyah deri pantolon ve siyah deri yelek vardı. Yeleğin üzeri çiviler ile doluydu. Sırt kısmında ise siyah kadife ile işlenmiş Malik sancağının ejderhası görünüyordu. Sol göğsünün üzerine gümüşten yapılma bir ejderha kafasını da takmayı unutmadı.

Elini Blackfire' nın kabzasına yerleştirdi ve kendinden emin adımlarla odasından çıktı. Ejderha Kalesi' nin uçurumunda babası, amcası, kız kardeşi ve kuzeni bekliyordu. Onların çok gerisinde ise yaklaşık yüz kişilik bir birlikten oluşmuş ejderha askerleri, lordlar ve leydiler... Sert rüzgar Zayn' in saçlarını savurdu.

"Zırh giymemişsin kuzenim." dedi Jawaad Malik. Çelikten yapılma gösterişli zırhı adeta parlıyordu.

"Zırha ihtiyacım yok." dedi Zayn. O sırada kız kardeşine baktı. Waliyha Malik kızıl renklere sahip zırhının içinde gerçek bir ejderha gibiydi. Siyah saçlarını sıkı bir örgü olacak şekilde arkasında toplamıştı. Bakışları donuk ve öfkeliydi. Babası altından bir zırh giyiyordu. Oğlunun geldiğini görünce miğferini taktı. Miğferi koni şeklindeydi. Amcası Jacey Malik ise siyaha dönük gri renkli zırh giymeyi tercih etmişti. Zırhı epey ağır görünüyordu. Ama Jacey ağırlıktan rahatsız değilmiş gibiydi.

"Gece yarısı oraya vardığımızda," dedi ejderha kralı. "Onlara ejderhalarla bir daha uğraşmamalarını öğreteceğiz. Masum insanlarımızın canlarını yaktılar. Ve bunun bedeli de onlara vereceğimiz ateş ve kan olacak."

_____

*Ruelle • Madness

Continue Reading

You'll Also Like

71.4K 5.9K 23
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...
160K 16.4K 30
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
258K 17.1K 12
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!
760K 63.2K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar taekook