Thita - Yakut Hançer

By mssabelle

199K 12.4K 2.3K

Eliana'nın bilmediği en önemli şey, Archena Krallığı'nın kayıp varisi olmasıdır. Bir abisi, Bir prens arkadaş... More

Ben ve Onlar
BÖLÜM 1 ∞♦ Kehanetin Kaderi ♦∞
BÖLÜM 2 ∞♦ Swinyer ♦∞
BÖLÜM 3 ∞♦ İnsan ♦∞
BÖLÜM 4 ∞♦ Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 5 ∞♦ Yeni Hayatın İlk Renkleri ♦∞
BÖLÜM 6 ∞♦ Ekmek ♦∞
BÖLÜM 7 ∞♦ Teslimiyet ♦∞
BÖLÜM 8 ∞♦ Şişko ♦∞
BÖLÜM 9 ∞♦ Aramızda ♦∞
BÖLÜM 10 ∞♦ Obra Kadabro ♦∞
BÖLÜM 11 ∞♦ Kral Charles ♦∞
BÖLÜM 12 ∞♦ Ben Senim Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 13 ∞♦ Abi ve Küçük Kardeş ♦∞
BÖLÜM 14 ∞♦ Prens Taylor ♦∞
BÖLÜM 16 ∞♦ Birleşme ♦∞
BÖLÜM 17 ∞♦ Çıkış ♦∞
BÖLÜM 18 ∞♦ Tuhaf Bir Duygu ♦∞
BÖLÜM 19 ∞♦ Plan ♦∞
BÖLÜM 20 ∞♦ Teklif ♦∞
BÖLÜM 21 ∞♦ Destek ♦∞
BÖLÜM 22 ∞♦ Zayıf Nokta ♦∞
BÖLÜM 23 ∞♦ Kan ♦∞
BÖLÜM 24 ∞♦ Kükreyiş ♦∞
BÖLÜM 25 ∞♦ Kan ve Ölüm ♦∞
BÖLÜM 26 ∞♦ 10 Yıl Sonra ♦∞
BÖLÜM 27 ∞♦ Yalan ♦∞
BÖLÜM 28 ∞♦ Acı Gerçek ♦∞
BÖLÜM 29 ∞♦ Bağ ♦∞
BÖLÜM 30 ∞♦ Diş İzleri ♦∞
BÖLÜM 31 ∞♦ Dönüşüm ♦∞
BÖLÜM 32 ∞♦ İsyan ♦∞
BÖLÜM 33 ∞♦ Anahtar ♦∞
BÖLÜM 34 ∞♦ Aile ♦∞
BÖLÜM 35 ∞♦ Saldırı ♦∞
BÖLÜM 36 ∞♦ Duvar ♦∞
BÖLÜM 37 ∞♦ Barış ♦∞
BÖLÜM 38 ∞♦ Oda Cezası ♦∞
BÖLÜM 39 ∞♦ Yaratık ♦∞
BÖLÜM 40 ∞♦ Ölüm ♦∞
BÖLÜM 41 ∞♦ Çağırış ♦∞
BÖLÜM 42 ∞♦ Gelecek Yazgısı ♦∞
BÖLÜM 43 ∞♦ Hepimiz ♦∞
BÖLÜM 44 ∞♦ Sınır ♦∞
BÖLÜM 45 ∞♦ Sarhoş ♦∞
BÖLÜM 46 ∞♦ Saray Yolu ♦∞
BÖLÜM 47 ∞♦ Anne ♦∞
BÖLÜM 48 ∞♦ Kader ♦∞
BÖLÜM 49 ∞♦ Kral ve Kraliçe ♦∞
FİNAL 1: BÖLÜM 50 ∞♦ Fedakarlık ♦∞
FİNAL 2: BÖLÜM 51 ∞♦ Safir ♦∞
AÇIKLAMA
THİTA 2 - Safir Hançer

BÖLÜM 15 ∞♦ Gölge ♦∞

4.4K 296 25
By mssabelle

|Bölüm 15: "Gölge"🔮

🔥🔥🔥

İçindeki ışığın sana yol göstersin, karanlığı aydınlığa çevirsin.

🔥🔥🔥

Alaric ve Marcus bir anda yere tek diz çöktüler. Prens Taylor ve yanındaki kişinin bana baktığını hissediyordum ama gözlerim elimdeki hançerdeydi. Hançeri belime atıp sadece başımı eğdim.

"Burada ne işleri var?" dediğimde Alaric sinirle homurdandı.

"Bu kızın kral ve ailesiyle alıp veremediği ne?" diye mırıldandı.

Marcus sırıtıp ayağa kalktı. "Hoş geldiniz, sizi buraya getiren nedir? Az önceki saldırı sesleri neydi öyle?"

Prens Taylor'a bakıp incelemeye başladım. Saçları ve gözleri siyahtı. Bembeyaz teni ve uzun boya sahipti. Kahve renkli bir pantolon ve beyaz bir gömlek giymişti. Üzerinde krallığa ait olan bir şey görmemiştim. Omzundan aşağıya kırmızı bir pelerin düşüyor, dizlerinde bitiyordu. Sadece belinde hançerler ve elinde tutmuş olduğu kılıca sahip olduğunu gördüm.

Hançerlerin üzerinde olan simgeyle hangi krallıktan geldiklerini biliyordum.

Eirenin...

"İmkansız!" dedim şaşkınlıkla. "Eirenin Krallığı'ndan mısınız?"

"Evet," diyerek beni onayladı, sonra da benim gibi başını eğip kaldırdı. "Eirenin Krallığı'ndan Prens Taylor Eirenin."

Alaric öne çıkıp selam verdi. "Mythan Krallığı'ndan Komutan Alaric Walter," dediğinde araya girdim.

"Ben bir krallığa ait değilim." diyerek ağzımın içinde gevelediğimde arkamdaki Marcus'un yanına gidiyordum.

"Yamacıma gel, sen benim kardeşimsin." diyerek Marcus elini omzuma atmıştı. Ciddi soğukluğunu koruyarak onlara baktı.

"Saldırıdan yara almadan çıkmanıza sevindim." dedi Alaric.

"Öyle oldu," dedi prensin yanındaki. Mavi gözleri ve siyah saçları vardı. Yüzünde hiç bir mimik ifadesi yoktu. İlk tanıdığım Marcus'dan daha fazla soğuktu. Eli direk kılıcın kabzasındaydı ve net gören gözlerim kılıcının ucundaki damlayı görmüştü; kan...

"Siz?" dedi Marcus, gözlerini kısarak. "Koruması falan mısınız?"

Gözlerini Marcus'a çevirip dudaklarını aralamadan baktığında bakışları soğutucuydu. "Koruması, askeri, abisi, dostu, kardeşi..." diyerek sıraladı.

"Babası olmadığın kalmış," dedi Marcus mırıltıyla. Ama onu duyan bir tek ben duyduğum için kıkırdamıştım.

"Komik bir şey söylediğimi hatırlamıyorum." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Sizi gördüğüme hem memnun oldum hem de şaşırdım." dedi Alaric komutanlığına devam ederek.

"Ben de komutan," dedi Prens Taylor. "Buraların yabancısıyız. Umarım bize yardımcı olursunuz."

"Elbette." dedi Alaric.

"Eirenin Krallığı'nın bir kalkanı olduğunu ve kimsenin çıkamadığını sanıyordum." dedi Marcus, aklımdaki soruyu sorarak.

"Öyle bir kalkan olduğu doğru ama görev yüzünden çıkmalıydık." dedi mavi gözlü soğuk kişi.

"Bilgemizden yardım aldık," dedi Prens, yandan ona bakarak.

"Ne için?"

Gözleri bana döndü. "Gizli." dedikten sonra arkamıza baktı. "Peki sizin burada ne işiniz var? Kadim Ormanı'na yakınsınız."

"Gizli." dedim onun gibi. Mavi gözlerine kısa sürelik bakıp geri prense döndüm. "Kralın emriyle çıktık. O yüzden söylemem."

"Elbette, gizli görevde olabilme ihtimaliniz var." diyerek anlayışla karşıladı.

"Kolunuz yaralanmış!" dedi Alaric endişeyle. Kolunda bir çizik olduğunu gördüğümde kaşlarımı çattım. O çizikle hayatı tehlike de olamazdı.

Prens koluna bakıp akan kanı sildi. "Önemli değil." diyerek komutana döndü.

"Önemli." dedi yanındaki. Siyah tişörtünün bir kısmını yırtıp prensin yaralı tarafına bağlayıp mikrop kapmamasını önledi.

"Abartıyorsun Tyrone." dedi prens gülerek.

"Tyrone kim?" dedim.

"Abim."

Ne! Bu Dryden'ın abisi olabilir miydi? Aslında fiziksel görüntüleri birbirine benziyordu ama Tyrone soğuk biriydi. Dryden daha sıcak kanlı bir insandı.

"Biz yolumuza devam edelim," dedi Marcus, bana bakarak. "Uykumu aldım. Geç kalmadan gidelim."

Alaric kaşlarını çattı. "Prense yardım etmemiz lazım." diyerek bize döndü.

"Tamam, sen yardımını et. Biz de hazırlanalım." dedi umursamazca ve beni çekiştirerek atların oraya götürdü.

"O aslan kükremesinin arkadaşından geldiğini söyleme." dedi Marcus.

Başımı sallayıp, "Dostum." diyerek düzelttim.

"Vay be!" dedi şaşırarak. "Özlemini giderdin, değil mi?"

"Aynen öyle ve sana güzel haberlerim var." dedim heyecanla.

"Söyle bakalım." derken atlarla ilgileniyordu.

"O, seni görmek istiyormuş. Yani Kadim Ormanı'na giriş yapacağız. Sende onu merak ediyordun, öğrenmiş olursun."

Gözleri korkuyla açıldı. "Beni yemezler değil mi?"

"Merak etme yanında ben varım. Bir şey olmaz."

"Biraz rahatladım." dedi göz kırparak.

"Kardeşinin yerini biliyorum." dediğimde gözleri sonuna kadar açıldı. Şaşkınlıktan dudaklarını aralayıp bir şey diyememişti. "Ve gittiğimiz yerde onunla karşılaşacağız."

"Kızıl Kale de mi?" dedi nefes verirken. "Nasıl biliyorsun?"

"O söyledi." dediğimde kaşlarını çattı.

"Kardeşimi nereden biliyor?" dediğinde omuzlarını tuttum.

"Şimdi sakin ol ve beni dinle. Ama lütfen bayılma." dedim uyararak.

"Korkmam mı gerekiyor?" dedi gözlerini kısıp.

"Ejderha," dedim fısıldayarak. Atların arasına almıştım kendimizi.

"O ejderha. Beni büyüten o. Bebekliğimden beri onun yanındaydım." dediğimde bana boş gözlerle bakıyordu. Aslında bir tepki vermesini isterdim.

"Aman tanrım!" dedi şaşırarak. Alaric ve diğerlerinin buraya baktığını biliyordum. "Ejderhanın gerçekten var olacağını bilmiyordum. Annem söylerdi ama inanmazdım. Bembeyaz olduğunu söylemişti."

Şüpheyle gözlerimi kıstım. "Annen de her şeyi biliyormuş." dedim imayla.

"Evet, o bir bilgeydi." dediğinde dudaklarımı araladım. "Hangi krallığın?" dediğimde gözlerini benden uzaklaştırdı.

"Archena."

Archena Krallığı'nın bilgesi benim abimin annesi miydi? Bu yüzden benim söylediklerime pek aşırı tepki vermemiş ya da bağırmamıştı. Kabul etmesi kolay olmuştu. Çünkü her şeyi biliyordu. Her şeyi... Benim bilmediklerimi de biliyor muydu?

"Babam bana bir görev verdi." dedim sessizce. "Anka kuşların nesli tükenmişti. Ama gizli yumurta sayesinde nesil yeniden devam ediyor. Gizli yumurta kalede."

"Yumurta o kaledeyse büyücü istediğini yapabilir. Onu kurtaracaksın, değil mi?" dediğinde başımı salladım.

"O yumurta çalınmış. Kardeşin tarafından kaleye getirilmiş. Büyücü onu kandırıyor. Planlarında kötülük barındırdığını söyledi."

"Kardeşimi kurtarmam lazım." dedi kaşlarını çatarak. "İyi mi?" dedi endişeyle bana bakarak.

"Bilmiyorum, ama yaşadığını biliyoruz." dedim gülümseyerek.

"Aynen öyle," dedi mırıldanarak.

"Yola koyulalım."

Hızlıca başını sallayıp Alaric'e baktı. "Komutan gitmeliyiz." diye bağırdı.

Alaric nefesini verip bakışlarını bize verdi. "Bizimle geliyorlar."

"Ne!" dedim şaşkınlıkla. "Marcus, yanımızda onlar olursa nasıl kardeşini ve yumurtayı kurtaracağız?" Marcus'a sessizce söyledim.

"Bir şeyler düşünürüz." dedi sessizce. "Tamam gidiyoruz." diyerek Alaric'e döndü.

Yanımıza geldiklerinde Alaric, prense döndü. "Marcus," dedi ve Marcus'u gösterdikten sonra bana döndü. "Eliana."

Baş sallayıp Tyrone'a döndüm. Tepkisizce beni izliyordu. Acaba Dryden'ın abisi olabilir miydi? Konuşmadan ve onun hakkında bilgi almadan öğrenemezdim.

Alaric atın üzerine çıktıktan sonra Marcus'un da atın üzerinde yer aldığını gördüm. Elini bana uzatıp göz kırptı. Gülümseyip elini tuttuğumda beni önüne çekmişti. Benim atıma da Tyrone ve Taylor binmişti.

Atlarımızı sürerken ormanımdaki esinti bana doğru çarpmıştı. Sonuçta evime yakındım. Bu esinti de gülümsetmemi sağlamıştı.

Marcus belimden ellerini geçirip atın dizginlerini sımsıkı tuttu. Nefesi kapüşonuma çarpıyordu. "Onu kızdırmayacak bir şeyler söyle." dedi Marcus, onların duymamasını sağlayarak kulağıma eğilmişti.

"Sadece kendin ol." dediğimde homurdandı. "Yani saygılı ve kibar ol ki seni sevsin."

"Espiri yeteneğime bir gün ara verilecek öyle mi?"

"Özleyeceğiz," dedim üzgün sesimle. Alay ediyordum ve Marcus geri çekilip nefesini verdi.

"Nereye gideceksiniz?" dedi Tyrone. Ona dönüp dudaklarımı araladığımda "Bana gizli yerine başka bir cevap verin." dedi bana bakarak.

Kapüşonumu önüme çekip ileri baktım. Marcus'un ellerinin yanına ellerimi yerleştirip dizginleri tuttum.

"Kızıl Kale," dedi Alaric. "Büyücüyle görüşmeye gidiyoruz."

"Biz de oraya gideceğiz. Bu iyi oldu."

Homurdanıp Marcus'a baktım. Alttan ona bakınca eğilip bana baktı. "Bizde oraya gideceğiz. Bu iyi oldu." dedi Tyrone'un kaba sesini taklit ederek.

Kahkaha attıp elimle ağzımı kapatmaya çalıştım. Marcus arkamdan gülüyordu ve göğsü güldüğü için sırtıma çarpıyordu.

"Marcus!" dedim kahkahalarımın arasından. "Yapma, görevdeyiz."

"Biraz düzgün durun." dedi Alaric yanımıza gelerek. "Bir prensle yürüdüğünüzü unutuyorsunuz."

Karşında beyaz ejderhanın kızı duruyor, dememek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

"O da bir insan." dedim omuz silkerek. "Ne var bunda?"

"Bir prens." dedi tıslayarak. "Ve ben de komutanım. En azından görevimize odaklanalım."

Başımız hızlıca sallayıp Marcus'a baktım. "Biz önden gidelim." dedim öneri sunarak. Çünkü çok konuşacaklarımız vardı.

Atını hızlandırdı. "Archena krallığını bana anlatır mısın?" dediğimde kaşlarını çattı.

"Ormanda yaşadığın için bilmiyor olmalısın."

"Archena'yı öğreneceğim vakit ormandan kaçtım. Biraz bilgiye sahibim ama tam bilmiyorum."

Gözlerini bana dikip bunu yapıp yapmadığımı sorgular haldeydi. "Evet kaçtım. Çünkü insanları merak ediyordum. Hem tüm her şeyi biliyorum. Sadece Kızıl Kale olayını ve Archena Krallığı'nı bilmiyorum."

"Tamam," dedi nefesini verip. "Ama ilk önce şu olayı bir kere daha gözden geçirelim."

"Ormana gireceğiz. Ejderhamla konuşacak, dostumla anlaşacaksınız. Sonra da kardeşini ve yumurtayı kurtarmaya gideceğiz." Beni dinlerken de düşünüyordu.

"Yumurtayı ve kardeşimi kurtardık diyelim. Hançeri nasıl alacağız?"

"Alaric bir komutan. Bir planı vardır."

"Bizim de bir plana ihtiyacımız var."

Başımı salladım. "Benim hakkımda birçok şeyi bilmiyorsun ama sana hepsini sırayla anlatacağım. İlk önce yavaştan başlasam iyi olacak." dedim alttan ona bakarak.

"Birisini söyle," dediğinde başını geri çekmiş, gözlerime bakmıştı.

"Ormandaki canlıların bir nevi kraliçesiyim. Ayrıca onlar benim dostum da. Dostum olan aslan ile küçüklükten beri eğitim almıştım ve herhangi bir büyü ya da kan ile bağımız yok ama babam olan ejderha ile ruhsal bir bağımız var. Beni anlamak ve geliştirmek için böyle bir bağ yapmış." dediğimde kaşlarını kaldırıp, "Beni ısıramazsın." demişti. Bu rahat tavrına gülerek karşıladım.

"Onu hissediyor musun?" diyerek ciddileşip gözlerini önüne çevirdi.

"Evet."

"Bir ejderha ile bağlanmak çok havalı olmalı." dedi parlayan gözleriyle.

"Sanki onunla atın üzerinde gibiyim, sanki yanı başımda duran sen değilsin de o, sanki bindiğim at, at değil de onun sırtına oturmuşum gibi, sanki aldığım nefes ile onun aldığı nefes bir..."

"Şaka mısın?" dedi kulağımın dibinde sesini yükselterek. "Bize o kadar mı yakın? Bir dakika sen onun sırtına mı biniyorsun?"

"Sesini alçatsan bile duyabilirim seni," dedim kulağımı tutarak. "Aslan kulaklarım var da..."

"Özür dilerim." dedi mahcup bir ifadeyle.

Önemli değil dermiş gibi başımı salladım. "Benden bu kadar. Sıra sende."

"Archena," dedi mırıldanarak. Ona dönüp baktım. Yukarıda gözüken yıldızlara bakıp nefesini verdi. Geceydi ve ayın parlaklığı yüzüne vuruyordu. Sıkıntılıydı ve merak etmiştim.

"Kral Edward ve Kraliçe Avery tarafından yönetiliyordu. Herkes birbirine güvenir ve dost gibi davranırdı. Asla yandaşlarını yarı yolda bırakmazlardı. Kurallarını asla çiğnemeyen bir halk ve halkına iyi davranan krallık ailesi vardı." dedi ve dudaklarını yaladı. "Birgün prenses doğduğunda onun için eğlenceler yapılmıştı. O zaman prenses krallığa yeni hayat getirmişti. İnsanlar dopdolu gülüyordu. Kral ve kraliçe çok mutluydu ta ki altı ay sonra siyah bulutlar krallığın üzerinde olana kadar..."

Yanımıza at yaklaşınca susup oraya döndük. Tyrone bize dikkatlice bakıyordu. Üzerimizi süzüyordu ve bu kıpırdanmama sebep olmuştu. Gözleri bende durunca dudaklarını araladı. "Gözlerin karanlıkta bile ışıldıyor."

"Ben bu gözleri seviyorum." dedi Marcus, eliyle başımı tutup kendisine çevirerek.

"Gözlerim mi parlıyor?" derken Marcus'a bakıp kaşlarımı çatıyordum.

Başını salladı. Dudaklarımı aralayıp dizginleri daha sıkı tuttum. Keegan, sinirlenince ya da saldırıya uğrayınca gözleri kendi oluşturduğu ateşi sayesinde parıldardı ve bu parıldayış bende de yansırdı. Ruhlarımız beraberdi ama bu bağ nasıl bir bağsa onun hakkındaki tüm duyguları ve güçleri hissediyordum. Bu beni kuvvetli ya da yenilmez hissettirebilirdi, hissettirmiyordu. Önemli olan güç değil, güvenimiz ve sevgimizdi.

Kasıklarım bu düşüncelerle endişe ve korkuyla ağrımaya başlamıştı. Ormana girmek istiyorum. Ona bir şey olmuş olabilir miydi?

"Babam," dedim Marcus'a. "Ormana girmeliyim. Kötü bir his beynimi kurcalıyor."

"Eliana," dedi ciddi bir şekilde bana bakarak. "Buradakilere ne diyeceğiz?"

"Nereye gidecek?" dedi Tyrone. Onu unutmuştum.

Baba! Swinyer!

Birinin beni duymasını ve cevap vermesini istiyordum, hiçbiri olmamıştı. Gözlerimi kapatıp kendimi biraz Marcus'a yasladım. Onları hissetmem gerekiyordu.

"Lütfen," dedim mırıldanarak.

"Ne oluyor?" diyen Prens Taylor'u duydum.

"İyi misin?" dedi Marcus. Ellerini belime götürürken onu engelleyip gözlerimi açtım ve yere atladım.

Zaten çok hızlı gitmiyorduk. Nefesimi düzenleyip gözlerimi kıstım. Keegan'ın hissetiği öfke ve endişe vücudumu kaplamıştı.

"Yalnız değiliz." dedim şüpheyle.

"Nasıl?" dedi prens şaşkınca.

"Kaç kişiler?" dedi Marcus, atın üzerinde etrafına bakarak.

Dikkat et!

Arkamı dönüp gelen kişiye bakmak ve karşı gelmek istedim ama bir gölge ayın altında beni karanlığa boğuyordu. O gölge havada uçuyordu, siyah bir gölgeliğe sahipti. Buharlı ve bulanık yüzü bana kızgınlıkla bakıyordu. Ayakları yoktu fakat elleri üç parmaklı ve sivriydi, gövdesinde kaburgalar belliydi.

"Aman tanrım!" dedi Alaric korkuyla. "Bu da neyin nesi?"

Bu türleri hiç görmemiştim. Ama kötü oldukları görüntülerinden belliydi. Yayımı alıp oku hizaladım ve geri zıplarken gövdesine attım. İşe yaramamış, üstelik çığlık atmaya başlamıştı.

"Kahretsin! Biri şunu sustursun!" dedi Marcus. Kulağını elleriyle kapatan önümdeki insanlarla birlikte çığlığa maruz kalmıştım. Sanki beynimin içinde bir taş vardı ve zaman geçtikçe o taş beynimin her tarafına vuruyordu.

Bir aslan kükremesi havada yankı edince gözlerimi şaşkınlıkla açtım.

"Olmaz!" diyerek ona doğru adımladım.

"Sakın gelme! Sakın!" diye kükredim lakin adımları durmuyordu.

Hırlayıp çalıların arasına baktım. "Uzak dur!"

"Eliana!" dedi Marcus ellerini çekerken. "Kim geliyor?"

Gölgeye bakıp büyülerimle etrafımızda rüzgâr yaptım. Gölgenin bakışları beni buldu ve kimseye bakmadan bana doğru gelmeye başladı.

"Eliana, uzaklaş!" diye bağırdı Marcus.

Aklıma gelen büyüleri fısıldamaya başladım. Öğrenirlerse öğrensinlerdi. Burada benim hayatım ve onların hayatı söz konusuydu.

Gölgenin içinden geçen aslana baktım. Zıplayıp ortamızda ve tam önümde yer edinip dört ayak üstünde durup gölgeye hırladı. Büyüyü kestim.

Ormana zarar verdi. Ormana gelip her yeri yok etmeye çalıştı.

Keegan'ın bu cümlesiyle şok üzerine şok geçiriyordum. İmkânsızdı. Kadim varlık olan ejderhanın koruduğu ve yaşadığı ormana nasıl bir şey zarar verebilirdi? Hangi büyü üstün olabilirdi? Kim ve nasıl yapılmıştı ki ejderhanın ve vahşi canlıları zarar verebilirdi? İmkansızlık var mıydı? Biz, onlar, büyüler imkansız gelmiyordu ama bu gölge nasıl bir karanlığa sahipti ki bize zarar verebilirdi?

Seni koruyacak. Buraya gel Eliana.

"Arkadaşlarım..."

Getir. Dedi ve geri çekildi.

Önümdeki insanlar şaşkınlıkla aslana bakıyordu. Marcus olayı anlamış gibi başını bana çevirdi. "Ormana!" dedim bağırarak.

Herkes bana bakınca sinirle soludum. "Çabuk! Tek kurtuluşumuz orası! Yaşamak istemiyor musunuz?!"

Marcus başını sallayıp ileri doğru atılınca Alaric ona şaşkınlıkla bakıyordu.

"O koca burnunu artık şu olaya dâhil et komutan!" diyerek bağırdı Marcus.

Alaric, Taylor ve Tyrone'a baktığında onay almıştı. Marcus'un gittiği yöne doğru ilerlediler ama Tyrone durup bana baktı. "Gitsene, geleceğim." dedim hızlıca.

Gözlerini kısıp aslana ve gölgeye baktıktan sonra beni dinleyip gitti.

"Buraya gelmemeliydin!" dedim kızgınlıkla. Hırlayıp gölgeye baktı.

"Ne yapmayı düşünüyorsun?" dedim gölgenin etrafında dönmeye çalışarak.

Swinyer'ın aklında sadece saldırmak vardı. Onu benim için yok etmek istiyordu. Beni tehlikeye karşı koruyan hep babam ve Swinyer'dı. Ona zarar gelmemeliydi. Benim dostumdu. Bana zarar gelebilirdi ama ona gelemezdi.

Dikkati üzerine çek. Gerisini bana bırak. Dedim duymasını sağlayıp ona iletirken.

Hırlayıp gölgeye doğru ilerledi. Siyah gözlerinin yarısına ay ışığı vuruyordu. Gölge gözlerini üzerimden çekip ona bakınca arkasına doğru ilerlemeye başladım. Swinyer pençelerini kullanıp gölgeyi savuruyordu. Ama bir işe yaramıyordu. Geri geri yürüyüp ona doğru büyük ağzını açınca ve sivri dişlerini gösterdikten sonra kükreyince gölge çığlığı basmıştı.

Birisi şunu susturmalıydı! Kulaklarımı kapatıp gözlerimi kıstım. Nefesimi seslice verdiğimde çığlık bir nebze de susmuştu. Gözlerimi açtığımda Tyrone'u gördüm. Aslanla yan yana duruyor, gölgeyi kılıcıyla savurmaya çalışıyordu.

Seni aptal insan! Ormana girseydi kurtulabilirdi. Hayvanlar ona saldırmazdı. Keegan izin vermezdi.

"Ne yapıyorsun?!" diye bağırdı. Bana bakmıyordu lakin bana hitaben konuşuyordu.

Nefesimi verip elime büyük hançerimi aldım ve sımsıkı tuttum. Gölge onlara doğru gidip rüzgar yapıyordu. Bir duman onların etrafında gezince gözlerimi şokla açtım. Ne yapıyordu?

Acı dolu hırlama kulaklarıma ulaşınca silkelenip gölgenin arkasına doğru koştum. Koşarken Tyrone'un inlemesi de eklenince hırs yapıp hançeri tam sırtına bastıracakken havada asılı kaldım.

Nefesim daralıyordu. Duman dostumu ve Tyrone'u çevrelemiş sıkıyordu. Gözlerimi kapatıp açtım. Elimdeki hançer yere düşüp ses yapmıştı.

Aşağıya baktığımda başka bir duman beni kaplamış, arkama bakmamı sağlamıştı.

Başka bir gölge arkadan bana bakıyor, sımsıkı dumanıyla tutuyordu. Sinirimi bozulmuştu ve öfkem gittikce çoğalıyordu.

"Bırak!" dedim öfkeyle.

Hırlama sesi duyduğumda ona baktım. Gözlerimiz kesişince öfkesini gördüm.

"Swinyer," dedim nefeslerimin arasından. "Tyrone'u kurtar." Başka bir derin nefes alıp devam ettim. "Beni boşver. Kendimi kurtarabilirim."

Göğüslerinden gelen hırlama ile kükredi ve gölgelerin çığlığı etrafı kapladı. Dumanı gevşemiş olmalı ki Tyrone ve Swinyer kıpırdanmıştı.

"Bırak beni!" diye bağırdım.

Derinden gelen uğuldama ile korkuyla gözlerimi açtım. "Sen kime karıştığının farkında mısın?" dedim nefesimin izin verdiği sürece.

"Eliana!" dedi Tyrone. Ona dönüp baktım. Gözleri yukarı kayıyordu ve bundan oldukça korkmuştum. Swinyer'a döndüğümde ayakları havada sallanıyordu. Kalp atışları zayıflamıştı.

"Hayır!" diye çığlık attığımda yerimde kıpırdanıp bağırdım. "Hayır!"

Nefesimi verip yukarı baktım. "Işık ışık..." dedim yüksek sesle. "Aydınlat ışığımızı!"

Gözlerim acımaya başlayınca ışığın bedenimden çıktığını anlamıştım. Işık kör edici bir şekilde yayılıyor, gölgelerin çığlığı kulaklarıma ulaşıyordu. İçimdeki büyünün rengini ortaya çıkarmış, Keegansayesinde güç katmıştım.

Göğsüm rahatlıkla inip kalktığında yere düştüğümü fark etmiştim. Gözlerimi kırpıştırıp büyüyü bozdum. Etrafıma bakınca gölgelerin gittiğini gördüm.

Ttrone yarı baygındı ama Swinyer hareketsizce yerde uzanıyordu. Gözleri kapalıydı, koşup yanına gittim. Swinyer'ın nefesi kesik kesikti. Tyrone'un kalp atışları da nefesi de
düzenliydi. Bayılmış olmalıydı.

Olaylar çok kötü gelişiyordu ve az önce dostumun öleceğini düşünmüştüm.

"Seni kaybedeceğim için çok korktum." dedim kulağına fısıldayarak. "Bir daha böyle şeyler yaşanmaması için elimden geleni yapacağım."

Çalıların arasında ortaya çıkan aslan saygıyla başını eğip Tyrone'un yanına geldi. Taşıması için Tyrone'u sırtına yerleştirdim. O da karın bölgesine kafasını uzatıp bana yardım etti. Ben de Swinyer'ın yanında kalıp kendine gelmesini bekledim. Yanıma gelen arkadaşım ile birlikte Swinyer'ı beklediğimiz için dinlenme molam olmuştu.

Ne tuhaf yaratıktı öyle? Nasıl beni bulabildi? Hem hangi insan böyle bir büyüye karışıp bunları krallığa salabilirdi ki? Nefesimi verip elimi kürkünün üzerine koydum. Küçük bir okşama ve büyü ile Swinyer yerinde kıpırdandı.

Tyrone'un neden arkamdan geldiğini anlamıyordum. Yoksa bu insanda mı Marcus gibi kahramanlık yapıyordu? Hem prensin yanında olması gerekliydi. Alaric'e ya da Marcus'a hemen güvenmiş miydi?

İnsanlar...

Swinyer düzeldiğinde ona bakıp gülümsedim. Ayağa kalkıp ormana doğru yürümeye başladığında bende yanımda ki aslana bakış attım. İkimizde yürüyerek ormana giriş yaptık. Swinyer'ın toparlanması gerekiyordu, bu yüzden yalnızlığa ve yuvasına ihtiyacı vardı. En çok beni istiyordu ama şu an bunun yapılmasını istemezdi.

Swinyer, aslanların önünde durduğunda bende yanındaydım. Liderlerine bakıyorlardı ve üzgünlerdi. "Korkmayın o sizin lideriniz, güçlü olduğundan bir şeyi yok." dedim.

Başlarını eğip geri çekilince yürüyüp mağaraya ilerledim. Tyrone'u taşıyan aslan yanıma gelip bana baktığında, "Mağaraya gideceğiz." dedim.

Arkadaşların güvende...

Keegan. Olaylar olmuş, ormandan çıkmamıştı. Arkadaşlarımı da güvende tutmuştu. Ona minnetardım.

"Olanlar neydi? Gölgeleri ilk defa görüyorum."

Büyücünün işi. Artık hızlanmalıyız. Arkadaşların mağaraya geliyor. Bende kısa süre sonra orada olacağım.

Nefesimi verip mağaraya koştum. Arada dostumu düşünüyordum. Onun için endişem gittikçe yükseliyordu. İlk defa ona bir şey olacak diye çok korkmuştum. Beni koruması yüzünden hep ona zarar geliyordu.

Gölgelerden intikam alacaktım.

Mağarayı gördüğümde başımı yana çevirdim. Arkadaşlarım ayakta, dalgınlıkla yere bakıyorlardı. Prens Taylor ise endişeliydi ve ayakta sağa sola gidiyordu.

Aslan hırlayıp onlara baktı. Bunu duyduklarında irkilip bize dönmüşlerdi. Yüzlerinde korku, endişe ve biraz rahatlama izleri vardı. Marcus ve Alaric bana doğru gelirken, Taylor Tyrone'a doğru koşmuştu ama aslanı gördüğünde yavaşlamıştı.

"Saldırmayacak." dediğimde bana baktı ve ürkekçe Tyrone'u aslanın sırtından aldı. Aslanın bir insanı taşıması zordu ama benim yaptığım büyü onun yükünü hafifletmişti.

"Eliana! Ne oldu?" dedi Marcus. Gözleri bedenimde yara arıyordu. İyi olduğumu anlamaya çalışıyordu.

"Onlara bakmam lazım." dedim. Taylor'un kucağında olan Tyrone'u ve yanıma gelen Swinyer'ı gösterdim. Başını sallayıp yanımda durdu ve elini belime attı. Alaric de olayı kavrayamaz halde Taylor'a yardım ediyordu.

"Mağaraya götürün." diyerek ilerideki evimi gösterdim. Aaron'u dikkatlice mağaraya götürdüler. Swinyer da ben girmeden girişin önünde beklemişti. Keegan'ın evine insanların girdiğini duyunca kızacağını emindim. Ama kendisi ormana girsin demişlerdi. Bunu düşünmeliydi. Onunla da ayrı ilgilenecektim.

Girişte durup arkamı döndüm. Keegan buraya doğru geliyordu. Kanat çırpışlarını duyduğum da gözlerimi o tarafa çevirmiştim.

Mağaraya baktıktan sonra bana döndü. Sana sormalıydım, diyerek gözlerimi kaçırdım.

Onlara güvenmiyorum ama bize yardım edeceklerine eminim.

Dikkatlice onu izledim. Sıradaki adımımızı bilmek istiyordum.

Eliana, gölgeler kötü büyüler sonucu oluşurlar. Bunu yapan büyücüydü. Onu durdurman gerektiğini artık biliyorsun. Bu savaşta yalnız olamazsın. O yüzden arkadaşlarına artık her şeyi anlatacağız.

"Tyrone..." Aklımda takılı olanı söyledim. "O Dryden'ın abisi."

Başını salladı. Kitabı sonra bulacağız. Önceliğimiz büyücü...

"İntikamımı alacağım." dedim kaşlarımı çatarak.

Alacağız kızım. O benim ormanım da yaşıyan aslan ve senin de dostun. Şimdi git ve arkadaşlarınla ilgilen.

Şu büyücüyü bulunca elimden kimse alamayacaktı.

Mağaraya girmeden önce Marcus'a döndüm. "Kimle konuşuyorsun?" diye sordu.

"Ejderha ile," dedim mağaraya girerek. "O burada."

🔥

Marcus, galiba hikayenin espirili kişisi olacak.

Archena hakkında daha çok bilgi aldık.

Eski okuyucular burada ise bölümlerde herhangi bir değişiklik görüyor musunuz?

Tyrone ve Swinyer'a üzüldüm. En azından bayıldılar...

Gölge? Büyücü? Kötülük?

Galiba tek çözüm ışık...

Olaylar hakkında düşünceleriniz?

Her şey açığa çıkıyor...

Wuhuuuuu

Kendinize iyi bakın.
💜

Continue Reading

You'll Also Like

7.6M 425K 79
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
NEFES By N

ChickLit

57K 3.6K 25
Toprağın hayat, yaşamın ölüm koktuğunun farkında mısın, küçük çocuk?
277 55 17
Kadere inanır mısınız? Yapmam dedikleriniz, asla diyerek reddettikleriniz... Ben inanmazdım. Artık inanıyorum. İstanbul asilzadesi dedem, dehşetle bü...
2.2K 319 7
Sert, kavgacı, kaba saba, ailesine bile pek gülmeyen bir adam 3 yaşında bir kızı olduğunu öğrenirse ne olur?