KARANLIĞI ATEŞE VER - GÖLGE A...

By gokadan

101K 7.4K 1.9K

(Eski adı: Gölge Adam) "Beni bulmak için karanlığa ihtiyacın var, büyücü. Çünkü gölgeler, karanlıkta yaşar." ... More

KARANLIĞI ATEŞE VER
1. Bölüm: "Doğuş"
2. Bölüm: "Saf Korku"
3. Bölüm: "Peşindeki Karanlık"
4. Bölüm: "Ayna"
5. Bölüm: "Gizem"
6. Bölüm: "Duvar"
7. Bölüm: "Savunmasız"
9. Bölüm: "His"
10. Bölüm: "Hayal Kırıklığı"
11. Bölüm: "Orman"
12. Bölüm: "Hiçlik ve Kayboluş"
13. Bölüm: "Aynadaki Kırık Yansıma"
14. Bölüm: "Panzehir - umut"
15. Bölüm: "Karanlığın Tohumları"
16. Bölüm: "Yabancının Kalbi."

8. Bölüm: "Adım"

3.8K 324 56
By gokadan

Bölüm şarkıları:

CLANN - I Hold You

In This Shirt - The Irrepressibles

* Beğenerek ve yorum yaparak bana destek olabilir ve ailemizin büyümesine yardımcı olabilirsiniz. Lütfen eksik etmeyin.*

*Satır arası yorumlarına aşığım.*

8. Bölüm: "Adım"

Gökyüzünden süzülerek düşen karlar yumuşak bir pamuk gibiydi. Gri ve puslu hava kasveti saran pamuklarla birlikte yumuşamış ve eski keskinliğini kaybetmişti. Acelesizce yere düşen her bir kar tanesi zemin üzerinde beyaz bir tabaka oluşturuyordu. Tıpkı yeryüzünü örten temiz bir çarşaf gibilerdi.

Bu havayı seviyordum. Sanki yeryüzündeki bütün kötülüklerin üzerini kapatıyordu gökten düşen her bir tane. Bembeyaz kar bütün kötü şeyleri içine emiyordu ve hapsediyordu. Sanki yeryüzüne inmelerinin nedeni buydu. Kötülüğü hapsetmek. Kasveti emmek ve huzursuzluğun üzerine bembeyaz bir çizgi çizmek.

Şu an karşımda süzülen her bir kar tanesinin benim için yaptığı buydu. İçimde biriken rahatsız edici huzursuzluğun üzerine serpiliyordu her biri.

Kasvetimin üzerine karlar yağıyordu.

Derin bir nefes aldığımda soğuk hava ciğerlerimi doldurdu. Soğuk havanın yanı sıra bir de Yankı'nın tatlı kokusu vardı. Hemen yanımda oturuyor, sessizce sigarasını içiyordu.

Sessizliği sessizliğimi doğuruyordu.

Her ne kadar rahatsız da olsam diyecek tek bir kelime bulamıyordum. Zihnimin içindeki her bir kelime tıpkı kopan bir kolyenin küçük boncukları gibi ses çıkararak etrafa saçılmıştı. Onları toplamak zordu. Bunu yapamıyordum. Kolyeyi birleştiremiyordum.

Göz ucuyla ona baktığımda sigarasının neredeyse bitmek üzere olduğunu görmüştüm. Bitirince benimle konuşur muydu? Buraya neden geldiğimizi bile bilmiyordum. Onun isteği üzerine eşyalarımı almış ve kütüphaneden çıkmıştık. Şimdi de okulun çıkışındaki boş bir parkta oturuyorduk. Geldiğimizden beri ikimizin de sesi çıkmamıştı.

Ne düşündüğünü merak ediyordum. Tam şu an aklından neler geçiyordu mesela? Onun zihnini okuyabilmeyi ve bunu öğrenmeyi isterdim ama biliyordum ki bu pek de mümkün değildi.

Sigarasını son kez içine çektiğinde gözlerim yanaklarına kaydı. Kemikli çenesi kasılmıştı, yanakları ise içe göçmüştü. Yüz şekli o kadar keskindi ki, ifadesiz dururken bile sert görünüyordu. Sanki bir şeye kızgın gibi, sanki olduğu durumdan memnuniyetsiz gibi.

Bu düşünceyle beraber bilinçsizce benim de kaşlarım çatıldı. Çok fazla gereksiz şey düşünüyordum.

İki parmağı arasında duran sigarayı yanında duran çöp kutusunun üzerinde söndürdükten sonra çöpe attı. Bu sırada ona öylece bakmaya devam ediyordum ama farkında bile değildim. Gözlerim dalmıştı. Kütüphanede dudaklarımın değdiği yanağından gözlerimi ayıramazken heykel gibi olduğunu düşündüm. İyi bir heykeltıraşın elinden çıkmış gibiydi. Üzerinde çok uğraşılmış ve özenilmişti.

Gözlerimi kırpıştırıp kendime gelmeye çalışırken gözlerimi yanağından çektim. Tam bu sırada onun katran siyahlarıyla karşılaşmıştım. Bana bakıyordu. Ona baktığımı, onu incelediğimi görmüştü.

Paniğin pürüzlü avucunun kalbimi sıkıştırmaya başladığını hissedebiliyordum. Damarlarımda akmakta olan kanın varlığını daha net hissederken farklı bir şey düşünmemesi için kaşlarımı havaya kaldırdım ve ona bakmaya devam ettim. Bakışlarımı kaçırmadan ona bakmak şimdiki durumum için oldukça zordu. Kendimi dondurucu bir suya atmak ve orada kemiklerim donana kadar kalıp kendimi cezalandırmak istiyordum. Aptallığım bunu hak ediyordu.

"Söylemek istediğin bir şey mi var?" Diye sordu kaşlarını benim gibi kaldırırken ama yüzündeki ifade benim yüzüme yerleşenden oldukça farklıydı. Benim aksime gergin değildi, keyifliydi ve onun bu hale gelmesine neden olan bendim.

Bön bön suratına bakmaya devam ederken, "Ne olabilir?" Diye sordum. İçimde dönüp duran düşünceleri bir kenara savurmaya çalışıyordum. Dikkatimi sadece karşımdaki alaylı bakışlara vermem gerekiyordu, böylelikle sinirlenebilir ve içimde kaynayan heyecanı soğutabilirdim. Zira sinir bütün hislerimi köreltiyordu.

"Bakmaya doyamadın." Dudakları titrediğinde güleceğini sandım ama sarsılmaz ifadesini korumuştu. Yüzüne yapışan alay sinirimi yavaş yavaş körüklerken kaşlarımı çattım. "Bir şey mi söyleyeceksin yoksa gördüğün şey seni hayran mı bıraktı?"

Kendine güveni, onu görmeme engel olan koca egosu ve alaylı ifadesi o kadar sinir bozucuydu ki amaçladığım şeye artık ulaşmıştım. Sinirim hissettiğim ve düşündüğüm her şeye büyük bir çizgi atmıştı.

Gözlerimi sinirle devirdim. Ona hayran olma düşüncesi zihnimin bir köşesine usulca yerleşmişti, uzaktan bana bakıyor ve şimdi ne yapacağımı sessizce izliyordu.

"Tam olarak neye hayran kalmış olabilirim?"

Bekletmeden, "Bana." Diye cevapladı. Kavisli kaşının biri sorgulayan bir alayla usulca havalanmıştı, gözlerinin ardındaki parıltıları artık görebiliyordum. Bana bu şekilde emin bakarken ona diyebilecek hiçbir şey bulamamıştım. Zihnimi tarumar etmişti, kelimelerim artık kayıptı ve ne dersem diyeyim bu alay dolu, kendinden emin adamı bozamayacağımdan emindim. Gözlerimi gözlerinden kaçırıp önüme dönerken kollarımı göğsümde kenetledim.

"Şakacı." Dediğim tek şey bu olmuştu. Onun için yetersiz geldiğinin farkındaydım ama düşünmemeye çalıştım. Daha fazla aptallığımın üstünde durup da kendimi sinir etmeyecektim.

Gözlerimi yağan beyazlığın üzerine dikerken derin bir nefes aldım. Saçlarım ıslanmaya başlamıştı, tenime değen soğukluğu hissedebiliyordum. Neyse ki çok çabuk hasta olan biri değildim ve sırf burada birazcık ıslandım diye yataklara düşmeyecektim.

"Eskiden çok sık okula gelmediğini söylemiştin." Dedim başımı ona çevirmeden. Aramızdaki bu rahatsız edici cızırtıdan kurtulmak istiyordum ve bunu da ancak konuşarak yapabilirdim.

"Evet." dedi sadece.

"Şimdi neden geliyorsun?" Bu soruyu çok fazla düşünmemiştim. Aklımda her zaman dönüp dolaşan bir soruydu ama şimdiye kadar sormayı da düşünmemiştim. Onun fikrinin neden değiştiği beni ilgilendirmezdi ama içten içe merak ediyordum. Eskiden yüzünü bile görmediğim bu çocuğu çok sık görmeye başlamıştım.

"İlgimi çekmeye başlamıştır belki." Göz ucuyla ona baktığımda sigara paketinden yeni bir dal aldığını gördüm. Beyaz filtreyi dudaklarının arasına usulca yerleştirdi ve çakmağı ateşledi. Sigarasının ucu yanık bir turuncuya boyanırken ufak bir çıtırtı çıkararak tamamen yanmıştı. İçine çektiği nefes yüzünden içe göçen yanaklarına bakmamaya çalıştım. Biraz önce fazlasıyla incelemiştim.

"Pek değişen bir şey yok." Yutkundum. "Yani okulda."

Kemikli parmakları sigarayı dudağından uzaklaştırdı ve gözlerini bana çevirdi. Karların beyazlığı gözlerine yansımasına rağmen katran siyahında hiçbir yumuşama yoktu. Hala simsiyah bir okyanus gibi görünüyordu. "İlgimi çekenin okul olduğunu söylemedim." Bir nefes daha alıp dudakları arasında can bulan sigaranın gri dumanını soğuk havaya doğru üfledi. Bunu yaparken başını hafifçe yukarıya doğru kaldırmıştı.

Kaşlarım çatılırken dediği şeyi kafamda toplamaya çalıştım. İlgisini çeken bir şeyler vardı ve bu şey okul değildi. Doğru anlayıp anlamadığımdan emin değildim. "Ne peki?" dedim biraz daha açık olması için. Şu an ne dediğini anlamak ve onunla bu konu hakkında konuşmak istiyordum. Kafam epey dağılmıştı ve bu his gergin bedenimin gevşemesine neden olmuştu.

Birkaç saniye yüzüme baktı. Bu sırada sigarasını içmeye de devam etmişti. Bakışlarım dudakları arasındaki sigara ile gözleri arasında gidip gelirken dudağının bir köşesinin hafifçe yukarı kıvrıldığını gördüm. Ardından başını onaylamazca salladı ve gözlerini yüzümden çekti. "Hiç." Dedi, ses tonu eğlendiğini açıkça belli ediyordu. Bu daha fazla meraklanmama neden olurken kaşlarımı çattım ve, "Ne?" dedim huysuz çıkmasına engel olamadığım sesimle. Onu eğlendiren düşüncenin ne olduğunu merak ediyordum.

"Doktora gittin mi sen?" diye sordu biraz önceki sorumu görmezden gelerek. Bunun için ona laf edecek değildim, bu yüzden sorduğu yeni soruya odaklanmaya çalıştım ama neden doktora gidip gitmediğimi sorduğunu anlamamıştım.

"Ne için, anlamadım?"

"Durup dururken kollarımda bayıldığını unuttun mu?"

O gün hafızamda bir kere daha canlanırken gerilmeme engel olamadım. Kötü bir geceydi ve o gün bana neler olduğunu hala anlayabilmiş değildim ama doktorluk bir işimin olmadığını da biliyordum. Farklı şeyler vardı. O gün bilincimi kaybetmiş olmamın başka bir açıklaması olduğuna emindim.  "Doktorluk bir işim yok."

"Nasıl emin olabiliyorsun?" Gözlerini bana çevirdi ve biten sigarasını aynı şekilde çöp kutusunun üzerinde söndürdü. Bunu yaparken gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmamıştı. Gözlerinin arkasına saklanmış ifadeyi bulmak için çabaladım ama tamamen yersizdi bu çabam. Onun düşündüğü hiçbir şey anlayamıyordum. Tıpkı kilitli bir kutu gibiydi. Anahtarı ise kayıptı.

Omuz silktim. Nasıl emin olduğumu ona tam olarak söyleyemezdim. Bunu düşündükçe bile canım sıkılıyor, kalbimin üzerine kaldıramayacağım kadar ağır bir huzursuzluk biniyordu. "Bir sorunum yok. O günden sonra öyle bir şey de yaşamadım."

Katranını yüzüme bulaştırarak beni incelerken onun aksine yüzümden her şeyi okuyabileceğini biliyordum. Buna engel olmak için yüzümü farklı bir yöne çevirdim ve daha fazla bana bakmasına engel oldum. Yüzüme değen buzdan iğneleri hissedebiliyordum.

"Özel bir gün müydü?"

"Ne?" Konunun ani değişimi afallamama neden olmuştu.

"O gün." Dedi, bayıldığım günü kast ettiğini anlamıştım. "Özel bir gün müydü? Neyi kaçırdın?"

"Doğum günümdü." Dedim göz ucuyla ona bakarken. Aslında tam olarak kaçırabileceğim bir şey yoktu. Benim için sıradan bir günden farksızdı. Yalnızca Duru tarafından yüceltilmiş bir gündü, bir isme sahipti. Ötesi yoktu.

"Doğum günün berbat olmuş desene." Bazı zamanlarda yoğun bir şekilde hissettiğim sesindeki ifadesizlik beni günden güne daha da şaşırtıyordu. Nasıl bu kadar ifadesiz görünebiliyordu veya kalabiliyordu? Hiçbir duyguyu tam olarak yansıtamıyordu. Onu anlamıyordum. Ya soğukkanlı biriydi, hislerini açığa vurmakta zorlanıyordu ya da gerçekten hiçbir şey hissetmiyordu, bilmiyorum. Bu konuda kafamı karıştırmayı başarıyordu.

"Önemi yoktu zaten." Dedim. İç çekmeme engel olamamıştım.

"Doğum günleri senin için önemsiz mi?" Sorusu kalbimi tekletti. Benimle ilgili bir şeyleri merak ediyor olması ister istemez kalbimi garip bir ritme sokuyordu. İçim hissetmek istemediğim tuhaf bir duyguyla dolarken yutkunmaya çalıştım. Yankı'yla sohbet ediyorduk, benim hakkımda bir şeyleri merak ediyor ve bana soruyordu. Şu an onunla iki arkadaş gibi konuşabilmemiz şaşırmama neden olmuştu.

"Benim için sıradan bir günden farkı yok. Anlam yüklemiyorum." Sevdiklerimin doğum gününü kutlardım, onların doğdukları gün benim için özeldi ama kendimi düşündüğüm zaman, işin içine kendi doğum günüm girdiğinde farklı hissediyordum. Duru, doğum günlerini önemseyen biriydi, onun doğum gününü en güzel şekilde kutlayabilirdim. Onu mutlu etmek için elimden ne geliyorsa yapardım ama benim gibi, o günü sıradan bir günden farksız gören bir insan için çabalamak anlamsızdı. Tabii Duru'nun bunu pek anladığını söyleyemezdim.

Kendime anlamsız bir öfkemin olduğunu söyleyip duruyordu. Bunun için hiçbir nedenim olmamasına rağmen bazen Duru gibi hissetmeme engel olamıyordum. Bir şeyler için kendimi cezalandırıyor gibiydim, bazen bunu net bir şekilde hissediyordum. Belki de çocukluğumdan bu yana insanlardan uzak durmamın nedeni kendimi savunmak istemem değildi, kendimi yalnız bırakarak cezalandırmak istiyordum.

"Tuhaf bir kızsın." Dedi, sesindeki şaşkınlığı gizlemeye gerek duymadan. Duygularını açığa vurmasıyla beraber şaşkın bir şekilde ona döndüm. Onu gerçekten şaşırtmıştım. Onun şaşırması benim de şaşırmama neden olmuştu.

"Neden?" diye sordum anlamamış gibi yaparak. Aslında beni neden garip gördüğü barizdi ama bunu onun ağzından duymak istiyordum.

"Normalde kızlar doğum günlerine bayılmaz mı? Şu ana kadar kiminle tanıştıysam hepsi öyleydi." Dudağının bir kenarı usulca havalanırken gözlerindeki ışıltıyı görmeme izin vermişti. "Sen hariç."

Gözlerim istem dışı dudaklarına kaydı. Onu şu ana kadar hiç tam olarak gülümserken görmemiştim. Samimi bir şekilde gülümserken nasıl göründüğünü merak eden yanım içimde çığlık çığlığa kendini hatırlattı. Yukarı kıvrılan dudağı onun için yeterli değildi. Daha fazla samimi olmasını istiyordu. Mesela dişlerini görmek, mutluluğunu yüzündeki küçücük gülümsemeden solumak istiyordu. O yanıma karşı içimden bir küfür savurdum. Son zamanlarda beni epey sinirlendirmeye başlamıştı ve bunun için ekstra bir çabaya girmesine bile gerek yoktu.

Gözlerim yeniden gözlerini bulduğunda küçük bir hareketle omuz silktim. Diğer kızlara benzemediğimi biliyordum. Bunu çoğu kez Duru'dan duymuştum ama Yankı'dan duymak daha farklı hissettirmişti. Bir an, acaba bu kötü bir şey mi diye düşünmeden edemedim. Diğer kızlardan farklı olmam, onlar gibi düşünmemem kötü bir şey miydi?

"Tuhaf olduğumu ilk tanıştığımızda da söylemiştin." Diye mırıldandım.

"Demek ki tuhaf olduğunu anlamak için seni tanımaya gerek yokmuş." Sesindeki eğlenceli tını kalbime kibrit tutmuştu. Kibritin küçük ateşi usulca yanıyor ve karşısındaki huzursuz kalbimi ısıtmaya çalışıyordu. Küçücük ateş parçası kalbim üzerinde o kadar etkiliydi ki hissettiğim sıcaklıkla birlikte neredeyse gülümseyecektim. Evet, tuhaf bir kızdım ve evet, bunu anlamak için beni tanımaya gerek yoktu.

"Beni şu an tanıdığını mı düşünüyorsun?" Onun gibi keyifli çıkan sesimden gülümsediğimi sanabilirdi ama aksine titreyen dudaklarıma engel olmuş ve istedikleri şeyi vermemiştim.

Başını hafifçe yana eğip gözlerini yüzümde gezdirdi. Gözlerinden akan görünmez siyah mürekkebi tüm yüzümde gezdirdikten sonra gözlerimin tam içine bakarak duraksadı. Yüzüm katran siyahlarının dokunuşu nedeniyle iğnelenmeye çoktan başlamıştı ama umursamamaya ve görmezden gelmeye çalıştım.

Beni tanımıyordu. Beni tanıyamazdı.

"Daha değil." Dedi yutkunmadan hemen önce. "Daha tanımıyorum."

Kalbim teklediğinde bu sefer ona öfkelenmeyi unuttum.

Daha değil...

Sonrasında beni tanımayı düşündüğü anlamına mı geliyordu bu tam olarak anlamamıştım ama mantığım bana saçmalamamam gerektiğini söylemeye çoktan başlamıştı.

Daha.

Gözlerimi ondan kaçırdım ve önüme döndüm. Düşüncelerim yolunu şaşırmak üzereydi. Bunu fark eden mantığım ise düşüncelerimin önüne geçti ve onlara engel olmaya çalıştı. Yollarına devam edemezlerdi. Yanlıştı. Kaybolmalarını istemiyordu.

Ne diyeceğimi şaşırırken alt dudağım dişlerimin arasına çoktan çekilmişti. Sessiz kaldım. Ona verebileceğim bir cevabım yoktu.

Bir süre için aramıza sessizliğin ince ipi çekildi. İkimiz de konuşmadık ve sadece sustuk. Bu seferki sessizlik huzursuz edici veya rahatsız edici değildi. Aklımdaki tüm olumsuz şeyler yok olmuştu, yıkılıp dökülmüştü. Bu sırada ise aklıma onunla ilgili merak ettiğim şeyler doluşup duruyordu. Sormak istiyordum ama bir tarafım çekiniyordu. Onunla ilgili bir şeyleri merak etmem ne kadar doğruydu bilmiyordum ama sonuçta ödev arkadaşıydık, öyle değil mi? Birilerine soru sormak, onlarla sohbet etmeye çalışmak gayet normal bir şeydi.

Yani sanırım.

"Peki sen..." diye lafa girdim. Birkaç dakikalık sessizliği benim sorum bozmuştu. "O gün bir şeyi kaçırmana neden oldum mu?" Yutkunmaya çalıştım. Gözlerim tam olarak karşıya bakıyordu, ona bakmaya çekinmiştim.

"Belki..." Kaçamak cevabı kaşlarımın çatılmasına neden oldu.

"Belki mi?"

"Oldun diyelim ki, bunu düzeltebilir misin?"

Dayanamayıp başımı ona çevirdim. Yeni yakmış olduğu sigarasından bir nefes çekiyordu. Gözleri aldığı nefesle birlikte kısıldı, yanakları her zamanki gibi içe çökmüştü. Kaşlarım çatılırken, "Tabii ki düzeltemem." Dedim.

"Düzeltmek ister miydin peki?" Sesindeki keyif çok netti.

"Başına bela olduysam üzgünüm." Dedim ne demek istediğini anlamadığım için. O gün yapmak istediği ama benim yüzümden yapamadığı şey her neyse bunun için kendimi çok da üzgün hissetmiyordum. Sonuçta bana yardım etmek zorunda değildi.

"Bela olmak için oldukça sıradansın." Dedi dümdüz bir şekilde. Bunu iyi bir şey olarak mı söylemişti yoksa kötü bir şey miydi bilmiyorum. Çok üzerinde durmamaya çalıştım. "Sadece güzel bir gecemi mahvettin."

"Üzgünüm." Dedim ama aslında değildim. "Yeniden o günkü gibi güzel bir gece geçireceğine eminim."

Sigarasından acelesiz bir yudum aldı. Başını hafif bir hareketle yukarı kaldırıp aynı yavaşlıkta dumanı dışarı bırakırken gözlerimi kırpmadan onu izliyordum. Soğuk hava nedeniyle duman dudaklarının arasından daha yoğun bir şekilde çıkmış ve süzülerek havaya karışmıştı.

Ve ben gözlerimi kırpmayı unutmuştum.

"Ben de eminim." Dedi, dediklerimi onaylarcasına ama bir süre en son ne dediğimi düşünmüştüm. "Bana borçlusun."

"Ne?"

Ona hiçbir şey borçlu olduğumu düşünmüyordum. Bana bir iyilik yapmış olabilirdi ama zorunda değildi. Ona beni evine götürmesi için yalvarmamıştım sonuçta. Kendi kendine vermiş olduğu bir karar yüzünden ona borçlu kalacak değildim.

"Ne yapmanı istediğime karar vermedim. Düşünüyorum." Dedi, sigarasından bir nefes daha çekip yavaşça dumanı bırakırken göz ucuyla bana bakmıştı. Onun bakışını fırsat bilerek gözlerimi devirdim ve ayağa kalktım. Çantamı ve kitaplarımı oturduğum yerde bırakıp birkaç adım uzaklaşırken, "Sana bir şey borçlu değilim." Dedim sinir bozucu bir şekilde. Gözlerimi kısıp ona tam olarak karşıdan bakarken vereceği cevabı merakla bekledim.

"Öyle mi?" Sigarasını söndürüp oturduğu yerde biraz daha yayılırken gözlerini üzerime dikti.

"Öyle."

Başını onaylamazca yana salladığında dudakları hafif bir şekilde havalanmıştı. "Pişman olacağımı bilmiyordum." Dedi.

Dediği şey üzerine kaşlarım çatılırken ellerimi göğsümün üzerinde kenetledim. "Ne için pişman oldun?"

"Sana yardım ettiğime. Böyle sinir bozucu biri olduğunu bilseydim senin için parmağımı bile kıpırdatmazdım."

"Sinir bozucuyum yani?" Kaşlarım alayla havalandı. Eğlenmeye başlamıştım. Benim sinir bozucu biri olduğumu söylemesi hoşuma bile gitmişti. Sanırım birilerini sinir etmek hoşuma gidiyordu, bundan zevk aldığımı fark etmiştim. Ayaklarımın altındaki kara bir bakış atarken mantığım bulunduğu odanın kapısını kapatmış, beni yalnız bırakmıştı. Yere usulca eğildiğimde Yankı'nın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Yerde biriken karı avucumun içerisinde sıkıştırdım ve doğruldum. Gözlerim Yankı'nın yüzünün sınırlarında gezindi. Ona ceza vermek isteyen bir yanım vardı. Bu güzel görüntüsünü yakıp yıkmak istiyordum.

Yankı ne yapacağımı fark etmiş gibi başını yavaşça iki yana salladı. Ona atacağım kartopu yüzünden çok da endişelenmiş gibi görünmüyordu. Rahattı. "Düşündüğüm şeyi yaparsan..." dediği sırada tehdit dolu sesini önemsemeden elimdeki kartopunu Yankı'ya doğru attım. Kar yumuşak olduğu için canını acıtmayacağını biliyordum. Sadece sinir olmasını istiyordum. Ne kadar sinir bozucu biri olduğumu yeniden görmeliydi.

Kartopu Yankı'nın yüzüne ulaşamadan dağılmış ve toz halinde ulaşmıştı ama dilediğime ulaşmıştım. Kar saçlarının arasına ve kirpiklerine düşmüştü. Korumak için kapattığı gözlerini yavaşça aralarken yaptığım şeyin farkındalığıyla alt dudağımı dişlerim arasına aldım. Tedirgin bir şekilde bir adım geriledim ve, "Ne olur?" diye sordum biraz önceki cümlesine cevap olarak. Sesim keyifli geliyordu. Belki de ona karşı ilk defa böyle keyifli bir ses tonu kullanıyordum.

Kalbim ritmini çoktan şaşırmıştı, göğüs boşluğuma attığı tekmeleri hissedebiliyordum ama pişman değildim. Bütün düşüncelerim bu an üzerine yoğunlaşmıştı. Sadece Yankı ve ben vardı düşüncelerimde. Bütün olumsuz şeyler bir süreliğine beni yalnız bırakmışlardı. Onları kapı dışarı etmiştim.

Usulca ayağa kalkarken yüzümün sınırları üzerinde gezinen gözleri dişlediğim dudağıma kaymıştı. Bana doğru bir adım daha attı, ben ise iki adım gerilemiştim.

Bir adım daha.

"Gelmesene!" dedim. Yaklaştıkta gerilmeme engel olamıyordum. Gözleri anlamını bilmediğim bir ifadeyle sarıp sarmalanmıştı. Bir eli rahat bir şekilde saçlarına gitti ve saçlarını karıştırıp biraz önce atmış olduğum karın izlerini sildi. Toz halindeki kar uçuşarak deri ceketinin omuzlarına düşerken gözlerimi onun üzerinden ayıramıyordum. Ne yapacaktı? Küçük bir kartopu attım diye bana zarar verecek değildi herhalde.

Tam ne yapacağını düşündüğüm sırada, bana doğru iki büyük adım atmıştı. Hissettiğim panikle birlikte arkamı dönüp koşmak istedim ama daha arkamı döndüğüm an belime sarılan güçlü kollar gitmeme engel oldu. Sertçe beni kendine çektiğinde sırtım onun göğsüne çarptı ve beni tam olarak hapsetti. Göğsünün sıcaklığı sırtımdaydı. Vücudunun ısısını çok net hissedebiliyordum ve bu kalbim için hiç iyi değildi. Kalbi kalbimin üzerinde atıyordu; kalbinin ritmi kalbime çarpıyor, onu hissetmeme neden oluyordu.

Dudaklarım aralandı. Aldığım nefesler yetersiz gelmişti. Heyecanın titrek ateşi vücuduma yayılırken çevrelediği kalbimin üzerine küçük çentikler atıyordu. Kalbime açılan yarıklardan ruhum sızıyordu sanki. Titrek bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım ama burnuma dolan kokusu buna engel olmak ister gibiydi.

Belime sardığı kolunu biraz daha sıkılaştırarak beni iyice kendine çektiğinde sıcak nefesini saçlarımın üzerinde hissettim. "Nasıl bir ceza istersin?" diye sordu, sesi fısıltıdan farksızdı. Saçlarıma değen dudaklarını hissedebiliyordum.

"Ne cezası?" diye sordum nefes nefese. İçimde biriken heyecanı anlayıp anlamaması umurumda bile değildi. Şu an düşünebildiğim tek şey sırtıma yaslanan varlığıydı.

"Attığın kartopunun cezası."

Kendimi savunmak istedim. "Bana sinir bozucu dedin."

"Öyle olduğunu sen de biliyorsun."

"Ceza falan istemiyorum." Diye sızlandığımda burnundan derin bir nefes verdiğini ve alayla güldüğünü duymuştum. Ona dönmek ve nasıl göründüğüne bakmak istedim ama beni o kadar sıkı tutuyordu ki hareket bile edemiyordum.

"Bu seçenekler arasında değil."

"Alt tarafı bir kartopuydu."

"Yapmaman gereken şeyleri yapıyorsun." Belimdeki kolunu kıpırdatmazken diğer elini montumun kaymış olan omzuna çıkarttı. Elinin sıcaklığını üzerimdeki kıyafetlere rağmen hissedebiliyordum. Yavaş bir hareketle montumu düzelttikten sonra, "Bu cezasız mı kalmalı?" diye sordu. Dışarıdan gören biri sarıldığımızı düşünebilirdi; kolu belime dolanmışken ve göğsü tam olarak sırtıma yaslıyken öyle göründüğümüze emindim. Hayallerimde canlanan görüntümüz garip bir hisle dolmama neden olmuştu. Görmezden gelmeye çalıştım ama bu zordu. Saniyeler ilerledikçe, ona temasım devam ettikçe bu his sivriliyor ve kalbime gittikçe daha keskin batmaya başlıyordu.

Şu işe yaramaz kalbimin hızını hissedebiliyor muydu acaba? Bu düşünce dehşetle dolmama neden oldu. Eğer fark ediyorsa bunun hakkında laf edeceğinden, benimle dalga geçeceğinden emindim.

Derin bir nefes aldım. Ondan uzaklaşmam lazımdı. "Hadi, kes cezamı." Dedim bir an önce ondan ayrılmak için. Uzatmak istemiyordum, inatçının tekiydi. Ben ne kadar uğraşırsam o kadar işi uzatacağından emindim.

Birkaç saniye hiçbir şey demedi. Bana sessizliğini verirken onu bekledim. Benden ne isteyebilirdi, bana ne yapabilirdi onu düşündüm ama aklıma mantıklı hiçbir şey gelmiyordu. Onun ceza diye nitelendirdiği şeyin ne olduğundan emin değildim. Ben onun konuşmasını beklerken o belimdeki kolunu yavaşça çekti. Aynı anda sırtımdaki varlığı da kaybolmuştu. Hissettiğim boşlukla bedenimi bir ürperti kapladı ve sırtım onun göğsünün sıcaklığını aradı.

Hiçbir şey demeden geri çekilmişti.

Yaşadığım şaşkınlıkla beraber ona döndüm. Birkaç adım uzaklaşmıştı, ceketinin cebinden çıkardığı sigara paketine bakarken içime dolan merakın kaşlarımın arasına derin bir çizgi eklediğinden emindim. Bön bön ona bakarken dudakları arasına beyaz filtreyi yerleştirdi ve gözlerini gözlerime kenetledi. Alaylı parıltılarını gözlerimin içine akıtırken, "Çok sigara içiyorsun." Dedim farkında olmadan. Onun ne kadar sigara içtiği beni ilgilendirmezdi. Bu konu hakkında yorum yapma hakkına da sahip değildim ama birden çıkıvermişti işte... Çakmağını ateşleyip sigarasının ucunu yaktı. Her bir hareketini özenle izlerken içine yavaşça çektiği dumanı acelesiz bir şekilde dışarı üflemiş ve tüm bunları yaparken gözlerini gözlerimden ayırmamıştı.

Önceki dediğimi umursamadan, "Bana borçlusun." Dedi elindeki sigarayı işaret ve başparmağıyla dudaklarından uzaklaştırdığı sırada. Anlamaz bir şekilde ona bakarken dudaklarını yeniden aralamıştı. "Ve bir de şu ceza meselesi var."

"Eee..." Bıkkın bir nefes verdim. Artık benden bir şeyler isteyeceğinden neredeyse emindim.

"Benim için iki şey yapacaksın." Kurduğu cümleden sonra gözlerinden anlamlandıramadığım bir ifade geçip gitti. Bu fikir onu keyiflendirmiş gibiydi. Eh, ondan bir şey istesem ben de keyiflenirdim.

"Ne istiyorsun?" İstediği hiçbir şeyi yapmayacaktım. Zorunda değildim ama yine de ne istediğini merak etmeme engel olamamıştım.

"Daha ne isteyeceğime karar vermedim." Başını hafifçe yana eğip gözlerini yüzümün sınırlarında gezdirdikten sonra ekledi. "Acelem yok. Aklıma gelince isterim."

Zamanı gelince bakalım ben yapacak mıydım?

Gülme isteğiyle dolup taşarken ifademi sabit tutmaya çalıştım. O, aklına bir şey geldiğinde benden isteyebileceğini ve benim de yapacağımı sanıyordu ama büyük bir yanılgı içerisindeydi. Ne isterse istesin yapmayacaktım. Boşa hayaller kurup da keyiflenmese iyi olurdu.

Yine de ona karşı çıkmadım ve, "Tabii ki." Dedim alayla. "İsteyebilirsin."

Yanından geçip banka geri oturup çantamın içerisinden telefonumu çıkarttım. Biraz önceki yakınlaşmadan dolayı ellerim titriyordu, çok dikkatli bakan biri bunu fark edebilirdi. Yankı'nın bana bakmadığını umut ederek Duru'nun numarasını buldum ve aradım. Kalbim yeni yeni sakinleşmeye başlamıştı. Onun varlığını bir daha o kadar yakında hissetmek istediğimi sanmıyordum. Unutmaya, kafamı tamamen telefonun ardındaki Duru'ya vermeye çalıştım.

"Efsa?" Yorgun sesini duyduğumda derin bir nefes alıp göz ucuyla Yankı'ya baktım. Sigarasını içmeye devam ediyor, bir yandan da cebinden çıkardığı telefonuyla ilgileniyordu. Bakışlarımı ondan çekip dudaklarımı araladım.

"Çıktın mı dersten?" diye sordum. Sesim sabırsızdı. Bir an önce Yankı'dan uzaklaşmak istiyordum.

"Yeni çıktım, lavabodayım. Sen neredesin?"

"Okulun çıkışındaki parktayım."

"Ne işin var orada?" Sesindeki şaşkınlığı solurken gözlerim yeniden Yankı'yı buldu. Buraya gelmemin nedeni tamamen Yankı'ydı ve ben bunu Duru'ya söylersem gazabından kaçamayacağımı biliyordum. Onunla araba mevzusunu da konuşmamıştık ve bu olayla birlikte onun için tam bir bal-kaymak olacaktı. Benimle geçeceği dalgaları, yapacağı imaları şimdiden hayal edebiliyordum.

"Oyalanıyorum." Dediğimde Yankı gözlerini telefondan kaldırdı ve bana baktı. Dudakları hafifçe yukarı kıvrılmıştı. Gülümsemekle ne alıp veremediği vardı bilmiyordum ama sinirlerimi bozmaya başladığını hissedebiliyordum.

Birinin nasıl gülümsediğini merak etmek hiç yapacağım bir şey değildi hâlbuki.

"İyi tamam, birkaç dakikaya gelirim."

Duru kapattığında gözlerimi Yankı'dan çektim ve telefona diktim. Bakabileceğim, bakmak istediğim hiçbir şey yoktu ama onun gözlerine bakmaktansa bomboş telefonun ekranına bakmayı tercih ederdim. Hissettiğim şeyleri körüklemekten başka bir şey yapmıyordu ona bakmak. Yutkunup bir haber sitesi açtım ve bomboş bakan gözlerimi haberler üzerinde dolandırmaya başladım. Okuduğum yoktu, haberi gördüğüm de yoktu.

"Geliyor mu?" diye sordu yanıma otururken. O kadar rahattı ki, biraz önceki yakınlaşmamızın onun üzerinde hiçbir etkisi olmadığını görebiliyordum. Kaşlarım düşüncelerimle birlikte derince çatılırken kendime sinirlenmeden edemedim. Saçma sapan şeyler düşünmüş ve biraz önce olanları tamamen farklı bir yere çekmiştim, bunun farkındaydım ama her zaman bir erkekle o şekilde yakınlaşmıyordum. Alışık olmadığım bir şeydi ve bunu, bana biraz olsun değişik hissettiren bir çocuk yapınca daha farklı hissetmiştim.

Bir daha olmayacak.

"Evet." dedim kısaca. Onunla daha fazla konuşmak istemiyordum, zira konuştukça sinirlerim daha çok bozuluyordu.

Cevabım karşısında bir şey demezken ikimiz de sustuk. Sessizlik giderek daha fazla ağırlaşıyordu, içimde körüklenen ateşe bir su misali serpiliyor ve biraz olsun hafiflememi sağlıyordu. Derin bir nefes aldım ve içimden saymaya başladım. Aklımı tamamen başka bir şeye verirsem hatırlamama engel olabilirdim.

Kaç dakika geçmişti emin değildim ama sayarken tam olarak üç kere başa dönmüştüm. Belli bir yere kadar geliyordum, sonra ise aklım başka bir yere kayıyor ve en son kaldığım sayıyı unutuyordum. Her ne kadar bu akıl karışıklığımın nedeni yanımda oturan çocuğun varlığı ve kokusu olsa da bu seçeneği görmezden gelmeye çalıştım. Duru geldiğinde buradan koşar adımla uzaklaşacak ve beni Camilla'nın yanına götürmesine izin verecektim.

Başımda büyük bir bela olduğunu biliyordum. Onunla ilgilenmeli ve bu sorunu en kısa sürede çözmeliydim. Başka şeyler düşünmek için zamanım yoktu.

Vakit sandığımdan da geçti.

"Vay vay vay..." Duru'nun keyifli sesi sayılarla arama kalın bir çizgi çektiğinde irkildim. Geldiğini görmemiştim ve şu saçma sapan sayma işini yaparken oldukça dalmıştım. "Sizi bir arada görmek gözlerimi yaşarttı." Dedi kocaman sırıtırken.

Yankı sessiz kalırken gözlerimi devirmemek için kendimi tuttum ve ayağa kalktım. Hızlıca eşyalarımı toparladığım sırada gözlerimi ona değdirmemek için ayrıca çabalamıştım. Tenime değen bakışlarını hissedebiliyordum. Büyük ihtimalle bu kadar aceleci davranmamın nedenini sorguluyordu. Belki de o koca egosu neden böyle davrandığıma güzel bir kılıf uydurmuştu...

"Ne acele ediyorsun kızım?" diye sordu Duru. Sesi şaşkındı ama altında yatan silik imayı anlamamam mümkün değildi. Senelerdir onunla birlikteydim. En ufak bir değişikliği bile kolayca anlayabiliyordum.

"İşimiz vardı, unuttun mu?" Ona dönüp kaşlarımı mümkünmüş gibi daha da çattım. Eğer tam da şu an, Yankı'nın yanında beni zorlamaya devam ederse onunla en güzel şekilde hesaplaşacaktım. Bunu görmesini sağlamak için kaşlarımı kaldırdım ve bir uyarı bakışı attım ama son günlerde bu bakışlarımın Duru üzerinde pek bir etkisi yoktu.

"Geç gideriz. Ne olacak, kaçıyor mu sanki?"

Ellerim kitaplarımı sıkmaktan kasılmıştı, biraz daha bu kadar sıkı tutarsam ağrımaya başlayacağından emindim.

"Nereye gideceksiniz ki?" diye sordu Yankı. Sesindeki sorguya karşılık dönüp sana ne demek istedim ama Duru çoktan dudaklarını aralamıştı.

"Falcıya." Deyip kıkırdadı. "Efsa'yı arkamdan zorla sürüklediğimi sanıyordum ama görüyorum ki baya istekli." Bana döndü ve yüzündeki gülümsemeyi görmeme izin verdi.

"Senin için acele ediyorum." Dedim ters çıkmasına engel olamadığım sesimle. "Yetişemezsek ağlama."

Koca bir yalandı!

Birçok kez Duru'nun isteği üzerine gittiğimiz o falcılara bu kez benim için gidecektik ve şu an yalan söylüyordu. Vücudum garip bir duyguyla karşı karşıya gelmişti. Suçluluk muydu, utanç mıydı tam olarak emin olamıyordum. Dudaklarımı birbirine bastırırken içimde büyüyen sıkıntıya karşı çıkmak istedim.

Yine oluyordu işte. Huzursuzluk eline sert uçlu fırçasını almış bana sinsi bir gülümsemenin ardından bakıyordu. En ufak bir hareketimde elindeki fırçayı ruhuma doğru savuracak ve darbelerini acımasızca indirecekti. Kalbim onun varlığı karşısında çoktan titremeye başlamıştı. Korkmak istemiyordum. Olacak olan şeylerden kendimi korumak ve bütün yaşadıklarımı unutmak istiyordum. Eski sıradan hayatıma geri dönmem gerekiyordu.

İçime doğan huzursuzluğu alt etmem gerekiyordu.

"Falcı mı?" Başını onaylamaz bir ifadeyle iki yana salladığında gözleri bana kenetlenmişti. "Böyle şeylere inandığınızı söylemeyin bana."

"İnanıyorum." Duru'nun sesi Yankı'nın davranışına rağmen neşeliydi. O hiçbir şeyi kafasına takmıyordu. İnsanların ona ne dediğini veya ne diyeceğini umursamadan yaşıyordu. İnançlarını insanlar uğruna değiştiremeyeceğini söylemişti, bu yaşadığı hayat kendisinindi ve başkalarının buna müdahale etmesine izin vermiyordu. Bazen onun bu haline imreniyordum. Bazen onun gibi olmak, onun gibi düşünmek için her şeyimi verebileceğimi düşündüğüm bile oluyordu.

"Efsa'nın pek inandığını söyleyemem ama. Günahını almayalım. Onu bu zamana kadar hep peşimde sürükledim." Güldü ve bana dönüp küçük bir hareketle göz kırptı. Mutluluğunun bulaştığı güzel yüzü içimde doğmaya çalışan o ince sızıyı neredeyse dindirecekti. En azından onun değişmesine izin vermiyordum. Ben ne yaşarsam yaşayayım o hep aynıydı.

"Böyle şeylerle zamanınızı öldürmeyin." Yankı yavaş bir hareketle ayağa kalkıp üzerindeki ceketin fermuarını çekti ve gözlerini Duru'ya çevirdi. Biraz önce atmış olduğum kar sebebiyle ıslanan siyah saçları karışık bir şekilde alnına dökülmüş, teninin beyazlığıyla birlikte hoş bir tezatlık yaratmıştı. Gözlerimi kırpıştırıp düşüncelerimi uzak tutmaya çalıştım. Gözümün önündeyken onu incelememek, onu düşünmemek oldukça zordu.

"Senelerdir Efsa'yı dinlemedim, seni mi dinleyeceğim?" Kıkırdadı. Haklıydı. Ona bir şeyler anlatmaktan dilim uyuşuyordu ama o yine de kendi bildiğini okuyordu. Bazı şeyler alışılmıştı.

Yankı'nın dudakları kıvrılır gibi olduğunda katran siyahlarını bana çevirdi. Gözlerinin zifiriliğinin ardına saklanmaya çalışmış yıldız tozlarını gözlerime bulaştırırken kalbim küçük bir hareketle varlığını yeniden hatırlattı. Şu an ne düşündüğünü öylesine merak ediyordum ki, bir an Duru'nun çok bahsettiği o zihin okuma saçmalığına sahip olmayı dilemiştim. Onun düşünceleri arasında yolumu bile kaybetmeye hazırdım. Sadece içimdeki dolup taşan şu saçma merakın giderilmesini istiyordum.

"Sizi bırakırım." Onun gözlerine kenetli gözlerimde şaşkınlığın ince parıltılarını gördüğüne emindim. Bunu saklamak için uğraşmamıştım. Dudaklarım aralanırken gözleri yüzümün sınırları içerisinde hızlıca dolandı ve dudaklarımda duraksadı.

Bizi bırakmasını, Camilla'nın yerini bilmesini nedensizce istemiyordum. Sanki bizi götürürse yaşadığım onca saçmalığın farkına varacaktı ve gözünde bir deliden farksız olacaktım.

Onun gözünde kafayı üşütmüş biri olmak istemiyordum.

"Gerek yok." Sesimin netliği sivri uçlu bir değnek gibi aramıza girmişti. "Biz gideriz."

Duru sessizliğini korurken içimden ondan önce davrandığım için kendimi kutluyordum.

"Hava soğuk." Dedi, beni önemseme gereği duymadan. "İşim yok. Bırakırım."

Üzerime binen ağırlık beni yerin dibine sokmak istiyormuş gibiydi. Omuzlarıma uygulanan baskının görünmez ellerini hissedebiliyordum. Tırnakları montumun üzerinden omuzlarıma batmış, bastırdığı yerleri ince bir sızı eşliğinde kanatmaya başlamıştı sanki. Beni yere sermek istiyordu. Bu ellerin sahibi belki korkuydu, belki huzursuzluk, belki de endişe. Ne olduğunu bilmiyordum ama karşımda bana gözlerini dikmiş bakan bu çocuktan kaçmamı istemiyordu. Onun tam karşısında, gözlerinin önünde olmamı istiyormuş gibi bastırıyordu beni. Bırak yürüyebilmeyi, bir adım geri bile gidemiyordum.

Duru, "Emin misin?" dedi tereddüt içinde. Sessizliğimi bozduğu için ona içimden teşekkür ettim. Dilimden dökülmemeye yeminli kelimeler zihnimde oluşan yıkımda toz duman içinde kalmıştı. "Eğer işin varsa biz gideriz. Gerek yok bırakmana."  Duru'nun normal bir zamanda Yankı'nın bu teklifine hiç düşünmeden, gözü kapalı atlayacağını biliyordum ama şimdi farklı davranıyordu. Bunun sebebini sorguladım. Belki de üzerimdeki gerginliği fark etmişti ve yalnız kalıp sorgulamak istiyordu.

Yankı rahat bir hareketle ellerini ceketinin cebine soktu ve gözlerini devirdi. "İşim olduğu halde sizi bırakmak için ısrar edecek kadar kibar biri gibi mi duruyorum?"

Duru'nun güldüğünü duydum. "Değilsin, değil mi?" Bir soru gibi değil de kendine hatırlatma yapıyormuş gibi çıkmıştı dudaklarının arasından. Ben ise tepkisizce onları izliyordum.

Yankı başını hafifçe iki yana salladı ve yürümeye başladı. Duru da bu hareketle birlikte koluma girmiş ve beni arkasından yürütmeye başlamıştı. Ayaklarımı hareket ettirenin ben olduğunu sanmıyordum. Sanki başka birinin hükmü altına girmiştim. İçten içe gitmek istemiyordum ama bunun için direnecek bir gücü de bulamıyordum.

Tuhaf kız olarak nitelendirdiği o kızın daha tuhaf olduğunu öğrenme ihtimali var mıydı?

Kalbim endişenin getirmiş olduğu hislerle birlikte artçı kasılmalara maruz kalıyordu. Onun düşüncelerinin bir önemi olmamalıydı ama içimde her saniye artarak biriken endişeye engel olamıyordum. Duru'dan başka birinin durumumu öğrenecek olma ihtimali beni geriyordu.

"Neyin var?" diye fısıldadı Duru. Durgun halim dikkatini çekmiş olmalıydı. Yankı biraz ilerimizde sessizce yürürken hafif bir hareketle başımı Duru'ya çevirdim ve, "Neler döndüğünü anlar mı?" diye sordum. İçimdeki tedirginlik damağıma yuvarlanmış ve dilimi yakarak kelimelerime karışmıştı.

İki saniyeliğine kaşlarını çatarak yüzüme baktı ve sonra başını usulca iki yana salladı. "Saçmalama." Dedi kesin bir sesle. "Bunun için mi arkana bakmadan kaçacak gibi duruyorsun?"

Sessiz kaldım. Sahiden öyle mi duruyordum? Hissettiğim ve yapmak istediğim şey tam da buydu.

"Anlaması mümkün değil." İçimdeki yanan ateşin küçük bir çıtırtı çıkarttığını duydum. "Ben iflah olmaz bir fal bağımlısıyım, unuttun mu?" Yüzüne güzel bir gülümseme yerleşti. Beni ikna etmeye çalışıyordu. Yine de kalbime sızan keskin korku kırıntılarına engel olamıyordu.

"Ben deli değilim." Dedim ama bunu demek aklımda yoktu. Aklımdan bile geçmemişti ama bilinçaltım çamurlu sularını düşüncelerimden çekmiş ve en kirlisini benim için açığa çıkarmıştı. Onu temizlemem mi gerekiyordu yoksa daha kirli düşüncelerimi üzerine mi atmalıydım bilmiyordum. Dilime düşen kelimeler birleşip canımı yakacak bir cümle oluşturmuştu, hepsi kirli bilinçaltımın bir oyunuydu.

Duru'nun kaşlarının arasında derin bir çukur oluştu. Bana kızdığı kadar şaşırdığının da farkındaydım. Birden bire saçmalamaya başlamış, dengemi şaşırmıştım. "Şunu diyip durma!" diye fısıldadı. Eğer fısıldamak zorunda olmasaydı bana bağıracağına emindim. Kendimi deli ilan etmememden hoşlanmadığını biliyordum ama zaten benim de bu durumdan memnun olduğum söylenemezdi. Gözlerim Duru'nun gözlerine birkaç saniyeliğine kenetlendiğinde içimde kopan bütün yakınmaları onun gözlerine akıttığıma emindim.

Dudaklarımı aralayıp bir şey söylemek istedim ama daha cevap veremeden Yankı'nın arabasının yanında olduğumuzu fark etmiştim. Duru vereceğim cevabı merak etmiyor gibiydi, biraz önceki söylediklerimin içine ektiği sinirle beni öne doğru itelediğinde o kadar zayıf hissediyordum ki kendimi, onunla uğraşacak en ufak bir güç kırıntısı bile bulamamıştım içimde. İkiletmeden ön kapıyı açıp Yankı'nın yanına oturdum. Gözlerim camdan ileriye bakıyordu ve sessizliğim dilime hapsolmuştu. Yankı'nın yanımda hareketlendiğini fark ettim. Sanırım emniyet kemerini bağlıyordu. 

"Kemerini tak." Dedi, sesindeki keskinlik içimde beni yiyip bitiren tuhaf hislerin üzerine bir kırbaç gibi inmişti. Gözlerimi kırpıştırıp ona döndüm. Kulaklarımda kısık bir uğultu yankılandı.

"Ne?"

"Kemerini tak." Çenesini ufak bir hareketle yanımda duran kemere doğru kaldırdığında gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmamıştı. Yavaş bir hareketle kemeri bağlarken bilincim, zihnimin yolunu tıkayan düşüncelerimi bir kar küreğiyle toplamaya çalışıyordu.

Birinin daha içinde bulunduğum durumu öğrenmesine dayanamazdım. Kendim bile katlanamazken, Duru'nun samimiyeti ve inancı bile bazen yapmacık gelirken başka birinin bana karşı olan tavırlarına anlam yükleyemezdim. Gücüm yoktu ama biliyordum ki Yankı'nın bu durumu öğrenmesi zordu. Duru'nun da dediği gibi, yaptığımız şey oldukça doğaldı ve sanki eski günlerdeki gibi Duru için fal baktırmaya gidiyorduk. O iflah olmaz bir fal bağımlısı, ben ise onun yanında sürüklediği zavallı arkadaşıydım...

Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeye çalıştım. Bilincim zihnime yağan ve yolu kapatan karları zor da olsa temizlemiş ve benim için bir yol oluşturmuştu. O yolda rahat yürüyebilmem için çabalamıştı.

Yankı, "Nerede bu gideceğiniz yer?" diye sordu arabayı kampüsten çıkarırken. Dönüp ona bakmadım. Ellerimi izlemek şu an için daha ilgi çekici gelmişti.

Duru, Yankı'ya yolu kısaca tarif etti. Falcıların olduğu sokağın ismini bile söylemesi yeterliydi çünkü bilindik bir semtti.

"Eee..." Duru'nun neşeli sesi arabadaki ölüm sessizliğinin üzerine bir çizgi çekti. Kesik bir nefes aldım ve kafamı usulca ona doğru çevirdim. Yankı'yla aramızdaki boşluktan kafasını hafifçe uzatmıştı. "Ödevi yapmaya başladınız mı?"

Yankı ısıtıcıyı çalıştırırken aynadan Duru'ya kısa bir bakış attı. "Hayır." Dedi net bir sesle. "Arkadaşının önemli araştırmaları var sanırım. Her karşılaştığımızda kütüphanede."

Kaşlarım çatıldı. Ona dönüp gözlerimi devirirken dudaklarım dediklerine karşı çıkmak için çoktan aralanmıştı. "Sanki teklif ettin de ben mi hayır dedim?"

"Sen teklif etseydin." Sesindeki alayı soludum. Benimle uğraşmak hoşuna gidiyordu, bunu anlamaya başlamıştım.

"Senin teklif etmeni bekledim."

Yalandı. Kocaman bir yalan.

Ondan ne kadar kaçabilirsem o kadar iyi diye düşünmüştüm. En son ana kadar ödev için buluşmayı düşünmüyordum ama şimdi yanımda duruyorken bunu ona açık bir şekilde söyleyemezdim çünkü bu davranışımın hiçbir mantıklı bir açıklaması yoktu. Neden böyle bir şey yaptığımı sorsa verebilecek tek bir kelime cevabım bile yoktu.

"İyi o zaman." Direksiyonu hafifçe sola kırıp şerit değiştirdi ve önümüzdeki arabayı geçmek için gaza bastı. "Yarın başlarız ödeve."

Kalbimin ağzıma kadar tırmandığını hissettim. Yarın tekrar onu görecek olma düşüncesi damarlarımın üst üste binmesine neden olurken titrek bir nefes aldım ve yüzümdeki ifadeyi bozmamaya çalıştım. Duru sessizliğini koruyordu ama zihninin gürültüsünü duyabiliyordum.

Buna hazır değildim.

"Yarın mı?" diye sordum, sesim şaşkınlığıma bulanmıştı.

Gözlerini yoldan çekip bana kısa bir bakış attı ve geri önüne döndü. "Evet, işin mi var?"

Hiçbir işim yoktu ama olmasını istemiştim.

"Efsa'nın işi olmaz ki." Duru'nun sinir bozucu sesine karşılık dönüp ona ölümcül bir bakış attım. Bir şeye de karışmasa patlardı. Onun bu huyu beni her zaman çıldırtıyordu.

"Yok." dedim kısaca Duru'dan gözlerimi çekmeden. Duru bakışlarım karşısında hiç duruşunu bozmadı ve sadece omuz silkti.

"Yarın başlarız o zaman."

Başımı yavaşça salladım ve önüme döndüm. "Başlayalım." Sesimdeki gerginliği fark etmemesini diliyordum. Beni yanlış anlamasını ve koca egosuna bir yararım dokunmasını istemezdim.

"Sen nerede yaşıyorsun, Yankı?" diye sordu Duru. Meraklı çıkan sesine şaşırmamıştım. Öğrenmek istediği şeyleri hiç çekinmeden sorabilen bir yapısı vardı. Merakını gizlemeyi sevmiyordu, onu açığa çıkartıyor ve doyuma ulaşana kadar beslenmesini sağlıyordu.

Göz ucuyla ona baktım. Direksiyonu kavrayan parmaklarının boğumlarında gezdirdim bakışlarımı. Kemikli parmakları direksiyona yaptığı baskıdan dolayı beyazlamıştı. Rahat görünüyordu ama kırıntıları serpilmiş gerginliğin tozunu görebiliyordum. Parmaklarına yansımıştı. Kaşlarım fark etmeden çatılırken gözlerimi yüzüne çıkardım ve çukurlaşmış yanaklarında gezdirdim. Keskin çenesi dişlerini sıkmasından dolayı daha belirgin bir hale gelmişti. Gergin olması için ortada hiçbir sebep yokken bu şekilde olması içimde bir yerin irkilmesine neden oldu. Onun bu gerginliğini üstüne alınmıştı ama görmezden gelmeye çalıştım. Gördüğüm şeyler bir yanıltmacaydı.

Ben hala ona bakıyorken dudakları usulca aralandı. "Merkezdeyim. Okula biraz uzak."

Kaldığı evi ve o günü hatırladığımda kalbim göğüs kafesime daha şiddetli çarptı ve anlık bir hatırlatma yaptı. Hatırlamak istemediğim bir gecenin, hatırlamak istemediğim bir sabahıydı. Garipti. O gün ona nedensizce güvendiğimi hatırlıyordum. Hiç tanımadığım bir adamın yatağında uyanmış ve sakinliğimi korumuştum. İçimdeki ona karşı biriken güvenin cılız sızısını hala hissedebiliyordum. Başka biri olsaydı hissettiklerimin hiçbirini yaşamayacağımın farkındaydım. Bana güven veren Yankı'ydı.

Duru, düşüncelerimi dudakları arasından çıkan yeni bir soruyla böldü. "Tek mi kalıyorsun?" Sıkıntılı iç çekişim umurunda bile olmamıştı ama tam da şu an ona dönüp ağzını kapatmasını söylemek istiyordum. Yankı hakkında bir şeyler öğrenmesi anlamsızdı, eline hiçbir şey geçmeyecekti. Yabancı bir çocuğun hayatını didik didik etmeye gerek yoktu ama bunu ona anlatamayacağımın farkındaydım.

Eminim bana, "O bizim arkadaşımız Efsa!" tarzında bir savunma yapar ve beni bir güzel azarlardı.

"Hayır, abimle birlikte kalıyorum."

"Yaa..." Şaşkın bir soluk çekti. "Abin mi var senin? Kaç yaşında?"

Duru'nun yeni sormuş olduğu sorular şimdilik umurumda bile değildi çünkü artık ben de merakıma engel olamıyordum. Başımı önüme çevirdim ve önümüzde akıp giden yola baktım. Onun hayatı hakkında bir şeyler öğreniyor olmak garip hissettirmişti, kilitli bir kutunun anahtarını bulmuşum gibiydi.

"Yirmi beş." Sesindeki gerginliği bir ben mi fark ediyordum yoksa Duru görmezden mi geliyordu? Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Bize hayatı hakkında bir şeyler söylüyordu ama gergindi. Yanımda oturuyordu, bizi gideceğimiz bir yere bırakıyordu ama gergindi.

Neden?

Zihnimde kocaman harflerle yazılmış bu soru neredeyse bulunduğu yere sığmayacaktı. Harfler büyüktü, kendilerini duvarlara dayamışlardı. Sivri köşeleri zihnimin ince duvarlarına baskı yapıyor ve çiziyorlardı. Düşünmek istemiyordum. Onu görmek, duvarlarımı tahrip etmesine izin vermek istemiyordum.

"Çok yaş farkı yokmuş."

Kulaklarımı konuşulan her şeye tıkadım. Onu duymak, verdiği cevapları işitmek ve onunla ilgili bir şeyler öğrenmek istemiyordum. Kendimi bulunduğumuz yerden soyutlamaya çalışırken derin nefes seslerime kulak kesildim. Arabanın yan camından akıp giden ağaçları saymaya çalıştım, yolda gördüğüm beyaz arabalara odaklandım ve onlardan bağımı kopardım. Konuşuyorlardı ama duymak istemiyordum.

Kendimi yeniden savunmaya çalışıyordum. Sanki onun hayatından bir şeyler öğrenirsem yeniden sarsılacaktı duvarlarım. Özenle dizdiğim buzdan tuğlalarıma dokunmasına izin veremezdim.

Araba durduğunda gözlerimi kırpıştırıp nerede olduğumuza baktım. Birkaç gün önce gelmiş olduğumuz tanıdık sokak bütün tüylerimi havalandırdı ve ürpermeme neden oldu. Gelmiştik. O uğursuz yerdeydik işte. Bir daha asla adım atmayacağım dediğim, asla konuşmak dahi istemediğim kadının yanına gidiyorduk.

Kendi isteğimle.

Duru'nun arkamda hareketlendiğini duydum ama bomboş bakışlarımı camdan çekememiştim. Gitmek istemiyordum ama bir o kadar da buna ihtiyacım olduğunu biliyordum.

"İyi misin sen?" Yankı'nın bakışlarını yüzümde hissedebiliyordum. Katran siyahlarını yüzümün sınırlarında gezdiriyor ve bana bulaştırıyordu. Yutkunmaya çalıştım ama hissettiğim rahatsızlık yoğundu, sanki bir bedene bürünmüş ve boğazımı sert parmaklarıyla kavramıştı.

"İyiyim." Sesim tam tersini söylüyordu.

"Korkuyor musun yoksa?"

İncelediğim yıpranmış kaldırım taşlarına bakmayı kestim ve gözlerimi ona çevirdim. Anlamamıştım, neyden korkuyor olabilirdim? "Ne?"

Katran siyahları parıldadı. "Falcıdan korkuyor musun?"

Yutkundum. Korkuyor muydum? Bu soruyu kendime bir kez daha sordum. Tam olarak şu anki rahatsızlığımın nedeni içerideki kadın mıydı? Hayır. Benim korktuğum şey ne o kadındı, ne de onun sıfatıydı. Söyleyeceği şeylerden deli gibi korkuyordum. Her ne kadar ona inanmak istemeyen, onun bir yalancı olduğunu haykıran bir tarafım olsa da içten içe bana olanlar hakkında bir şeyler bildiğini biliyordum. Son gelişimde bunu açıkça belli etmişti. Duru ona güveniyordu. Duru ona güvenmem için bana güven veriyordu.

"Hayır." Dedim katranlarından gözlerimi kaçırırken. Gözlerimin ardından dökülen izinsiz kelimeleri görebilir miydi?

"Yüzün kireç gibi." Emniyet kemerimi çözdüm. Ona bakmamak için ayrı bir çaba sarf ediyordum. Ona bakmak isteyen yanıma direniyordum.

Dediği şeye karşılık sessiz kalırken dönüp gülümsemeye çalıştım. Dudaklarımın yaptığı bu beceriksiz hareket tamamen zorunluluktandı. "Teşekkür ederiz." Dedim hiçbir şey olmamış gibi. Yüzümün rengi umurumda bile değildi. Başıma musallat olan bu şeyi bir an önce öğrenmek istiyordum. "Bizi bıraktığın için."

Kapıyı açıp dışarı çıkarken Duru biraz uzakta sessizce beni bekliyordu. Bakışları üzerimizdeydi ve yüzündeki her bir boşluk ciddiyete bulanmıştı. Onu görmezden gelmeye çalıştım ve başımı biraz daha eğerek Yankı'ya son kez baktım. "Yarın ödev için haberleşiriz."

Yüzündeki ifade anbean değişti, afalladığını gördüm. Kibardım ve ona karşı ilk defa bu kadar sakindim. Ona laf atmamıştım, attığı lafa cevap vermemiştim. Sadece görmezden gelmiştim ve bu onu şaşırtmıştı. Aslında beni de şaşırtmıştı. Sakinliğimi korumamı söyleyen tarafa gözüm kapalı itaat ediyordum, beni yönetmesine izin veriyordum.

Sakin davranmıştım, en azından dışarıdan öyle görünmüştüm. İçimde, geçen her saniye kopan kıyametleri bilmesine gerek yoktu. Bunu ona belli edemezdim. Bunu bazen kendime bile belli etmek istemiyordum. Zihnimde yıkılan, kırılıp dökülen, ateşe verilen her bir zerremi görmezden gelmek istiyordum.

Yankı hiçbir şey demedi. Yüzümde gezdirdiği gözlerini de çekmemişti. Sessizliğini diline mühürlerken arabanın kapısını yavaşça kapatıp arkamı döndüm ve Duru'nun yanına adımlamaya başladım.

Bacaklarımdaki titremeyi fark etmiştim ama umursamadım. Göğüs boşluğumu tekmeleyen işe yaramaz kalbimin boğazıma kadar tırmandığını hissediyordum. Bedenimden çıkmak istiyor gibiydi. Neredeyse ağzımdan çıkacak, botlarımın dibine düşecek ve ayaklarımın altında ezilecekti. Onu da umursamadım.

Umursadığım tek şey biraz sonra yüzleşecek olduğum kadındı.

Derin bir nefes almaya çalıştığım sırada iç sesim itiraz etti. Düşüncelerimin önüne geçti ve ellerini beline koyup kafasını usulca iki yana salladı. Bana katılmıyordu.

Yüzleşecek olduğum tek şey o kadın değildi.

Botlarımın karı ezerek attığı her adım, korkudan titreyen benliğime acımasızca vurulacak keskin gerçeklere daha da yakınlaşmama neden oluyordu.

Olaylar ilerledikçe bölümleri daha fazla uzatmayı düşünüyorum, bu yüzden şimdilik kasmıyorum...

Ailemizin büyümesini istiyorum ve bana yardımcı olacağınızı biliyorum.
Bunun için ekrana bir kere tıklayarak sol alt köşede olan yıldıza basabilir ve pamuk ellerinizle benim için yorum yapabilirsiniz. Aynı zamanda beni takip ederek panomda yayınladığım duyurulardan haberdar olabilirsiniz.

Sizi seviyor ve kocaman öpüyorum.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Continue Reading

You'll Also Like

104K 5.9K 31
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
31.4K 2.1K 19
Ne yani ben 1986 yılında gôtünü veren bir ibnemiydim hemde ülkücü bir adama.. Eşcinsel bir kurgudur
4.1M 251K 75
Mühür taşı gerçek mührüne kavuştuğunda kıyamet kopmalıdır. Her kıyametin sonunda, yitirilen hayatlar olur. Bu şeref hangimize ait? •Parmağımı...
5.8K 699 15
Sesini duyar duymaz kolumdaki yılanın varlığı kayboldu. Ona baktığımda sinirlendiğini gördüm. Tek kaşım havaya kalktı. "Tam olarak neye sinirlendiniz...