Arıza tespit

By BookGanstas

1M 54.6K 6.2K

Gümüş rengindeki gözleri beni ilgiyle süzerken, "Neden tamircilik?" diye bir soru yöneltti. Birkaç saniye öl... More

👉1. Akü
👉2. Tamirci Kız🔧
👉3. Yüzleşme
👉4. Sözleşme📃
👉5. Yavuz
👉6. Yeni iş
👉7. Baskın
👉8. Tamirhane🛠
👉9. İş tulumu
👉10. Le petit palais🍽
👉11. Arkanlar
👉12. Arabaya bin🚘
👉13. Yangın🔥
👉14. Kısır
👉15. Tapu📄
👉16. Garaj
👉17. İmza✍
👉18. Game over☠
👉19. Açıklama
👉20. Emre
👉21. Bar🔮
👉22. Küçük oyun🤝
👉24. Benimlesin
👉25. Sırılsıklam âşık💕
👉26. Gece ve gündüz
👉27. Aşk mı illüzyon mu❓
👉28. Kutu kutu pense💃
👉29. Ne hissetmeliyim❓
👉30. Söz
👉31. Sarışın kaplan🐯
👉32. Saf mısın❓
👉33. Kaç kaç🏃
👉34. Merak ediyorum
👉35. Paintball🔴
👉36. Paintpall🔵
👉37. Tabu
👉38. Belçıka çikolatası🍫
👉39. Aylin nerede❓
👉40. Çok güzelsin
👉41. Psycho🔫
👉42. Bırakma beni
👉43. Zıt kutuplar
👉44. Günaydın prenses👸
👉45. Çiçek💐
👉46. Uyuyalım💤
Yeni hikaye!
👉47. Korkak
👉48. Origami
👉49. Kaslı prenses
👉50. Şekerli mısır
👉51. Küçük prens
👉52. Sen kimsin❓
👉53. Sana aşığım💗
👉54. Sıyah gerbera
👉55. Masal🏰
👉56. Saat 12🕛
👉57. Korkuyorum sevmekten
👉58. Teslim ol
👉59. Biberli buluşma
👉60. Krep🥞
👉61. Seni seviyorum🖤
👉62. Kavga
👉63. Umut
👉64. Sevimsiz
👉65. Aile
👉66. Bana aşık mısın❓
👉67. Güzel bir gün🎀
👉68. Gelecekten bir gün - SON
Özel bölüm

👉23. Tanışma🙋

17K 825 77
By BookGanstas

"Yeğeniyle görüşmeyi kabul etmişsin?" dediğinde Ali önce ona bakakaldım. Ağzımın o şeklinde açıldığını hissetsem de herhangi bir hâkimiyetim yoktu, sanki benden bağımsız çalışıyordu.

Yavaş yavaş sözlerini algılayınca elimdeki fincanımla birlikte ayağa fırladım. "Aaa..." dedim ağzım bir karış açık. Öyle mi yapmışım? Sonra bana şaşkınca bakan yüzlere baktım. Galiba yapmıştım. "Ben onu tamamen unuttum ya," dedim hayretle. Öyle ki benim şaşkınlığım onlarınkini bile geçmişti. Her birine tek tek bakarken içlerinde birinin bana bunu açıklamasını bekler bir tavır takınmıştım. Yapmıştım. Gerçekten yapmıştım. Bilinçaltım bunu kafamdan silip imha etmiş olsa gerek. Ben az önce işler yoluna girdi mi demiştim? Hay ben böyle işin...

"Böyle bir şeyi nasıl unutabilirsin acaba?" diye sordu Hamza ilgiyle. "Güzel soru..." dedim dehşet dolu, şaşkın ve düşünceli bir şekilde. Sonra kalktığım yere tekrar oturdum çaresizce. Yüzümü buruşturdum. "Ben bunu nasıl unuttum ya?" diye sızlandım kendi kendime. Cidden mümkün müydü böyle bir şey? "Düşünmeyi bile düşünmüyordun hangi ara kabul ettin?" deyince Ali tekrar onlara baktım. "Ben bir ara olayları akışına bırakmıştım, o zaman aktı herhalde," dedim dertli dertli.

Zaten normal bir yere aksa şaşardım. İlle de ters yöne akacak. Ben bunu nasıl yapmıştım? Ne tür bir ruh haliyle kalkışmıştım bu işe? Kararı verdiğimde de çok meraklı değildim ama bunu başarabilirim diye bir düşüncem vardı. Ama böyle unutup birden hatırlayınca sadece 'ben naaptım ya' diye düşünüyordum. "Söz ağızdan bir kere çıkar," deyince Emre sadece ifadesiz ve buz gibi bir bakış atmakla yetindim. Git git, yangına körükle git sen de. Zaten şurada depresyona girmeme ramak kaldı. Şimdi bir de bununla uğraş.

*****

Bir hafta önce

"Yavuz." Bitter çikolata gözlerini bana dikti. "Ben bir şey yaptım." "Her ne yaptıysan dün mü yaptın?" diye sorduğunda dudaklarım hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. Nasıl da biliyor tipsiz. "Zaten o gidişin hiç hayra alamet değildi." Aynen, hiç değildi. Bir bilsen be dostum. Ben gaza geldiğimde bırakmayın beni ortalara. Bak daha biri bitmeden başka işler açtım başıma. "Anlat yine ne haltlar yedin?"

"Şu düşüneceğim bir mesele vardı ya. Ben onu kabul etmiş olabilirim," dedim tereddütle. Kabul etmiş olabilirim deyince sanki etmemiş olma ihtimalim da var gibi geliyordu kulağa. Keşke olsaydı dedi içimdeki ses ben sesini kısmadan hemen önce. "Düşüneceğin mesele..? Sen... ne? Evlenmeyi mi kabul ettin?" Yüzümü buruşturdum. Ben evlenmeyi mi kabul ettim?

Dehşet...

"Evlenmek deme ya," dedim huzursuzca kıpırdanarak. "Evlenmek demeyim? Sen daha kelimeyi duymaktan hoşlanmıyorsun kendini mi kabul ettin?"

Daha fazla dehşet...

"Ya ama abartma, haftaya evlenmeyeceğim. Tanışıp görüşmekten bahsediyorum." Sanki onu değil de daha çok kendimi ikna etmeye çalışıyorum söylediklerimle. Tanışıp görüşmek nedir ya? Elin adamıyla ne tanışıp görüşeceksem ben acaba. Sosyofobiyim ben. "Alya, sana asla ne yapıp ne yapmaman gerektiğini söylemem biliyorsun ama saçmalıyorsun. Sen bu hayatı hep oyun oynuyormuş gibi yaşamaya çalışıyorsun. Engeller aşıp, bir şeyler başarıp level atlamaya çalışıyorsun. Olmazsa bir daha deneriz kafasında her şeye dalıyorsun. Yapma. Otur bir düşün önce."

İki elimi de saçlarıma daldırdım. "Of Yavuz, yoruyorsun beni," diye sızlandım. Bana neden duymak istemediğim şeyler söylüyorsun? "Beni biraz ciddiye alır mısın lütfen?" dedi azarlarcasına ve ciddiyetle. Ciddiyet sevmiyorum ama ben. Çok geriliyorum ben ciddiyetten. "Tamam, aldım," dedim hemen, yoksa hayat derslerine devam edecekti. Akşama kadar dinle dur sonra. Sanki ben bilmiyorum. "Hala şamata gırgır. Bak bazı şeylerin dönüşü olmaz."

"Ya tamam, biliyorum. Sadece bakacağım, olursa olur, olmazsa zaten olmaz. Her şey kontrol altında," diyerek onu yatıştırmayı denedim. "Her şey kontrol altında diyor daha. Kontrolü ne kadar çabuk kaybettiğini unutma." İç geçirdim. Tamamen drama queen moduna girmişti. Hayır niye dramatize ediyordu bu durumu anlamıyorum. Ben zaten kendi kendime yapıyordum onu ve o da yapınca fazla geliyordu. O şu an beni rahatlatması gerekiyordu. "Ya sen beni depresyona sokmaya mı geldin? Ben hayırlı bir işten bahsediyorum şurada." Hayırlı bir iş derken doğan yersiz gülme isteğini bastırdım.

"Senin benim söylediklerimi kafan alıyor mu? Kafana vura vura mı anlatıyım. Aklını başına devşir. Böyle gelişi güzel olmaz bu işler." Arkama yaslandım. Hep bir çemkirmece ama olmaz ki böyle. Ben buna tatlı dili hiç öğretememişim. Sonuçta çemkirmek benim rolümdü. "Hadi ya? Niye olmazmış, asıl eskiden beri böyle olmuyor mu zaten? Ne yapıyım ben de oturup aşkı mı bekleyim?" Küçümsercesine söylediğim aşk kelimesine gözlerini devirdi. Defalarca çatıştığımız konuydu bu üç harfli kelime. "Aşka inanmıyorsun diye hiç tanımadığın bir adamla evlenmek ne kadar mantıklı. Tamam sana âşık ol demiyorum ama sırf denemek için evlenmek olur mu? Bir şeyler hissetmen gerekmez mi? Ya da en azından bunu istiyorum diyebilmen. Emin olman gerekmez mi? Hayatının geri kalanından bahsediyoruz."

Gözlerimi yumdum ve bir süre sessiz kaldım. Bana dünden beri düşünmekten kaçtığım şeyleri söylemesinden hoşlanmıyorum. Bunları düşünürsem vaz geçerim ve vaz geçmek istemiyorum. Bu gidip de evleneceğim anlamına gelmez ki, sadece şansımı deneyeceğim. Evlenmek bana böylesine bir dehşet verirken zaten katiyen böyle bir şey düşünmüyordum ama bazı insanlara bazı sözler vermiştim ve mecburen bunu devam ettirecektim. En azından bir süre. Bakarsın yolun sonunda bunu istiyorum diyebilirim, denemeden nerden bilebilirim ki? Aşkı beklemediğime göre -aşk da neymiş yav - bana saygı duyacak, benim de ona saygı duyabileceğim, hayatımı geçirebilecek biri lazım bana. İnanıyorum ki saygıdan sonra sevgi de gelir.

Bunlar zaten pat diye olan şeyler değildi. Birini tanıyarak, bir şeyler paylaşarak, güven bağları kurularak oluşan şeylerdi. Bir günden bir güne ya da bir bakıştan bir gülüşe baş gösterdiğine inanmıyordum. Onun kalıcı bir şey olabileceğine inanmıyordum. "Bak, düşündüğünün aksine farkındayım tamam mı? Ne demek istediğini anlıyorum ama sen de beni anla. Ben şansımı deneyeceğim. Beklentilerimi biliyorsun, herkesten iyi sen biliyorsun. Bunu yapabilirim. Yanımda olmanı istiyorum." Bitter çikolata gözlerindeki bakışlar yumuşadı. İşte bana bu güven veren bakışlarla gel Gargamel. "Ne karar verirsen ver yanındayım biliyorsun, ben sadece mutsuz olmanı istemiyorum." Gülümsedim. Bu sözleriyle içimin bir nebze de olsa rahatladığını inkâr edemem. "Biliyorum," dedim minnettar bir şekilde.

"İyi ki varsın."

*****

İki hafta sonra

Acaba hangi küpeyi taksam? Evet iş ne zaman buraya geldi hiçbir fikrim yok. Dün evlenmem diyen ben bugün buluşma için hazırlanıyordum. Hayat böyle herhâlde. Asla yapmam dediğiniz şeyler bir gün başınıza geliyor. Ya da siz zorla getiriyorsunuz. Benimki galiba ikinci ihtimal oldu. Kendi düşen ağlamaz. Madem yedik bir halt, sonuna kadar götürmek lazım. Hem zaten bir gün başıma gelecekti. Çocuğun da fotoğrafını gördüm, yani eli yüzü düzgün birine benziyordu. Artık o ne demekse. Evleneceği potansiyel eş adayına da çocuk diyen sadece benim herhâlde.

Siyah dar pantolonunun üstüne beyaz tişörtümü geçirdikten sonra pantolonun içine soktum ve üstüme ince uzun hırkamı geçirdim. Hazır süslenmek için bir gün bulmuşken, saclarımın uçlarına hafif dalga yaptım. Aslında kendiliğinden hafif dalgalıydı zaten ama olsun. Ekstra hafif dalgadan zarar gelmez... Ariza Tespit'de rahatsız ettiği için hiç açık bırakamıyordum o yüzden keyfini çıkarayım bari. Yanıma siyah çantamı aldıktan sonra evden çıktım. Bizimkilere hiç görünecek havada değildim. Şimdi hepsi ayrı ayrı soru soracaktı. Hiç uğraşamam. Arabam garajda olduğu için hiç beklemeden çağırdığım taksiye doğru yürüdüm.

Git gide daha fazla stres olduğum bir yolculuktan sonra anlaştığımız adrese ulaşınca şöyle bir başımı kaldırıp baktım. Normal sıradan bir kafe. Makul. Kafeden içeri girerken hafiften gerildiğimi hissettim. Belirsizliğe doğru yürüyormuşum gibi hissediyordum ve belirsizliği hiç sevmem. Aslında tanışmaları da hiç sevmem. Sosyofobi oldum yine. Etrafa bakınırken birinin el kaldırdığını fark ettim. Derin bir nefes çektim içime ama çok faydası olmadı. İçimde bir şeyler sıkışıyordu. Ben niye böyle işlere kalkışıyorum ki? Masaya doğru giderken Çınar'ın, yani müstakbel sözlümün arkası dönüktü. Başını yere eğmişti, galiba telefonuyla uğraşıyordu. İnsan randevuya gidince telefonuyla uğraşır mı ya? İlk izlenim?

Sevil teyze şöyle bir dürttükten sonra ayağa kalktı ve bana doğru döndü. İsminin nereden geldiğini şimdi anlamış oldum. Baya ağaç olma yönünde ilerlemişti. İkimiz de birbirimize şaşkınlıkla bakıyorduk. Bakışırken gözlerinin mavi olduğunu fark ettim. Fotoğrafta sadece kumral olduğunu anlayabilmiştim. Ben masanın karşısına geçene kadar hiçbir şey söylemedi. Gözleri beni takip etti. Her hareketimi. Birazcık rahatsız olsam da hiç beli etmeden hedefime odaklandım. Her şey kontrol altında.

Göz göze geldiğimizde gözlerinde garip bir ışıltı gördüm. Sanki karşısında idolü duruyordu. Yıllardır beklediği bir arkadaşını görmüş gibi bakıyordu. Bu iyi bir şeydi... Galiba? Sevil teyze bir şeyler söyleyip ayrılınca baş başa kaldık. Yani kafedeki diğer insanları saymazsak. Yine de gerilmem için bir nedendi.

Yüzündeki şaşkın ifade yavaş yavaş silinirken, "Merhaba hoş geldin," dedi beklenmedik bir samimiyetle. "Kusura bakma, seni görünce biraz şaşırdım. Tamirci bir kızın bu kadar hoş görüneceğini hiç tahmin etmemiştim." Hafifçe gülümsedim. Açık sözlü olması hoşuma gitmişti. Ön yargıları hoşuma gitmemişti ama onlara alışmıştım artık. Önyargılı olmayanıyla karşılaşmamıştım çünkü daha... "Peki sen neden bu kadar şaşırdın?"

"Bu kadar uzun olacağını tahmin etmemiştim," dedim ben de direk lafı uzatmadan. Küçük bir kahkaha attıktan sonra, "Aklından geçenleri bu kadar çabuk dile vurman güzel," dedi takdir edercesine. Biraz önceki ön yargılarımdan kurtulmuştum galiba. Sosyofobik eğilimlerimden kurtulmam da çok fazla zaman almadı. Konuşmasında, sesinde, tavırlarında rahatlatıcı bir şeyler vardı. Kendimi hemen kırk yıllık arkadaşımla konuşur gibi buldum. "Evet, biraz öyleyim galiba."

O sırada garson siparişlerimizi aldı. Çınar'ın benim için de kahve söylemesini garipsedim biraz. Yani bununla bir problemim olduğundan değil de benim kahveyi sevdiğimi nereden biliyordu acaba? Mesela cay da söyleyebilirdi ya da meyve suyu. Hala biraz gergin olsam da sohbeti o kadar doğaldı ki bir süre sonra gevşediğimi hissettim.

Çocukluğumuzdan girip lise yıllarından çıktık. Ben üçüncü kahvemi içerken o da beşinci çayını yudumluyordu. Çınar'ın sohbetini sevmiştim. Çok açık sözlü bir o kadar da komik biriydi. Lise yıllarında basketbol takımının kaptanlığını yaptığını anlattı. "O zamanlar bütün kızlar peşimdeydi. Başıma bela oldu yani bu takım kaptanlığı." Nedense bu söylediğine hiç bozulmadım. Olur tabi. Hemcinslerim stereotiplere bayılır. Yine de iyi ki o zaman görüşmemişiz diye düşündüm çünkü ben klişelerden nefret ederim.

Benim sınıfta tek kız olduğumu söyleseydim ne tepki verirdi acaba? Gerçi bunu tahmin etmek de çok zor değil zaten. Otomotiv bölümü sonuçta. "Erkekler bundan hoşlanmaz mı? Yani bütün kızların peşinde oluşundan falan..." dedikten sonra kahvemi yudumladım. Tam çayını ağzına götürecekken bir an duraksadı ve bana baktı ilgiyle. Ardından ise kahvemin boğazımda kalmasına neden olan sözleri söyledi;

"Seni gerçekten sevdim."

Ben ufak bir öksürük krizi geçirince gülmeye başladı. "Helal helal," derken bir yandan da sırtıma vuruyordu ki 1.90 boyunda biri için hiç de sorun olmadı. O an gülüşünün ne kadar güzel olduğunu fark ettim. Gülünce gözleri kısılıyordu. Çok sempatik biri olduğuna dair hiç şüphem yoktu. Hani derler ya elektrik aldım diye. Ben elektrik almıştım ama hangisini almıştım onu bilmiyordum. Bir de bu işlerin elektrikle yürüdüğünden de emin değildim çok. Mutfak aleti değiliz bir de sonuçta. Olsaydık ben kesin kahve makinesi olurdum. İlgi çekici bir hayat.

Yanındayken rahattım ve kendim gibiydim. Bu iyi bir şeydi galiba. Özellikle de bir ilk buluşma için oldukça iyi bir izlenim olduğunu düşünüyordum. Garip olansa aynı şeyleri onun tavrında ve konuşmalarında görmem ve hissetmemdi. Ailesinden bahsederken biraz duraksadı. Aklına hoşuna gitmeyen şeyler gelmiş gibi yüzü düştü. "Tek çocuk olduğum için ailem üstüme çok düştü. Her şeyime karıştılar. Ne giyeceğime, ne yiyeceğime, hangi okula gideceğime..." Sonra sustu ve önündeki çayıyla oynamaya başladı. "Kimi sevmeyeceğime."

Neredeyse fısıldar gibi konuşmuştu. Son söyledikleri aklımdan bir sürü soru işaretinin geçmesine neden oldu. Acaba bu buluşmaya da mı ailesinin zoruyla gelmişti? Öyle olsa böyle rahat davranır mıydı? Belki de davranırdı. Sonuçta ben de tam olarak isteyerek gelmemiştim, daha çok kendi zorumla gelmiştim. Sonra derin düşüncelerden sıyrılıp biraz önceki ışık saçan gülümsemesini yerleştirdi suratına. "Ama yapacak bir şey yok. Sonuçta ailen, onlar senin iyiliğini istiyorlar." Ailesi ne kadar otoriter olsa da onları sevdiği belliydi. "Sen kendi iyiliğini istemiyor musun?"

"Efendim?" Biraz afallamıştı. "Yani anladığım kadarıyla bazı şeyleri ailen söyledi diye yapmışsın. Ama senin de yapmak istediğin şeyler olmuştur." "Ailem ve sevdiğim şeyler arasında seçim yapmamı mı söylüyorsun?" İlgiyle ne diyeceğimi bekliyordu. "Hayır, öyle değil tabii ki. Ama bazen seçim yapmak gerekir. Belki onlar senin iyiliğin için istiyorlar ama sen istemiyorsun. Sen mutlu olamazsan karşındakini de mutlu edemezsin. Bazen hayır diyecek cesareti gösterip, bildiğin inandığın şeylerin peşinden gitmek lazım. Her ne kadar bu insanlara ters gelip tepkilerini çekse de."

Ve sessizlik.

Söylediklerimin nedense onun canını acıttığını hissettim, içerilerde bir yerlerde kapalı kutuları açtığımı. Kafasının karıştığını anladığımda, "Mesela kendimden örnek verirsem," diye devam ettim. "Kimse benim tamirci olmamı istemiyordu. Yok işte kızlar için uygun değil. Yok sen yapamazsın. Bir sürü, bana sorarsan, saçma argümanlar. Sonra insanları bir şekilde ikna ettim ama tabi ki bununla bitmedi. Bir şeyi hallettim derken karşıma hep başka bir engel çıkıyordu. Gitmek istediğim okulun müdürü beni yazmak istemedi. Otomotiv bölümü sadece erkekler içinmiş miş miş. Ama öyle bir kural olmadığını biliyordum. Pes etmedim. Aksine daha çok istedim sadece. Hayallerimin peşinden koşmaya devam ettim. Ne yaptım ne ettim kendimi aldırdım ve okulun sevilen öğrencilerinden biri oldum. Biliyorum sana saçma gelebilir bu anlattıklarım. Bir okula girmek için yaptıklarım, bütün uğraşlar saçma gelebilir. Ama bütün bu zorlukları yapmak istediğim bir şey için atlattım. Her gün yeni araba görmek beni mutlu ediyor çünkü. Parçaları sökmek sonra tekrar takmak. O mekanizmadaki mantık. Düz mantık beni tatmin ediyor. Bunların hepsi beni mutlu ediyor."

Kendimi hiç bu kadar rahatlamış hissetmemiştim. "Keşke ben de senin gibi hayallerimin peşinden koşabilseydim," dedi birden. "Hiçbir şey için geç değil," dedim konunun ne olduğunu bilmesem de. Kendimi kardeşine tavsiye veren abla gibi hissettim bir an. Kafede neredeyse dört saat oturduktan sonra kalktık. Arabasına doğru yürürken içimde garip bir huzur vardı.

Daha önce de birkaç defa çalmış olan telefonunu bir kez daha kapattığı dikkatimden kaçmadı. Bir gözüyle de bana bakıyordu. "Aç bence, önemli herhâlde," dedim dayanamayarak. Bir elini ensesine götürdü, "Şey, önemli değil aslında. Halı saha maçı vardı da, arkadaşlar beni çağırıyor," dedi mahcup bir şekilde. "Öyle mi. Neden daha önce söylemedin ki? Sen git ben taksiyle geçerim eve." Ben de aynı mahcubiyeti göstermiştim çünkü benim yüzümden randevusuna geç kalmıştı. Ama ben bunu nereden bilebilirdim ki?

Biraz düşündükten sonra aklına bir şey gelmiş gibi gözleri parladı. "Ne diyeceğim, Sen de gelsene? Hem diğerlerini de çağırırsın?" Hali saha maçı ve ben? Hiç düşünmeden, "Tamam," diye kabul ettim. Neredeyse sevinçten beni kucağına alıp üç tur döndürecekti. Birlikte arabaya bindikten sonra arıza tespit whatsapp grubunu bildirimlere boğdum. Kazanmamız gereken bir maç vardı. Hem bu nedenle tanışmış olurlardı. Zaten bir gün olacaktı, neden bugün olmasın?

Ya da olmasa mıydı ya?

Daha ben doğru dürüst tanımıyordum ve benim ekibin nasıl bir tepki verebileceklerini de kestiremiyordum. Yine fevri davranmıştım. Keşke kabul etmeseydim. Bu buluşma acayip saçma yerlere gidebilirdi ve şu saatten sonra bir nevi benim kontrolümden çıkmıştı. Battı balık yan gider. Artık bundan sonrası bizimkilerin insafına kalmıştı ve ben onlara güvenebileceğimden emin değildim.

Maçın oynanacağı dört tarafı tellerle kaplı saha göründüğünde arabayı park etti. Sahada maç oynayanlar bizi görünce hemen yanımıza geldiler. Çınar beni onlarla tanıştırdı ve tek tek ellerini sıktım. "Senin forman şurada giyin de gel hadi," dedi içlerinden birisi ve Çınar üzerini değiştirmek için yanımızdan ayrıldı. Arkadaşları gayet cana yakındı. Çınar'dan bahsettiler biraz. Liseden beri arkadaş olduklarını anlattılar. Kendimi bir an Ariza Tespit'de hissettim. O kadar samimi ve sevecendi hepsi.

Çınar koşarak yanımıza geldiği sırada bizimkiler de teşrif ettiler. Arabadan inip yanımıza doğru gelirlerken kendimi iki aşiretin ortasında kalmış kız gibi hissettim. Hamza, Emre, Selim, Ali ve koşarak gelen Yavuz da sonda kalan çocuğun karşısına geçti. Birbirlerine sanki yiyecekmiş gibi baktılar. Ellerimi yüzüme kapatıp yok olmaya çalışmamak için direndim. Yer yarılsa da içine girsem dedikleri böyle mi oluyordu?

Çınar'la göz göze gelince 'ne oluyor' bakışı attık birbirimize. O da benim kadar şaşkındı sergilenen tablo karşısında. Sessizliği bozan Emre olmuştu. Sessizliği bozan zaten hep Emre olmuştur. "Şimdi," diye başladı lafına ve karşısındaki gençleri tartarcasına süzdü. Bir şey yapacaktı. Engel olmamı gerektiren bir şey ama onu nasıl susturacağıma karar veremeden devam etti. "Bu kıza yapılacak," diye vurguladıktan sonra, "ve yapılan en ufak yamuk bize yapılmış demektir." Sanki karnıma darbe almışım gibi yüzümü buruşturdum. Lafını kendini Batu diye tanıtan çocuk böldü, "Aynısı sizin için de geçerli koçum." Ortalık birden daha da karıştı ve birbirlerine bir adım attılar.

Yok deve!

Kollarımı göğsümde birleştirdim. Öyle mi gençler? O zaman siz şaapin keyfinizce, biz hiç bölmeyelim. Geride durup onları izlemekle yetindik Çınar'la. Yanımızda patlamış mısır olsaydı ne güzel olurdu. "Bunlar neyin kafasını yaşıyor acaba?" diye dürttüm Çınar'ı. Oda aynı benim gibi kollarını birbirine dolamış önümüzdeki tiyatroyu izliyordu. Sadece omuzlarını havaya kaldırmakla yetindi.

"O yüzden ayağınızı denk alın derim," diye bitirdi lafını Emre. "Sizi düşündüğümüzden yani," diye devam etti Selim. Bence siz bu hareketlerden sonra kendinizi düşünseniz iyi edersiniz diye geçirdim içimden çünkü benim adıma konuşulmasından nefret ederim. Birbirlerini bir kez daha şöyle süzdükten sonra birden hepsi gülmeye başladı. Gülmenin yerini kahkaha aldı ve birbirleriyle tokalaştılar. 'Merhaba benler' havaya uçuştu adeta.

"Bunu her zaman yapmak istemişimdir," dedi Emre. "Aynen bende," diye katıldı Çınar'ın arkadaşlarından biri. Gülüşerek yanımıza geldiler ve hepsi tek tek tanıştı Çınar'la. Ben kendimi en kötüsüne hazırlamışken bu tavırlarına şaşırmadan edemedim. Gerçi hepsine teklifi kabul ettiğimi söylemiştim. O zaman küçük çaplı şok yasamışlardı zaten.

"Sen ne karar verirsen ver, biz her zaman arkandayız," dedi Emre. "Evet her zaman," diye ekledi Hamza. Sizleri çok seviyorum çocuklar demeden edemedim içimden. "Kuşumuz büyümüşte yuvadan mı uçuyormuş," deyip yanaklarımı sıkmaya başladı Emre. "Ya Emre bırak ne yapıyorsun el âleme rezil ediyorsun beni. Bir yere uçtuğum yok..."

İyi ki Çınar biraz önce sahanın ortasına gitmiş ısınıyordu. "El âlem mi?" deyip gözlerini belertti abartıyla. "O senin artık müstakbel kocan kızım." Ay yok deve! Elinden Yavuz kurtardı. "Müstakbel kocasıymış. Daha bugün tanıştılar abartma istersen Emre." Sanki hakaret etmiş gibi bir bakış belirdi suratında. "Ben ve abartmak, bu iki cümleyi nasıl yan yana kullanabildin?" derken oskarlık oyunculuk sergilemeye devam etti. "Alya izin ver sunu iki tartaklayım." Hamza ne zaman yanımıza geldi fark etmemiştim bile.

"Eti sizin kemiğini bana bırakın," dedim göz daği vererek. Hepsi birden Emre'nin üzerine atlamaya başladı. Sırtına sırtına vurdular. İlerde topla oynayan Selim'in gülümsediğini gördüm. Emre bile olsa dövmek için iki adım atmadı. "Aah, teker teker gelin ulan!" diye çırpınıyordu bu sırada Emre. Ben onları izleyip kahkaha atarken Çınar'ın ileriden bizi izlediğini fark ettim. Yüzünde anlam veremediğim bir tebessüm vardı.

"Tamam tamam, daha yenmemiz gereken bir maç var ve belimi kırarsanız oynayacağımı sanmıyorum." "Sen oynamasan da biz yeneriz Emre abi," diye sırıttı Ali. Sahanın kenarından bize doğru gelen Selim ayırdı sonunda. "Hadi ısınmamız lazım birazdan başlayacak maç." Güçlükle kendini çimenlere bıraktı Emre. "Ben yeterince ısındığımı düşünüyorum. Saolsunlar beni çok güzel ısıttılar."

Hem kahkaha atıyor hem nefeslerini düzene sokmaya çalışıyorlardı. Birden kollarımı doladım hepsine "Sizi çok seviyorum," deyip 'group hug' yaptık. Yerde yatan Emre tabi ki ortamızda kalmıştı ve kalkmaya niyeti yoktu. "Bunları duymak için evlenmen mi gerekiyordu ha?" diye duygu sömürüsü yaptı. Ay yine evlenmek diyor. Her deyisinde dehşetle doluyordum. "Benden kurtuluşunuz yok her zaman yakanızdayım bunu bilin," diye tehdit ettim ben de.

"Evet, şimdi herkes beni dinlesin," diye ciddileşti birden Selim. "Şu an sözü Selim mi aldı?" diye fısıldadı Yavuz. "Evet, üşenmeden, bıkmadan, sıkılmadan," diye yanıt verdi Ali. Onlara şöyle ölümcül, buz gibi bakışından attıktan sonra devam etti. "Şimdi iki grup da beş kişi ama biz daha avantajlıyız diye düşünüyorum çün... Oğlum kalk yerden valla bir de ben çakacağım!" Normal başlayan lafını kükreyerek bitirmişti. Emre de hiç tereddüt etmeden yattığı yerden fırladı ve yuvarlağın içine girdi. Kafalarımız neredeyse birbirine değiyor ve kollarımızı birbirine kenetlemiştik.

"Hop! Bir dakika, bir dakika, beş kişi derken?" Kaşlarımı çatmıştım ve kollarımı indirdim. Bu rakam hiç hoşuma gitmemişti. "Aldın mı şimdi başına belayı," diye mırıldandı Yavuz ama ben tam ağzımı açacakken, "O beş kişi seni kapsamıyor işte," dedi Selim kendini bozmadan. Çemkirmelerime kendini bozmayan tek insan. Biraz önceki grup ruhu dağılmıştı ve çember bozuldu. Kaşlarımı kaldırdım. Ben? Beni kapsamıyor? Beni? "Yok öyle bir dünya, ben de oynayacağım," dedim kesinkes bir şekilde.

Beni ötekileştirmek ha? Sıkar o biraz.

"Kızım bir git, şu üstüne başına bir bak, nasıl oynayacaksın bu halde?" Kızım ne ya? Başımı eğip üzerimdekilere baktım sanki ne giydiğimi bilmiyormuşum gibi. Pantolon tişört. Olmayacak bir şey yok. "Ne var be üstümde?" içimden bu sabah çok fazla saçmalamayıp saçıma hafif dalga yapmak dışında başka çılgınlıklar yapmadığıma şükrettim. Oldu siz maç yapacaksınız ben oturup izleyeceğim. Her türlü oynarım, söz konusu rekabet olsun yeter. Bizim heybetli konuşmamıza Çınar yaklaştı yanımıza. "Bir sorun mu var?" Hafifçe vücudumu döndüm hem onu hem bizimkileri görebilmek için. Arkadaşları da birkaç metre ilerden ilgiyle bakıyordu. Yine reklam olduk iyi mi. "Sorun yok," dedim ona sakince.

Gözlerimi hafifçe kısıp tekrar bizimkilere baktım. Çınar bu kadar yakındayken bir şey de diyemiyordum. Dişlerimi birbirine bastırdım. "İsyan ederim," dercesine dudaklarımı kıpırdattım. Çemkiremememi fırsat bildikleri için kimse tepki vermedi. Birkaç adımda diplerine girip, "Ben de oynayacağım," diye tekrarladım sessizce. Aksini iddia edebilecek olan çıksın karşıma dercesine bir meydan okuma vardı bakışlarımda. "Bak hala ben de diyor. Geç kenara geç, sen fazlalıksın."

Tehditkârca gözlerimi kısıp alev saçan gözlerle baktım Emre'ye. Ellerini havaya kaldırdı teslim olur gibi. "Geri aldım. Ben bunla muhatap olmam," diye toparladı anında. "Sensin bu." Herkese tek tek baktım. "Yakarım bu sahayı. Ateşe veririm, alev toplarıyla oynarsınız maçı," derken omzumun üzerinden Çınar'a baktım. Yapay bir gülümseme sergilemeyi düşünürken her şeyi duyduğunun farkına vardım. Dudaklarındaki gülümseme büyümüş artık bir sırıtışa dönüşmüştü adeta. "Yakar mı yakar..." diye mırıldandı Emre. Selim bıkkınca iç geçirdi, Yavuz ise dirseğini böğrüme batırdı, uslu dur dercesine. Omuz silktim inatla. "Ben çıkmam, bücür çıksın," diyerek Ali'yi işaret ettim.

Aliş'im benim inadımı bildiği için çocuk itiraz bile etmeden çıkmaya yeltendi. Yavuz bir kez daha dürttü beni. "İlk günden bari olay çıkarmasaydın, bak almaz seni, yine başıma kalacaksın," dedi sadece benim duyabileceğim bir şekilde. "Bak zaten cinlerim tepemde, top diye burada seninle maç yaparım," dedim dişlerimin arasından. Almaz seni diyor ya. İlle de yaktırtacaklar koskoca sahayı. Herkes dikkatli bir şekilde bekliyordu olacakları. Al işte, baya baya reklam olduk. Hiçbir kelime kaçırmamak ister gibi iyice yaklaşmışlardı artık. Al işte ne güzel bir izlenim yaratıyorum sayenizde. Ne yani şimdi ben maça geldim maç oynayamayacak mıyım?

"Versene kızım topu!" diye bağırdı çocuklardan biri sonunda. İstemsizce arkaya doğru bir adım atmış olsam da topu hala sıkıca göğsüme bastırıyordum. Ne kadar da uzunlardı. O sabahki yumurtayı yeseydim boyum uzar mıydı acaba. Hepsi benden en az bir kafa büyüklerdi. İnatla başımı olumsuz anlamda salladım. İki yandan bağlı olan saçlarımın sallandığını hissettim. Saçlarımın iki yandan bağlanmasından nefret ediyordum. Bence o yaşı çoktan geçmiştim. Topu sımsıkı kavramış kararlı durmaya çalışırken iki yandan bağlı sarı saçlarım bana hiç de yardımcı olmuyordu.

Zaten fazla uzunlardı. Bir de iki yandan bağlı saçlarımla ben nasıl girecektim bu maça? Tek avantajım kollarımı etrafına sıkıca sardığım toptu ama onu da elimden almaları çok zor olmasa gerek. Tam da o anda çocuklardan biri bana doğru yaklaşıp topu almaya yeltendi ama bitter çikolata beni hemen arkasına aldı. Her ne kadar boyuyla görüntümü kapatması hoşuma gitmese de topu kaptırmadığım için sevindim ve hafifçe yana doğru eğilip arkasından çocuklara baktım. Artık kızmaya başlamışlardı ve birazdan kavga çıkacak gibi görünüyordu. Belki de topu bırakıp gitmeliydim...

Çocuklara bir şeyler dedikten sonra bana doğru döndü. Ellerini uzatmıştı. "Hadi ver o topu bana." Omuz silktim. "Ben de oynayacağım." "Sen küçüksün," dedi hafiften kibirli bir ses tonuyla. Gözlerim kısıldı. Sensin küçük diyebilirdim ama öyle değildi... "Oynayabilirim," diye karşılık verdim kararlılıkla. Kanıtlamam gereken tek şey oynayabileceğimdi. Sadece oyuna girsem yeter. "Oynatmazlar," dedi omzunun üzerinden arkadaşlarını gösterdi belli belirsiz. Bir kez daha omuz silktim ve topu yine sıkıca göğsüme bastırdım. Garip ve bıkkın bir bakış belirdi gözlerinde ve bir an topu elimden alacağını düşündüm.

"Şirine..." dedi umutsuzca ama devamını getirmedi. Tekrar çocuklara döndü, "Ben de oynayacağım diyor," dedi onlara kararsızca. Zaten ben söylemiştim onu bile. Ben de oynayacağım demiştim. Topu da o yüzden almıştım zaten. Beni oyuna almadıkları için. "Saçmalama Yavuz," dedi biraz önce topu elimden almaya çalışan çocuk. Kararsız bir şekilde bir bana bir arkadaşlarına bakıyordu. Aramızdan çekilirse topu benden alırlardı ve ben hiçbir şey yapamazdım. Yine de inat etmeye devam ediyordum. Belki de birazcık ona güveniyordum. O ikna ederse oyuna girebilirdim. Zaten o olmasa topu çoktan kaybetmiş ve yenilgiyi kabullenmiş olurdum. Ama hala umut vardı...

Continue Reading

You'll Also Like

4M 113K 73
Lamia: Ayrılık ay dönümümüz kutlu olsun. Mirza: Lamia şaka mısın? Mirza: Sen terkettin beni.
143K 8K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...
172K 18.5K 14
jeon jeongguk omega oluşunu bastırıcılarla gizlemeye çalışırken, kim taehyung onun yalnızca tuhaf kokan bir beta olduğunu düşünüyordu.
3.1K 494 18
Hümeyra ve Alperen'in kayıplara karışmış bir aşk hikayesi ... Kitabımın çalınması durumunda anında yasal işlemler başlatılacaktır.