Thita - Yakut Hançer

By mssabelle

199K 12.4K 2.3K

Eliana'nın bilmediği en önemli şey, Archena Krallığı'nın kayıp varisi olmasıdır. Bir abisi, Bir prens arkadaş... More

Ben ve Onlar
BÖLÜM 1 ∞♦ Kehanetin Kaderi ♦∞
BÖLÜM 2 ∞♦ Swinyer ♦∞
BÖLÜM 3 ∞♦ İnsan ♦∞
BÖLÜM 4 ∞♦ Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 5 ∞♦ Yeni Hayatın İlk Renkleri ♦∞
BÖLÜM 6 ∞♦ Ekmek ♦∞
BÖLÜM 7 ∞♦ Teslimiyet ♦∞
BÖLÜM 8 ∞♦ Şişko ♦∞
BÖLÜM 9 ∞♦ Aramızda ♦∞
BÖLÜM 10 ∞♦ Obra Kadabro ♦∞
BÖLÜM 11 ∞♦ Kral Charles ♦∞
BÖLÜM 12 ∞♦ Ben Senim Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 13 ∞♦ Abi ve Küçük Kardeş ♦∞
BÖLÜM 15 ∞♦ Gölge ♦∞
BÖLÜM 16 ∞♦ Birleşme ♦∞
BÖLÜM 17 ∞♦ Çıkış ♦∞
BÖLÜM 18 ∞♦ Tuhaf Bir Duygu ♦∞
BÖLÜM 19 ∞♦ Plan ♦∞
BÖLÜM 20 ∞♦ Teklif ♦∞
BÖLÜM 21 ∞♦ Destek ♦∞
BÖLÜM 22 ∞♦ Zayıf Nokta ♦∞
BÖLÜM 23 ∞♦ Kan ♦∞
BÖLÜM 24 ∞♦ Kükreyiş ♦∞
BÖLÜM 25 ∞♦ Kan ve Ölüm ♦∞
BÖLÜM 26 ∞♦ 10 Yıl Sonra ♦∞
BÖLÜM 27 ∞♦ Yalan ♦∞
BÖLÜM 28 ∞♦ Acı Gerçek ♦∞
BÖLÜM 29 ∞♦ Bağ ♦∞
BÖLÜM 30 ∞♦ Diş İzleri ♦∞
BÖLÜM 31 ∞♦ Dönüşüm ♦∞
BÖLÜM 32 ∞♦ İsyan ♦∞
BÖLÜM 33 ∞♦ Anahtar ♦∞
BÖLÜM 34 ∞♦ Aile ♦∞
BÖLÜM 35 ∞♦ Saldırı ♦∞
BÖLÜM 36 ∞♦ Duvar ♦∞
BÖLÜM 37 ∞♦ Barış ♦∞
BÖLÜM 38 ∞♦ Oda Cezası ♦∞
BÖLÜM 39 ∞♦ Yaratık ♦∞
BÖLÜM 40 ∞♦ Ölüm ♦∞
BÖLÜM 41 ∞♦ Çağırış ♦∞
BÖLÜM 42 ∞♦ Gelecek Yazgısı ♦∞
BÖLÜM 43 ∞♦ Hepimiz ♦∞
BÖLÜM 44 ∞♦ Sınır ♦∞
BÖLÜM 45 ∞♦ Sarhoş ♦∞
BÖLÜM 46 ∞♦ Saray Yolu ♦∞
BÖLÜM 47 ∞♦ Anne ♦∞
BÖLÜM 48 ∞♦ Kader ♦∞
BÖLÜM 49 ∞♦ Kral ve Kraliçe ♦∞
FİNAL 1: BÖLÜM 50 ∞♦ Fedakarlık ♦∞
FİNAL 2: BÖLÜM 51 ∞♦ Safir ♦∞
AÇIKLAMA
THİTA 2 - Safir Hançer

BÖLÜM 14 ∞♦ Prens Taylor ♦∞

4.4K 304 34
By mssabelle

|Bölüm 14: "Prens Taylor"

🔥

Özlediklerinizin değerini uzaklaşınca değil, anılarla anlarsınız.

🔥


Yola çıktığımızdan beri çok sakindik. Yani Marcus ve Alaric hiç tartışmamışlardı. Ben de sesimi çıkarmadan yolda ilerliyordum. Bana sesleneni de daha da hiç duymamıştım.

Keegan ve Swinyer'ı da hiç hissetmemiştim. Ormanda önemli işleri mi vardı acaba? Onlarsız saatler can alıcıydı. Bazen gitmese miydim, diye düşünüyordum. Ormanda kalçamın üzerinde otururdum ya da dövüşler öğrenirdim. Yeni yeni bilgiler alırdım.

Ama Marcus bu düşüncemi süpürmüştü, kısmeni.

"Sen bir komutansın." dedim gözlerimi yerden alıp Alaric'e bakarak. "Korkmaman lazım."

"Korkmuyorum," dedi yandan bana bakarak. "Anlatılanlar ve bilip gördüklerimiz oraya gidilmeyeceğini söylüyor."

Marcus kaşlarını kaldırarak sırıtırken bir şey dememesi için başımı iki yana sallamıştım.

"Gidenler geri dönüyor ama..." dedim.

"Ormana gidip ne yapacaksın?" dediğinde önüne döndü. "Hayvanlarla avcılık mı oynayacaksın?"

"Hayır," dedi Marcus kaşlarını çatarak. "Yeni türler her zaman ilgi çekicidir. Burada bulunmayan bitkiler orada var. Hastalıklarımızın şifası olabilecek türler, özellikle vebanın.." dedi mırıldanarak.

"Vebanın geçtiğini biliyorsun. Artık kimse o hastalığa kapılmadı."

"Gizlice saklıyorsa?" dedim aralarına katılarak.

"Onun hatası. Bize göstermeyerek kendini ölüme atmış demektir." dedi ve biraz hızlandı. Aramızı da böylelikle açmış oldu.

Marcus'a baktığımda dizginleri tutmuş, öylece ileri bakıyordu. Ne düşünüyor ki bu kadar dalgındı?

"Marcus." dedim beni dikkat etmesi için sesimi yükselterek. Alaric beni duyarken yavaşladı.

"Ne oldu?" derken irkildi ve bana baktı.

"Dalgınsın."

Alaric eski hızına kavuşmuştu. Önemli bir şey olduğunu sanıp merak etmiş, yavaşlamıştı ama şimdi fark atarak ilerliyordu.

"Annemin hastalandığını sana söylemiştim." dediğinde başımı salladım. "Hastalık, vebaydı."

"Yani," dedim tahminimi söylemek için devam edecektim ama Marcus benim yerime söylemişti.

"Ölümünü beklemişti." dediğinde dizginleri gevşek tutuyordu. "Şifacıyla yanına gitmemi istememişti."

"Üzgünüm," dedim üzülerek.

"Olma." diyerek gözlerini çekti.

"Keşke o vakit sizin yanınızda olsaydım."

Kendimi bildim bileli ormandan birkaç günlüğüne uzaklaşmak istemişimdir. Tabi Keegan vardı. Eğer onu annesi ölmeden önce bulsaydım onun için her şey değişebilirdi. Annesi benim sayede yaşayabilirdi. Yaşatmak için elimden geleni her şeyi yapardım.

"Şimdi yanımdasın ya," dedi göz kırparak. İleri bakıp kaşlarını çattı. "Alaric baya ileride. Gel, biraz hızlanalım."

Gülümseyip atlarımıza emir verdik. İlerlerken Alaric sesimizi duymuş gibi daha da hızlanmıştı. "Yarış istiyor." dedi alayla.

"İlk önce beni geçmelisin!" dedim atımı hızlandırırken.

"Seni çılgın küçük insancık!" dedi eğlendiğini belirten sesiyle.

🔥

Zaman geçtikçe gökyüzü kararıyordu. Alaric'in dediği kasabaya uğrayıp gerekli ihtiyaçlarımızı almış ve geri yola koyulmuştuk.

Mola vermeden ilerlediğimiz için atların üzerinde uyukluyorlardı. Ama benim uykum yoktu. Marcus gözlerini kapatıp açıyordu ve Alaric de ondan farksız değildi.

"Mola verelim." dedim uyuyanlara bakarak.

"Az kaldı," dedi Alaric gözlerini kırpıştırırken. "Kadim Ormanı'na yaklaştığımız için ayakta durmamız lazım. Saldırı olabilir."

"Sen ayakta dur o zaman," dedi Marcus el sallayıp yanıma doğru gelerek. "Ben uyuyacağım."

"Hadi Alaric!" dedim inleyerek. "Geldiğimizi hissediyorum ama uykunuzu almadan saldırılara karşı çıkamazsınız." dediğimde Marcus'a baktı.

Başını sallayıp ilerideki ağacın altını gösterdi. Oraya doğru gidip atlarımızdan inince Marcus direk uzandı.

Alaric bana döndü. "Sen uyu."

"Ben uykumu aldım. Sen yat, nöbeti tutarım." dediğimde çimene oturup belindeki kılıcı yanına bıraktı. Marcus'a sırtını dönerek gözlerini yumduğunda nefes verdim. Atları birbirine bağlayıp ipini ağacın çıkan dalına astım.

Evime yaklaştığımı hissediyordum. Havası bile burnuma geliyor, beni kendine çekiyordu. Rüzgarı sanki saçlarımda esip geçiyordu.

Kadim Ormanı'na yakındık. Dostlarıma, babama yakındım. Marcus'u ve Alaric'i saldırılardan kurtarabilir miydim, bilmiyordum ama elimden geleni yapacaktım. Sonuçta benim dediklerimi yapan dostlarımdı. Dinlerlerdi, değil mi?

"Git."

"Ne?" dedim Marcus'a dönerek. Uyumuyor muydu?

"Sabaha dönersin. Git, özlemini gider." dediğinde yolun devamına baktım.

"Gitmem uzun sürer."

Dudakları alayla aralandı. "Hayvanlarla konuşan biri için uzun yol olur mu?"

"Ne demeye çalışıyorsun?" dedim kaşlarımı çatarak.

Tek gözünü açtı. "Hayvanlarla iletişime geç diyorum." dedikten sonra gözünü kapattı.

"Ama onlar hiç dışarı çıkmadı ki..." dedim sıkırtıyla nefesimi verirken.

"Onları kullan diyen olmadı." diye mırıldanınca yandan bakıp geri yola döndüm.

Pekala, ben şu an ormandaydım. Yani ormanın çevresi de bir ormandı. Sadece sınır olarak yol vardı ve ormanı daire içine almıştı. O zaman bu ormandaki hayvanları kullanabilir miydim?

Hayvanlarla konuşuyorum, tabiki de olacak!

Ayağımı çimene sert basınç uygulayıp yarım çeyrek döndürdüm. Toprağı hissedip etrafımdaki hayvanlarla iletişime geçecektim.

Gözlerimi kapatıp hayvanları hissetmeye çalıştım. Yapabilirsin diyerek kendime destek vermeye çalışırken bir varlık hissettim.

Geyik.

O beni götürebilirdi. Gözlerimi açmadan yavaşça yürüyerek ilerlediğimde belirsizce ona doğru yürüdüğümü anlamıştım. Gözlerimi açtığımda çok da uzak sayılmayan geyik, beni hissederek bana doğru adımlayama başlamıştı. Hissedişlerimin farkındaydı.

Ağaçların arasından çıkan geyiğe bakıp yanına gittim. Sırtını okşayıp gülümsedikten sonra sırtına atladım.

"Beni evime götür..." diyerek kulağına fısıldadım.

Hızlanıp ağaçların arasına karışınca gözlerimi kırpıştırdım. Parmaklarım derisine gömülü şekilde sımsıkı tutuyordu. Gözlerimi kapatıp rüzgarın esintisine kapıldım. Çok hızlı ilerlememize rağmen bana yavaş gibi gelmiş olan zamanda geyiğin yavaşlamasıyla bitmişti.

Gözlerimi açtım. Gelmiştik. O yol tam karşımızda ama ayak basmamıştık.

Durmuş ve benim inmem için başını bana çevirmişti. Gözleri bende isabetliyken gülümseyip indim.

"Umarım çok ağır gelmemişimdir." diyerek derisini okşadım.

"Teşekkürler." diyerek boynunu öptüm ve ormana doğru ilerledim.

Geyiğin uzaklaşan adımlarını hissedince biraz hızlandım. Heyecana gerek yoktu. Sonuçta burada yirmi yılımı geçirmiştim. Asıl özlem zorluyordu. Çok zordu...

Yola ulaştığımda ormana baktım. Gene karanlığı hiç değişmemiş, sıska ağaçlar hafif esintiye uğrayıp dallarını sallandırmıştı. Karanlığını unutmamıştım. Birkaç gün geçmesine rağmen unutamam dediğim şeyleri özlemiş ve unutmuştum. Ormanı görünce, kokusu, esintisini hissedince hatırlıyordum.

Ormanın içine girerken içimdeki hissizlik gitmiş, canlılık yer edinmişti.

Dostlarımı, canlıları, Swinyer'ı ve Keegan'ı hissediyordum. Hatta şu an bana doğru baktıklarını da görüyordum. İçten bir gülümseme sunup onlara doğru koştum.

"Keegan!" diye bağırdım koşarken. "Ben geldim! Kızın geldi."

Aslanların kükremesi ormanı kaplarken güldüm. "Kraliçeniz geldi!"

Swinyer bana doğru koşuyordu. Adımlarını ve kalp atışlarını hissediyordum. Bağımız yaklaştıkça güçleniyordu. Nefeslerini nefeslerim yapıyordum.

Hırladım. Swinyer'ın içinde oluşan mutluluğu fark ettiğimde bir göz kırpışı zamanı geçmiş, Swinyer üzerime atlamıştı.

Kahkaha atıp yüzümü yalamasına tepki göstermiş, ellerimi ayaklarına uzatmıştım. Mağara arkasında olduğu için evimin kokusu burnuma dolmuş, gözlerim buğulanmıştı.

Swinyer bu kadarın yeterli olduğunu düşünüp geri çekilmişti. Doğrulup elimi kürkünün üzerinde gezdirdim. Kafamı boynuna gizleyip yelesini hissettim. "Merhaba dostum..."

Birkaç aslanı etrafımda hissedince başımı sadece yana çevirdim. Diğer aslan dostlarımı görünce gülümsedim. İkisi de bana bakıyordu. Elimle gelmelerini isteyince hemen yanıma gelmişlerdi. Burunlarını boynuma sürtüp koklayınca gıdıklanmıştım.

"Bu kadar çok özlendiğimi bilmiyordum." dedim gülerek.

Çok sık uğramalısın prenses.

Keegan'ın sesi içimdeki özlemi yükseltince aslanları uzaklaştırdım. Geri çekildiklerinde hızlıca ayağa kalkıp mağaraya ilerledim.

Duvarları bile özlemiştim. "Çık ortaya seni koca ejderha!" dedim küçükken oynadığımız oyunu taklit ederek.

Oyunumuz şu şekildeydi; ben mağaraya girip Keegan'ın dışarı çıkmasını sağlıyordum. Nadiren çıktığı ve beni yalnız bırakmadığı için hep kızardım. Git ve kanatlarının tadını çıkar, diyerek kızmışlığım olmuştu. Bu olay yüzünden Keegan da oyun olsun diyerek bana söylemişti. Bende küçük olduğum için oyununu kabul etmiş, kızgınlığımı geçirmişti. Bu oyunu mağaradan çıkıp gökyüzünü gezmeden bitirmiyorduk.

Uzak dur seni küçük aslan!

Gülümseyip devam edince onu gördüm. Ayağa dikilmiş, kuyruğun ucunu yanımda farketmiştim. Gözümden yaş akınca koşarak ona sarıldım.

"Uzak duramam, yapamam," dedim ağlayarak. "Keegan..." Yumruk ellerimi gövdesine koyup sağ yanağımı bastırdım.

Ağlama prenses.

"Gitmeyeceğim," dedim burnumu çekerek. "Bırakamam sizi!"

Geri çekildiğinde o koca mavi gözleri hüzün ile bana değiyordu. Ağlamama kızardı. Durmuyordu ki lanet olası yaşlar!

Birkaç saat içerisinde uyanacaklar. O zaman içerisinde istediğini yap kızım...

"Baba..."

Biliyorum kızım. Sana küçükken söz verdiğimi ve kendi hayatımın üzerine asla seni bırakmayacağımı söylemiştim. Her zaman içinde, kalbinde, ruhunda ve bedenindeyim.

Başımı salladım. Bizim bağımız... Bizim gücümüz... Bizim hislerimiz... Bizim ejderhamız... Nefesimi verip bakışımı yere çevirdim. "Bende söz vermiştim." dedim mırıldanarak.

Görevini bırakıyor musun?

Kızıl Kale'ye gidip hançeri almak bir görevdi ve bunun karşılığı halkın huzuruydu. Halkı mutlu etmek istiyordum. Zalim krala fırsat veremezdim.

Başımı sağa sola salladım. "Galiba duygusallığım baya bir ön plana çıktı."

Rüyanı anlatacak mısın?

Aslanın rüyamda benimle konuşmasını söylüyordu. Ama konuşmanın hepsini hatırlamıyordum. Sadece bana bağırmıştı.

"Beyaz ve mavi gözlü bir aslandı ve yanıma gelince benden uzun olduğunu gördüm." diyerek babama baktım. Tepkisizce beni dinliyordu. "Bana ben senim kraliçe dediğini hatırlıyorum. Ama kimdir bilmiyorum."

Hiç görmedin.

Gözlerimi bir kere kırptım. "Ne düşünüyorsun?"

Konuşmamız uzun olacakmış gibi yere oturup ön ayaklarını önüne vurdu. Oraya gidip karşısına oturdum. Bağdaş yapıp gözlerine baktım.

Onun kim olduğunu sen bulacaksın. Aslında ipucu vermiş, sadece düşünmen gerekiyor.

"Hiç düşünmedim." dedim kaşlarımı çatarak.

Ve... Marcus.

Heyecandan ve korkudan yutkundum. Kalp atışlarım hızlanmıştı ve dudaklarım aralanmıştı.

Zarar vermeyeceğim.

Rahat bir nefes alıp omuzlarımı indirdim. "Teşekkür ederim, baba."

Onun geleceğini ve geçmişini gördümMarcus'a güvenmeni bu yüzden istedim.

"İlk kez ciddi bir şekilde insana güvenmemi istedin. Dryden'a güvenmediğini hissetmiştim fakat Marcus'a güvenmemi söyledin ve bunu derken gerçekten istediğini fark ettim. Ne etkiledi seni?"

O seni koruyacak, sevecek, itaat edecek. Ama asla üzmeyecek.

"Kardeşi gibi görüyor."

Abin gibi görüyorsun.

"Seni görmesini istiyorum lakin ona karşı kötü olacağından korkuyorum."

İçinden kıkırdadığını duydum. Kıkırdaması bile beni mutlu ediyordu.

Beni çok kötü görüyorsun.

"Bana iyi davransan da insanlara güvenmediğini biliyoruz."

Güvenmiyorum.

Göz devirdim. Halime dudak kıvırdığını hissedince ona döndüm.

Yakın bir zamanda onu buraya getir.

Şirin halime takınıp gülümsedim. "Yarın?"

Onun karşımda bayıldığını görmek için ateşimi püskürteceğim.

Yani kabul etmişti.

Ama kendiniz buraya gelmek için uğraşmayacaksınız.

"Yarın ne olacağını biliyorsun." dedim ciddi bir şekilde.

Başını salladı. "Alaric?" dedim onun hakkında konuşması için. Bekledim, sessizliği canıma batmıştı.

"Kötü bir şey mi olacak?" dedim korkuyla.

Yerinde silkenir gibi yaparak ayağa kalktı.

Uçarken konuşalım.

Hemen ayağa kalkıp zıpladım. "Tamam tamam," dedim hızlıca. Önde koşarak çıkışa geldiğimde tüm dostlarımın burada olduğunu gördüm.

Özlemişler.

Gülümseyip kanatların açmasını izledim. Kanatlarını gerdiğinde başını eğdi ve sırtına binmem için yer açtı. Uçmayı seviyordum!

Sırtına çıkıp oturdum. Aslanlara bir bakış atıp uzaklaşmalarını sağladı. Swinyer gözlerin benden çekmiyordu.

Geri geldiğimizde kraliçen senindir.

Swinyer hırlayıp eğildi ve aslanlara bakarak uzaklaştı.

Seni istiyor.

"Bende," dedim Swinyer'ın gittiği yola bakarak. Keegan kanatlarını açıp yukarı kaldırdı.

Kanatların yarattığı rüzgâr, saçlarıma gelmişti. Uçtuğumuz için alttaki ağaçlar gür bir şekilde esmiş, gövdeleri yana eğmişti.

"Havada olmayı özledim."

Seninle olmayı özledim.

Gülümseyen suratım dağılınca başımı derisine yasladım. Derisi çok sert olduğu için elimin tersiyle dokunmaya başladım. Onu hissetmeyi seviyordum.

Sana seslenenler anka kuşlarıydı.

"Ne?!" dedim başımı kaldırıp bağırarak. "Onların tükendiğini söylemiştin."

Tükenmişlerdi ama gizli bir yumurta ortaya çıktığı için üremeye başlayacaklardır. Seslenenler yumurtanın ailesiydi.

"Yardım istediler Keegan. Yardım etmem gerek." dedim endişeyle.

Edeceksin...

"Onlara ulaşmayı denedim." diyerek başımı yanlara salladım. "Ama ulaşamadım, tekrar seslenmediler de... Nerede olduklarını biliyor musun?"

Marcus'un kardeşi, Katherine. Anka kuşlarının tek yumurtasını aldı ve büyücünün yanına götürdü.

Şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Marcus'un kardeşi yumurtayı büyücünün yanına mı götürmüştü?

"Büyücü," dedim aklımda olanı dile getirmeye çalışıyordum. "Kızıl Kale'deki mi?"

O büyücüye dikkat et. Planları iyilik değil, kötülük barındırıyor. Katherine'yi kandırmayı başardı.

Katherine'yi değiştirmiş bile olabilirdi. Yumurta ve planlarıyla ne yapacağını merak ediyordum. Bunun için oraya acilen gitmem şarttı. Anka kuşlarının geleceği benim ellerimdeydi.

"Yumurtanın annesi ve babasının nerede olduğunu söyle." dedim ciddice.

Yolun üzerinde, kaleye doğru gidiyorlar. O yolda karşılaşacaksınız.

"Ailesi nasıl benimle iletişime geçti? Bana Kadim Ormanı'nın kızı dediler."

Güçlerini biliyorsun, Eliana. Sana seslenmelerindeki neden benim, sen benim kızımsın. Gücünü biliyorlar. Bu yüzden yardım istediler.

"Karşılıksız kalmayacak."

Başka soru var prenses? Swinyer yerinde duramıyor.

Kıkırdadıktan sonra aklımdakini sordum. "Alaric?"

Kendini yıpratma ve sakın bunun için öfkelenme. Hiçbir şey senin suçun değil.

"Dediğini anlamıyorum."

Bu kadar. Şimdi Swinyer'ın yanına git. Sonra insanların yanına gideceksin.

"Pekala,"

Yere indiğimizde ona uzunca sarıldım. Nefesini saçlarıma üfleyip, Eğer sıkışırsan beni çağır ya da Swinyer'ı. Dediğinde derisini okşuyordum.

Burukça gülümseyip uzaklaştım. Kendine iyi bak kızım.

"Görüşürüz," Nefesimi alıp verdim. "Baba..."

Uzaklaşmadan ayrılmamış, arkamdan bakışlarını hissetmiştim. Swinyer çalıların arasından çıkıp bana baktı. Onunla olan bağımı bilen hayvanlar bize daha çok saygı gösteriyordu. 

Boğazımı temizleyip yanına gittim. "Ne yapmak istersin?" dediğimde önümde eğildi. Tüyleri yavaş ve düzenli bir şekilde sallanıyordu.

Sırtına binip yelesini avuçlarımın arasına aldım. Kulağına eğilip sırıttım. "Gösteri zamanı..."

Hırlayıp öne atıldığında eskisinden daha hızlı olduğunu kavradım. Bu ben gittim diye mi olmuştu?

Alayla güldüm. "Bensiz çalışmalar yapmışsın," dediğimde göğsü titredi. Bu onun kıkırdaması gibi bir şeydi. Kıkırdadığında göğsündeki titreyişle birlikte hırlayarak ses çıkarıyordu.

Yan taraflardan gelen adım sesleriyle başımı çevirdim. İki dostum da bize ayak uydurmaya çalışıyordu. Nefesimi verip gülümsedim. Başlarını bana çevirince selam vermek için eğildiler.

Uçuruma ulaşınca yavaşladık. Ama aklıma rüya geldiğinde kurdun görüntüsünü Swinyer'a gösterdim.

"Bizim sürüden mi?"

Yanımızdaki aslanlara bakıp geri bana döndü. Onlara da bu aslanı gösterdiğimde liderlerine baktılar.

"Peki hiç gördünüz mü?"

Yani yanımdaki aslana benziyordu ama o değildi. O asildi, lider gibi tavrı vardı, uzundu, ciddiydi.

Yanımdaki de beyaz ve mavi gözlüydü ve sıskaydı, lidere hiç benzemiyordu.

Swinyer bana bakıp başını yanlara doğru salladı. Nefesimi bıkınlıkla verdim. Yüzümü eğip tüylerini okşarken ileri atıldım.

Swinyer, uca gelarek ileri uzanınca kafasını yukarı kaldırıp kükremeye başladı. Sesine arkadakiler de eşlik edince hayranlıkla izlemeye başladım. Ayın ışığı yüzüne vuruyordu.

Biraz daha devam ederse insanları uyandırabilir.

Kıkırdayıp Swinyer'ı okşadım. Eski haline gelip bana çevirdi başını. Başımı onun ensesine verip gözlerimi kapattım.

"Özür dilerim." dedim öpücük kondururken. Uçurumdan uzaklaşıp yanındaki sürüsüne hırladı. Onların gittiğini hissetiğimde başımı yukarı kaldırdım. Kulakları kıpırdanıp bana eğildiğinde gülmüştüm.

"Dolunayda yanınızda değildim. Sizinle olabilirdim ama kralın yanından ayrılıyorduk. Bensiz ilk dolunayın oldu. Kızdın mı?" dedim üzüntüyle.

Başını yana çevirip bana bakmayı kesti. Tavır alıyordu. Kulağının arkasını kaşıdığımda mayıştığını bilerek bunu uygulamıştım.

"Hadi ama, tavır alma!" dedim altan ona bakarak. "Özür dilerim. Bir dahakine yanında olmaya çalışacağım. Affetin mi?" Mayıştığını anlayarak kafasını eğdirdim. Çenesini kendime döndürünce siyah gözleriyle karşılaştım.

"Hadi..."

Dilini çıkarıp yüzümü yalayınca güldüm. "Sağ ol dostum."

Gitme vakti. Geyik geldi.

Başımı geri çekince Swinyer da hırladı. Keegan'a kızmıştı, bunda haklıydı. Çok kısa görüşmüştük ve o bizi hemen ayırıyordu.

Zamanı az. Onu yakına bırak.

Swinyer hızlıca geldiğim yöne gitmeye başladı. "Keşke biraz daha vakit geçirseydik."

Kafasına dokunup düşüncelerini duymaya çalıştım.

Kendine dikkat et kraliçem...

"Edeceğim." dedim ve durduğumuzu anlayınca başına öpücük kondurup sırtından indim. Geyik eğilmiş, çimeni yiyordu.

Swinyer'ın başına elimi uzatıp okşadıktan sonra tekrar öpücük kondurdum. "Görüşürüz Swinyer..."

Ondan uzaklaşıp geyiğe doğru giderken Keegan'a da görüşürüz demiştim.

Yola geldiğimde hırladığını duydum. Arkamı dönüp dostuma el sallayarak geyiğe bindim.

"Arkadaşlarıma götür."

Özlemimi gidermiştim. Bu beni mutlu etmişti. Üzülmeme gerek yoktu. Sonuçta bir dahaki dolunayda buraya tekrar gelecektim.

Swinyer kadar hızlı olmasa da beni vaktinde götürmüştü. Geyik onlara yaklaşmadan durmuştu. İnip gitmesini seyrettikten sonra gülerek zıpladım. Çok güzel vakit geçirmiştim.

Ağaçların arasından çıkıp mırıldanarak yere bakıyordum. Kulaklarıma ulaşan hızlı kalp atışlarını duydum.

"Kabus falan mı-" diyerek gözlerimi onlara diktiğimde kılıçlarıyla dövüş pozisyonunu almışlardı.

"Sonunda gelebildin küçük hanım." dedi Alaric imayla.

"Ne oluyor?" diyerek yanlarına gittim.

"Saldırı var."

"Sesler ileriden geliyor. Gittikçe yaklaşıyorlar, umarım vahşi hayvan değildir." dedi Marcus, kısaca bana göz atarak.

Aslan kulaklarımla etrafı dinledim. Saldırı sesleri yoktu. Sadece adım sesleri vardı. Üzerimde olan pelerinin kapüşonunu kafama tamamen çektim. Belimdeki küçük hançeri çıkarıp savunma pozizyonuna geçince gülme sesi duydum.

"Niye gülüyorlar?" dediğimde ikiside kaşlarını çattılar.

"Gülüyorlar mı?" dediğinde Alaric, başımı salladım. "Ben niye duymuyorum?"

"Kaç kişiler?" dedi Marcus.

"İki." dedim direk.

"Kazanırız." diye cevap verdi Marcus.

"Burada ne işleri var?" dediğinde Alaric, "Kasabadan mı takip ettiler?" demişti Marcus.

"Takip edildiğimizi hissetmedim." dedim.

Alaric ve Marcus'a sesin geldiği yönü gösterdim. Yavaşça oraya adımlarken çalılar hareket etti.

"Çık ortaya!"

"Tavşan olmasın?" dedi Marcus.

"Tavşanlar güler mi?" diyerek çalıların arasından çıkan kişiye baktım.

"İnsanız biz." diyerek diğer kişi çıktığında sesindeki soğukluğu hissetmiştim.

"Prens Taylor!" dedi Alaric ve Marcus aynı anda.

"Prens mi?" dedim şaşkınca.

Dört çift göz de bana çevrilince kıpırdanıp ortalarına geçtim. "Yolculuk iyice tuhaflaşıyor..." dedi Marcus sessizce.

🔥

Eliana ormana geri döndü....

Keegan'la konuşması nasıldı?

Anka kuşlarını kurtaracaksa hançer ne olacak?

İkisini de yapar gibi -,-

Ve son olarak Prens Taylor.

Taylor ve diğen insan, umarım yolculuğu bozmazsın!

Bir sonraki bölümde görüşürüz...

Kendinize iyi bakın.
💜

Continue Reading

You'll Also Like

2.1K 115 40
Çağla, okuluna giderken bir dahaki seneye orada okuyamayacağından ve arkadaşından ayrılacağı için üzgündür. Okula gittiğinde tek arkadaşı Ayça'nın ge...
490 60 6
Bir Cinayet Bürosu amiri Selay Karatay geçirdiği bir kaza sonucu kendini 1990 yılındaki en büyük katliamın içinde bulur. Tarihe kazınmış bu katliam...
2.2K 1.4K 35
Son sayfasına kadar heyecanın düşmediği, Türk mitolojisinden beslenen, fantastik bir roman! Elinizden bırakamayacaksınız! Tek derdimin yarım saat son...
138K 9.6K 63
Tanıtım; Sessiz, sakin ve işsiz olan Orion Black' in haftalar boyu evde kalarak düzensiz beslenmesi ve günlerce uykusuz kalması sonucu 26 yıllık haya...