fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXIX| between fireflowers
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

XXX| dream syrup

1.7K 134 38
By carmenfkahlo

Ramin Djawadi • My Watch Has Ended

RHOSLYN

Günler hızlı geçiyordu ve Rhoslyn için son gelmişti. Yarın güneşin en tepeye çıktığı vakit tüm kuzey halkı evlerine doğru yola çıkacaktı. Ve Rhoslyn de onların arasındaydı. Muhtemel ölümüne gidiyordu.

Peşinden ayrılmayan Sör Louis' i güllerin arasında yalnız kalmak istediğini söyleyerek atlatmıştı. Bahçenin bir başka kapısından tekrar kale içine girdi ve adımlarını doğruca üstat kulesine doğru yönlendirdi. Merdivenleri kararlı bir şekilde tırmanıp Baş Üstat Walter White' nin odasına adım attığında onu bir deste kağıtla meşgul bir halde yakaladı. Üstat gelen leydiyi gördü ve ayağa kalkarak selam verdi.

"Leydi Rhoslyn."

"Niçin geldiğimi biliyorsunuz. Önceden bunu konuşmuştuk."

Walter White' nin yüzünden hala bir tereddüt okunabiliyordu. Yaptığı yanlıştı ve eğer bu açığa çıkarsa ikisi için de hiç iyi olmazdı.

"Bundan gerçekten emin misiniz leydim? Eğer müstakbel kocanız bu yaptığınızı fark ederse..."

Rhoslyn, Ashton' un kendisine neler yapacağını tahmin bile edemiyordu. "Eminim Üstat Walter. Başıma gelecekleri kabulleniyorum."


Üstat Walter gözlerini sıkıntıyla kaçırdı ve arkasını dönüp odanın bir köşesindeki duvarın büyük bir bölümünü kaplayan raflı dolabın karşısına geçti. En alt rafından büyük bir çuval çıkardıktan sonra tekrar Rhoslyn' in karşısına geçti ve çuvalı masanın üzerine bıraktı. Rhoslyn öne uzanıp çuvalı açtığında sarı ve kahverengi karışımı renklerden oluşan ay çayı ile karşılaştı. Çuvalın neredeyse tamamı dolu ve yıllarca yetecek kadar çoktu. Ay çayının pahalı ve zor bulunan bir bitki olduğunu bilen Rhoslyn' e Üstat Walter gerçek bir servet vermişti.

"İki günde bir sadece bir tutam demleyip içmeniz işinizi görür. Sadece bir tutam, unutmayın."

"Teşekkür ederim Üstat Walter. Keşke bunu size ödeyebilseydim."

"Zaten ödediniz leydim. Tüm bu süre boyunca prensin yüzünü güldürüp ona öfkeden başka duyguları da hissetmeyi öğrettiniz. İyi duyguları. Annesi öldüğü günden beri istediğim tek şey buydu."

Rhoslyn' in yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Onu hatırlamak kalbini mutluluğa ve kedere boğuyordu.

"Zayn," dedi sessizce. "Çocukken nasıl biriydi? Onun çocukluğunu biliyorsunuz değil mi?"

"Elbette. Onu annesinin rahminden alan bendim." Üstat Walter' ın dudaklarında Rhoslyn' inkine benzer bir tebessüm oluştu. "Neşeliydi. Evet, çok neşeliydi. Öğrenmeyi ve kahkaha atmayı severdi. Ve kılıçları. Kardeşleriyle birlikte sevdiği her şeyi korurdu. Bu yüzden çok küçük yaşlardan kılıç talimleri almaya başladı zaten. Fazla iyiydi. Ona bakan herkes ileride iyi bir kral olacağını biliyordu. Sonra bir gün uyandı ve annesinin öldüğünü öğrendi."

"Bu bir çocuk için korkunç."

"Öyleydi, evet. Sadece annesini de değil, sabırsızlıkla doğmasını beklediği kardeşini de kaybetmişti." Louis ve Liam bu hikayeyi Rhoslyn' e çok önceden anlatmıştı. Kraliçe Trisha bebeği ölü doğurmuştu ve hemen ardından kendisi de ölmüştü.

Sessizlik odaya hakim olduğunda "Gitsem iyi olacak. Daha toplanması gereken çok şey var." dedi çuvalı tekrar kapatırken.

"Çuvalı yanınıza almayın Leydi Rhoslyn. İnsanların şüphelenmesini istemezsiniz. Doğruca odanıza gidin. Jesse size çuvalı getirecek."

"Pekala, öyle diyorsanız... Tekrar teşekkür ederim Üstat Walter." Üstat Walter gülümseyerek başını salladı.

Rhoslyn üstat kulesinden indiğinde tekrar bahçeye çıktı ve yeşil bitkilerin sarmış olduğu labirenti geçip Sör Louis' in beklediği yere gitti. Doğrudan odasına gidebilirdi fakat Louis' i zor durumda bırakmak istemiyordu.

Peşindeki Louis ile birlikte odasına kadar sessizce yürüdü. Eşyalarını toplamakla meşgul olan Darra, Rhoslyn için bir selam verdikten sonra işine devam etti.

"Sana yardım edeyim." dedi yatağının üzerindeki kıyafetlerinden birini alarak.

"Kendisinizi yormayın. Ben hallederim." Rhoslyn yine de elbisesini katlamaya devam etti.

"Buradan ayrılacağınız için çok üzgünüm leydim. Sizden sonra burada kimsenin hizmetinde olmak istemeyeceğim. Herkes yeniden bana hizmetçiden başka bir şey olmadığımı kabullendirecek."

"Onlara izin verme öyleyse." dedi Rhoslyn. "Onlara inanmak zorunda değilsin. Bunu yapmak zor ama kendine durmadan öyle olmadığını hatırlatırsan kim olduğunu unutmazsın."

Darra sessiz kaldı. Sonra bir şey söyleyecek gibi oldu fakat anında vazgeçti.

"Söyle." dedi Rhoslyn. "Karşımda suskun kalma."

"Ne yapacaksınız leydim?"

"Hangi konuda?"

"Eve gidiyorsunuz ve prensi severken istemediğiniz bir adamla evleneceksiniz."

Rhoslyn bu çok sıradan bir şeymiş gibi "Çabaladım." dedi. "Elimden daha fazla bir şey gelmiyor ve artık çok yoruldum."

"Kabulleniyorsunuz."

"Başka ne yapabilirim?"

"Dünya hiçbirimiz için adil değil."

Şimdi suskun kalan Rhoslyn' di.

Uzun bir süre sonra Rhoslyn' in kapısına hafifçe vurulduğunda Darra harekete geçmişti ki "Sen dur." diyerek kapıyı kendisi açmıştı. Üstat Walter' ın yardımcısı Jesse Pinkman elindeki koca çuvalla karşısındaydı ve Louis ortalıkta görünmüyordu.

"Louis nerede?"

"Ona Üstat Walter' ın onu çağırdını söyledim. Sorun yok Leydi Rhoslyn. Evet. Sürekli uçtuğum için yalan söylememi ciddiye almazlar." Çuvalı ellerimin arasına bıraktı. "Kendinize iyi bakın. Sizi tanımak güzeldi." Jesse Pinkman cevap beklemeden arkasına dönüp yoluna devam ettiğinde Rhoslyn kapıyı kapatıp içeri geri döndü. Büyük çuvalı kıyafetlerinin olduğu sandığın en dibine koydu ve üzerini kıyafetler ile gizledi.

Tüm bu süre boyunca onu izleyen Darra "Çuvaldaki nedir leydim?" diye sordu merakla.

"Üstat Walter' ın bana verdiği bitkisel çaylar sadece. Kuzeyde bunun gibi otları bulmak kolay olmuyor."

Hazırlıklar tüm kale boyunca devam ederken çok kısa bir süre içinde gece yarısına varılmıştı. Rhoslyn, Zayn ile konuştuğu gibi son gecelerini yine birlikte geçireceklerdi. Üstat Walter onu gelip aldığında ve yine kalenin gizli duvarlarını aşıp onun odasına vardıklarında diğer taraftan kapıyı açmasını beklediler. Bu sırada Üstat Walter "Gün doğumunda geri geleceğim leydim." diyerek gözden kaybolduktan birkaç kalp atışı süre sonrası kapı açıldı ve güzel Zayn' i gördü. Yaptığı ilk şey ona sıkıca sarılmak olmuştu.

Bu birlikte geçirdikleri son zamandı. Hayatlarındaki son anı. Eşsiz ve çok değerli. Rhoslyn her bir anını değerlendirmek istiyordu. Eğer Zayn uyursa bile o uyumayacak ve sadece onu izleyecekti. Ondan başka görmek istediği hiçbir şey yoktu.

"Beklediğimden daha iyi görünüyorsun." dedi Zayn gülümseyerek. Doğrusuna bakılacak olursa Zayn de Rhoslyn' in beklediği kadar kötü görünmüyordu.

"Sabaha kadar gözyaşı mı dökeyim? Kalan son zamanımızda teselli sözcüklerini duymak istemiyorum."

"Ne istiyorsun?"

"Bana son kez dokunmanı." dedi Rhoslyn Zayn' in elini tutarak. "Ben de sana dokunayım. İstediğim şey bu."

Zayn sözcükler yerine dudakları ile cevap verdi. Öpücüğü öfkeli ama bir o kadar da kırılgan ve hüzünlüydü. Tıpkı dokunuşları gibi. Kısa sürede bedenlerinde hiçbir fazlalık olmadığında yatağa geçtiler. Rhoslyn' in istediği gibi birbirlerine son kez, şimdiden büyük bir özlemle dolu, dokundular. Söylemek istedikleri ama suskun kaldıkları meseleler parmak uçlarında ve şişkin dudaklarda saklıydı.

Zayn, tohumlarını Rhoslyn' e bıraktıktan sonra nemli bedenini yana attı ve soluklarını düzenlemeye çalıştı. Aynı zamanda Rhoslyn ise balkondan gelen serin esintiden korunmak için ayak uçlarındaki pikeyi çekerek nemli bedenini örttü.

Sustular.

O kadar çok uzun süre sessiz kaldılar ki Rhoslyn onun biraz sonra uyuyacağını düşündü. Ama Zayn derin bir iç çekmişti.

"Gitmeni istemiyorum." dedi küçük bir çocuğunki kadar güçsüz bir sesle. "Başka birisiyle evlenmek istemiyorum. Sevmediğim bir kadından soyumu devam ettirmek istemiyorum. Kral olmak istemiyorum. Tüm bunları... Hiçbirini istemiyorum." Bedenini Rhoslyn' e doğru çevirdi. "İstediğim tek şey seninle birlikte olmaktı."

"Benim de istediğim tek şey buydu." dedi Zayn' e dönerek. "Ama krallığın ve insanların için sorumlulukların var. İstemesen bile söylediklerinin olması gerekiyor."

Rhoslyn için acı gerçeklerdi bunlar. Eğer Zayn başka bir hayat yaşasaydı kendisini bırakmaması için ona izin verirdi. Fakat bu krallıktaki her şeyin varisiyken onu buradan çekip alamazdı. Bu bencillik olur ve savaşı getirirdi.

"Daha fazla konuşmak istemiyorum." dedi Zayn ve Rhoslyn' e sarıldı. Daha fazla konuşmadılar. Konuşacak hiçbir şey yoktu. Ama birbirlerinin soluklarını gün doğana dek dinlediler.

Rhoslyn gitmesi gerektiği vakitten biraz önce yataktan çıktı ve etraftaki kıyafetlerini toplayarak hızlıca üzerine giydi. Tüm bu süre boyunca Zayn yorgun gözlerini onun üzerinden çekmeden izlemişti. Ela irislerin karşısında, dağılmış sarı saçlarına düzen vermekle uğraşırken duvar gibi görünen gizli kapıya üç kez belli bir ritimde vuruldu. İşte buraya kadar. Her şey bitti, diye düşündüğünde Zayn yataktan fırladı ve kapının karşısına geçip "Biraz bekle Walter." dedi yüksek sesle. Bu sırada Rhoslyn de saçlarını düzeltmekten vazgeçerek kapıya kadar gelmiş ve Zayn' in karşısına geçmişti. Bu muhtemelen son konuşmalarıydı.

"Bir daha vedalaşma fırsatımız olmayacak." dedi Rhoslyn. Şimdi gözleri dolmuştu. Çok uzun bir süredir akmayan gözyaşları şimdi akmak için her yolu deniyordu. Ama Rhoslyn kendini tutmalı, Zayn' e bunu yapmamalıydı.

"Bu bir veda değil." Sıcak ellerini Rhoslyn' in iki yanağına, alnını alnına yerleştirdi. Bir nefes kadar birbirlerine yakındılar.

"Bir gün," dedi Zayn o güçlü sesiyle. "Tekrar görüşeceğiz. Bir gün senin için geleceğim ve o zaman mutlu olacağız." Gülümsedi ve bir elini yanağından indirerek Rhoslyn' in karnına yerleştirdi. "Ve bir gün güzel bir bebeğimiz olacak. Belki tatlı bir kızımız..."

Rhoslyn bu güzel hayale güldü ve o an gözyaşları özgürlüğe kavuştu. "Belki senin gibi bir erkek olur."

Zayn de güldü. "Ne olursa olsun, bebeğimizi seveceğim."

Rhoslyn' in karnındaki sıcak ve büyük el onu tuhaf duygulara, bir sarhoşluğa sürüklemişti. Anlamlandıramadığı bu his boğazında bir yumru oluşturuyordu.

"Buna inanır mısın Rhoslyn? Buna inanarak yaşar mısın?"

Kız cevap veremedi.

"Benim için yaşa. Çünkü ben de böyle yapacağım."

Ejderha prensi, genç leydinin dudaklarına son kez nazik bir öpücük bıraktı ve daha sonra duvardaki kapıyı ileri doğru ittirdi. Üstat Walter elindeki meşale ile sessizce bekliyordu. Zayn' in tamamen çıplak olması onun için oldukça sıradan bir olaymış gibi umursamadan, hafifçe eğilerek selam verdi.

"Ona dikkat et." dedi Zayn sadece. Son sözleri bu oldu.

ZAYN

Zayn' in hatıralarında Rhoslyn' i gördüğü ilk gün vardı. O tatlı yaz günü. Karşısına çıkmış, kirli ve karmaşık sarı saçlarının arasındaki ışıldayan mavi gözleri ile ona meydan okumuştu. Ejderhaya. Ejderhaya kim meydan okuyabilmişti bu zamana dek?

O gün onun güzel olduğunu düşünmüştü. Fakat temizlenip karşısına asil bir leydi olarak çıktığında ise onun güzelliğin çok daha ötesinde olduğunu anlamıştı. Ona karşı bazı duyguların ortaya çıkması çok uzun sürmemişti zaten. Birlikte bir rüyaya dalmışlardı ve o huzurlu rüya şimdi bitiyordu. Her şey hazırdı. Tüm kafile, atlar, yük arabaları, her şey. Güneş tam tepeye çıktığında kraliyet maiyetine Zayn de katılmış ve kuzeyli misafirleri uğurlamak adına Kral Yolu' nun başına dek gelinmişti.

Kuzey ve güney kralı birbirlerinden ne kadar memnun kaldığını, bu barışın asırlar boyunca devam etmesi gerektiğini konuşuyorlar, Zayn ise ailesinin yanındaki Rhoslyn' e bakıyordu. Kızın beyaz teni olduğundan daha solgundu. Gözleri ağlamaktan kızarmıştı ve sarı saçları hala karmaşık, özensiz bir örgü şekline getirilmişti. Gözlerini ondan kaçırdı.

Kuzey kralı yakın bir zamanda Güney Krallığını' nı ağırlamak istediğinden bahsetti. Ve bir ticaret ağından. Konuşmaları fazla sıkıcıydı ama uzun sürmedi. Kuzey prensi ile bakışları kesiştiğinde aptal çocuk aniden başını çevirdi ve yanakları hafifçe kızardı. Hemen yanındaki ulu kurdu bir hırlama göndermişti.

Kuzey kralı yaverinin getirdiği atına bindikten sonra onunla birlikte adamlar da atına, leydiler ve çocuklar ise arabalarına bindi. Şehirdeki kuzey ordusu şehir duvarlarının ötesinde bekliyordu. Güvenlik için sadece yüz kişilik bir asker topluluğu krallarının yanında at sürecekti. Diğer birliklerin yanında birçok kuzeyli aile de şehrin dışında bekliyordu. Vedalaşmak için sadece asil soylular kalmıştı.

Rhoslyn Clifford' un içinde olduğu araba küçücük olana dek orada, babasının yanında bekledi Zayn. Öfke hissetmeliydi ama içinde hiçbir şey yoktu. Bir boşluğa düşmüştü adeta.

"İçimde bir parça iyilik kalmıştı." dedi yanındaki babasına bakmadan. "Bir kısmı Safaa ile birlikte öldü. Kalanını ise sen yok ettin. Hepsini."

"Doğru olan buydu Zayn."

"Benim için çabalamadın bile!"  Babasına döndü. Etrafta muhafızların olması umrunda değildi. "Manuel Mendes ile konuşabilirdin. Durumu anlatabilir ve bu barışı mühürleyebilirdin. Ama sen susmayı tercih ettin."

"Rhoslyn Clifford buraya ait değil. Ve tanrıya verilen bir yemin geri alınamaz."

"Bunu bahane ede-"

"Kralınla bu şekilde konuşma." dedi Yaser Malik buz kadar soğuk bir sesle. Döndü ve gözlerini kendisinden almış olan oğluna baktı. "Senin için böyle olmasını istemezdim oğlum. Ama benim gibi bir kral olduğunda ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksın."

Zayn nefretle aygırına bindi ve hayvanı tırısa geçirerek kaleye doğru dört nala koştu. Olduğundan daha kısa bir süre içinde kalenin içine girdiğinde aygır yorulmuş ve terlemişti. Hayvanın ölmesi bile umrunda olmazdı şu an. Doğruca odasına çıktı ve Dei' den birkaç sürahi şarap getirmesi istedi. Dei, üç yaver çocukla birlikte geri dönüp ellerindeki sürahileri bıraktıktan sonra kaçarcasına odadan çıktılar.

İlk sürahiyi çok kısa süre içinde bitirmişti ve Tomlinson şarabını bu kadar hızlı içmesi başını döndürerek sersem gibi hissetmesine neden olmuştu. Umursamadan, güneş batana dek içmeye devam etti. Krallığa karanlık bastırdığında ise dikkat çekmeyecek kadar sıradan giyinip odasından çıktı. Louis' e de hazırlanma emrini vermişti. Şehre gidiyorlardı. Kahine.

Louis bunun aptalca olduğunu düşünüyordu. "Büyü ve büyücülerle uğraşmamalısın Zayn." demişti yolda at sürerken. "Tanrı büyüyü sevmez."

"O şey büyü falan yapmıyor." Kahin sadece bir damla kanının tadına bakıyor ve sonra konuşmaya başlıyordu. Bunun neresinde büyü vardı?

"Belki de geri dönmemiz iyi olur. Pek iyi görünmüyorsun."

"İyiyim." Sadece, biraz sarhoş olduğu için az önce eyerinden neredeyse düşecekti. Louis abartmayı seviyordu ve bu kadar çok konuşması Zayn' i öfkelendirmeye başlamıştı.

"Zayn-"

"Siktir sus artık. Söylediklerini duymak istemiyorum lanet olasıca. Sus!"

Louis daha fazla konuşmadı.

Kahine vardıklarında Zayn hızlıca atından indiği için başı döndü ve yine düşecek gibi oldu. Louis hemen arkasındaydı, onu sıkıca tuttu.

"Bırak." dedi sertçe. "Ben çıkana kadar da kimse içeri girmesin." Yalpalayan adımlar ile ilerledi ve hatırladığı kadar kötü görünen kulübenin boktan kapısından içeriye girdi. Kahin oradaydı. Aynı yerde hiç kıpırdamadan oturması ürkütücü görünüyordu. Eğer bu sessizlikte onun hırıltılı soluklarını duymasaydı bir ölü olduğunu bile düşünebilirdi. Belki de zaten bir ölü.

Karşısına oturup elini uzattı. Duyacağı gerçekler için tüm kanını alabilirdi. Ama kahin olmayan gözleri ile Zayn' e baktığında sadece gülümsemişti. "Önce konuşmayacak mıyız Zayn Malik?"

"Konuşacak hiçbir şey yok."

"Haklısın, yok. Ama görülecek çok şey var."

Kahin eski siyah cübbesinin gizli cebinden bir parmak kadar küçük, mavi bir şişe çıkardı ve şişeyi Zayn' e uzattı.

"Bu ne?" dedi Zayn şişeyi aldıktan sonra.

"Rüya şurubu. İç ve tanrılar sana istediklerini göstersin. Ama dikkatli ol. Gideceğin dünya seni korkutabilir."

"Ben hiçbir şeyden korkmam."

"Öyleyse endişelenmene gerek yok."

Sonuçların ne olacağını hiç düşünmeden tıpayı açtı ve mavi küçük şişenin içindeki sıvıyı içti. Tadı... Tadı limon gibiydi? Ya da portakal?

"Çok ekşi." dedi yüzünü buruşturarak şişeyi yere atarken.

"Şurubun bir tadı yok. Herkes farklı bir aroma alır." Kahinin sesi çok uzaklardan geliyordu. Dünyanın öbür ucundan gibi.

"Ben... Ben iyi hisset-" Zayn konuşamayıp ve hatta oturacak gücü kendinde bulamadığında sırtı arkaya doğru düştü. Aralıklı dudaklarından derin bir nefes aldı ve gözlerini karanlığa teslim etti.

Yeniden uyandığında ormandaydı. Ormanda? Ormana nasıl gelmişti ki? En son kahinin yanındaydı ve o bir şey içmişti. Ekşi bir şey.

Birkaç çığlık ve gürültü duyduğunda şaşkın bakışlarla yerde oturmaya devam eden Zayn ayağa kalktı ve sesin geldiği yöne doğru koştu. Uzun ve her yere kökünü sarmış olan karmaşık ağaçları aştıktan sonra uçurumun yamacına kurulmuş, millerce ilerideki Ejderha Kalesi' ni görmüştü. Evimden neden bu kadar çok uzaktayım?

Ve Kralın Şehri yanıyordu. Evler, kuleler, insanlar... Ateş her yerdeydi ve yıldızlar kayıyordu. Hayır. Bunlar yıldız değil. Zayn dehşete düştü. Ejderhalar. Ejderhalar bir bir gökyüzünden yere doğru atılan birer çakıl taşları gibiydi. Ejderhaların düşüşünü izleyen Zayn "Anghrist!" diye bağırdı ve koştu. Bacakları yanana kadar, ciğerleri patlayacak gibi olana kadar koştu. Ama ne kadar çabalarsa çabalasın Ejderha Kalesi' ne yaklaşamıyor, bulunduğu ormanı aşamıyordu.

Tekrar bağırdı. Bu sefer daha güçlü. "ANGHRIST! Nerdesin?"

"Majesteleri?" Zayn irkilerek arkasına döndü. Deiondre. Zayn' in küçük yaverinin burada bir atla birlikte ne işi vardı?

"Dei, burada ne yapıyorsun?"

"Alın bunu." dedi dizginleri Zayn' e uzatarak. "Gidin Majesteleri. Gidin."

"Nereye gideyim?"

Dei suskun kalmaya devam ettiğinde çevik hareketlerle atına bindi ve şehre doğru atını mahmuzladı. Ağaçları aştı, dikenler yüzünde ince çizgiler oluşturdu. Babasını bulmalıydı. Anghrist' i bulmalıydı. Yoksa Anghrist de bir kuyruklu yıldız gibi yere mi çakılmıştı? Hayır. Benim ejderham güçlü. Ve beni asla terk etmez.

Yolunu sığ bir nehir kesti. Atı ilk başta suya adım atmak istemedi ama başka bir yol yoktu onlar için. Nehri geçmeliydiler. Üstelik nehir Zayn' in diz boyunu bile geçmeyecek kadar sığdı.

Kızıl at, temkinli adımlarla nehre ayak bastı ve dört adım attıktan sonra çılgına dönerek Zayn' i sırtından fırlattı. Zayn nehre düştü. Az önce diz boyunu geçmeyen nehir adeta bir denize dönüşerek Zayn' i aşağıya, karanlığa doğru çekti. Nefesini bir müddet tutup olduğu yerde çırpınarak su üzerine çıkmaya çalıştı ama yaptığı tek şey daha da derine batmaktı. Ciğerleri yanıyordu, daha fazla nefesini tutamadı. Tuzlu su içine dolmaya başladığı sırada bilincini kaybedecekti ki bir güç yakasından tutarak onu yukarı çekti. Hiç zorlanmadan. Ve bunu yapan bir kadındı. Zayn gözlerini araladığında daha önce hiç görmediği, orta yaşlı ama güzel bir kadının yüzüyle karşılaştı. Kadının siyah gözleri endişeliydi ve "Kimsin sen?" diye fısıldıyordu. "Kimsin sen?"

"Ben ejderhayım."

"Kimsin sen?" dedi kadın tekrar. Sesi acı doluydu.

"Gitmem gerekiyor. Gitmeliyim. Şehrim... Babam." Derin nefesler alarak ayağa kalktığında saç uçlarından damlayan tuzlu su gözlerini yakıyordu.

"Nereye gidiyorum?" diye sordu kendi kendine. İnsan çığlıkları ve şehir yok olmuştu. Sadece bir ormandaydı. Karanlık ve derin bir orman.

Siyah saçlı kadın bu sırada hala kendisini izliyordu. "Kimsin sen?"

"Bilmiyorum." diye itiraf etti Zayn. Ve yoluna devam etti.

Yürürken başının üzerinde gittikçe ağırlaşan soğuk bir yük vardı. Daha fazla dayanamadığında elini başına götürdü ve ağırlık yapan nesneyi aşağı çekti. Bir taç. Neden bir taç takıyorum? Ve kanıyor. Bronzdan yapılma taçtan durmaksızın kan damlarken tacı yere fırlattı ve ellerindeki kana baktı. Kanı özensizce pantolonuna sildikten sonra tekrar yürümeye koyuldu.

Gözlerini kapadı ve gündüze açtı. Karanlık ormanda değildi artık. Hatta güneyde bile değildi. Ayakları karın içinde batarken ince kıyafetleri yüzünden üşüdüğünü hissediyordu. Kar yağıyor ve rüzgar fazla sertti. Yanındaki Gözyaşı Nehri' ni gördü sonra. Nehir kırmızıydı. Gerçekten kırmızı akıyor ve Zayn kafayı yemiş gibi hissediyordu. Yürümeye devam ettikçe nehrin yanındaki cesetleri ve insan parçalarını gördü. Karların üzeri kırmızıydı. Her yer kırmızıydı. Burada ne olmuştu böyle?

"Zayn!" Bir çığlık yankılandı. Rhoslyn' in çığlığı. Ses her yerden geliyordu.

"Rhoslyn. Rhoslyn?" Koştu. Belki ondan ters yöne giyordu ama yine de koşmaya devam etti. Başka yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Kar, koşuşunu yavaşlattığı için çok fazla enerji harcamasına ve bu da ter içinde kalmasına neden oldu. Yanıyordu. Anormal bir şekilde vücudunun ısısı artıyor, bunu durduramıyordu.

"Zayn!"

"Nerdesin?!" diye bağırdı tüm gücüyle.

İlerideki ağaçtan döndü ve sonra onu gördü. Büyük bir kayanın dibinde oturuyordu. Beyaz elbisesi, açıkta kalan bacakları, elleri, saç uçları ve çevresindeki kar... Hepsi onun kanıyla ıslanmıştı.

"Rhoslyn!" dedi telaşla Zayn. Ona doğru koşup yanında diz çöktü. Kanlı ellerinden birisini kavradığı sırada Rhoslyn kan gözyaşlarını serbest bıraktı. Beyaz teninde süzülen kırmızı damlaları ardında kızıl izler bırakıyordu.

"Korkuyorum." dedi genç kız. "Beni buradan götür. Lütfen... Lütfen."

Acele ederek onu kaldırmaya çalıştı ama gücü buna yetmedi. Elli kilo bile olmayan Rhoslyn şimdi tonlarca ağırlıktaydı sanki.

"Yapamıyorum. Lanet olsun! Yapamıyorum." Tekrar kaldırmayı denedi.

"Senin için yaşadım Zayn. Ama bu acı çok fazla. Artık ölmek istiyorum."

Zayn sırtından girip karnından çıkan kılıcı gördü o sırada. Ağzına kan dolduğunda acıya boğulmuştu. Bedeni Rhoslyn' in kollarına düştüğünde acı onu tamamen ele geçirdi ve kendini karanlığın kollarına bıraktı.

Terden sırılsıklam olmuş, acı içinde yerde kıvranırken buldu kendini. Yavaşça doğrularak tepkisiz bir şekilde kendisini izleyen kahine baktı. "Kaç sikik gündür uyuyorum?"

"Mumun yarısı bile bitmedi." dedi kahin yanındaki mumu göstererek.

"Bu imkansız."

"İmkansız diye bir şey yok."

Islak yüzünü koluyla sildi ve tekrar kahine baktı. "Gördüklerim... Rhoslyn ile tekrar karşılaşacağımızı mı gösteriyor?"

"Yeniden hayat bulup, gözyaşı nehri kırmızı akmaya başladığında onu tekrar bulacaksın."

"Yeniden hayat- Ölecek miyim?"

"Ölen, ölü kalır. Bu bilinir."

"Peki bu ne zaman olacak? Onu tekrar ne zaman göreceğim?"

"Belki yarın. Belki on iki yıl sonra."

"Bana düzgün cevap ver!"

"Tanrılar sadece görü verir aptal çocuk. Bunun ne zaman gerçekleşeceğini ben de bilemem."

"Lanet olsun." dedi ayağa kalkan Zayn ve hızlıca dışarı çıktı.

Continue Reading

You'll Also Like

86.4K 10.2K 47
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
101K 2.9K 64
Aşk güzeldir. Onun yanı sıra felakettir. Evet, felaket. En büyük felaket aşk... Baktığın her yönde onun yüzü vardır. Deli olmamak elde değildir. Ama...
1.6M 110K 29
Başkomiser Han Jisung ve seri katil Lee Minho
91.4K 17.7K 15
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting