Savaş Komutanı Kall'ın içeriye girmesi ve aldığımız standart savaş teknikleri eğitiminin ardından beni yanına çağırması yaklaşık aynı zamana denk geliyor. Bütün arkadaşlarım çalışma alanını terk ederken, korku ve merak dolu gözlerle, iri ve sert bakışlı adamın yanına doğru ilerliyorum. Askeri akademi sınırları içinde böyle bir duruma neredeyse hiç alışık değiliz. Yüksek rütbeli subaylar, normal şartlar altında bizim gibi öğrencilerle ilişki kurmazlar. Onları yakından görmemiz bile çok olası değilken onlardan birinin gelip beni yanına çağırması, her zaman korumaya çalıştığım soğukkanlılığımı tekrar bir araya getiremeyeceğim kadar küçük parçalara bölüyor.
Ayaklarımın beni geri geri götürdüğünü düşünmeme rağmen, kendimi onun yanında bulmam çok zaman almıyor. Boşalmasını engelleyemediğim soğuk terler yüzümün her köşesini kaplamışken, kekeleyerek "E-e-em, emredin," diyorum. Savaş Komutanı Kall konuşmasına başlamadan önce, düştüğüm komik durumdan kurtulmak için bedenimi daha dikleştirmeye çalışsam da, bu çabamın ne kadar cılız göründüğünün farkındayım.
"Aday Tenn! Çok önemli bir görev için seçmelere dahil olacaksın. Yarın sabah sekizde Savaş Merkezi'ne gel!" Komutan Kall, sözlerini kararlılıkla gözlerimin içine bakarak tamamlıyor ve çevik bir hareketle arkasını dönüp salonun kapısında kayboluyor. Çok önemli görev? On sekiz yaşındaki bir çaylak?
Soyunma odasında duş alıp hem yoğun çalışmamızdan, hem de yaşadığım stresten kaynaklanan toksini vücudumdan uzaklaştırıyorum. Yarına kadar ne düşünürsem düşüneyim, bu garip durumun arkasındaki gerçeği çözemeyeceğime eminim. Bu nedenle, bize öğretildiği gibi derin nefesler alıp zihnimi dinginleştirmeye çalışıyorum. Konsantrasyonum arttıkça, diğer kabinlerde duş alan arkadaşlarımdan ve bitişikteki soyunma odasından gelen sesler yavaş yavaş kayboluyor. Yine de aklımda tekrar tekrar dönen komutanın sözleri, yaptığım şeyin nafile bir çaba olduğunu sanki bana göstermeye çalışıyor. Ne zaman ustalarım kadar güçlü olacağım? Bunun için daha ne kadar uğraşmam gerekecek?
Nexa'nın geçmişindeki büyük savaştan kalan nadir binalardan biri olan Savaş Akademisi'nden arkadaşlarımla birlikte ayrılıyorum. Devasa yapının merdivenlerini inerken gözüm her gün olduğu gibi Minla'ya takılıyor. Kızın kısa siyah saçlarının bir kısmı yüzünün yarısını kaparken, açıkta kalan gözünün yavaşça bana kaydığını fark ettiğimde, ani bir hareketle gözlerimi kaçırıp yanımda duran en samimi arkadaşım Peneks'in anlattıklarını dinliyormuş gibi yapıyorum. Çok acınası bir durum...
Saha sağlıkçısı olarak eğitim aldığı için bir süredir bazı derslerimiz ortak olsa da, daha onunla "Selam," "Nasılsın?" gibi gündelik iletişimin ötesine geçememiş olmam, kendime tam bir korkak olarak bakmama neden oluyor. Tamam, belki hiçbir zaman kızlar konusunda çok başarılı olamadım ama bunun bilincinde olmam, Minla'ya karşı zaten neredeyse yerlerde sürünen cesaretimi tamamen kaybettiğim gerçeğini değiştirmiyor.
Bizi duraklara taşıyacak kısa mesafeli ışınlanma cihazlarına ulaştığımızda Minla ile yollarımız yine ayrılıyor. Zaten ne zaman birleşti ki? Peneks ile birlikte ışınlanma odasının önünde sıramızı beklerken, Minla ise onu kendi yaşadığı yere götürecek olanlara doğru ilerleyip kısa bir süre sonra gözden kayboluyor. Sıra bize geliyor ve arkadaşımla beraber yaklaşık yüz metre yukarıdaki durağa ışınlanıp bizim için uygun hava taşıyıcısını beklemeye başlıyoruz.
Peneks kaçamak gözlerle bana bakıyor ve hemen ardından gelen kıkırdamaya engel olamıyor. "Gene ne var seni serseri!" Arkadaşım verdiğim aşırı tepkiye cevabı yapıştırmakta gecikmiyor "Etrafına bak! O zaman anlarsın." Bulunduğumuz duraktaki kalabalık içinden birbiriyle şakalaşan, öpüşen, birbirlerine baktıklarında gözleri gülen ve topluluktaki büyük çoğunluğu oluşturan çiftleri fark etmem çok uzun sürmüyor. Ne yani? Peneks bana bakıp hep yalnız olmaya mahkum olduğumu düşündüğü için mi kıkırdadı? Çok alçakça... Bunu ona ödeteceğim.
Aracımız havada ilerlerken, pencereden gördüğüm yaşadığımız şehrin manzarası yine içimi huzurla dolduruyor. Tam beni mutsuz eden şeyleri unuttuğum için sevinecekken birden onların en önemlisini hatırlıyorum. Yoğun hava trafiğinde, her biri ayrı bir yere varmak için yola çıkmış olan binlerce aracı izlerken, Savaş Komutanı Kall'ın bana söyledikleri yeniden aklıma geliyor.
Aracın içindeki sivillerin, üzerimizdeki üniforma nedeniyle her zaman bize yaşattığı, alaycı bakışlar eşliğindeki aşağılanma hissi şu anda gerçekten hiç umurumda değil. Zaten sayıca çok azalmış olan askerden biri olduğum için kendimi onların düşündüğü gibi müzelik değil, aksine çok şanslı hissediyorum.
Yaklaşık bir asır önceki büyük savaş sırasında daha doğmamış olmama rağmen neler yaşandığını, nasıl yok olma eşiğinden dönüldüğünü asla unutmayacağım. Bunun bir daha olmasını engellemek herkesin görevi olmalıyken galaksimizdeki barış, ordunun önemini neredeyse yok edecek kadar azalttı. Yaşananlardan sonra bütün gezegenler tek bayrak altında birleşip, yapılan barış anlaşmaları gereğince ordularını minimuma çekseler de, ben bunun çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Büyük savaşta hayatını kaybetmiş bir kahramanın torunu olduğum için değil, sadece doğru olduğunu düşündüğüm için ordudayım. Belki hayatım boyunca, keşif görevleri haricinde bana hiç ihtiyaç duyulmayacak. Belki onları korumaya yemin ettiğim insanların acıyan bakışları hep üzerimde olacak. Belki de içinde bulunduğum ordu dışında hiçbir yerde saygı göremeyeceğim. Yine de hayatımın sonuna kadar karşıma çıkacak olan bütün sorunları, verdiğim karardan asla pişman olmadan, başım dik karşılayacağım.
Eve ulaştığımda sadık hizmet robotumuz Meli227 -ki biz ona kısaca "Meli" diyoruz- her zamanki gibi beni kapıda karşılıyor. Ondan annem ve babamın simülasyon odasında arkadaşlarıyla görüştüğünü öğrendiğimde, onları rahatsız etmemek için doğrudan odama gidiyorum. Üzerimdeki üniformayı çıkarmaya bile enerjim olmadığını hissetmemle kendimi yatağa atmam bir oluyor. Odamın tavanını kaplayan galaksi haritasında amaçsızca gözlerimi gezdirmeye başlıyorum. Gün içinde yaşadıklarım birer birer aklımdan geçerken farkında olmadan uykuya dalıyorum. Annem yemeğin hazır olduğunu haber vermek için kapımı çalana kadar bir süre kestiriyorum.
Meli bize servis yaparken, annem ve babam günümün nasıl geçtiği ile ilgili sorular soruyorlar. Bir süre, onlara Savaş Komutanı Kall ile aramda geçenlerden bahsedip bahsetmeme konusunda kararsız kalsam da, en azından detayları öğrenene kadar bu konu hakkında konuşmama kararı almakta çok gecikmiyorum.
Akademideki birçok arkadaşımın yaşadığı tecrübenin aksine, ailem orduya katılmam konusunda bana hep destek oldu. Yine de bazen, onlar için yeterli olamadığım konusunda şüpheye kapılıyorum. Her ne kadar dile getirmeseler de, eminim benim yeni teknolojiler keşfeden bir bilim adamı, bir mühendis ya da başarılı bir tüccar olmamı tercih ederlerdi. Annemin standart bir garson ve babamın ortalama maaşlı bir satış elemanı olduğunu düşündüğümde, onlara hayatlarının geri kalanında daha güzel bir gelecek sağlayamayacağım için çok üzülüyorum. Hatta bazen bu düşünceler beni öylesine ele geçiriyor ki, acaba akademiyi bırakıp başka tercihlere mi yönelsem diye düşünüyorum. Orduda olmaktan gurur duyuyor olsam da, ailemi her gördüğümde, geleceğim için yaptıkları fedakarlıkları düşünmekten kendimi alamıyorum.
Nexa'daki birçok evde standart olan bir simülasyon odası ve eski model hizmet robotumuz Meli'den başka değerli pek bir şeyimiz olduğu söylenemez. Ailemin ekonomik durumu iyi olsaydı; en azından kendimi daha az suçlu hissederdim. Aklımdan geçen düşünceler dahil diğer günlerden çok da farklı olmayan akşam yemeğinin ardından odama gidip biraz müzik dinliyorum ve yarın yüzleşeceğim bilinmezliği tüm enerjimle karşılamak için günü olabildiğince erken sonlandırıyorum.
Sabah yedi kırk ve en yakın arkadaşıma bile anlatmadığım seçmeler için Savaş Merkezi'ndeyim. Orduya ait alanda bulunan, ancak akademinin dışında kalan, çok büyük olmasa da bölgedeki en görkemli yapı olan Savaş Merkezi bugün, önünde bekleyen ve anladığım kadarıyla benimle aynı nedenle burada olan yirmiye yakın gence ev sahipliği yapıyor. Bazıları aralarında sohbet etmeye başlamış olsa bile genel çoğunluk, benim gibi bizi bir an önce içeri almalarını bekliyor.
Savaş Komutanı Kall'ın, binanın girişindeki heybetli 'Gardiyan' heykellerinin arasında belirişini gördüğümde, zaten derli toplu olan üniformamı yeniden toparlama ihtiyacı hissediyorum. İri adam kapıya doğru ilerliyor ve orada nöbet tutan askerlere bir şeyler söyledikten sonra yeniden gözden kayboluyor. Beklentilerimizin şaşkınlığa karışmasının üzerinden çok geçmeden, iki asker eşliğinde içeriye alınıyoruz ve önümüzdeki uzun koridorun sonuna doğru ilerliyoruz.
Buraya daha önce hiç gelmediğim için, kısa yolculuğumuz sırasında gördüğüm şeylerin her biri, içimde tanımlayamadığım bir heyecan uyandırıyor. Yürüdüğümüz koridorun her boşluğunu dolduran, büyük savaştan kalma irili ufaklı resimler, Nexa'nın ordu tarihindeki önemli isimlerin madalyaları ile birlikte portreleri, bazılarının heykelleri, "Eğer çaresiz değilseniz, savaş katliamdır," gibi metal plakalara kazınmış özlü sözler adeta bizi karşılıyor.
Yolun sonundaki salona ulaştığımızda, kapının önünde duran heykel beni hazırlıksız yakalıyor ve içimdeki duygular kontrolüm dışında yüzeye çıkıyor. Taşların mükemmel bir işçilikle oyularak meydana getirdiği büyükbabam, yüzündeki kararlı ifadeyle sanki korkacak bir şey olmadığını söyler gibi gözlerini dikmiş bana bakıyor. Hızla içeri girdiğimiz için heykelin altındaki uzun yazının başlığında yazan "Nexa'nın Koruyucusu" nu zar zor okuyabiliyorum.
Yuvarlak salondaki koltuklara oturduğumuzda, geriye kalan boşluklardan burasının bizim için çok büyük olduğunu fark ediyorum. Aşağıya doğru eğimli olan salonun ortasındaki sahne bölümünde bulunan Savaş Komutanı Kall, bizleri "Hoş geldiniz," dercesine hafifçe selamlıyor. Yaşlı adam lafı ağzında eveleyip gevelemeden doğruca konuya giriyor. İşte dünden beri sabırsızlıkla beklediğin an... Aç kulaklarını...