fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXVIII| pride
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

XXIX| between fireflowers

1.9K 139 33
By carmenfkahlo

RHOSLYN


Ashton Irwin, Zayn' i dizlerinin üzerine çöktürüp boğazına kılıcını dayadığında dehşete kapılan Rhoslyn şaşkınca o ikisine bakakalmıştı. Ashton ejderhayı devirmişti. Ashton kazanmıştı. Ve bu kuzey insanlarının neşeli çığlıklarını ardında getirmişti.

Kılıcı Zayn' in boynundan geri çeken Ashton kibirli bir şekilde ellerini havaya kaldırdı ve insanların tezahüratlarını daha da ateşlemek için ellerini salladı. Ayağa kalkan Zayn geldiği yöne gidip kalabalık insanları ittirerek kendine yol açmış ve sonra gözden kaybolmuştu. Rhoslyn onun arkasından gitmek isterdi. Hiçbir şey yapmadan burada oturmak gözlerinin dolmasına sebep olduğunda Zayn' in yenildiğine hala inanamıyordu. Ashton' un da kılıçta çok yetenekli olduğunu kabul ediyordu fakat hayatında gördüğü hiç kimse Zayn kadar iyi değildi, olamazdı.

Yaver, elindeki kırmızı karanfillerden yapılma tacı Ashton' a verdiğinde Ashton gülümseyerek nişanlısına bakmış ve oturduğu sekiliğe doğru ilerlemişti.

Hemen yanında oturan annesi "Yanına git." diye fısıldadı ve memnuniyetle Ashton' u alkışlamaya devam etti.

Ashton Irwin sekiliğin önüne durarak üçüncü basamakta oturan Rhoslyn' e doğru karanfil tacını uzattı. "Benim dünyamda güzelliğin ve aşkın kraliçesi sensin tatlı sevgilim. Lütfen bu tacı sana takmama izin ver."

Rhoslyn yerinden bile kıpırdamadı. Duygusuz gözlerini nişanlısının gittikçe sabrı tükenen yüzüne sabitlerken çevredeki insanlar da sessizleşmiş ve Rhoslyn' in neden aşağıya inip nişanlısının uzattığı tacı almadığını sorgular olmuştu. Fısıltılar artmaya devam ederken Ashton' un gülücüğü soldu ve yerini patlamaya hazır bir öfkeye bıraktı. "Yanıma gel güzelim." demişti sertçe.

Rhoslyn ayağa kalktı ve güçlü bi şekilde basamakları inip Ashton' un karşısına geçti. Gözlerini genç şövalyeden ayırmadan elindeki karanfil tacı aldı ve yapacağı şeyin başına ne gibi belalar açacağını düşünmeden tacı iki parçaya ayırdı. Dağılan çiçek parçalarını yere attıktan sonra hiçbir şey söylemeden insanları geçti ve Ejderha Kalesi' ne girebileceği en yakın kapıya doğru ilerledi. Birkaç tokat yemek, ellerindeki o boktan tacı takmaktan daha iyi.

Odasına girdiğinde kapısını hızlıca kapattı ve kendini yatağına atarak tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı. Rhoslyn sürekli üzgün olmaktan yorulmuştu. Mutluluğun ne olduğunu unutalı öyle çok zaman olmuştu ki... Zayn' in yanında huzurlu olup gülümsemesine rağmen aslında hiç mutlu değildi ve ruhu her geçen zaman biraz daha kedere boğuluyordu. Aklında çoğu zaman ölme fikri vardı. Bir şekilde ölmek. İstemediği bir hayatı yaşamak yerine genç yaşında ölmek ona daha mantıklı geliyordu ama bunu yapacak cesareti henüz kendinde bulamıyordu.

Arkasından Ashton' un gelip kendisine hesap sormasını beklemişti ama Ashton gelmedi. Babası ya da annesi de öyle... Ve bu Rhoslyn' i daha çok korkuttu çünkü böyle bir şeyin olması hiç de normal değildi. Ya da hiçbir şey yapmayacaklardı belki de? Olamaz mıydı? Gergin bir şekilde yatağından kalkıp dolabının üzerindeki saç fırçasını aldı ve gayet düzgün olan saçlarını fırçalamaya koyuldu. Bunu ne kadar süre yaptığını bilmiyordu ama fırçanın sapını tutan parmakları acımaya başladığında tekrar gözyaşı dökmüş ve yaşadığı bu duygu karmaşaları yüzünden bulanan midesi rahat durmamıştı. Rhoslyn içinde ne varsa kustu. Başı dönüyordu. Elleri acıyor ve durmaksızın ağlıyordu. Bir şekilde Darra' yı odasına çağırdı ve genç kız etrafı hızlıca temizledi. Rhoslyn' in üzerine daha rahat kıyafetler giymesine yardım ederken "Üstat Walter' ı çağırmamı ister misiniz leydim?" diye sormuştu kız endişeyle. "Hasta görünüyorsunuz. Size yardım edebilir."

"Kimseyi görmek istemiyorum."

"Akşam ziyafetine katılmayacak mısınız yani?" Rhoslyn başını iki yana salladı.

"Size yemek getireyim mi leydim? Acıkmışsınızdır."

"Lütfen git." dedi Rhoslyn. "Sadece gitmeni istiyorum."

Darra, Rhoslyn için selam verdikten sonra odasından çıktı. Yalnız kaldığında ise sandığını açtı ve Zayn' in kendisine verdiği kış güllerinden yapılmış tacı çıkardı. Taç ile birlikte tekrar yatağına uzanırken son derece nazik hareketler ile tacı göğsüne bastırdı ve gözlerini kapattı. Biraz uyumak istiyordu sadece. Uyuduğunda -eğer kabus görmezse- bir süreliğine olsa da olanları unutabiliyordu.

Kimsenin gelmeyeceğini düşünmüştü. Ama gece yarısının karanlık saatlerinde kapısı sertçe kapanıp gürültülü bir ses yankılandığında uzun zamandır uyuyan Rhoslyn korkuyla sıçrayıp gözlerini açtı. Gelen kişiyi karanlık yüzünden göremeyince bu onu daha çok tedirgin etti.

"Sana nazik olmaya çalıştım."

Odasına giren kişi Ashton' dı. Ve harekete geçerek odadaki mumları yakmaya koyuldu.

"Fakat her seferinde beni aşağılayarak yapmamam gereken davranışlara ittin."

"Git buradan."

"Gitmiyorum."

Ashton Irwin son mumu da yaktığında Rhoslyn artık rahatlıkla onu görebiliyordu. Sarhoştu. Saçları dağılmıştı ve her zaman olduğu gibi öfke doluydu. Öfkeli yeşil gözler, Rhoslyn' in suratından yatağa doğru yavaşça kaydı. Kendisine doğru ilerlediğinde ise Rhoslyn korkuyla yatağın ucundan ayağa kalkıp odanın diğer tarafına koştu. Ashton hala yatağa dönük bir şekildeydi. Onun geniş sırtını izlerken küçük kalbi yerinden çıkacak gibi hissediyordu.

Ashton yatağa doğru eğildi ve ardından elindeki kış gülü tacı ile Rhoslyn' e döndü. "İnsanlar senin arkandan fahişe diyor. Artık onlara katılıyorum ve ben de bir fahişeye davranılması gerektiği gibi davranacağım."

"Tacımı bana ver!" Rhoslyn, Zayn' in verdiği tacı almak için harekete geçti. Ama yanına varana dek paramparça olmuş kış gülleri yere düşmüştü. "Hayır!" dedi ağlayarak yere çökerken. Parçalara ayrılmış kış güllerine dokundu. Onları imkansız olmasına rağmen çıldırmış bir şekilde birleştirmeye çalışıyordu.

"Neden bunu yaptın?!" dedi hıçkırarak.

"Çünkü insanların içinde sen de bana bunu yaptın. Ama benim, sende paramparça edeceğim sadece bir taç olmayacak."

Rhoslyn ayağa kalktı ve çığlık atarak nişanlısına saldırdı. Uzun tırnaklarını onun güzel yüzüne geçirip delirmiş bir halde ona vurmaya çalışırken bağırmaya devam ediyordu. Ashton hiç zorlanmadan onu tutup yere fırlattığında Rhoslyn dudaklarının arasından acı bir inilti bıraktı. Sırtındaki acıdan kurtulamadan üzerine çıkan Ashton hala çığlık atmaya devam eden Rhoslyn' in ağzını büyük eliyle kapattı ve diğeriyle ise genç kızın eteğini yukarı doğru yırtarcasına çekti. Bedenini Rhoslyn' in iki bacağı arasına aldığı vakit Rhoslyn boğazının bağırmaktan patlayacağını düşünmüştü. Durmaksızın hareket ediyor, elleri ve ayakları ile onu üzerinden ittirmeye çalışıyor fakat başarılı olamıyordu.

"Düğüne kadar bekleyebiliriz diye düşünmüştüm. Fakat bacakların sürekli ona açık olduğuna göre fazla istekli olmalısın."

Dediklerine karşılık olarak onun eline doğru bir çığlık daha savurdu. Boştaki eli ile pantolonunun önündeki düğümü çözmeye çalışırken Rhoslyn ayakları ile Ashton' un bacaklarına vurdu. Ayrıca ellerini dışarı çıkarmayı başarınca onun saçlarını geriye doğru tüm gücüyle çekti.

"Siktir! Rahat dur!" Rhoslyn yüzüne bir darbe alınca parmakları arasındaki saçları daha güçlü çekti, ayaklarıyla daha hızlı vurdu, ağzındaki eli daha sert ısırdı. Dişlerinin derine gömüldüğünü hissedince ağzına kan tadı geldi ve bu midesinin yine bulanmasına yol açtı.

"Cehenneme git fahişe!" diyen Ashton acıyla kendini yana attınca Rhoslyn ayağa nasıl kalktığını bilmiyordu. Kan yüzünden iki büklüm olup tekrar kustu ama neyse ki uzun sürmemişti. Kapıyı açıp ağlayarak dışarı çıktı ve hayatında ilk kez bu kadar hızlı bir şekilde koştu. Belli kapıların önünde dikilen muhafızlar onun bu halini şaşkın bir halde izliyordu.

Ve Rhoslyn girdiği bir başka koridorda büyük bir cüsseye çarpıp tekrar yere düştü.

"Rhoslyn?"

"Louis?" Rhoslyn gözyaşları yüzünden net göremiyordu fakat evet, karşısındaki gerçekten Louis Tomlinson' du. Zayn' in en yakın dostu, güvendiği Louis.

"Louis!" dedi ve ayağa kalkarak kendisini şövalyenin güvenli kollarına attı. Öyle çok korkmuştu ki titriyor ve ağlamayı kesemiyordu. Louis neye uğradığını şaşırmış bir halde pelerinini omuzlarından çıkardı ve incecik kıyafetlerin içindeki Rhoslyn' i pelerini ile sarmaladı.

"Neden ağlıyorsun? İyi misin? Birisi sana zarar mı verdi?"

Louis Tomlinson hiç düşünmeden kılıcını kınından çekip Rhoslyn' in geldiği yöne doğru birkaç adım atmıştı ki "Lütfen gitme." dedi Rhoslyn. Sör Louis genç leydinin dehşet içindeki yüzüne baktı ve on kalp atımı kadar bir süre sonra kılıcını kınına geri soktu. Elini Rhoslyn' in sırtına koyarak onu yönlendirdi ve kendilerine en yakın balkona çıktılar. Büyük balkonun sonuna dek yürüdüler ve Rhoslyn serin hava yüzünden omuzlarındaki pelerine daha sıkı sarıldı. Balkon girişinde dikilen iki muhafız dışında burada kimse yoktu. Kale, gecenin sessizliğine ve karanlığına hakimdi. Yüzüne doğru esen sert rüzgar Rhoslyn' in göz yaşlarını kuruttu. Ağlamayı da kesmiş, üzerinde sadece durduramadığı bir titreme kalmıştı.

"Sorunun ne olduğunu söyleyecek misin?" dedi Louis. "Korkunç görünüyorsun Rhoslyn. Bana hiçbir şeyin olmadığını sakın söyleme."

Rhoslyn, Louis' in karmaşık duygularla dolu gözlerine baktı. "Gördüklerini Zayn' e anlatma, lütfen."

Eğer Zayn yaşanılanları öğrenirse Ashton' u gerçekten öldürürdü. Hiç düşünmeden ve vahşice bunu yapardı. Bu da ardından iki krallık arasındaki katliamı getirirdi.

"Söylemek zorunda olduğumu biliyorsun."

"İnsanların yeniden birbirini öldürmesini mi istiyor?" diye sordu Rhoslyn. Louis bunun üzerine bazı şeyleri anlamış gibi sessiz kaldı. "Anlatmaman gerekiyor."


Rhoslyn, şehrin manzarasına bakarken Louis ona bir matara uzattı ve matarayı alarak sert şaraptan büyük yudumlar içti. Buna ihtiyacı vardı.

KILLIAN

Hook hariç tüm tayfanın neşeli haykırışları beklenmedik bir anda büyüdüğünde Hook sadece gülümsemiş ve keyifle romundan içmişti. İşte sonunda olmuştu. Boğulmuş Tanrı yüzlerine gülüp onlara tatlı bir rüzgar vermişti.

Hook gözlerini kapattı, saçlarını geriye doğru savuran rüzgara varlığınü bıraktı. Ve gözlerini yeniden açtığında ise "YELKENLER FORA! Tüm yelkenler fora!" diye haykırdı.

Tek Göz Alexander, kaptanın söylediklerini kalın sesiyle tekrarlarken tayfanın diğer kalanları yelkenleri açmaya koyuldu. Herkes bu manzarayı çok uzun zamandır bekliyordu şüphesiz. Hook geminin kıç kısmından ayrılıp önüne doğru yürüdü ve günler boyu uzak durduğu dümenin başına geçti.

"En yakın kıyıya gidiyoruz değil mi Hook? Tıpkı söz verdiğin gibi? Yoksa yakında bu adamlarla birbirimizi sikeceğiz." diyen Thomas elini ağabeyinin omzuna koydu. Derin buz mavisi gözlerindeki heyecan ve hırs Hook' u gülümsetmişti.

"Kadınlarınıza kavuşacaksınız kardeşim."

Zıplar adımlarla uzaklaşan Thomas, neşeyle bu haberi diğerlerine verdi ve kirli adamlar mutluluktan birbirini itekledi. Hatta İri Jim, Çelimsiz Oswald' ı kucaklayıp bir tüy kadar hafifmiş gibi yukarı kaldırmış ve sonra zavallı çocuğu denize fırlatmıştı.

Gün batımının kızıl renkleri arasında, rüzgarın şerefine güzel bir ziyafet hazırlanmıştı Jolly Roger' da. Gece yarısında bir kasabaya varacakları için yemekleri yapan Ronald kilerdeki neredeyse bütün yiyecekleri bu akşam için kullanmıştı. Fıçılarca rom ve bira, kızartılmış çeşitli etler, turtalar ve daha fazlası... Tayfa kuduz hayvanlar gibi yemeklere saldırırken Hook sadece bir but parçası almış ve onu kemirmekle meşgul olmuştu.

"Şehirden ayrılmadan önce," dedi Tek Göz Alexander. "Bir kadınla tanıştım. Güzel bir kadınla. Büyük memeleri süt kadar beyazdı. Ve saçları, dostlarım. Saçları Greenland' in kuzeyli kaltakları kadar sarıydı. Yeşil gözleri bahar yaprakları gibiydi ve ona aşık olduğumu hissettim."

"Fahişeyi öldürdün mü yoksa?" dedi Thomas. Maşrapasındaki romun tamamını bitirdi ve yenisini doldurdu.

"Ona, onu sikmek istediğimi söyledim. Evet dostlarım, bunu gerçekten söyledim. Bana-"

"Onu siktin mi?" dedi heyecanla Bebek Jackie.

"Lafımı bölme piç. Anlatıyorum! Dinlemeyi öğren... Evet bana baktı. Yüzünde midesi bulanır gibi bir ifade vardı. Oysa en son aylar önce banyo yapmıştım." Hook, Tek Göz Alexander' ın yağlı ve seyrek saçlarına, çürük dişlerine, kirli tenine ve sonunda ise genel olarak Alexander' a baktı. İğrençti. Bir kadın için tamamen mide bulandırıcı, çirkin ve kirli bir adamdı.

"Bana bakarken bile kusmak istediğini söyledi. Benimle yatmayacaktı dostlarım. Fahişe, kalbimi paramparça etmişti." Alexander sahte ve abartılı bir hüzün gösterisi yaptıktan sonra romundan içti.

"Sonra başka birisini mi buldun?" diye sordu Bebek Jackie.

"Hayır piç. Tek Göz Alexander, bir kadın istemediği için ondan vazgeçmez. Sonuçta ben teklifimi yapmıştım. Değil mi? Onu kolayca kenara çektim. Epey zayıftı. Eteklerini parçalarken yardım çığlıkları atması aletimi daha da kaldırdı. Dostlarım... Muhtemelen ondan bir piç peydahladım. Fakat keşke orada olsaydınız ve siz de o kaltaktan faydalanabilseydiniz. Bunu çok isterdim."

"Kadınların içine özgür kalmayın." dedi İri Jim. "Fahişenin teki birkaç hafta önce ellerinde bir piç ile yanıma geldi. Çocuğun benden olduğunu söyledi dostlarım. Benden! Ona siktirip gitmesini söyledim. Fakat kadın kafayı yemişti. Onu becerdiğimi hatırlamıyorum bile!"

"Kadınlar böyledir Jim. Bebek onları paramparça ederek bu boktan dünyaya geldiğinde eskisi gibi olmuyorlar. Hem de hiçbir zaman."

"Tüm kadınları sikeyim!" diyen Tek Göz Alexander. Maşrapasını kaldırdı ve pürüzlü sesiyle bilindik bir şarkıyı söylemeye başladı.

"Ah, Sally Brown, o güzel genç leydi!
Yol, saman, yuvarlan ve git.
Ve bütün gece yuvarlandık.
Ve bütün gün yuvarlandık.
Paramızı Sally Brown' a harcayın."

Tüm tayfa rom dolu maşrapalarını kaldırıp neşeyle şarkıya katılırken Hook sadece küçük bir tebessüm ile adamlarını izliyordu. Ve Thomas. Küçük kardeşi ne kadar da mutluydu.

"Ah, Sally Brown, o parlak bir melez!
Yol, saman, yuvarlan ve git.
Siyah rom içiyor.
Ve tütün çiğniyor.
Yol, saman, yuvarlan ve git.
Ve bütün gece yuvarlandık.
Ve bütün gün yuvarlandık.
Paramızı Sally Brown' a harcayın."

İri Jim her zamanki abartılı neşesi ile duygularını içinde tutamadı ve maşrapasını Bebek Jackie' nin bebeksi yüzüne fırlattı. Zavallı Jackie, dudağı patlamış olsa da kan içindeki ağzıyla kahkahalar atmaya devam ediyordu.

"Babası katranlı denizciden hoşlanır.
Yol, saman, yuvarlan ve git.
Ve bütün gece yuvarlandık.
Ve bütün gün yuvarlandık.
Paramızı Sally Brown için harcayın.
Ah, Sally Brown, iyi bir Scrumpy sever!
Yol, saman, yuvarlan ve git.
Biraz seksten hoşlanır.
Yol, saman, yuvarlan ve git.
Ve bütün gece yuvarlandık.
Ve bütün gün yuvarlandık.
Paramızı Sally brown'a harcayın.
Ah, Sally Brown, o hoş bir genç leydi!
Yol, saman, yuvarlan ve git.
Evet, Sally Brown, o iyi bir genç leydi!
Yol, saman, yuvarlan ve git.
Ve bütün gece yuvarlandık.
Ve bütün gün yuvarlandık.
Paramızı Sally brown'a harcayın.
Ve bütün gece yuvarlandık.
Ve bütün gün yuvarlandık.
Paramızı Sally Brown'a harcayın."*

Hook rom dolu maşrapasını da alarak ayağa kalktı ve doğruca kamarasına doğru yürüdü. Rahatsız ranzasına uzanıp birkaç büyük yudum rom içtikten sonra Regina' yı düşündü. Şimdi ne yapıyordu acaba? İyi miydi? Muhtemelen her zaman olduğu gibi öfke ve nefret doluydu. Hüzünle onu tanıdığı ilk zamanları canlandırdı aklında. Regina neşeli bir kadındı. Her zaman mutlu ve her zaman güzel kahkahaları ile dalgaları süslerdi. Korkusuz, gerçek bir deniz kadınıydı. Güçlüydü. Korsan piçlerin ondan korkmasını sağlayacak kadar hem de... Ve cesurdu. Birlikte onlarca maceraya atılmışlardı. Regina, Hook ve Zion. Denizlere hükmediyorlardı. Çok kolay bir şekilde Brownland' in büyük kısmını ele geçirdiklerinde Zion' un ejder kralı olmasını istemişlerdi. Böylece daha da güçlenecek ve dilerse o yeşil diyarına gidip intikamı alınacaktı. Ama Zion bunu istememişti. "Ben yönetmek ya da intikam istemiyorum Killian." demişti kararlı bir sesle. "Dalgaların ve rüzgarın arasında olmalıyım. Başka hiçbir yerde değil."

Ve böylece Regina kraliçe olmuştu. O zamanlar Zion' un neden denizlerde olmak istediğini anlamamıştı Hook. Şimdi görebiliyordu. Bir keresinde "Deniz insanın acısını emiyor." demişti ve Zion büyük bir acının içerisindeydi. Her şeyin sonunda deniz bile acıya doymuş olmalıydı onun için.

Hook gözlerini kapattı. Gözlerinin ardındaki karanlığında bir ağaç vardı. Yaşlı bir ağaç. Ağacın kalın dalında ise boynundan bir iple sallanan Zion... Bu görüntüyü aklından hiçbir zaman çıkaramıyordu. Tabii bir de Regina' nın sevdiği adamı o şekilde gördüğünde verdiği tepkiyi. Rüzgarda sallanan solgun bedene bakıp gülümseyerek "Uçuyor." demişti sessizce. "Bir güvercin gibi. Görüyor musun Killian?"

"Bakma." dedi Hook kollarını ona saracakken.

Hiddetle kendisini ittiren Regina "Bırak!" diye haykırmıştı. "İzleyeceğim." Ve gün doğumuna kadar izlemişlerdi.

Hook, romun tamamını bitirdikten sonra maşrapayı kamaranın bir köşesine fırlattı. Uyumak istiyordu. Uzun bir zamandır o kadar az uyuyordu ki tüm bu yorgunluğu maddi ve manevi hissediyordu kendisinde. Çok yorgundu.

"Kaptan? Kaptan, uyan. Kasabanın kıyısına yaklaştık." Gözlerini aralayan Hook uykulu gözlerini baş ucunda dikilen Bebek Jackie' nin toy yüzüne çevirdi. Yirmili yaşlarda olmasına rağmen çocuğun bıyığı bile çıkmıyordu.

"Herkes hazır mı?" diye sordu yatakta doğrulurken.

"Elbette kaptan. Seni bekliyoruz." Hook ayağa kalktı ve sandığın üzerindeki kılıç kemerini hızlıca beline bağladı. Daha sonra ise yastığının altındaki hançerini aldı ve onu da kemerine bağladı. Yağma için tamamen hazırdı.

ZAYN

"Ne yazık ki iyi haberlerimiz yok Majesteleri." demişti Şehir Muzhafızları Kumandanı Lord Raegan. Onun hemen yanında oturan Güney Krallığı Ordu Kumandanı Lord Naveen katı ve ifadesiz yüzüyle ilk kez bu sabah küçük konseye katılmıştı.

"Ne oluyor?" dedi Kral Yaser.

"Gün doğumunda Horan Kalesi' nden bir kuzgun geldi Majesteleri. Üç gün önceki gece korsanlar Horan kıyılarındaki kasabalara saldırmış. Lord Greg Horan sizden çok özür dileyerek Kralın Şehrini terk etti ve evine doğru yola çıktı. Hasarın büyük olduğundan bahsediyorlar."

Zayn, kral babasının yüzünde oluşan ejderhanın öfkesini gördü.

Pezevenk Lord Kevin Ball "Kıyılarımızda dolaşan filonun başındaki kişinin Kaptan Xannon olduğunu öğrendim Majesteleri." dedi emin bir sesle.

"Bu piçle ilgili ne biliyorsun?" diye sordu Zayn. Kadehindeki şarabın yarısını bitirdi.

"Kaptan Xannon, şüphesiz ki denizlerin güçlü korsanlarından birisi prensim. Zalim bir adam. Tayfasının tamamı dilsiz adamlardan oluşuyor ve onlara duymak istemeyeceğiniz türden çeşitli işkenceler uyguluyor. Ve bildiğim bir diğer şey ise Xannon' un sadece eğlenmek amacıyla kıyılarımıza sardırdığıdır. Herhangi bir toprağımızda yerleşim kuracağına inanmıyorum."

Lord Desmond Styles "Kaptan Hook ve onun kaltağı Brownland' de krallıklarını kurdu Lord Kevin. Xannon neden bunu yapmasın?" diye sordu meydan okurcasına.

Aslan lordunun pezevenkten nefret ettiği bariz bir şekilde ortadaydı. Eğlenceli olanı ise pezevengin kendisine duyulan nefretten büyük bir mutluluk duymasıydı. "Bu işimi iyi yaptığımı gösterir." demişti Kevin, Zayn' e.

"Killian Jones bir korsanda olması gerektiğinden çok daha büyük bir zekaya sahip lordum. İşte nedeni tam olarak bu."

"Yani Xannon' un aptal olduğunu mu söylüyorsun?" diye sordu Kral Eli Lord Mark Tomlinson.

"Düşmanı aptal yerine koymak baştan kaybetmek demektir lordum. Xannon' un kadırgaları ahşaptan ve ejderhalarla uğraştığını biliyor. Aptal olduğunu sanmıyorum. Bir tuzağı olabilir. Oradaki kızlarımın bunu öğrenmesini sağlayacağım."

"Kaç tane genelevin var lanet adam?" diye sordu Baş Rahip Ilham dehşet içinde.

"Ben dünyaya açılmış bir pezevengim yaşlı dostum."

"Kadın pazarlamak tanrının en büyük güna-"

"YETER." dedi elini masaya vuran kral. Ayağa kalktı. "Doğu kıyılarımızdaki insanlarımız ölüyor ve siz günahlardan mı bahsediyorsunuz?"

"Majesteleri, affedin, ama bir krallık dinden asla uzaklaşmamalı. Eğer size yönetim konusunda yardımcı olamazsam-"

"Olmanıza zaten gerek yok Rahip Ilham." dedi Zayn öfkeyle. "Burada bir krallık yönetiliyor. Bırakın da politikayı biz yapalım."

Rahip Ilham sessiz kaldı.

"Çok ölü var mı?"

"Evet, Majesteleri. İnsanlar korsanları geri püskürtmek için elinden geleni yapmış. Ama tüm bunların içinde en kötüsü tecavüze uğrayan çok fazla kadın var."

"Haberi duyar duymaz oraya yüz kişilik bir birlik gönderdim Majesteleri." dedi Lord Kumandan Naveen.

"Kesinlikle daha fazla gönderilmesi gerektiğini düşünüyorum." dedi Mark Tomlinson.

Kral Yaser onaylar anlamda başını sallamıştı. "Şehirdeki birliklerin yarısının doğu kıyılarında paylaştırılmasını istiyorum Lord Naveen. Güvenlik ciddi anlamda arttırılmalı. Tek bir insanımın daha zarar görmesini istemiyorum."

"Ama askerlerin yarısı giderse şehrin güvenliği tehlikede olur Majesteleri." demişti Baş Üstat Walter White.

"Bugün turnuvanın son günü. Kuzeyliler birkaç güne kadar buradan gidecek ve bu süre içinde onlarla aramızda bir sorun yaşayacağımızı düşünmüyorum. Yine de tedbir alacağız. Üstat Walter, tüm sancaktarlarımıza haber gönder; Her hane lordu elindeki askerlerin üçte birisini krallık adına bize gönderecek. Ayrıca bu askerler olası deniz savaşında da bize katılacaktır."

"Emredersiniz Majesteleri." Üstat Walter not kağıdına hızlı karalamalar yaptı.

"Ve Lord Naveen, asker eğitimleri hızlanmalı. Silahlanma konusunda da özellikle ilgili olmasınızı istiyorum."

"Emredersiniz kralım."

Kral Yaser, masanın diğer ucunda sandalyesine yayılarak oturmuş oğluna baktı. "Ablan Waliyha, eğer deniz savaşı olursa bize katılmak istediğini söyledi."

"Nasıl yani?" dedi Zayn dikleşerek.

"Ablan ejderhaya binmek istiyor."

Masada derin bir sessizlik oluştuğunda Zayn yeni düşük yapmış ablasını ve onun küçük kızı Haven' ı düşünüyordu. Korumacı bir iç güdüyle "Hayır." demişti net bir tavırla. "Kardeşim için bu çok tehlikeli baba. Umarım izin vermemişsindir."

Lord Naveen de Zayn' in fikrine katılıyordu. "Bu sıradan bir savaş değil Majesteleri. Korsanlar ejderhaları indirmek için ellerinden geleni yapacaklar ve prensesin tatlı bir kızı var."

Kral Yaser tekrar yerine oturdu ve ellerini ahşap masanın üzerinde birleştirdi. "Ona izin verdim."

"Ne?"

"Majesteleri-"

"Waliyha' nın Ofra İsyanı' nda gösterdiği cesareti gördünüz. Ve kızım krallığı için savaşmak istiyorsa onu engellemem. Kimse de engelleyemez." Kralın sözü üzerine kimse bir şey söyleyemedi elbette.

Waliyha Malik, Lord Ofra' nın isyan çıkarma gibi bir durumu söz konusu olduğu zamanlar doğruca krallığın yolunu tutmuştu. Halası Doniya Malik de öldürülüp Anghrist ile birlikte Ofra kanı taşıyan herkesi öldürmeye gittiğinde Waliyha da -kocasının onlarca itirazına rağmen- kaledeki ejderhalardan birine binmiş ve ağabeyinin peşinden gitmişti. Tabi Waliyha oraya varana dek ejderhanın prensi çoktan işini bitirmişti.

"Özetleyecek olursak; sen, ben, Waliyha, Jacey ve Jawaad ejderhaları süreceğiz."

Beş ejderha. Bu büyük bir güç demekti.

"Anladım." dedi Zayn sadece.

"Önemli başka bir durum var mı lordlarım?" Kimseden ses çıkmadığında kralla birlikte herkes ayağa kalktı. "Güzel. Dediklerim acilen yapılsın."


Kral kendisine verilen selamları bir baş selamı ile karşıladıktan sonra salonu terk etti. Zayn de odadan çıktığında küçük yaveri Dei sabırsız bir şekilde onu bekliyordu. Çocuk acele adımlarla prensinin yanına geldi ve parmak uçlarında yükselerek Zayn' in kulağına fısıldadı.

"Leydi Rhoslyn sizi odanızda bekliyor prensim."

"Liam' ı ya da Louis' i bul. Odama kimsenin girmesini istemiyorum."

"Emredersiniz."

Zayn acele adımlarla yürüdü. Rhoslyn' i görmeye ihtiyacı vardı. Ona sarılmaya... Gergin bir güne başlamıştı ve genç kız tek bir dokunuşuyla Zayn' deki olumsuz duyguları söküp alabilmesi Zayn için bir mucizeydi.

Merdivenleri tırmanıp odasına vardığında kapıyı hızlıca açtı. Balkon kapısının pervazına yaslanmış olan Rhoslyn irkilerek arkasına döndü. Onu korkutmuş olmalıydı.

Gül kurusu rengindeki saten elbisesiyle Zayn' e doğru koşar adımlarla yürüdü ve kollarıyla prensi sarmaladı. Yüzünü genç leydinin sarı saçlarına gömerek huzurlu bir iç çektiğinde diyar, şimdi kısa bir süreliğine katlanılabilir hale gelmişti.

"Hasta mısın? Titriyorsun." dedi Zayn sessizce.

"Biraz üşüdüm. Ama şu an ısınıyorum." Zayn ona daha sıkı sarıldığında "Bugün turnuvanın son günü." dedi Rhoslyn.

"Bunları düşünmek istemiyorum. Sen de düşünme."

"Adadaki ateş çiçeklerinin arasındayken ağzınla bana neler yaptığını hatırlıyor musun?" demişti Rhoslyn neşeli olmaya çalışan bir sesle.

Zayn ise gerçek bir gülücük bırakmıştı dudaklarından. "Sırtımdaki tırnak izlerinin asla geçmeyeceğini düşünmüştüm. Hatta saçlarımı köküyle birlikte kopardığını bile sanmıştım. Göründüğünden çok daha güçlüsün."

Rhoslyn de güldü. "Tekrar oraya gitmek istiyorum. Ateş çiçeklerine."

"Ciddi misin?"

Rhoslyn geri çekilip mavinin en açık tonuna bürünmüş gözleriyle Zayn' e baktı. "Lütfen." demişti. "Son kez oraya gidelim. Özgür olabildiğimiz tek yer orası."

Ona nasıl hayır diyebilirdi ki? İrislerindeki buz, ejderhanın ateşini yok ediyordu. Zayn duygularını tam olarak böyle anlatabilirdi.

"Ziyafetten sonra uçuruma gel, Louis sana eşlik edecek. Anghrist ile ben de seni orada bekleyeceğiz."

Rhoslyn onaylar anlamda başını sallayıp prensin dudaklarına uzandı. Öpüşü narindi, kırılacak bir bebek gibi. Zayn de aynı narinlikle onu kendine yasladı ve öpüşüne karşılık vererek ondan kendisine geçen yaşamı hissetti. Ama çok uzun sürmemişti. Rhoslyn ayrılmış ve "Gitmeliyim. Annem beni bekliyor." dedikten sonra son bir öpücük daha vererek gitmişti. Artık onunla eskisi kadar uzun vakitler geçirememek Zayn' in canını sıkıyordu. Her geçen gün biraz daha az yüzünü görüyordu Rhoslyn' in. Yakında hiç göremeyeceğim.

Sabırsızca günün bitmesini bekleyen Zayn için gün olduğundan daha yavaş geçti. Saçmalıklardan ibaret yedi günlük turnuva bugün bitmişti ve ardından yine büyük bir akşam ziyafetine geçilmişti. Yüksek masada babasının yanında otururken daha çok şarap içmiş ve gözlerini karşıdaki sırada, ailesiyle iç içe oturan Rhoslyn' den ayırmamıştı. Üzerindeki lacivert elbisenin yarasa şeklinde kesilmiş kolları yere kadar uzanıyordu. Giydiği yünlü pelerinini, Clifford sancağının üzerindeki gümüş kar tanesi broşu ile yakasında tutturmuştu. Sarı saçları dalgalar halinde beline dek uzuyordu ve önlerdeki tutamları kıvrımlı bir şekilde başının arka kısmına, kelebek şeklindeki bir toka ile sabitlenmişti. Büyük salondaki en güzel kadın olduğu ortadaydı.

Neyse ki katlanılamaz ziyafet de bir müddet sonra bitmiş, imalı bakışlarını Rhoslyn' e çevirdiğinde Rhoslyn hafif bir gülümsemeyle göz kırpmıştı. Büyük salondan çıkmadan önce Louis' e "Dikkatli ol." diye bir uyarı daha yapmıştı. Louis ne yapması gerektiğini biliyordu.

Odasına gitti ve ilk olarak üzerindeki rahatsız edici takımı çıkardı. Daha rahat ve yumuşak bir takım giydikten sonra kılıç kemerini de bağladı ve yere kadar uzanan pelerinini giyerek başlığıyla yüzünü kapattı. Ardından balkona çıktı. Neyi beklediğini bilen Anghrist gökyüzünde kavisler çiziyordu. Devasa büyüklükteki kanatlarıyla havayı döverek sürücüsüne doğru uçtu. Balkon korkuluklarına ayak basan Anghrist gövdesini Zayn için öne doğru eğdi. Zayn ise ejderhasının sert ve çıkıntılı pulları yardımıyla kolayca tırmanarak boynunda oturur pozisyon aldı. Ejderha geceye bir kükreme bıraktı ve kanatlarını iki yana açıp çırparak tekrar havalandı, doğruca uçuruma gittiler.

Rhoslyn oradaydı. Korumacı bir tavırla elini kılıç kabzasından ayırmayan Louis ise hemen yanında bekliyordu. Anghrist uçurumun en ucuna konduğunda Rhoslyn acele adımlarla ilerledi ve ejderhanın pullarına tutunarak yukarı tırmanmaya çalıştı. Elini tutabilecek kadar yaklaştığında ise Zayn onun narin elini tutmuş ve kolayca kendine doğru çekmişti.

"Teşekkür ederim kardeşim." dedi Zayn minnetle. Louis karşılık olarak sadece gülümsedi.

Ve özgürlüğe doğru uçtular.

Ada ay ışığı altında, karanlıktayken bile güzeldi. Hava serin fakat yaşlı bir ağacın altında birbirlerine sarılarak oturan Zayn ve Rhoslyn üşümüyor, kalplerinin en sıcak olduğunu anı yaşıyorlardı.

"İnsanların ardımdan fahişe dediklerini öğrendim." demişti Rhoslyn.

Zayn rahatsızca kıpırdandı ve sakinliğini koruyabilmeyi diledi. "Bunu kim söylüyor?"

"Herkesi öldüremezsin." demişti alayla genç kız.

"Senin için öldürürdüm."

"Zalimsin."

"Bu dünyada zalimler hayatta kalıyor."

Rhoslyn bir müddet düşünceler içinde sessiz kaldı. "Aslında haklısın. Ben çok yumuşak kalpliyim sadece."

"Beni dengede tutan şey de bu." dedi Zayn tebessüm ederek. "Yumuşaklığın beni dizginliyor." Sen gittiğindeyse tanrı insanları benden korusun.

"Bir gün tekrar seni görür müyüm acaba?" dedi Rhoslyn yine düşünceli bir şekilde.

"Tanrı bilir."

"Hangi tanrı?"

"Elbette benim tanrım."

"Senin tanrın gerçek değil Zayn Malik." demişti kız gülerek. Ejderha prensi doğruldu ve Rhoslyn' in, ilk geldiği zamanlardaki, buz gözlerinde var olan çirkefliğin şimdi yine orada olduğunu gördü. Ve bunu görmeyi çok özlediğini fark etti.

"Benim tanrım, gerçek olan tek tanrı."

"İnsanlar ateşten doğmaz! Biz topraktan geldik."

"Ateş topraktan güçlüdür. Yani bu da benim tanrımı gerçek yapar. Ayrıca, ölülerinizi lanet toprağa gömüyorsunuz tanrı aşkına!"

"Çünkü beyaz rahipler bu şekilde başlangıca döndüğümüzü söyler. Doğrusunu istersen gömülmeyi yakılmaya tercih ederim."

"Saçmalık."

"Kesinlikle öyle."

"Senin dininde zalimlik var. Geçmişte insanlarınızı buzun içine gömerek kurban ediyordunuz. Ne tür bir tanrı yarattıklarının kurban edilmesini ister?"

"Kuzeyde bu kurban geleneği çoktan yasaklandı. Farkında mısın?"

"Yine de bu zalimliğini ve saçmalığını değiştirmez."

Rhoslyn "Of!" diye bağırdı ve Zayn' e kendini kabul ettiremeyeceğini anlayarak pes etti.

"Gözlerini büyülterek inatçılık yapman," dedi Zayn etkileyici bir sesle. "Hoşuma gidiyor."

Rhoslyn' in dudaklarında da yaramaz bir gülücük oluşmuştu. "Benim de ağzınla yaptığın şeyler hoşuma gidiyor."

Zayn anında sertleştiğini hissettiğinde. "Öyle mi?" dedi ve onu yavaşça toprağa yatırdı.

Rhoslyn küçük bir kahkaha atarken bacaklarını onun için zevkle araladı. Zayn dizlerinin üzerinde dik bir şekilde dururken elleriyle Rhoslyn' in bacaklarından tuttu ve sertçe bedenini kendine doğru çekti. Rhoslyn yine gülmüştü. Onu güldürmeyi seviyordu.

İpek elbisesinin eteklerini yukarı doğru sıyırdı ve ardından iç çamaşırını da oradan söküp aldı. Eğilerek genç kızın pürüzsüz beyaz dizine bir öpücük bıraktı ve öpücükleri iç bacağına kadar yol aldı. Dudakları Rhoslyn' in kızlığına vardığında ise işe dilini de katmıştı. İlk darbede Rhoslyn' in dudaklarından büyük bir inilti fırlatmayı başaran Zayn şimdi ise patlayacak gibi hissediyordu.

The Dreadnoughts • Sally Brown

Continue Reading

You'll Also Like

15.5K 2.3K 50
Hep aynı yıldıza bakarsan yolunu asla kaybetmezsin...
239K 9.1K 76
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
42.5K 6.7K 29
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.
86.4K 10.2K 47
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...