fire and blood • malik

By carmenfkahlo

158K 12.4K 6.4K

Yüzyıllardır güney toprakları ve ejderhalara hükmeden, ilk insanların soyundan gelen Malikler kuzeydeki krall... More

I| northern fugitive
II| dinner at sunset
III| the sadness of winter roses
IV| bloody gift
V| hot beauties
VI| night escape
VII| mercy and betrayal
VIII| little cabin in the woods
IX| the dragon prince
X| price
XI| brownland
XII| the king is back
XIII| love is weakness
XIV| city rumours
XV| red
XVI| we always alive
XVII| cruel man
XVIII| gods
XIX| blind eyes
XX| snowflakes
XXI| north is here
XXII| you're a wolf
XXIII| peace, feast and dance
XXIV| powerful women
XXV| first day of the tournament
XXVI| down the cliff
XXVII| the queen of love and beauty
XXIX| between fireflowers
XXX| dream syrup
XXXI| dead message
XXXII| dance of dragons
XXXIII| falling snowflake
XXXIV| king in the north
XXXV| cold death
XXXVI| betrayal
XXXVII| the lion's claw
XXXVIII| first judicial
XXXIX| kissed by fire
XL| green eyes
XLI| changing game
XLII| the dragon always comes for you
XLIII| poverty
XLIV| survivor
XLV| shame
XLVI| life and death
XLVII| love is sacrifice
XLVIII| new toys
XLIX| where is your god
L| together
LI| tattoo
LII| taste of ashes in your mouth
LIII| snake and black wolf
LIV| uri
LV| fighting to death
LVI| the price of the facts
LVII| three months
LVIII| fear
LIX| plans on azul island
LX| fire and blood [I]
LXI| fire and blood [II]
LXII| ashes of burning bodies
LXIII| preparations for the new war
LXIV| political behavior
LXV| towards the tear river
LXVI| burn them all
LXVII| victory or defeat
LXVIII| immortal man

XXVIII| pride

2.2K 135 30
By carmenfkahlo

LAURIE

Sadece tek bir gün, yıllar gibi geçmişti Laurie için. Kalesine geri döndükten sonra doğruca odasına gitmiş ve çıldırıp çıldırmadığını düşünmüştü. Varlığı bile belirsiz bir adam olan Ragnar Lothbrok neden Laurie gibi bir piç ile tanışmıştı ki? Sadece bununla da kalmayıp bir sonraki gün ona her şeyi gösterme amacı ile tekrar buluşacaklardı. Gidip gitmeme konusunda şüpheleri vardı. Ama Laurie kendini tanıyor ve oraya gideceğini de çok iyi biliyordu. Gecenin tamamını kitap okuyarak geçirdi. Sabah olduğunda sadece bir maşrapa süt içti ve kalan zamanın tamamında üstatların yanında bulundu.

Yaşlı Üstat Jordan' a "Ragnar Lothbrok' u tanıyor musun?" diye sordu. Birisiyle konuşmayınca oluşan sessizlik onu rahatsız ediyordu.

Üstat Jordan abartılı bir şekilde gözlerini açtı ve "Lanetli adam!" dedi dramatik bir şekilde. "Tanrı bizi onlar gibi adamlardan korusun."

"Neden? O sadece bir kaçak."

"O, bir kaçaktan çok daha fazlası Laurie. Bir hırsız, bir katil ve bir hilekar. Krallığımıza verdiği zararları bilmiyorsun."

Bilmek de istemedi, Laurie zarardan çok hoşlanırdı. "Onun nerede saklandığını ya da kaldığını hiç duydun mu?"

Üstat Jordan önüne yeni bir kağıt koydu ve eski kitabın sayfalarını kopyalama işine devam etti. "Ragnar Lothbrok her yerdedir. Kimse onu bilmez. Ya da ne yaptığını, planlarının neler olduğunu... Tam bir bilinmezlik." 

Laurie daha fazla soru sormanın gereksiz olduğunu düşündü. Çünkü kimse tam olarak bu adam hakkında herhangi bir bilgiye sahip değildi. İç çekerek önündeki kitabı kapattı ve ayağa kalktı. İçerideki üstatlara açıklama yapmadan odadan çıktı ve üstat kulesinin merdivenlerini hızlıca indi. Kendi odasına girdiğinde üzerine en iyi kıyafetlerini geçirdi. İçliklerinin üzerine yünlü buz mavisi elbisesini, elbisenin üzerine yere kadar uzanan kalın bir pelerin geçirdi. Pelerininin başlığını öne çekerek yüzünü gizledikten sonra sonunda odasından çıktı. Erken bir vakitte gidiyordu ama daha fazla bekleyecek sabrı bulamıyordu kendisinde. Orada bir kayanın üzerinde üşüyerek beklemek çok daha tatmin ediciydi.

Laurie her zaman olduğu gibi kolayca Clifford Kalesi' nden dışarı çıkmayı başardı. Aç ve sefil kasabayı aştıktan sonra doğruca ormanın içindeki buluşacakları yere giderken çok kısa süre içinde kanına kadar üşüdü. Hava son birkaç gündür fazlasıyla soğumuştu ve bu sebeple üstatlar kışın geldiğini, gelen kışın ise son zamanların en sert kışlardan birisi olacağını söylemişti. En azından çok uzun sürmemesini diliyordu Laurie. Dokuz yaşındayken yaşadığı kış tam dört yıl sürmüştü ve tüm krallık bu süreci çok zor şartlarda atlatmıştı. Topraktan alınan ürün neredeyse hiç yoktu. Beslenemeyen hayvanlar cılız ve hastalıklıydı. Kuzey kralı bu sebeple Brownland' deki şehirler ile ticaret yapmak zorunda kalmıştı. Eğer bunu yapmasaydı muhtemelen ölüm oranları bundan çok daha fazla olacaktı.

Nedensiz bir şekilde öfkelenen Laurie kollarını birbirine bağlayıp etrafa bakındı. Görünürde kimsenin olmaması onu şüpheye düşürüyordu. Ya da belki de Ragnar Lothbrok çok yakınındaydı, sadece Laurie fark etmiyordu. Sessizlik. Fazla sessizlik onu aynı zamanda karamsar bir çukura soktu. Gelmekte hata mı yapmıştı yoksa? Onunla dalga geçiyor olabilirlerdi. Bjorn bunu bana yapmaz. Ama dünkü hali... Tanıdığım Bjorn' a hiç benzemiyordu.

Laurie bir ağaç dalının kırılması gibi bir çıtırtı duyduğunda arkasına döndü. Bjorn. Deri ve çivili kıyafetlerinin içinde karşısındaydı. Sıcak bakışlarının yanında gülümsediğinde Laurie gözlerini kaçırdı.

"Erken geleceğini tahmin etmiştim."

Laurie sadece omzunu silkti ve umursamaz bir sesle "Meraklı bir insanım." dedi. "Babanın göstermek istediğini görmeden rahatlayamam."

"Pekala... Zaten sana göstermek istediğimiz şey burası."

"Ne?" Laurie etrafına baktığında ağaç, taş ve kardan başka hiçbir şey göremiyordu. Bu bir şaka ?

Bjorn "Gel benimle." dedi Laurie' nin anlamsız bakışlarından sonra. Piç kızın elinden tutup yirmi metre kadar yürüdükten sonra yaşlı meşe ağaçlarının olduğu yere geldiler. İçlerinden birisinin karşısında durmuşlardı. Laurie, inanılmaz büyüklükteki bu meşe ağacından gözlerini alamadı. Küçük bir çocukken üstatlar ona bu ağaçların yüzyıllardır burada olduklarını söylemişti.

"

Ağaç izlemeye mi geldik tanrı aşkına?"

Bjorn sessiz çevreye bakmakla meşguldü. Bir eli önündeki kemere asılı olan baltadayken temkinli gözleri bir şeyi arar gibiydi.

"Ne yapıyorsun?"

"Kimsenin olmadığından emin oluyorum."

Ardından eğildi ve önündeki ağacın hemen yanındaki bir kayayı ittirdi. Meşe ağacının kalın köklerinin arasındaki bir insanın girebileceği kadar büyük bir boşluk meydana çıktığında ve aşağı doğru inen insan yapımı toprak bir merdiven gördüğünde Laurie neye uğradığını şaşırdı. Burası gizli bir yoldu.

Bir siluet göründüğünde çok kısa bir süre sonra merdivenlerden dışarıya bir adam çıkmıştı. İri ve kaslı olan bu adamın tıpkı Laurie gibi  kahverengi gözleri vardı ve gözlerine uyumlu bir renkte olan saçları göğüslerine kadar uzundu.

"Laurie bu amcam; Rollo." Rollo sadece bir baş selamı verdikten sonra "İçeri girin." demişti etrafa bakarak.

"Sen nereye gidiyorsun?"

"Küçük bir işin var. Birazdan döneceğim."

Bjorn amcasını onaylayan mırıltılar çıkardıktan sonra mavi gözlerini sessiz kalan Laurie' ye çevirdi.

"İçeri gir. Acele etmeliyiz." Bjorn' un dediğini yaparak birkaç basamak merdiven indi. Hemen ardından Bjorn geldiğinde dışarıda kalan Rollo kayayı tekrar çekmişti. Ani karanlık Laurie' nin görüşünü zorlasa bile merdivenin daha aşağısındaki ağaç kökleri sarmış duvarlara asılmış kapalı meşalelerin ışığını görebiliyordu.

Merdivenlerin sonuna vardıklarında Laurie' nin dudakları şaşkınca aralandı. Burası öyle büyük bir alandı ki uzun bir süre nereye bakacağını şaşırmıştı. Tamamen kapalı meşaleler ile aydınlanan bu ortamda açık bir ateş yoktu. Bu sebeple biraz soğuktu ama hareket halindeki insanlar sayesinde rahatsız edici kadar değildi.

Sıralı masalarda sıkışık oturan insanlar yemekler yiyor, delicesine içiyor ve kadınlar şarkı söyleyerek ortama daha neşeli bir hava veriyor, bir başka köşede ise on kişi talim yapıyordu. İnsanların şarkıları ve sevinç sesleri birbirine çarpan kılıç seslerinin üstüne çıkmıştı. Laurie, Ragnar Lothbrok' u görmek için başını yukarı kaldırdı ama burada balkona benzer ya da yüksek bir platform yoktu.

"Burası yeraltı salonu gibi bir şey mi?"

"Büyük bir sığınak desek daha doğru olur. Babam arandığı için yıllardır bu yöntemi kullanıyor. Ragnar' ın Kuzey Krallığı' nın neredeyse her bölgesinde bunun gibi yeraltında salonları var. Onun yanında olan, kimsesiz ya da yardıma muhtaç olan insanlar buralarda sığınır."

Bu çok mantıklı.

Sıralı masalardaki insanların arasından kalkan Ragnar, oğluna ve Laurie' ye doğru elini kaldırdı. Bjorn, Laurie' nin elini tekrar tuttu ve babasına doğru yürüdü. Ragnar Lothbrok' un karşısında oturan bir çift gelen ikisi için kalktılar. Zaten durmaksızın öpüşüyorlardı ve Laurie, onların kendileri için uygun bir yere gittiklerine emindi. Erkek olanın Ragnar' a fazla benzemesini de fark etmişti anında. Bir başka oğlu olmalı, diye düşündü. Kalkanların yerine, Ragnar' ın karşısına, oturdular. Laurie gergin hissetti. Bir yabancı olmak her zamanki gibi yine zordu.

"Gelmen beni çok mutlu etti Laurie. Seninle birlikte artık çok daha fazlayız." Ragnar onu birisi olarak görüyordu. Bir birey. Ve Laurie, hayatı boyunca kendisine sıradan bir insan gibi davranan birisine rastlamamıştı. Bu onu şaşırttı. Yüzünün karmaşıklığını fark eden Ragnar ortamın loş olmasına rağmen ışıldayan mavi gözlerini kıstı ve önündeki iki maşrapaya bira doldurdu.

"Ziyafetimize katıl. Elimizdeki her şey bu ne yazık ki ama en azından aç değiliz." Masadaki bayat tavşan etlerine, balıklara, soğan yahnisine, taş kadar sert ekmeklere, yulaf lapalarına, bira ve şaraplara baktı. Aç değildi. Bu sebeple sadece maşrapasının kulpunu tutup yukarı kaldırdı ve biradan büyük yudumlar aldı. Ragnar' ın yanındaki oğlu Ivar, tüm bu süre boyunca bakışlarını kendisinden çekmemişti. Onun babası kadar mavi gözleri Laurie' nin huzurunu kaçıracak kadar rahatsız edici olduğunda çocuktaki bakışlarını kaçırdı ve maşrapasını kirli ahşap masaya geri bıraktı. Kısa kesecekti.

"Tüm bunları görmemin anlamı ne?"

Bjorn birasının tamamını bitirdi ve maşrapasını tekrar doldurdu. Ragnar ise alay dolu gözlerini Laurie' ye dikerek "Nasıl istersen. Lafı dolandırmayacağım." deyip gülümsemişti. Bu tebessüm iyimser ve samimi fakat aynı zamanda gördüğünün en tehlikelisiydi.

"Etrafına bak." Ragnar birasından içti. "Bizler, etrafa emir dağıtan adamlar için ezebileceği çiftçiler, piçleriz. Zavallılarız. Hırsızız ya da kaçağız. Köleyiz. Biz bunu istemiyoruz. Biz eşitlik istiyor ve adalet için hareket ediyoruz. Burada gördüğün insanların katlarcası daha var. Tüm krallık boyunca genişledik. Kocaman bir aileyiz. Ve sana da ihtiyacımız var. Senin gibi herkese."

"Neden bizlere ihtiyaç duyuyorsun?" Laurie doğru soruyu sormuş ve bu da Ivar' ın tıpkı babası gibi tehlikeli bir şekilde gülümsemesine neden olmuştu.

"Bazı şeyler duyuyoruz... Çok yakında hiç iyi şeyler olmayacak. O zaman geldiğinde ise hepimiz hazır olmalıyız."

Bu işte tutarsızlıklar vardı. Ragnar neyin geldiğini biliyor ve neden tüm bu insanlara, Laurie' ye ihtiyaç duyuyordu? Krallık tehlikede miydi ve Vikingler ne yapmaya çalışıyordu?

"Gelen tehlike ne?" dedi Laurie birasını içmeden önce.

"Yılanlar etrafta dolanıyor." Bunu söyleyen kişiye, Ivar' a, baktı. "Ve yılanlar bazı kişilere zehrini bulaştıracak."

"Hala hiçbir şey anlamıyorum."

"Adalet istiyor musun?" dedi Bjorn.

Laurie yaşadıklarını düşündü. Kendisine yapılan hakaretleri, haksızlıkları, onun gibi olan insanları, sefil halkı... Ragnar adaletten bahsediyordu. Adaleti getirebilecek kadar güçlü müydü?

"Elbette istiyorum." dedi sertçe.

"Adalet uğruna olsa bile babana ihanet eder misin?" diye sordu Ragnar. Sözleri, ses tonu ve hareketleriyle bir oyun oynar gibiydi.

Sorduğu soruya karşılık sessiz kaldığında babası hakkında ne hissettiğinden emin değildi. Bazen o lord bozuntusundan nefret etse bile bazen ise bunu yapamıyordu. Yüreğinde her zaman bir umut vardı ve bu umut da babasının belki bir gün onu seveceği güne aitti.

"Bu sorumu iyi düşün Laurie. Şimdi gitmem gerekiyor." Ragnar Lothbrok maşrapasını da alarak çevik ve enerjik hareketlerle ayağa kalkıp kalabalığın arasına karıştı. O sırada belinde Bjorn' un büyük elini hissetmişti.

Bakışlarını sarışın çocuğa çevirdi. Gözlerindeki sıcak ifade ile "Benimle gel." dediğinde Laurie onu onayladı ve elini tutarak ayağa kalktı. Kalabalık insanların arasından geçip salonun duvarlarına vardıklarında bir koridora girdiler. Laurie karnında bir sızı hissediyordu ve Bjorn' un kaslı bedeninden gözlerini alamazken ona duyduğu arzu durmaksızın artıyordu.

Küçük, fazla küçük, bir odaya girdiler. Odada sadece bir yatak ve sandık vardı. Laurie neden buraya geldiklerini soracaktı ki Bjorn' un dudakları onu susturmuştu. Laurie' nin kalbi etini parçalamak üzereydi. Yaşadığı kısa süreli şaşkınlığı atlattıktan sonra Bjorn' un öpücüğüne karşılık verdi ve ellerini kaslı göğsünün üzerine koydu. Uzun öpücüğün ardından üzerlerindeki kumaş parçalarından çok daha kısa bir sürede kurtuldular ve Laurie sırtını sert yatağın zemininde hissetti.

Bjorn' un dokunuşları nazik ve şehvet doluydu. Ashton Irwin kadar acımasız ve şiddetli olmaması Laurie' yi bambaşka diyarlara götürecek kadar arzuya kaptırmıştı.

AALIYAH

Aaliyah, rengarenk elbiselerinin içinden tercih yapmakta çok zorlansa da sonunda güneş kadar sarı bir elbise giymekte karar vermişti. Elbisesinin üzerinde meşe palamudu işlemeleri vardı ve insanların elbisesini görmesi için şimdiden sabırsızlanıyordu. Hizmetçisi beline deri bir kemer taktığında Aaliyah, gizlice Shawn' dan aldığı hançeri de kemerinde sabitlemişti. Muhtemelen annesi ya da babası hançeri fark ettiğinde çok kızacak ve anında geri alacaklardı fakat Aaliyah sonuna kadar direnecekti. Hançer taşımasının neresinde bir sorun vardı?

Dalgalı saçlarını geriye savurup odasından çıktıktan sonra kırık koluyla kendisini bekleyen Sör Justin Bieber ile karşılaşmıştı.

"Justin!" diye haykıran Aaliyah fazlasıyla çocuksu bir neşeyle Justin' e sarıldığında genç ve yakışıklı şövalye gülerek prensesin saçlarını okşadı.

"Beni mi bekliyordun?" Geri çekilip hayatı boyunca hayranlık beslediği Justin' e baktı. Justin' e duyduğu aşkı ve onunla bir gün evlenmek istediğini sürekli dile getirse bile Justin onu küçük bir kız kardeş olarak görüyordu. Daha da üzücü olanı ise Justin nişanlıydı ve çok kısa zaman sonra Hoodların kızı ile evlenecekti.

"Annen sana eşlik etmemi söyledi. Sanki bugün dışarısı çok daha kalabalık."

Yürümeye başladıklarında Aaliyah eliyle Justin' in sağlam kolunu tuttu.

"Bu arada... Hançerini beğendim."

"Shawn' dan çaldım. Harika değil mi?" dedi Aaliyah boştaki eliyle hançerin kabzasını okşarken.

"Öyle fakat baban bundan hoşlanmayacak. Ve annen de tabi."

Umursamazca omzunu silkti. Shawn' ın onu savunmasını ve böylece babasının bir günlük bile olsa istediği gibi görünmesine izin vereceğini umuyordu. Leydi Rhoslyn geldi aklına. Dün giydiği deri takımı elbette Aaliyah fark etmişti. Leydi öyle güzel ve cesurdu ki annesinin durmaksızın azarlamalarına rağmen duruşunda asla bozuntu vermemişti.

"Bu akşamki ziyafette benimle dans eder misin?"

"Tabiki güzel prensesimle dans ederim." diyen Justin güneyin gökyüzündeki güneş kadar parlak bir tebessümü dudaklarına yerleştirmiş, Aaliyah' a başını eğerek bakmıştı.

Sen güneş ışığının kendisisin Justin.

"Justin... Bunu ben istediğim için değil kendin isteğin için yapmalısın."

"Seninle dans etmek bir onur. Kim bunu istemez ki?"

Kaldıkları kulenin merdivenlerini indiler. Bir başka uzun koridorda yürüyorlarken ansızın karşılarına çıkan Kral Eli durmalarına sebep oldu. Justin babası için reverans yapıp "Baba." demişti selamlarcasına.

Oğlunun aksine somurtkan bir yüze sahip Lord Jeremy solgun gözlerini Aaliyah' a çevirdi ve onun için başıyla selam verdi. Aaliyah rahatsızca gözleri kaçırmıştı. Lord Jeremy' i görmek onu tuhaf bir duyguya sokuyordu ama hiçbir zaman bu duygunun adını koyamamıştı.

"Prensesin kalan yoluna ben eşlik ederim." dedi sessizce. Sör Justin babası ve prensese son bir selam verdikten sonra hızlı adımlarla uzaklaştı. Aynı zamanda Aaliyah da yoluna devam etti.

"Bugün çok güzel görünüyorsunuz prensesim."

"Teşekkür ederim lordum. Çok naziksiniz."

"Kurdunuz nerede?"

Aaliyah' ın kurdunu hatırlaması onu yine derin bir eksikliğe ve özleme soktu. Ice yanında yokken bir hiçlikten ibaretti sanki. Güvende değildi. Ve buna rağmen babası kurtların etrafta gezinmesine izin vermiyordu. Aaliyah bunun için gözyaşı döktüğünde ise babası Aaliyah' ın çocukluk yaptığını söyleyerek kızmıştı. Babam anlamıyor. Kurtlarımız olmadan ejderhaların arasında nasıl güvende olabiliriz?

"Odada tutuluyor."

"Öfkeli olmalı."

"Hepsi öyle lordum. Kurtlar evcil değildir."

"Sabırlı olun prensesim. Yakında evinize geri döneceksiniz."

Evini o kadar çok özlemişti ki bunu rüyasında bile görmüştü. Fakat bu iyi bir rüya değildi. Başlangıçta her şey güzel gidiyordu. Pamuk taneleri gibi aşağıya düşen kar taneleri çevreyi bir sessizliğe gömdüğünde Aaliyah üzerine yünlü kıyafetlerini giyerek bahçeye çıkmıştı. Bu temiz havanın kokusu özlediği en büyük şeylerden birisiydi şüphesiz. Güney şehri pislik ve hastalık kokuyordu sadece.

Ellerini havaya kaldırıp kar tanelerine dokunmaya çalışırken bir inilti duydu. Acı dolu, kederli bir inilti. Gökyüzündeki bakışlarını yere indirdiğinde ruhunda hissettiği acı kelimelere dökülemeyecek kadar korkunçtu. Beyaz tüyleri kan içinde kalmış ve hala kanamaya devam ederek çevresindeki karı kırmızıya boyamış olan Ice can çekişiyordu. Aaliyah' ın feryadı yankılanarak kulağına geri döndüğünde gözlerini de açmıştı zaten. Bu rüyanın etkisinden hala çıkmıyordu ve rüyasını Shawn' a anlattığında "Sadece onu özlüyorsun kardeşim. Böyle bir rüya görmen normal." demişti.

"Babamla konuşamaz mısınız Lord Jeremy? Siz Kral Eli' siniz. Mutlaka sizi dinler."

"Üzgünüm ki babanız haklı prenses. Ulu kurtların çevrede dolaşması tehlikeli sonuçlar doğurabilir."

"Ama ejderhalar özgürce uçuyor!" diye sesini yükseltti Aaliyah. Bu haksızlıktı.

Lord Jeremy Bieber sessiz kaldığında Aaliyah bir iç çekip somurtmuştu. Duruma bakılırsa elden hiçbir şey gelmiyordu.

Turnuvanın gerçekleştiği bahçeye çıktıklarında Lord Jeremy prensesi oturacağı yere kadar götürdü. Vedalaştıktan sonra ise Lord Jeremy uzaklaşmış ve Aaliyah ise kraliçe annesinin yanına oturmuştu. Annesinin belindeki hançere bakışının ardından yüzünde oluşan ifadeye Aaliyah günlerce kahkaha atabilirdi.

"Yüce tanrım." dedi kadın sadece. Önüne döndü ve azarlama işini krala bıraktı. Bir müddet sonra gelen babası Aaliyah' a sadece bakmakla yetinmişti. Kahverengi gözler, Aaliyah' ın hançeri kemerinden çıkarıp ağabeyine geri vermesine sebep olduğunda babasına ve annesine kızmıştı. Güney kadınları burada dilediğini yaparken kuzeyin ondan geri kalır yanı neydi? Üstelik kimse onun ne istediği ile ilgilenmiyordu. Shawn hariç elbette. Aaliyah' ın yüzünü gördükten sonra kulağına doğru eğilmiş ve "Üzülme, turnuvadan sonra sana geri vereceğim." diyerek kardeşini gülümsetmişti. Onun kadar naif bir insanın kardeşi olduğu için Aaliyah gurur duyuyordu.

Kraliyet aileleri yerini bulup sekiliklerdeki boşluklar dolduğunda Kral Yaser' in emri ile turnuvanın dördüncü günü başladı. Bugün ilk olarak kılıç turnuvasında ön elemeler yapılacak ve daha sonrasında ise yetenekli aşçılar yaptıkları yemekler ile yarışacaktı ve bu yemek turnuvası Aaliyah' ı oldukça şaşırtmıştı. Kuzeyde daha önce bu turnuva hiç yapılmamıştı çünkü.

Ortaya çıkan ilk çığırtkan "Horan Hanedanı' ndan Lord Greg ve DiCaprio Hanedanı' ndan Sör Pablo!"

Çapkın Niall Horan' ın ağabeyi Lord Greg gösterilişli bir zırh ile ortaya çıkıp insanları selamladı. Karısı Prenses Doniya ve çocukları gururla Horan lordunu izliyor, desteklerini veriyorlardı.

Pablo DiCaprio ise cılızdı ve üzerinden düşecekmiş gibi görünen zırhıyla lordun karşısına geçmişti. Kralın emri ile başladıklarında Sör Pablo' nun iri Lord Greg tarafından ezileceğini düşünmüştü Aaliyah. Ve düşündüğü gibi Sör Pablo hızlı hareketleri ile sadece bir müddet dayabilmişti. Onun için acı son kaçınılmazdı. Lord Greg kılıcı ile cılız Pablo' nun göğsüne bir darbe indirdi ve Sör Pablo yaverler yardıma gelene dek yerden kalkamadı. Lord Greg' in prenses karısı bir çocuk kadar neşeli bir şekilde yapılan tezahüratlara katılıp kocasını alkışa boğmuştu.

Ardından çığırtkan tekrar ortaya çıktı. "Irwin Hanedanı' ndan Sör Ashton ve Hemmings Hanedanı' ndan Sör Yaser!"

Ashton Irwin yine siyahlar içindeki zırhı ve şarap rengindeki pelerini ile ortaya çıktı. İnsanları selamladıktan sonra siyah miğferini başına geçirdi. Migferin tam alın bölgesinde sancaklarındaki birbirine karışmış siyah ve beyaz yılanların motifi vardı. Yaser Hemmings ise gençti. Epey genç. Tecrübesizliğinden dolayı Ashton Irwin tek bir hareket ile şövalyeyi yere yığmıştı. Ashton kılıcını ona tezahürat yapan kalabalığa doğru kaldırdı ve ardından hafifçe eğildi.

Sonraki dövüşlerde Sör Louis Tomlinson, Sör Calum Hood, Sör Tristan Brannan, Sör Niall Horan, Sör Brad Pitt ve Sör Leonardo DiCaprio kazanmıştı. Aaliyah yarı uykulu yarı uyanık izlediği için bir kısmını hatırlamıyordu bile. Ortaya çıkan çığırtkanın "Mendes Hanedanı' ndan Sör Calley ve Malik Hanedanı' ndan Prens Zayn!" diye bağırması üzerine gözlerini hızla açtı.

Aaliyah' ın on dokuz yaşındaki kuzeni Çirkin Calley meydana çıkmıştı. Calley' in çirkinliğini tüm krallık kabul ederdi. Büyük kepçe kulakları, orantısız derecede büyük ve dolgun dudakları, birbirinden ayrı ve yamuk sarı dişleri, seyrek saçları vardı. Bir gözünün siyah, bir gözünün yeşil olması ise çirkinliğine çirkinlik katardı ancak kimse onun dövüşme yeteneğine laf etmezdi. Calley özellikle kılıç konusunda çok yetenekliydi ve kuzey turnuvalarında her zaman başarı kazanırdı.

Ama şimdi karşısında onun kadar yetenekli bir prens vardı. Ve çok daha yakışıklı. Calley' in karşısındaki Prens Zayn nasıl da güzeldi... Yumuşak görünen saçlarını parmaklarıyla geriye doğru ittirdi ve esmer teninde parlayan gün ışığı bu sırada onu bir heykel kadar güzel gösterdi. Ancak ondaki farklılık şuydu ki zırh giymemişti. Evet, gerçekten giymemişti. Üzerinde sadece siyah pantolonu, içine giydiği beyaz gömleğin üstündeki kahverengi ve çivili yeleği vardı. Deri yeleğinin sırt bölgesine siyah bir boyayla yapılmış olan detaylı bir ejderha motifi ciddi bir el işiydi ve Aaliyah prense gerçek anlamda hayranlık beslemişti. Prens, Justin kadar yakışıklıydı.

Kral Yaser başlama komutunu verdi, kılıçlar birbirine çarptığında metalik ses çevrede yankılandı. Ve bu sıkıcı olacak kadar çok uzun bir süre tekrarlayıp durdu. Calley güçlü ve hızlı prense kolayca karşılık vermeyi başarabiliyordu. Güneyli kadınlar prensin adını daha fazla haykırdı. "Zayn! Zayn! Zayn!"

Ejderha prensi kıvrak bir hareketle çevresinde dönüp kılıcını Calley' in bacaklarına doğru savurdu. Calley gelecek darbeyi kılıcıyla karşılayacaktı ki onu yanıltmayı başaran Zayn Malik, Calley' in bileğine tekme geçirdi ve Calley kılıcını düşürdü. Bunun üzerine Zayn onun göğsüne bir tekme daha attı. Calley yerde uzanıyordu ve Zayn ise kılıcını yerdeki şövalyenin göğsüne doğrultmuştu.

Çığlıklar ve alkışlar büyüdü. "ZAYN! ZAYN! ZAYN!"

Aaliyah da ejderha prensini alkışladı. Güzel bir dövüş olmuştu.

ZAYN

Turnuvanın beşinci gününde sadece meydan dövüşü turnuvası gerçekleşmişti ve şampiyonu da kuzeyli bir hanedan lordunun oğlu olmuştu. Zayn meydan dövüşüne o kadar ilgisizdi ki neredeyse tüm zamanı uyuklayarak geçirdiğinden detayların hiçbirini hatırlamıyordu.

Turnuvanın hemen ardından gerçekleşen akşam ziyafetinden sonra odalarına çekilen insanları aşıp uçuruma doğru yürüdü. Anghrist' e duyduğu özlem bedenini kavuruyordu. Ejderhası ile birlikte uçmayalı çok zaman olmuştu ve bu da özgürlüğün bir kısmını unutmasına sebep olmuştu. Uçuruma vardığında zihninde Anghrist' i canlandıracaktı ki bir ejderha kükresmesi işitti kulakları. Karanlık gökyüzüne baktı. Anghrist yakınındayken duyduğu hisleri tatmaması gelen ejderhanın bir başka ejderha olduğunu gösteriyordu.

Gökyüzündeki ejderha yaklaştıkça yaklaştı. Ardında sancak gibi savrulan pelerini ile birlikte cesurca orada dikilirken gümüş ve mavi pullu ejderha üzerinden geçip yere kondu, bir kükremeyi daha özgür bıraktı.

Azura. Ve üzerinde, tıpkı Zayn' in Anghrist' e bağlı olduğu gibi Azura' ya bağlı olan amcası Jacey Malik vardı. Amcası bilinmez ve ürkütücü bakışları ile ejderhasından çevik hareketlerle aşağı atladı. Gümüş mavi pullu Azura' nın yüzündeki sert deriyi okşadı ve ardından ejderha büyük kanatlarını açarak tekrar gökyüzüne doğru kanatlandı. Tüm bu süre boyunca onu izlemişti. Azura' ya her zaman bir hayranlık beslediğini hatırlıyordu. Ejderhanın mavi rengi daha önce gördüğü hiçbir maviye benzemiyor ve onu ilgi çekici yapan da buydu. Üstelik Azura, Anghrist kadar büyük ve güçlüydü. Çok fazla güçlüydü.

"Çok güzel değil mi?" diyor Jacey Malik gökyüzündeki bağlı olduğu canlıya bakarak.

"Çok güzel." dedi Zayn. Anghrist kadar güzel.

"Burada ne yapıyorsun evlat?"

"Anghrist ile biraz vakit geçirmek istedim."

Amcası düşünceli mırıltılar çıkararak Zayn' in yanına kadar geldi ve birlikte uçurumun ötesindeki denize baktılar. Siyah deniz ay ışığı altında parlıyordu.

"Baban bana korsanlardan bahsetti. Şu doğu kıyılarında dolananlar..."

Umursamazca omuz silkip belindeki Blackfire' nin kabzasını kavradı. "Turnuvadan sonra halledeceğim mesele. Ufak bir iş."

"Kevin Ball, filonun dediğin kadar ufak olmadığını söyledi. Bunu bilerek tek başına halletmeyi düşünmen askeri zekadan ne kadar yoksun olduğunu gösteriyor."

Ejderha prensi güldü ve kılıcının kabzasını bıraktı. "Benim iyi olduğum tek şey dövüşmek amca. Ve bugüne kadar hiçbir dövüşü kaybetmedim. Endişelenme."

"Tanrı seninle alay edecek. Sözlerin tehlike ve aptallık dolu."

"Ne yapmamı istiyorsun öyleyse?" dedi Zayn alayla. Amcasının ona vereceği hiçbir öğüt umrunda değildi. O sadece bir şeyler yakmak istiyordu.

"Babana size katılacağımı söyledim. Bu işi birlikte halledeceğiz."

Zayn ne söyleyeceğini bilemedi. Ama içten içe amcasının haklı olduğu biliyordu. Kevin Ball yüzlerce kadırgadan bahsettiğinde bu işin tek başına halledecemeyecek kadar büyük olduğunun farkındaydı.

Jacey Malik güçlü ve yanık elini sertçe Zayn' in omzuna koydu. "Öğütleri sevmediğini biliyorum ama yakında kral olacaksın. Ve bir adam sadece taç taktığı için kral olmaz."

"Yeterli olmadığımı biliyorum." dedi Zayn sessizce. "Babam kadar sakin ya da strateji bilgilerine sahip değilim. Ya da senin gibi... Elimde sadece öfke var."

"Her ejderhanın içinde yıkıcı bir öfke vardır evlat. Önemli olan bunu dizginleyebilmek. Babanın gerçekten bu kadar sakin olduğunu mu sanıyorsun?" Jacey Malik' in her zaman somurtan olan suratından belli belirsiz bir tebessüm geçti.

"Öyle değil mi?" dedi Zayn merakla. Çünkü babasını kendini bildi bileli sakin bir adam olarak tanıyordu. 

"Sandığından çok daha fazlası." Jacey, Zayn' in sırtını sıvazladıktan sonra elini geri çekti. "Sen neden onun gibi olmayasın?"

Amcası arkasını dönüp Zayn' i düşünceler içinde bırakarak orayı terk etti. Zayn ise kral olacağı zamanları düşledi ve bu onda bir endişe yarattı. Gelişmesi gereken o kadar çok konu vardı ki sadece düşünmek bile tüm bunları daha korkutucu bir boyuta getiriyordu.


Sonraki gün kılıç turnuvası için özenli bir şekilde hazırlandı ve Ejderha Kalesi' nin bahçesine çıktı. Genç leydiler gülüşerek ona bakıp selamlar verirken Zayn sadece bir baş sallaması ile karşılık veriyor ve yoluna devam ediyordu. Kalabalığın arasında Rhoslyn' i görmeyi umdu. Fakat genç leydi hiçbir yerde yoktu.

Kraliyet ailelerinin tamamı yerini aldığında Zayn' in kral babası turnuvayı başlatmış ve çığırtkanın ortaya çıkmasına neden olmuştu. İlgiyle şövalyeleri izleyip güçlü olanların zaaflarını ve kılıcı kullanış şekillerini gözlemledi. Dei gelip sıranın Zayn' e geldiğini söyleyene kadar bunu yapmıştı. Üzerinde zırh olmaksızın sadece kılıcını aldı ve çığırtkanın sözlerini bekledi. Kimle karşılaşacağını epey merak ediyordu.

"Malik Hanedanı' ndan Prens Zayn ve yine Malik Hanedanı' ndan Sör Jawaad!"

Zayn şaşırmış ama bu aynı zamanda ona komik gelmişti. Meydana çıktığı kuzeni ile birbirlerine bakıp gülümsediklerinde "Umarım, seni yenmem sana saygısızlık olmaz kuzenim." dedi Jawaad tezahürat sesleri arasında.

"Tanrı yardımcın olsun." dedi Zayn sadece. Başlama komutu ile kılıçlar birbirine çarpıştı ve metalik sesin eşliğinde uzun bir dansa başladılar. Kuzeninin iyi bir savaşçı olduğunu biliyordu. Fakat herkes gibi onun da zaafları vardı. Jawaad eğer kazandığını düşünüyorsa bu ona epey hatalar yaptırabiliyordu. Bu yüzden Zayn de başlangıç olarak geriye doğru kaçıp kılıç darbelerini son anda karşılama gibi rol yaptı. İnsanlar elbette onun bu haline şaşırmış ve yanındakiler ile fısıldaşmalara başlamışlardı.

Hırstan gözü dönmüş Jawaad, prensi yenecek olmanın verdiği keyifle daha rahat davranmaya başladığı anda Zayn bir ejderha gibi yükseldi ve ona doğru yaptığı sert darbeler ile Jawaad' ı afallattı. Jawaad kendini koruyabilmek için durmadan geriledi. Sonunda ise kendisini yerde bulmuştu. Şimdi gülümseyen Zayn' di ve kendisine yapılan tezahüratları umursamadan Clifford ailesinin oturduğu yere baktı. Rhoslyn heyecan dolu mavi gözleri ile sırıtarak onu izliyor ve alkışlıyordu. Zayn' in tebessümü gittikçe büyüdüğünde huzurla kendi yerine geri döndü.

Kalan eşleşmeler de dövüştüğünde ikinci tur da bitmiş oldu. Ara verilerek yemekler yenildi, insanlar eğlencelere katıldı. Tüm bu süre boyunca Zayn bir kadeh şarapla birlikte Louis ve Liam' la bir sohbet içinde olmuştu. Çok fazla içmemeye özen göstermişti çünkü sağlam bir zihinle kılıç turnuvasının da şampiyonu olmak istiyordu.

Ardından üçüncü tura geçildi. Bu sefer kuzeyin Swift Hanedanı' ndan bir şövalye ile eşleşmiş ve çok kolay bir şekilde bir üst seviyeye geçmişti. Üçüncü turun bitimini sabırsızlıkla bekledi. Onu düşündüren tek kişi Ashton Irwin' di açıkçası. Irwin oğlu kılıç konusunda Zayn' in düşündüğünden de iyiydi ve karşısına çıkan herkesi fazla kısa bir süre içinde yere indirmeyi ya da kılıçsız bırakmayı başarabiliyordu. Kibirli ve küstahça hareketleri Zayn' i çıldırtırken sonraki turda birisinin onu devirmesini umut etti. Onun yüzündeki boktan gülüşü görmeye katlanamıyordu artık.

Karşılaştığı son kişiyi de yenerek sona kalan iki kişiden birisi oldu. Yerine geçip heyecanla kimle eşleşeceğini beklerken Ashton' un verdiği gerginliğe dayanamayarak Dei' den bir kadeh şarap daha istedi. Şarabından aldığı her bir yudum ile güneş biraz daha batarak yerini karanlığa ve aya bırakıyordu.

Karşılaşacağı kişi kesinleştiğinde kendisini şarapla dolu bir havuza atmak istemişti.

"Sonucunda şampiyonun belli olacağı kılıç turnuvasında soz kez: Malik Hanedanı' ndan Prens Zayn ve Irwin Hanedanı' ndan Sör Ashton!"

Onu tekrar yeneceğini biliyordu. Ashton' u iyi gözlemlemiş ve onun sol bölgesini korumakta bazı eksikliklerinin olduğunu fark edebilmişti. Sol tarafına ağırlık verecek, üstelik onun zırh giymesi bir nebze de olsa hareketlerine yavaşlık katacaktı. Böylece şampiyon olup ona iyi bir ders verecek ve kendisini, bir ejderhadan büyük olmadığını kabul ettirecekti.

Meydana çıktığında Ashton Irwin karşısına geçti. Alaycı bir tavırla Zayn' e bakıyordu. "Seninle tekrar karşı karşıya olmak hoşuma gidiyor." dedi yılan. Sancağındaki yılan motifi işlenmiş miğferini çıkarıp açık renkli saçlarını serbest bıraktı ve elindeki miğferini yana fırlattığında hizmetçinin teki hızlaca miğferi alıp geri çekildi.

"Tekrar seni yerde süründürecek olmak benim de hoşuma gidiyor."

"Karşılıklı zevklerimiz var. Bu harika."

"Kesinlikle."

Babasına bakıp başını onaylar anlamda salladığında Kral Yaser başlama komutunu verdi ve Zayn için yeni bir kılıç dansı başladı. Ashton' un darbeleri güçlüydü. Üstelik üzerinde zırhı olmasına rağmen hızlı olması Zayn' i şaşırtmış ama bunu belli etmemişti. Gövdesine doğru gelen darbeyi geriye doğru ittirirken "Elindeki kılıcı bana geçirmeyi diliyorsun değil mi?" demişti yılan. "Yatağını ısıtan sevgiline yapacaklarımı bilmen beni öldürmek istemene neden oluyor." 

Zayn kendisini ele geçirmeye başlayan öfke yüzünden küçük bir hata yaptı ve neredeyse yere düşecekken son anda kendini toparlayıp kılıcını ona doğru savurdu ama Ashton bunu kolayca karşıladı.

"Birlikte tatlı yılan bebekleri yapacağız. Belki birisinin ismini Zayn koyarım. Sürekli seni hatırlamak onu büyük bir yıkıma götürecek."

Daha hızlı savurdu. Daha hızlı. Daha hızlı. Buna dayanamıyor, onu hemen şimdi etkisiz hale getirmek istiyordu. Fakat vurduğu her darbenin karşılığını aldığında sabrı da tükeniyor ve Zayn hatalara doğru itiliyordu.

"Muhtemelen çok bebeğimiz olacak. Çocukları severim ve her gece bunu deneyeceğiz." Ashton' ın kılıcının yatay yüzü beklemediği bir anda Zayn' in karın boşluğuna geldiğinde Zayn acıyla inleyip birkaç adım geriledi.

"Güçlü olduğunu sanıyorsun ama bazı şeylere kimsenin gücü yetmez. Tanrılar gibi." Ashton hızlı bir darbe indirdi, Zayn bunu çok zor karşıladı. İki büklüm olmuş bir halde bir eliyle karnını tutuyordu.

"Rhoslyn ve ben tanrının adı altında evleneceğiz. Ve bir gün, ona dokunduğun her gece için bedel ödeyeceksin."

"Siktir git." dedi Zayn çatlayan sesiyle. "Bedel ödeyen ben olmayacağım orospu çocuğu." Tekrar doğruldu ve daha güçlü bir şekilde hareketlerine devam etti.

"Ben kuzeyliyim piç. Ejderhandan daha güçlü kışları atlatmışken senin bedellerinden mi korkacağım?"

Zayn dizlerinin üzerine, kılıcı da daha ileriye düşmüştü. Kılıcını almak için öne doğru harekete geçeceği sırada siyah saçları sertçe kavranıp geriye doğru çekildi ve ardından boğazındaki soğuk metali hissetti. Gördüğü tek şey yukarıdan kendisine soluk soluğa, nefretle bakan Ashton Irwin' di.

Continue Reading

You'll Also Like

760K 63.2K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar taekook
42.3K 6.7K 29
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.
102K 11.1K 27
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
1.6M 109K 29
Başkomiser Han Jisung ve seri katil Lee Minho