Mürekkep Kokunu İçime Çektim...

By ofluoglumert

20.5K 2.9K 2.5K

Hayatının en zor döneminden geçen Irmak, bir gün bir kitap alıp okumaya başlar ve her şey değişir. /// Genç b... More

tanıtım
1
2
3
4
5
6
7
8
...
9
10
11 / kalp narin bir yaratıktır
12
13
14
15 / şüphe açmış çiçek
Yeni bölüm ne zaman?
TUHAF DERGİ'NİN YENİ SAYISINDA HİKAYEM VAR!
Bundan sonra Atlas'a ne olacak?
17
18
19 / sarmaşıklar doladı kalbimi (büyük final... mi?)
YAZMAK ÜZERİNE...
MÜREKKEP KOKUNU İÇİME ÇEKTİM (BÖLÜM ÖZETLERİ)

16 / lirik sevgilim

500 90 273
By ofluoglumert

Bölüm şarkısı: Sade - No Ordinary Love 

Şimdiye dek okuyacağınız EN heyecanlı bölümle karşı karşıya olduğunuzu söyleyebilirim. Yeni bölüm için sizleri biraz beklettim ama emin olun buna değen bir bölüm oldu! Şok olacaksınız, ağzınız bir karış açık kalacak ve daha bir sürü şey... Bu bölümde kafanızdaki çoğu soru işareti silinecek, ama yeni soru işaretleri eklenecek... Uzun ve heyecanlı bir bölüm oldu. Bu nedenle oy ve yorum sınırı koyuyorum. Detaylı satır arası yorum ve düşüncelerinizi çok merak ediyorum. Bölümdeki olaylara eşlik eden Sade şarkısını dinlemeyi unutmayın. Evet... Olacaklara kalbiniz dayanacaksa, buyurun keyifli okumalar... Aman dikkat edin, okurken üstünüze mürekkep damlamasın. 

Birazdan okuyacağınız bölümden küçük bir alıntı:

"Bu imkansız..." dedi Irmak, gözlerinde yaşlarla.

"Değil Irmak, üzgünüm. Sanırım büyük aşkınız burada bitti."


İNSANOĞLUNUN ANLAM YÜKLEDİĞİ sayılar, aslında batıl bir inanıştan başka bir şey olmayabilir. Ya da bu durum sıkıcı hayatlarımızda bir şeylere inanma ihtiyacımızdan kaynaklanıyordur. 13 sayısının pek çoklarınca uğursuz olması gibi, kişinin kendi içinde anlamlandırdığı, manalar ve muhtevalar yüklediği bazı sayılar da vardır. Yani herkesin sayılarla olan ilişkisi farklıdır. Misal, Irmak'ın uğurlu rakamı 3'tü ve bir şey alıyorken aynısından mutlaka 3 tane alırdı (tabii kalem, defter, kitap, muz gibi aynısından 3 tane alabileceği türden şeyler; ev, araba ya da en fazla zaten 1 tane alabileceği Atlas Kitabı türünden şeyler değil). Bununla birlikte aklına ne zaman olumsuz bir düşünce gelse; mesela Uzay'la yolda yürüyorken Uzay'a araba çarpacağı, kendisininse sağ kalacağı sahnesi zihninde belirse, sebepsizce 5 kez (5 kez olması sebepsizce) tahtaya vururdu. Ya da 33 sayısından çok korkar, hiçbir şeyi 33'te bırakmazdı; ya bir eksiltip 32 yapar ya da bir artırıp 34'e tamamlardı. İşte böyle... Dışarıdan kendi halinde görünen bir kız olan Irmak'ın da, herkeste bir başka biçimine rastlanabilecek böyle ufak tefek takıntıları vardı. Tabii bu 15 bölüm boyunca onunla ilgili edindiğiniz izlenimi değiştirmesin sakın. Hala en yakın arkadaşı tarafından yalnız bırakılan, ailesiyle sorunlar yaşayan ve üniversitedeki asistan erkek arkadaşını terk edip, hakkında işin doğrusu pek de fazla şey bilmediği bir yazar olan Atlas Siyah'la çıkmaya başlayan bir kızdı kendisi. Ama sayılarla ilişkisinde böyle bir titizliği vardı. İşte bir müddet önce tanıştığı ve kısa süre içinde ilişkileri kanlı bıçaklı düşman seviyesinden en yakın arkadaşa doğru evrilen Selin'le birlikte, bu yukarıda bahsedilen yazarın siyah beyaz karo taşlarıyla döşeli mutfağında dikilirken, Irmak, elinde tuttuğu ilaç kutusundaki tabletlerde kaç tane hap olduğunu saymakla meşguldü. Ama Selin çekilen bir sifon hızında ve kararlılığında bir şeyler anlatmakta olduğu için bir türlü sayamıyor, hep şaşırıp tekrar ve tekrar başa dönmek zorunda kalıyordu.

"...şimdi bu çocuk bu ilaçları kullanıyorsa, bilemiyorum... Sana kesin konuşamam ama bunlar çok ciddi tedavilerde kullanılan ağır ilaçlar. Öyle her mutfak çekmecesinde bulunabilecek ağrı kesicilerden ya da portakallı sandozlardan değil." Yüzünü buruşturup ekledi. "Ki ııyk, hiç sevmem."

Irmak cevap vermeden önce başını sallayarak son bir kez şansını deneyip hapları saymak için zaman kazanmaya çalıştı. 29...30...31... 31! 32 bile değil. Bu onu cidden çok rahatlattı. O sırada Selin telefonunu çıkarmış, ilaçların fotoğrafını çekiyordu.

"Ne yapıyorsun?" dedi Irmak.

"Bunları okuldaki hocama sorarım... Neyse, artık çıkalım mı? Şüpheli ihtimallerle dolu bu evde durmak beni germeye başladı."

Evi buldukları halde bırakıp apartmandan çıkarken sessizdiler. Bir süre sokakta vitrinlere bakan iki arkadaş gibi yürüdüler. Uzun müddet konuşmadılar. Hava sertti, rüzgar kaşkollarını durmadan geriye atıyordu. Irmak düşüncelere dalmıştı, dalgındı. Öyle ki, az kalsın bir elektrik direğine toslayıp o güzel yüzünü paramparça edecekti. Selin tedirgin gözlerle ama bir şey demeye cesaret edemeden onu izliyordu.

Sonunda, "Gel oturalım şuraya," dedi ve bir kafeye girdiler. Bahçe katında tepeden ısıtmalı bir masaya geçip ortaya bir mevsim salatası ve iki limonata söylediler. Selin onun eve girerken keyfinin yerinde olduğunu, ama orada bulduklarından sonra tadının kaçtığının farkındaydı.

"Yani Atlas'la Efe'nin kardeş olduğundan emin gibi miyiz?" diye sordu tereddütle.

"Öyle görünüyor," dedi Irmak, yoldan geçen bir belediye otobüsüne bakıp. Salatadan dalgın hareketlerle bir çatal alıp ağzına götürdü.

"Peki Necati'nin o ikisiyle ne ilgisi var? Aslı'nın bu üçlüyle bağlantısı ne? Hala bir sürü soru işareti var..."

Irmak başını iki yana salladı. "Bu işin içinden çıkamıyorum," dedi alçak sesle. Çevredeki iş yerlerinde çalışanların öğle tatili vakti geldiği için kafe gittikçe kalabalıklaşıyordu ve kimsenin onları duymasını istemiyordu. Bir süre sessizlik oldu ve Irmak içinde iki adet salatalık diliminin yüzdüğü limonatasını kafasına dikti.

"Hiçbir insan bir başkasına durduk yere yalan söylemez ya da hayatındaki bazı şeyleri ondan saklamaz. Mutlaka bir sebebi olmalı, anlıyor musun?"

"Ne kadar da düşüncelisin. Ben olsam Atlas'ın kafasını koparırdım."

"Acaba Aslı bunların ne kadarını biliyor?" diye mırıldandı Irmak.

"Bence başından beri ortalığı karıştıran o!"

Irmak ona anlık bir bakış attı ama bunun ne anlama geldiğini kendisi de çözemedi. Arkadaşına laf söylememesine dair bir ikaz mı, yoksa sözlerinin doğru olabileceğine dair bir onaylama mı?

"Bence sen Atlas'ı hala seviyorsun. Ama ondan tam anlamıyla emin olmak istiyorsun."

Hiç tereddüt etmeden sevgisini savunmaya geçti Irmak. "Tabii ki seviyorum. Onunla konuşup işin doğrusunu anlamadan ona sırt çevirecek değilim." Sonra da manidar bir sesle konuşmayı sürdürdü. "Ama belki de işin içinde doğru diye bir şey yoktur..."

Selin'in elinden dudaklarını bükmekten başka bir şey gelmedi.

Irmak iç geçirerek, "Bunu anlayacağız," dedi. "Yarın akşama onunla gideriz diye iki kişilik bir konser bileti almıştım. Belki bir şekilde ağzından laf almayı başarabilirim."

"Ben de yarın dersten sonra psikoloji hocalarımdan biriyle konuşur, şu ilaçların hangi tedavide kullanıldığını sorarım," dedi Selin. "Umarım düşündüğüm şey çıkmaz."

Ama Irmak ona ne düşündüğünü sormaya cesaret edemedi.


Ertesi gün Atlas'la caz kulübünün fuayesinde buluştuğunda altıya çeyrek vardı. Onun çoktan gelmiş, anlam çıkarmaya çalışan gözlerle, ellerinde içki kadehleriyle sohbet eden neşeli insanları süzdüğünü gördü. Irmak yanına gitmek için acele etmeden bir süre onu inceledi. Sanki böyle bir ortama ilk kez girmiş de ne yapacağını bilemiyormuşçasına, bir köşede öylece duruyordu. Sahibinin gelip onu kurmasını, ona hayat vermesini bekleyen bir robot gibiydi. Biraz tuhaf, neredeyse endişeli sayılabilecek bir hali vardı. Siyah bir pantolon, beyaz bir gömlek ve beyaz spor ayakkabılar giymişti. Her zamanki gibi havalı ve yakışıklıydı... Sarı dalgalı saçlarını o gün geriye doğru taramamış, her bir teli özensizce nereye gitmek istiyorlarsa oraya bırakmıştı. Bu doğal görünüm için ayna karşısında belli bir süre geçirmiş de olabilirdi, çünkü oldukça özenle hazırlanmış gibi görünüyordu. Vestiyerdeki görevli kız montunu almak için Irmak'a seslenince, Atlas da o tarafa döndü ve Irmak içeri yeni girmiş gibi ona gülümsedi. Montunu verdikten sonra yanına gitti, yanak yanağa öpüşüp sarıldılar.

"Seni bekletmedim umarım?" diye sordu kibarca.

"Sayılmaz. Biraz önce geldim," dedi Atlas. Kafasında bir düşünce var gibiydi. "Bu ne konseri Irmak? Bu insanlar çok heyecanlı görünüyor."

Irmak ona şüpheyle baktıktan sonra, "Caz konseri, bunu çoktan bildiğini sanıyordum," dedi. "Sen cazı seviyorsun. Ben de seviyorum. O nedenle bunu seçtim."

Gerçekten de, Atlas'la birlikte ortaklaşa keyif alabileceklerini düşündüğü için bu caz konserini seçmişti Irmak. Başka akşamlar elektronik, swing, dixieland, soul, blues, trip hop türünde başka konserler de vardı ama o özellikle bunu seçmişti. Enstrüman ağırlıklı bir konser olacaktı, vokal kadındı. Irmak çok özenmişti. Kolları fırfırlı pembe bir bluz ve normalde pek giymediği ama o gün kıyafetine yakıştırdığı bir kot pantolon giymişti. Yanaklarına biraz allık, dudaklarına da bir kat kırmızı ruj sürmüştü.

"Ben cazı seviyor muyum?" diye sordu Atlas, şaşırmış, bir parça da alınmış gibi gülerek. "Bunu bana sormadan bilemezsin."

Irmak da aynı şaşkınlıkla gülerek ona baktı. "Evine ne zaman gelsem sürekli caz dinliyor oluyorsun. Sanırım sormama gerek yok?"

"Hmmm," dedi Atlas başını sallayarak. "Eğer öyle diyorsan, öyledir."

Bir süre konuşmadılar.

"İçeri girelim mi?" dedi Irmak. "Burası biraz serin oldu." Olmuştu da. Açılıp kapanan kapıdan içeri girenler, kendileriyle birlikte serin akşam havasını da fuaye alanına taşıyordu. İnsanların yüzlerindeki ışıltıya bakılırsa, herkesin kendini güzel bir dinletiye hazırladığı belliydi. Irmak fuayede onlardan daha genç kimseyi göremedi. Gelenler daha çok, orta yaşlı karı koca çiftler ya da yalnız gelmeyi tercih etmiş entelektüel tiplerdi.

"Olur."

Böylece konserin yapılacağı salona girdiler. Aslında burası bir evin büyükçe bir oturma odasını andırıyordu. Farklı yerlere yerleştirilmiş kıpkırmızı koltuklar, duvarlarda Ella Fitzgerald ve Louis Armstrong gibi cazcıların siyah beyaz fotoğrafları ile nostaljik filmlerdeki gibi bir atmosfer yaratılmaya çalışılmış, bunda başarılı da olunmuştu. Atlas'la Irmak, kendilerine ayrılan koltuğa gittiler. Oturacakları yerde üstlerinde "Siyah" ve "Güven" yazan eski stil iki bilet vardı.

Irmak "Güven" yazanı alıp otururken, Atlas'ın hala ayakta dikilmekte olduğunu gördü.

"Otursana," dedi.

"Oturamam."

"Neden?"

"Burası bana ayrılmamış," dedi. Yine de "Siyah" yazan kartı alıp masaya koydu. "Ama benim yerim senin yanın," diye gülümseyerek oturdu. Önlerinde yaşlı bir çift, arkalarında bir karı koca, çaprazlarında iki kız ve en arkada daha şimdiden öpüşmeye başlayan genç bir çift oturuyordu. İçkiler self servisti ama bir şey alma mecburiyetleri olmadığından acele etmediler. Beş dakika sonra ışıklar loşlaştı ve arkalarından geçen birkaç müzisyen (üç erkek ve bir kadın), cılız alkışlar eşliğinde sahneye çıktı. Henüz kimse havaya girmemişti. Bir piyanocu, bir saksafoncu ve bir davulcu sahnede enstrümanlarının başında yerlerini alırken, şişmanca, bacakları varisli ama yüzü güzel bir kadın mikrofonun başına geçerek boyunu ayarladı, "İyi akşamlar, bayanlar baylar," dedi. "Bu akşam sizlere Ella Fitzgerald'dan, Aretha Franklin'den, Sade'den ve Stevie Wonder'dan şarkılar söyleyeceğiz. Umarız keyif alırsınız." Sonra arkasındaki davulcuya ve piyaniste baktı. Onlar çalmaya başlarken, o da ayağıyla tempo tutmaya başladı.

"İyi dinletiler, sevgilim," dedi Irmak, Atlas'a bakıp gülümseyerek.

Konser başlamıştı.


Selin Psikopatolojiye Giriş dersinden çıktı ve hızlı adımlarla asansöre doğru yürüyen hocayı yakalamak üzere koşmaya başladı. Ona yetişmek için eşyalarını çantasına yerleştirmekten vazgeçmişti; şimdi bir elinde telefonu ve su şişesi, diğerinde defteri ve kalemleriyle, koridorda yürüyen bir kuklayı andırıyordu. Asansör kata geldiğinde hocanın süratle aşağı ineceğini düşünerek panikledi ama neyse ki kapılar kapanmadan önce asansöre binebilmeyi başardı. Kampüs manzarası eşliğinde aşağıya inerlerken ona derdini anlattıktan sonra, adamı sonunda beş dakika kahve içmeye ikna edebildi. Tabii onun ısmarlaması şartıyla.

"Ben hemen kahveleri alıp geleyim hocam."

Ne var ki kahvecinin bahçedeki masalarından birine oturduklarında, Selin'in cüzdanını yurtta unuttuğunu açığa çıktı. Hoca bunu homurdanarak karşıladı ama neyse ki kahve yok diye onu bilgiden mahrum bırakacak kadar gaddar değildi.

"Bana şu fotoğrafı göster bakalım," dedi, bacak bacak üstüne atarak.

Selin aceleyle "Tabii hocam," dedi ve telefonundan fotoğrafı buldu. Beş saniye sonra, Atlas Siyah'ın mutfak çekmecesinde Irmak'la buldukları ilaçlar, hocasının çenesini sıvazlamasına sebep oluyordu.

"Hmm," dedi adam öne eğilerek. "Bu çocuk senin sevgilin miydi yoksa arkadaşının sevgilisi mi?"

"Bunu neden soruyorsunuz?"

"Hanginizin ucuz atlattığını öğrenmek için, tabii ki."


Irmak bir elinde pipetle limonlu kolasının dibini süpürürken, bir eli de Atlas'ın dizindeydi. Şarkıcı, Ella'nın Cheek to Cheek'ini bitirmiş, Sade'nin No Ordinary Love'ına geçmişti. Konser başlayalı yarım saat olmuştu ve önlerindeki yaşlı çift müzik başladığından beri dur durak bilmeksizin konuşup gülüşüyorlardı. Belli ki aralarında yalnızken ve sessizken konuşmaya utanacakları bir mesele vardı. Konseri dinlerken onları izlemek Irmak için bir çeşit eğlenceye dönüşmüştü. Atlas eğilerek Irmak'ın kulağına fısıldadığında, kadınla adam yeni flörtleşme dönemindeki liseli gençler gibi hafif hafif öpüşmeye başlamışlardı.

"Çok aptalca bir şeye benziyor. Bu kadar katlandığımız yeter, artık çıksak nasıl olur?"

Irmak ona döndü. Şaşırmıştı. Güzel müzikler karşısında Atlas'tan duymayı beklediği bu değildi. Bir an için acaba önlerindeki yaşlı çifti mi kastediyor diye düşündü ama bir şey söylemeye fırsatı kalmadan cebindeki telefonu titremeye başladı. Arayan Selin'di. Hemen kapatıp ona "Konserdeyiz?" diye mesaj attı. Üç saniye sonra mesaj geldi: "Çıkar çıkmaz beni ara, ilaçlarla ilgili!!!" Irmak "N'oldu ne öğrendin şimdi yaz?" Tam o sırada bir şey oldu. Irmak bunun Atlas olduğunu hemen anlamadı. Hafifçe sola döndüğünde onun yerinde olmadığını, ayağa kalkmış, garip ve heyecanlı hareketlerle sahnedekilere doğru elini kolunu sallıyor olduğunu gördü. Artık şarkının sözlerini takip etmeyi bırakmıştı. Atlas'ın sözlerini devam ettiği yerden yakaladı:

"–koyayım hepinizin tamam mı? Sanat diye hepimizi bu karanlık odaya tıkıp size para saçmamızı bekleyemezsiniz!"

Salon o kadar küçük, herkes o kadar dip dibeydi ki, bu sözlerin müzisyenlerin konsantresini bozmamasının ve konseri aksatmamasının imkanı yoktu. Neye uğradığını şaşıran solist şarkıyı yarıda kesmek durumunda kalmıştı, belki sözleri unutmuştu; müzisyenlerse çalmaya devam ediyordu. Neyse ki dinleyicilerin büyük kısmı Atlas'ın ne dediğini duyamayacak kadar arka sıralardaydı ama karanlığın içinde bir gölgenin ayağa kalkıp müzisyenlere el kol salladığını görmeyen kalmamıştı.

Irmak panikle yanına koşup "Atlas! Ne yapıyorsun?" dedi ve gömleğini çekiştirerek onu koltuğa geri döndürmeye çalıştı. Ama bu Atlas'ı durdurmaya yetmedi. O an hiçbir şeyi umursamıyormuş gibiydi. Irmak'ı bile. "Atlas!" dedi Irmak bir kez daha. Atlas'sa ondan olabildiğince hızlı bir şekilde kaçmak istercesine aceleyle, göz açıp kapayıncaya dek sahneye fırladı.

Bu çocuk delirmiş! diye düşündü Irmak.

Artık müzisyenler de çalmayı bırakmıştı. O an arka sıralardakiler de ters giden bir şeyler olduğunun farkına vardı: Belki bir an için dinleyicilerden birinin salondan çıkmasını gerektirecek bir aciliyeti olduğu, mesela önemli bir haber alıp salondan çıkması gerektiği sanılmıştı; ama adam sahneye fırlayınca bunun müdahale edilmesi gereken bir durum olduğu anlaşıldı.

Irmak, ön sıradaki yaşlı çiftin "Neler oluyor?" diye fısıldaştığını duyabiliyordu. Salonun giriş kapısından gelen ayak seslerine kulak verdi. Büyük ihtimalle güvenlik geliyordu. Neden böyle davrandığını anlayamadığı Atlas daha büyük bir rezalet çıkarmadan önce, buradan gitmeleri gerekiyordu.

"Atlas, çabuk in oradan!"

Ama Atlas onu duymuyordu. Pantolonunun kemerini çözmeye başlamıştı.

"Ne yapıyorsun?" dedi Irmak, müthiş bir sinirle.

Atlas şimdi pantolonunu indirmiş, penisini seyircilerin gözü önünde sallamaya başlamıştı. "Alın size alternatif tiyatro!"

O an salondan uğultular yükseldi. Sahneye aklını kaçırmış bir dinleyicinin fırladığını gören müzisyenler iki yana açılmış, afallamış bir halde kalakalmışlardı. Kadın solist davulcuya, davulcu saksafoncuya, saksafoncu piyaniste bakarak birbirlerinden yardım istiyor, "ne yapacağız" diyorlardı. Aklı başında biri yapsa bile bir ihtimal gözlere şenlik ve tahrik edici olabilecek bir görüntü, şimdi nasıl da acındırıyor, insanın yüreğini burkuyor ve aklıyla olan ilişkisini sorgulatıyordu.

Bunları yapanın normal olması mümkün değildi.

Irmak da sahneye çıkıp "Sen ne yapıyorsun?" dedi şok içinde. Ama Atlas onu görmezden gelerek penisini sallamaya devam ediyordu.

Artık seyircilerin çoğu protesto etmek amacıyla ayağa kalkmıştı. İçlerinden bazıları "Pis sapıklar!", "Bu kadarı da olmaz!", "Resmen boykot etmeye gelmiş!" derken bir kısmı da "Vah vah...", "Gül gibi çocuk!", "Ne'si var acaba?" diye ellerini birbirine vuruyordu.

Irmak oradan birilerinin insaniyet namına Atlas'la ilgileneceğinden emin olunca, titreyerek sahneden indi ve çıkış kapısına doğru yürümeye başladı. Gözyaşları içindeydi. Sanki bir rüyayı yaşıyor gibiydi. Başını geriye çevirip sahnede yaşananlara baktı. İki adam gelip Atlas'ı kollarından tutmuş, sakinleştirmeye çalışıyordu. Atlas debeleniyordu. Bu hiç de o zamana dek tanıdığı Atlas Siyah'a benzemiyordu. Sanki her şey gerçekten de bir oyunun parçası gibiydi.

Atlas penisini sallamayı bırakıp hıçkırmaya, haykırmaya, çığlık atmaya başlamıştı artık. O sahnede hıçkırdıkça Irmak da hıçkırıyordu. Atlas'ın gözü öyle dönmüştü ki, Irmak onun kendisini fark edebildiğini hiç sanmıyordu. Bunun bir sinir krizi olduğu apaçık belliydi, belki daha da fazlası. Selin'in ona açıklamak istediği ilaçları düşündü.

Irmak da çığlıklar atıyordu, ama içinden.

Sahneye çıkan güvenlik görevlisi ve biletçi çocuk, hala debelenmekte olan Atlas'ı iki kolundan tutup aşağı indirmeye çalışıyordu. Bu arada ona pantolonunu giydirmeyi başarmışlardı. Irmak'ın yanından geçen vestiyerci kız endişeli gözlerle bir sahneye bir seyircilere bakarken, kulağına dayadığı telefondan birilerine oranın adresini veriyordu. Irmak bayılacak gibi olmuştu. Ne yapacağını bilmiyordu. Şok içindeydi. Aklına hemen birilerine haber vermek geldi. Titreyen elleriyle telefonunu cebinden çıkardı. Ama o an, Atlas'ın ne ailesinden birinin ne de başka bir tanıdığının numarası olduğunu fark etti. Aslı'yı arayabilirdi. Ama onu aramak istemiyordu. Artık bazı şeylerden emin olmuştu, bu yüzden Efe'yi aradı. Telefon ikinci çalışta açıldı.

Onun bir şey demesine kalmadan, Efe "Müsait değilim..." diye kapatmaya girişti. Sesi nefes nefeseydi. Arkadan iki kızın gülüşme sesleri geliyordu.

Irmak "Atlas delirdi," dedi. Sokağın ötesinden gelmekte olan ambulansın sirenini duyabiliyordu.

"Ne? Ne oldu?" dedi Efe. Bir anda ciddileşmiş gibiydi. Irmak, onun yanındakilere, "Bir susun artık," dediğini duydu.

Ambulans nihayet kaldırımın yanında durduğunda, Irmak gözlerini Atlas Siyah'tan ayırmadan, "Kardeşin delirdi," dedi. "Ve şu anda bir ambulans yolda. Galiba hastaneye ya da karakola götürecekler onu, bilmiyorum." Ambulans kapının önünde durdu.

Atlas salona getirilen bir sedyeye yatırıldı ve kollarından bağlandı. Bu o kadar dehşete düşürücü bir görüntüydü ki... Bunu yapan sağlık görevlilerine resmen müdahale etmek istedi Irmak. Ama o an için en doğrusunun bu olduğunu biliyordu.

Sedye koşar adım ambulansa taşınırken Irmak, Atlas'ı el bileğinden yakaladı. Bir an, sadece çok küçük bir an için göz göze geldiler. Atlas sanki o an normale dönmüş gibiydi. Irmak onun bakışlarında, kendisine ne olacağını bilmediği bir yere götürülmek üzere olan ürkmüş bir çocuğun çaresizliğini gördüğüne yemin edebilirdi.

"Yanındayım, seninle geliyorum," dedi, güç vermek istercesine bileğini sıkarak. O kadar endişeliydi ama bunu o kadar belli etmemeye çalışıyordu ki.

Atlas cevap vermedi, belki de buna vakti olmadı çünkü çoktan ambulansa bindirilmişti.

Kapılar kapandı.

Gözünün tekinden akan bir damla yaşı Irmak görmedi.


Irmak koridorun köşesinden dönen telaşlı ayak seslerini duyduğunda, Atlas'ı götürdükleri odanın kapısının önünde sarsılmış bir vaziyette bekliyordu.

Gelenler Efe ve Necati'ydi. Irmak bir an için sanki Aslı'yı da görür gibi oldu ama bunun belki de yorgun ve şok olmuş beyninin bir yanılsaması olabileceğini fark etti.

Necati daha hızlı davranıp Irmak'ın yanına ilk varan oldu. Onu omuzlarından tutarak, "Nerede... Nerede?" diye sordu.

"İçeride," dedi Irmak, önünde durduğu kapıyı göstererek.

"Nasıl oldu?"

"Birlikte konsere gitmiştik..."

"Bu kadar kalabalığın içine çıkmamalıydı!" diye söylendi Necati, Efe'ye dönerek.

"Pardon ama sizin onu bu kadar önemsediğinizi ilk kez görüyorum," dedi Irmak, öfkesini bastırmaya çalışarak. "Hem ben Efe'yi aramıştım." Efe'ye döndü. "Neler oluyor Efe? Sanırım Atlas'la kardeş olduğunu artık saklamayacaksın."

Efe, bunu öğrendiği için onu tebrik edercesine kaşlarını kaldırdı. Irmak o an fark etti. Efe üstüne geçirdiği ceketin içinden görünen atletiyle evden fırlamıştı ve boynunda, o gün Atlas'ın komodininin üstünde gördüğü siyah zincir kolye asılıydı. Evet, Atlas'la Efe kardeşti.

Onun cevap vermesine kalmadan, "Doğru," diye araya girdi Necati. "Efe onun kardeşi. Ben de onun babasıyım."

Irmak yanlış duyduğunu sandı. "Ne? Ama o bana dedi ki..."

"Anlamıyorsun," diye onu böldü adam. "Onun sana ne dediğinin bir önemi yok. Ahmet hasta."

Irmak'ın kulağı aniden uğuldamaya başlamıştı. İçinden bir ses bunun doğru olduğunu başından beri hissettiğini söylese de, aynı zamanda bir yanıyla tüm bu duyduklarını inkar etmek istiyordu. Çabucak gelen bir kabullenişin ardından, "Manik depresif gibi bir şey mi?" diye sordu. Aklına ilk gelen nedense bu olmuştu.

"Hayır, Irmak, akli problemleri var. O normal bir çocuk değil. Sağlıklı değil." Oğluna neler olduğunu öğrenmek için sabırsızlanıyor, ama önce Irmak'la olan işini bitirmek istiyor gibiydi. "Senin benim gibi düşünemiyor, neyin doğru neyin yanlış olduğunu göremiyor. Ayrıca ona Atlas demeyi bırak artık... Onun adı Ahmet."

Irmak başını iki yana salladı. Hayır, hayır, bu kesinlikle bir yanlış anlaşılma olmalıydı. Onunla parkta buluşan, vanilyalı çörek ikram eden, evine çağıran ve kalemi gerçekten kuvvetli bir yazar olan Atlas'ın aslında akli dengesi yerinde olmayan bir insan olduğuna inanması mümkün değildi.

"Ama o bir yazar!" diye onu savunmaya çalıştı. "Tamam, başından geçenlerden ilham almış olabilir, ama o gerçekten yetenekli! Eğer anlattığınız gibi biri olsaydı, yazmakla arası bu kadar iyi olmazdı herhalde, değil mi?"

Necati acı acı güldü. "Çocukluğundan beri iyi olduğu tek şey yazmaktı..." Irmak'a hak veriyor, ama bu gerçekleri değiştirmiyordu. "Ne acı ki, iyi olduğu tek şey hala bu." Irmak'ın yüzündeki şaşkınlığı okuyan Necati, ona toparlanması için zaman verirken konuşmaya devam etti. Sözlerine, her şeyi çoktan kanıksamış bir ses tonu hakimdi. "Çocukluğundan beri normal değildi. Annesi onun için çok şey ifade ediyordu. O ölünce büyük bir boşluğa düştü. Ardından Pelin'le tanıştı ve düzelir sandık. Ama bir kaza oldu... Pelin o kazada maalesef hayatını kaybetti." Sözlerinin bu kısmında, başını çevirmeden, sadece gözlerini hareket ettirerek arka çaprazındaki Efe'nin ne durumda olduğuna bakmıştı. "Sonrasında Ahmet iyice zıvanadan çıktı, tamamen aklını kaçırdı. Olur olmadık davranmaya, evden kaçmalara başlamıştı. Sabaha karşı onu sokaklardan topluyorduk. İki yıl önce bir gece yarısı evden çıktı ve ne zaman geri döndü, biliyor musun?"

"Ne zaman?" diye sordu Irmak, korkarak.

"Tam bir yıl sonra." Necati duraksadı. "Tam bir yıl boyunca ondan haber alamadık. İlk altı ay onu her yerde aradım, ama sonunda ben de ümidimi kestim. Efe'yle bir sabah uyandığımızda, onu salondaki kanepede yatarken bulduk. Ve o sabah hiçbir şey olmamış gibi, gelip bizimle kahvaltı yaptı."

"Peki nereye gitmiş?" diye sordu Irmak hayretle.

"Suriye'ye."

"Suriye'ye mi?!" dedi böyle bir cevabı hiç ama hiç beklemeyen Irmak. "Ama neden?"

"İşte senin anlamadığın şey de bu! Ahmet'in hayatında 'neden' diye bir şey yok. Bize hiçbir şey söylemeden Suriye'ye gitti, çünkü o dönem aklına öyle esmişti. Ona sorduğumuz sorulara Arapça cevaplar veriyordu. Bu yaşadığımız bize şunu çok kesin bir şekilde kanıtladı ki, artık onu tedaviye yatırmamız için kaybedecek bir dakikamız bile yoktu. Çünkü yine her an ortadan kaybolabilirdi. Ama bunu ona söylediğimizde, öfkeden deliye döndü. Mutfakta küçük bir yangın çıkardı. Onu rahat bırakmamızı istiyordu. Bizi evden kovdu."

Irmak'ın gözünde, mutfak duvarındaki is lekesi şimdi anlam kazanmıştı.

"Çatı katındaki eve sen de gittin... İşte orası aslında bizim üçümüzün yaşadığı evimizdi. Ama Ahmet bizi evden attı ve biz de itiraz etmeden kabul ettik. Tabii evin her yerine gizli kamera yerleştirdim, onu gözetim altında tutmak zorundaydım. Hemen yan blokta bir daire kiraladım. Böylece bir elim her zaman onun üzerinde olacaktı."

Irmak'ın zihninde o an Atlas'la seviştiği sahnenin görüntüleri belirdi. Yani bunu şimdi Necati ve hatta Efe de izlemiş miydi? O an utanç içinde oradan uzaklaşmak, mesela arkasındaki su sebilinin musluğunun içine saklanmak istedi. Efe'yi yarı karanlık bir odada bir elinde bira kutusuyla koltuğa yayılmış, onun Atlas'ı, yani Ahmet'i gövdesindeki küçük daktilo tuşları şeklindeki dövmelerden öperken zevkten inlettiğini izlerken hayal edebiliyordu. Onunla göz göze geldi. O an Efe'nin gözlerinin önünde de nedense o sahne canlanmış gibi hissetti. Hatta dudaklarının kenarında bir an küçük, alaycı bir sırıtış bile yakaladı. Irmak sanki o an orada, Efe'nin karşısında çıplak kalmış gibi hissederek kollarını göğüslerinde birleştirdi.

"O evden belki bir hafta hiç çıkmadan masasına kapanıp bir şeyler yazdı," diye konuşmaya devam ediyordu Necati. "Sonra gidip bu kitabı bir yerde bastırdı, dağıttı. Bizim de o an'a kadar hiçbir şeyden haberimiz olmadı. Eve temizliğe giden kadın Atlas Kitabı diye bir şey bulunca öğrendik her şeyi. Kendine Atlas diye bir karakter yaratmış, o karaktere bürünmüştü. Ahmet Işık'tan Atlas Siyah'a... Bu hikayede bize de roller düşmüştü, kötü roller. Onun gözünde kötüydük çünkü. Kitapta bahsettiği, arkasından yas tuttuğu aslında sadece Pelin değildi, annesiydi de. Ona bu kitabı her nerelere dağıttıysa derhal toplaması gerektiğini söyledim. Çünkü Pelin'i sanki kendi öldürmüş gibi yazmıştı, bu onu suçlu çıkarabilirdi. Neyse ki bu sefer sözümü dinledi. Birkaç nüshayı ben onun ruh halini anlamak için kendime sakladım. En iyi doktorlarla konuşup Ahmet'in durumunu anlattım. Doğa yürüyüşleri iyi gelir dediler. Böylece senin de geldiğin o kulübeyi aldım, içini istediği gibi yapması konusunda Atlas'a sınırsız bir özgürlük tanıdım. Sonunda onu en azından ilaç tedavisine başlamaya ikna edebildik."

Irmak çıt bile çıkarmadan dinliyordu Necati'yi.

"Ama olmuyordu işte, içim rahat değildi. Bir baba olarak böyle bir evladın varken için nasıl rahat edebilir ki... Pelin ona iyi geliyordu, çünkü ilk kez konuşup dertleşebileceği bir kız arkadaşı olmuştu. Burada şunu söylemem gerek, sakın aklına başka bir şey gelmesin: Pelin ona asla o gözle bakmıyordu. Ama Ahmet Pelin'e çok fena aşık olmuştu. Annesinden sonra, adeta bir tanrıça gibi taptığı ikinci kadındı Pelin. Onu dinler, söylediklerini ciddiye alırdı. Yine benzer bir duruma ihtiyacımız vardı. Böylece biz de ona yeni bir kız arkadaş bulduk."

Irmak kaşlarını "kimi" dercesine kaldırdı.

"Efe'nin okuldan arkadaşı, senin de arkadaşın olan Aslı..."

"NE?!" Irmak bir Necati'ye, bir Efe'ye baktı. Ama öfkeli bakışları Efe'nin üstünde daha çok durdu. Efe oralı değilmiş gibi başını başka tarafa çevirdi.

"Efe bana okulda oyunculuk okuyan bir arkadaşı olduğunu söyleyince Aslı'yı çağırıp konuştum. Tanıdık olduğu için Aslı güvenebileceğim biriydi ve bu benim için her şeyden önemliydi. Ona Ahmet'in hayatına girip onunla önce arkadaş, sonra sevgili olmasını, onu çok seviyormuş gibi davranmasını teklif ettim. Ahmet'i tanıması için yazdığı kitabı verdim, Atlas Kitabı'nı. Tabii Aslı bunu başta çok reddetti. Ama elbette para karşılığında yapacaktı bunu. Ayrıca onun oyunculuğunu geliştirmesi için de iyi bir teklifti bence. Arada Efe de olduğu için, sonunda kabul etmeye razı geldi."

Irmak onu burnundan soluyarak dinliyordu.

"Kızı Ahmet'in hayatına sokup onu tedaviye ikna etmesini sağlamaya çalıştık. Bir zamanlar Pelin'den hoşlandığı gibi belki ondan da hoşlanır, onun sözünü dinler umuduyla... Ama Ahmet Aslı'yı bir türlü sevmedi, ısınamadı. Belki de onu bizim gönderdiğimizi anladı, bilmiyorum. Yani planımızın pek de işe yaradığını söyleyemem."

"Buna inanamıyorum..." dedi Irmak, büyük bir şaşkınlık içinde. Başka ne diyebilirdi ki? Aslı'nın bu işin içinde bu şekilde yer aldığına gerçekten inanamıyordu ve o an gerçekten söyleyecek başka bir sözü yoktu.

"Aslı hala Ahmet'in hayatında, ama hiçbir faydası olmuyor... Ben ne şanslı bir babayım ki bir oğlumun sorunlarıyla uğraşmak için tuttuğum kız, diğer oğlumun yatak eğlencesi haline geldi!" Bunu söylerken Efe'ye bakmamıştı bile. Sinirleri bozulmuş bir şekilde güldü. Belli ki bu, aralarında defalarca konuşulmuş bir konuydu.

"Ben onu gerçekten seviyorum, baba!" diye kendini savundu Efe.

Irmak'ın aklına şimdi de, Cem'in evinden çıkıp Atlas'ın kapısını çaldığı o gece evde yarı çıplak gördüğü Aslı gelmişti. Yani o akşam Efe de mi içerideydi? Aslı aslında onunla mı birlikte oldu? Yok artık. Bu, böylece Atlas'la birlikte olmadığından emin olduğu Aslı'yı gözünde akladığı için sevinsin mi, yoksa onun nasıl olup da Efe gibi serseri bir çocukla yattığına üzülsün mü, bilemedi.

"Anlayacağın başka çaremiz yoktu, Irmak. Ahmet'i zorla hastaneye kapatıp orada intihar etme riskini göze almaktansa, kendimce böyle bir plan yaptım ve kabul ediyorum, çuvalladım. Belki de senin o kitap sayesinde Ahmet'in hayatına girmeni bir fırsat olarak görmeliydim. Ama oğlumun hayatında zaten Aslı varken başka bir kızın daha gelip onun kafasını karıştırmasını istemedim. Ne de olsa sen de bir yerden sonra Ahmet'in hayatından çıkıp gidecektin. Çünkü normal şartlarda ondan kimse hoşlanmaz, ona kimse aşık olamaz."

"Yanılıyorsunuz!" dedi Irmak itiraz edercesine. "Ben ona aşık oldum!"

"Sen Ahmet'e değil, onun hiç olmadığı birine, Atlas'a aşık oldun," dedi Necati. "Üzgünüm ama aslında kendi kafanda yarattığın birine aşık oldun... Ona tüm bunları öğrendikten sonra yine aynı gözle bakabilecek misin? Kendini de, onu da kandırma lütfen."

Irmak, Efe'ye baktı. Sanki Atlas'ın babası olduğuna hala inanamadığı, inanmak istemediği bu iri yarı adamın söylediklerini inkar etmesini bekliyor gibiydi. Efe'yse işlerin bu noktaya gelmiş olmasından, babasının bu kadar açıklama yapmasından mutsuz olduğunu saklamaya çalışmadan duruyordu. Belki de tek düşündüğü, akli dengesi yerinde olmayan bir erkek kardeşi olduğunu öğrenen Irmak'ın önünde rezil olduğu, küçük düştüğüydü.

"Bu imkansız..." dedi Irmak, gözlerinde yaşlarla.

"Değil Irmak, üzgünüm. Sanırım büyük aşkınız burada bitti. Şimdi yardımların için teşekkürler ve izninle. Oğlumla ilgili doktorlarla konuşmam gerek."

Necati yanından uzaklaşırken, o an'a dek geride kalıp sessizce onları dinlemiş olan Efe birkaç adım atıp yanına geldi. Öğrendikleriyle darmadağın olmuş Irmak onun durumu izahat edebilecek daha açıklayıcı bir şeyler söylemesini beklerken, Efe'nin tek söylediği, "Şimdi sana neden ısrarla ondan uzak dur dediğimizi anlamışsındır umarım," oldu. Başka bir şey demeden babasının peşinden gitti.

Arkalarından çaresizce bakakalan Irmak, koridorun ortasına çöktü. Kalbi uzun müddet koşup nefes nefese kalmış gibi güm güm atıyor, beyninde sanki savaş atlıları dörtnala koşturuyordu. Onu fark eden bir hemşire yanına geldi, ona arkasındaki su sebilinden bir bardak su verip hastanenin çıkış kapısına kadar eşlik etti. Serin gece havası yüzüne çarpınca ancak anladı Irmak dışarı çıktığını. Ama o halde ne yapacağını, nereye gideceğini bilmiyordu. Atlas'ı, Ahmet'i orada yalnız mı bırakacaktı? Ama yalnız değildi. Abisi ve babası yanındaydı. Bu tabloda bir tek o fazlalıktı, bir tek ona gerek yoktu.

Kapıdan çıktığında sersem gibiydi. Başı dönüyordu. Midesi, arada belli belirsiz bir bulantı tarafından yoklanıyordu. Omuzlarına çarptığı insanlardan özür dilemeye gerek duymadan geçiyordu yanlarından. Hiçbirine, hiçbir şeye aldırmıyordu aklındakinden başka. Kafasının içinde dönüp duran düşünceler yırtıcı bir kuş gibi oradan oraya uçuyor, bir an bile huzur vermiyordu. Bunca zamandır doğru bildiği her şey yalan çıkmıştı. Buna sebep olan o kadar çok kişi vardı, onlara öyle öfkeliydi ki... Artık Atlas bile olmayan Atlas'a... Necati'ye... Efe'ye... Aslı'ya...

Aslı'ya...

Kafasında tek bir düşünce vardı şimdi: Aslı'yı bulmak. Her ne olursa olsun, onu bulmak.

Bekle beni.

Birden alnına bir damla düştü. Tıpkı Atlas Kitabı'nı bulduğu o gün parkta olduğu gibi. Yağmur başlamıştı. Kısa sürede sağanak döktü, sırılsıklam oldu. Koşarken ayağı bir su şişesine takıldı, yere düştü. Kalktı, ağlıyordu. Trafik ışıkları ve sokak lambaları bir ressamın yere dökülen suluboya paletinin renkleri gibi birbirine karışmıştı. Bir taksiye el edip durdurdu. Üstünde yeterince para olup olmadığını bile bilmiyordu. Diline anlamsızca Sade'nin konserde yarım kalan No Ordinary Love'ı takılmıştı ve şarkının sözleri zihninin içinde dönüp duruyordu.

There's nothing like you and I baby.

16. bölüm sonu, devam edecek

-----------********------------

GELECEK BÖLÜMDE:

"Demek seni parayla tuttular ha?"

"Anlamıyorsun!"

"Evet anlamıyorum... Arkadaşlığımızın neden bittiğini anlamıyorum!"

---***---

Bu bölümü nasıl buldunuz? Sizce bundan sonra neler olacak?

Ya da durun durun... Asıl soru şu: Bu olanlara inanabiliyor musunuz?!

Hangi karakterle ilgili ne düşündüğünü deli gibi merak ediyorum. 

ÖNEMLİ: Peki sizce gelecek bölümlerde, yaşananlara bir de Aslı'nın gözünden bakalım mı?

Dediğim gibi, totalde 30 oyu ve 250 yorumu geçtiği an yeni bölümü yayımlayacağım. Eğer 16'dakiler size yetmediyse hemen söyleyeyim, 17. bölüm daha çok sürprizle dolu! 

Bu arada büyük finale doğru yol almaya başladık... Ama merak etmeyin yaklaştık dediysem daha epey var ve bundan sonra hep heyecan/şok dozu yüksek bölümler okuyacaksınız.

instagram: ofluoglumert

twitter: ofluoglumert

facebook: ofluoglumert

kafadergi.blogspot.com 


Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 44K 63
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
1.1K 114 14
"Fazla iyi niyetlisin" dedi. "Ben olması gerektiği gibi davrandım." "Ama o durması gerektiği yerde değildi." "Yok bence gayet kibar ve tatlı bir ada...
749K 8.9K 5
Yıllarca aile baskısı gören , aile sevgisinden mahrum kalan Peri. Babasına gelen telefon ile doğumda karıştırıldığını öğrenir. Peki bundan sonra ne o...
89.6K 9.6K 34
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...