Rüzgârınla Kal

By JayAckles

26.4K 973 383

Güneş batıyordu. Deniz çekiyordu içerisine büyük ışıltıyı, alizarin rengini alıyordu gök. O rengin içerisinde... More

Bölüm 1: Güneş Vedada
Bölüm 2: Yağar Yağmurla Zaman
Bölüm 3: Birikmiş Yapraklar
Bölüm 4: Yedinci Bank
Bölüm 6: Anahtar
Bölüm 7: Sokak
Bölüm 8: Masal
Bölüm 9: Vakit
Bölüm 10: Varmak
Bölüm 11: Yolcu Nehirler
Bölüm 12: Uzak Yakın Rüya
Bölüm 13: Günebakan
Bölüm 14: Karşı Kaldırımdaki Gerçek

Bölüm 5: Esinti

1.3K 63 16
By JayAckles


Dünya düzdür, dümdüzdür. Haddinden fazla ilerleyen herkes görecektir, aşağısı karanlık bir uçurumdur. Kimisi ayaklarına bağladığı yıldızlarla atlar kıyıdan ve ölüsü karşılık bulmayacak umutla birlikte çürür; kimisi tutmaya çalıştığı eller tarafından itilir, kemikleri kanlı bir hüsranla parçalanmış olur dipsiz karanlıkta. Kimisi vardır ki uçuruma bir adım kala yavaşlayıp dizlerinin üzerine çöker ve başını temkinlice uzatır aşağı, koklar dünyanın tüm kirini ve pasını. Dünya düzdür, dümdüzdür ve bundandır, dünyası hiç tersine dönmemiş kimseler halının altı tertemizmiş gibi tasasız durur, oysa tüm pislikler halının altında kurumuştur.

Cahit dükkâna vardığında tüm kuruntularından kurtulmuş vaziyetteydi. Tekerlekler tam durmadan sürttü ayağını yere, alelacele inip bisikletini park etti. Bisikletin sağ koluna asmış olduğu şeffaf poşeti alırken iki arabanın sokakta ağırca gidişini görünce "Beni mi beklediniz be." diye serzenişte bulundu. Sokak boşaldığında koşar adımlarla karşıya geçti. Cebindeki anahtarları çıkarıp kepengi kaldırdığında orada patlayan sesin Ömer'i dışarı çıkaracağını ve ondan bir ton laf yiyeceğini biliyordu. Düşman mı vuruyorsun, az yavaş, dedi dişlerinin arasından kendi kendine.

Tahmin ettiği gibi oldu, sesle birlikte dışarı fırladı. "Oo," dedi kollarını iki yana açarak. "Cahit Efendi, biraz erken olmadı mı?"

"Uyanamadım abi, bir görseydin, yatak bırakmadı bir türlü."

"Sen onu benim külahıma anlat. Ulan, hastalıktan ölsen bile şuraya erkenden gelirdin. Yatak bırakmamışmış!" Elindeki tezgâh bezini masaya atıp iskemleye oturdu. "Ne o, pazartesi sendromu dedikleri şeyden falan mı yoksa?" Cahit'te başka bir cevap olduğunun farkındaydı.

Dükkânın kapısını açmak için Ömer'e arkasını dönmek zorunda kaldıysa da içeri girmeden geri adım atıp karşısına oturdu. "Hem de ne sendrom. Bakma, hiç gelmeyecektim ama seni özledim, dayanamadım." Gülüştüler. "Poğaça aldım, seninkilerden de var."

"Hah, bana bunlarla gel oğlum! Dur, çayı getireyim." Hevesle kalktı.

Şu adamın günün her saatinde sıcak çayı oluşuna bayılıyordu. O gelene kadar poğaçaları kese kâğıdından çıkarıp masaya serdi. Ömer geldiğinde üzerine konan iki çay fincanıyla birlikte tamam olmuştu ufak masa.

Sessizleşmişlerdi, sokaktan geçenlerin silik gürültüsü duyuluyordu yalnızca. Sonrasında gelecek büyük büyük cümleleri ortalığa takdim eden bir sessizlikti bu. An doğmuş ve düşünceler, zihinlerinden dudaklarına süzülüp oradan çıkamadan kafataslarının içinde susmuştu, sustukları yerde can çekişiyorlardı. Nihayet, zonklayan şakaklar kırmızı halıları serdi; ıssızca doğan an Ömer'in kendinden yargılı düşüncesini doğurdu: "Geçen günden beri neden böyle tuhafsın Cahit Efendi?"

Cahit tam da poğaça parçasını ağzına götürürken gelen soru karşısında boşluğa kilitlendi. Açık ağzını bir güzel kapatıp poğaçayı masaya bıraktı. Ellerini birbirine vurarak kırıntılardan kurtuldu, sonra işaret parmağının üstüyle dudağının kıyısındakileri düşürdü. "Abi," dedi durgunca. Yutkundu. "Neden öyle düşündün?"

"Söylemek istemezsen zorlayacak değilim. Ama bir hâller var işte. Elimden bir şey gelir mi, söyle bakayım."

Donuklaşan yüzü o vakit gevşedi. Gözlerini boşluktan Ömer'in gözlerine çevirdi ve ılık bir gülümseme yayıldı dudaklarına. "Bir kadın."

Tutamadığı kahkahası ağzından uçtu Ömer'in. "Yahu, tahmin ediyordum da bu kadar vurulmuş olacağını düşünmezdim. Şu surata bak! Kimmiş bu kadın, ne ara oldu olanlar?"

İçerideki radyoda çalan şarkının sesi utangaç bir kısıklıkta da olsa buraya kadar duyuluyordu. "Hiçbir şey olmadı ki. Tanımıyorum bile, o da beni tanımıyor ama böyle, nasıl desem, kafamın tam ortasına sindi duman gibi, çıkmıyor." Kıvama geliyordu, Ömer'in istediği kıvama tertemizce geliyordu. Devam etti. "Birkaç gün oldu göreli." Bunu söyledikten sonra karşısında büyüyen gözlere alındı. "Bakma öyle, böyle birkaç günde aşk olmaz, deme. Aşk mı bilmem zaten. Ne bu, bilmiyorum. Aklımdan gitmiyor."

"Bir şey demedim, tamam." Başını iki yana salladı. "Sen kapılıp gitmişsin, adını aşk koymasak da olur."

Aynı anda nefeslenip çaylarından içtiler. Başı öne eğik, bir kez daha araladı dudaklarını Cahit Ekrem. "Bugün gelecek saatini almaya, geçen hafta bırakmıştı."

"E senin derdin ne, niye yüzün düşük söylüyorsun bunu?"

"Derdim mi ne? Saatini alıp gidecek işte. Bir daha da gelmez."

Şaşırmıştı. "Sen madem hoşlandın bu kadından, her şeyi göze alıp söyleyeceksin. Çekmeli araba mı bu, boş boş gelip gitsin? Söylersin, o da isterse olur bir şeyler; yok istemezse de kendi yoluna bakarsın Cahit."

Haklı buldu Ömer'i, kaldı ki kendi fikri de en derininde buydu; içi öyle karmaşık hâle gelmişti ki çocukça düşünüp hareket ettiğinin farkına varamamıştı. Kararlı bir his beynine zıpladı. "Tamam," dedi, "Gelsin, düzgünce anlatacağım derdimi o zaman."

Belki pazartesinin yoğunluğu yüzünden gün boyunca müşterileri artmamış, yerlerinden ayrılmayarak konuları evirip çevirecek çok vakitleri olmuştu. Ama yazık ki hava kararmaya başlamıştı ve akşam saatlerine girmiş olmalarına rağmen kadın ortalıkta yoktu. Cahit gözünü sokağın bir sağdaki başına, bir soldaki başına sabitliyor, umudunu ayakta tutmaya çalışarak huzursuzluğa bir an olsun fırsat vermiyordu.

Elbet gelecek, diye düşündü. Yine de huzursuzluk, bir fırsat yakalayıp kıvrım kıvrım akmaya başladı ruhuna.

Gece çöktü, gelmesi artık tamamen hayale dönüşmüştü. Gelmedi de.

Ömer Cahit'e eve gitmesi için ısrar etse de işe yaramayan ısrarını alıp, toparlanıp gitmek zorunda kalmıştı. Ne yapsın, Cahit inatçı adamdı. Cahit, inatçı adam, avucunda saatle, lambalarından başka rengi olmayan sokakta kalmıştı bir başına.

Yok yere büyüttüğünü hissetti. Evet, her şeyi yok yere büyütmüştü. Şimdi kadına gelmediği için kızsa da buna ne hakkı vardı? Kimdi o? Kokusuna, sesine, rüzgârına hayran kaldığı yabancı bir kadın mı, hayallerinde kalan boşluğu tamamlamak için bulduğu bir kurban mı? Ne münasebet! Kurban olur mu hiç... Hani kendi de gelmeyecekti bugün? Böyle olurdu işte. Kadın hissetmiş miydi neydi? Vazgeçti kızmaktan, yumuşadı gönlü. Saat burada kalacak değildi, hem kalmasına da razıydı diğer taraftan.

Şaşkın, içeride beklemek yerine dışarıda beklediği için dudakları moraracaktı neredeyse. Daha fazla titreyip üşütmemek için kalkıp gitti evine. Gider gitmez sütünü kaynatıp içti ve düşüncelerde boğulmaktan kaçarak çabucak uyudu.

Kadın da uyuyordu, Cahit uykuya dalmadan yarım saat önce başlamıştı uykusu...

Gecelere bencilce bakılır, bir şehre gece çökmüşse o an dünyanın her yanında gece olduğuna inanılır. Bundandır, dünyası hiç kararmamış kimseler her yer daima aydınlık sanır, oysa en koyu karanlıkları en parlak sabahlarda bile yaşayanlar vardır; nitekim aydınlığın varlığı yüceltendir karanlığı. Onca insanın yükünü geceler nasıl taşır, bilinmez. Onca insan kendi yükünü nasıl taşır, bu daha başka muammadır. Ölülerle dirilerin aynı kabuğa girdiği şu yegâne vakit, ne büyük sorumluluk alır...

Sabaha doğru, uykuların zifirî siyaha büründüğü vakitte gözleri açıldı Cahit'in. Bir rüya, koca bir yarık açmıştı uykusuna. Kıpırdamadı, uyandığında hangi vaziyetteyse öylece kaldı. Rüyayı gördüğü için mi rüyası bittiği için mi huzursuz olduğunu anlayamadan bir güçsüzlük sızdı vücuduna. Kendisini yeni terk etmiş görüntüleri anımsamaya çalıştı: Yemyeşil bir ovadaydı, beyaz bir atı şefkatle seviyordu orada, dudaklarını uzatıp gövdesinden öpeceği sırada at beyaz elbiseli bir kadına dönüşüvermişti ve kadın koşarak uzaklaşmış, gözden kaybolmuştu. Sonrasını bulamadı zihninde... Kadının yüzünü görmemişti -ya da hatırlamıyordu- ama hissediyordu ki oydu. O olmalıydı. Bilinçaltı müthiş bir oyun oynuyor olsa gerekti, kadının gelmeyişinin etkisi demek böyle vuku bulmuştu Cahit'te.

Üşüdü, üzerindekini çenesine kadar çekip soluna döndü. Tuhaftı ki yalnızlık hissi çökmüştü üzerine; hayır, yorgan sebep değildi buna. Uzun zamandır sevgiyle sarılmayan elleri tutulmuş fakat yolun en pürüzlü yerinde yine yalnız kalmışlardı âdeta, kapkaranlık bu odada yalnız başınaydı. Rüyalara sığınmak istedi yeniden, odanın karanlığına gözlerinin içindeki karanlığı yeğlerdi. Göz kapaklarını indirdi, beyaz elbisenin sahibinin yüzünü gözlerinin karanlığına yansıtmaya çalıştı.

Dönüp duruyor, uyuyamıyordu. Kilidi bir kez açılmıştı uykusunun, şimdi ne yapsa uyuyamazdı. Çıktı yataktan, şaşıyordu verdiği karara ama yapmazsa içi rahat etmeyecekti. Deliriyor muydu ki? Yok, bu delilik olamazdı; deli sayılmak için toz yığınının hepsini yutması gerekirdi, şimdilik sadece serçe parmağını ıslatıp batırmıştı yığına ve sürmüştü diline.

Nihayet hazırlanıp evden çıktı, yola koyuldu. Bisiklete ilişmedi, yürümek, her adımının kıymetini özümseye özümseye yürümek istedi. Hava serin ama mis gibiydi, aydınlanmaya başlasa da bedenine hâlâ zerre zerre lacivert ilikli gök her adımına eşlik ediyordu Cahit'in. Bir ara duraksayıp başını göğe kaldırdı. Ne muazzamdı, anı dolu bir ev yapayalnız hissettirirken tek başına gökyüzü tüm yalnızlığını alıyordu. Herkese ortak olduklarından mı bu kadar kalabalıktı yıldızlar, sürüsüyle bakışı ağırladığı için mi yapayalnızlığı siliyordu Ay? Şu renk, ruhu içinden kopup vücut bulsaydı kesinlikle şu renk bir cep saati taşırdı.

Şehrin merkezine ulaşmıştı. Ortalıkta camiye giden insanlar dışında pek kimse yoktu. Belki şu siyah yelekli olan, işi için kalkmıştı. Ara sıra aklından geçiyordu: Bir anda bağırsa olduğu yerde, ne yapardı insanlar? Mesela tam şu an bağırsa, şöyle dolu dolu ama. Güldü.

Saati erkenden almaya gelir miydi kadın? "Bu saatten sonra hiç gelmese de olur." dercesine iç geçirdi. Dercesine. İçinin asıl dediği, "Bu saatten sonra hep gelse ne olur?"du. Kimi kandırıyorsun Cahit Efendi? İçi içini duydu sanki... "Ah benim rüzgârım," diye fısıldadı. "Kendim ettim, kendim bulacağım."

Dükkâna girerken hava tamamen aydınlanmış, sokak iyiden iyiye şenlenmişti. Okula giden çocuklar sırtlarında çantalarla, bazı liseliler gevşek kravatlarıyla, işe gidenler yüzlerindeki uyanamamışlıklarıyla, bazı aylaklar oraya buraya bakmakla geçiyordu sokaktan. Burada böylece oturup dışarıyı gözlemekle insanlar tek bir açık kapıdan ibaret oluyordu Cahit için. Dükkânın ardına kadar açık kapısı, tüm geçenleri aynı kalıba, en güzel kalıba sokuyordu; zengin de olsa fakir de olsa, öğretmen de olsa işsiz de olsa, kadın da olsa erkek de olsa kapının hizasından gördüklerinin hepsi insandı.

Bir kafa uzandı içeriye. Bu da insandı, hem de en sevdiklerinden. Şaşkın bakışlarla içeri girdi. "Canımın içi Cahit'im, günün apaydın olsun," Giderek yaklaştı Cahit'in olduğu yere. "Da, senin saatin gelmedi henüz, hayırdır?"

Uyanalı bir saatten fazla zaman geçse de uyku mahmurluğu gülümseyişinden gitmemişti. Burukluk gibi de duruyordu aslında ifadesi... Bu saate kadar kendinden başkasıyla konuşmadığı için sesi kırıklı çıkmıştı. "Erken uyandım, geleyim dedim. Günaydın abi."

Durdu biraz, baktı gönlü kırığın yüzüne, elini omzuna koyup birkaç kez sıktı. "Geldi mi seninki, çok bekletti mi seni?"

Başını iki yana sallayarak yanıtladı soruyu. Zaten anlamıştı Ömer.

"Konuşmayayım diyorum ama seni ayağımın altına almaktan da kaçınmam." Kaşları ciddiyetle çatıldı koca adamın. "Senin yaptığın, doğmamış çocuğa don biçmek. Sonra da sızlanıyorsun. Yapma oğlum, yapma böyle. Bak, dün bir, bugün iki. Ya hiç gelmezse?"

Masaya yakın tuttuğu kafasını kaldırdı, omuzları dikleşti. "Her şeyin farkındayım ben. Bana bakma, kalbim boşluktaydı, bir meşgale bulunca da ona yöneldi. Geçer bir iki güne."

"Şimdi meşgale oldu yani?" Kırgınlığı yüzünden bu sözcüğü kullandığını biliyordu.

"Evet, meşgale." Gözlerini kaçırdı. "Hiç gelmeyebilir, doğru söylüyorsun ama sen yine de o ihtimalden bahsetme."

"Eh be Cahit'im." deyip nefeslendi. Ardından konuyu değiştirmek istercesine "Erken uyanmana sebep olan da bu düşünceler miydi?" diye sordu.

Rüyaları anlatmanın pek iyi olmadığını bilse de aldırmazlık girdi kanına. "Asıl sebep rüyamdı. Rüyamdan uyanıp kalktım, öyle geldim."

"Ne gördün?"

"Dışarıdaki masaya geçelim mi abi?"

Gittiler yine yerlerine. Hazır aynı düzen kurulmuşken çayı da önlerine koymayı ihmal etmediler ve bir güzel anlattı Cahit. Çok kapsamlı bir rüya değildi ama hatırladığı hiçbir ayrıntıyı atlamamaya özen gösterdi.

Masaya dayadığı dirseğini kıpırdattı Ömer, çenesindeki eli sakallarıyla oynuyordu. "Beyaz, yeşil görmek her daim iyidir. At görmek de iyidir diye bilirim."

Bir süre rüyaların anlamları hakkında konuştular.

"Ne diyeceğim sana." Sır veriyormuşçasına eğildi ve sesini kıstı. "Rüyaları yorumlayan bir zat var tanıdığım. Ona gitsen ya? Kafanı dağıtırsın hem, söyleyeceği şeyler içine su serper belki."

Bu öneriyi duyduktan sonra düşündü durdu. Biraz ürpermemiş değildi ama ne kaybederdi ki?

Adresi aldı Ömer'den. Müşteriler seyreldiğinde kabanını giyip çıktı. Adamın neler söyleyeceğini merak ediyordu doğrusu ve dışarıda fena bir fırtına vardı. Dükkândayken, tüm sıkıntısına rağmen uğultu sesi bile huzura ermesini sağlarken rüzgâr haşarı bir çocuk gibi yanağını, saçlarını yaladıkça daha da besleniyordu huzuru.

Rüzgâr, keşfedemediği anıları getiriyordu ona. Öyle garipti ki... Yaşayıp yaşamadığından dahi emin olmadığı türlü anlar, hafif bir esintiyle de olsa aklına geliveriyordu. Fakat görüntüden çok hislerinde bir canlanma olurdu; anılar, yalnızca duygulardan oluşuyormuşçasına. Anılar ve duygular; anıları var eden, duygular değil miydi bir bakıma?

Adamın evinin bulunduğu sokağa geldi. Tedirgindi. Hızlıca halletmek istiyordu bu işi. Çekiniyor muydu neydi? Evi buldu, dış kapısına doğru ilerlemeye başladı.

O esnada bir mucize dünyaya geldi orada. Gördüğü kişi karşısında irkildi, yaşamında kırk yılı doldurmamış olsa da kırk yıllık dostuyla karşılaşmış gibi içi ısındı, sıcacık oldu. Kadın, adamın evinin şu çaprazındaki evden çıkmıştı. Çıkmakla da kalmamış, üzerindekine sarındıktan sonra başını kaldırdığında kahverengi gözlerini Cahit'le denkleştirmişti. Cahit'in yüreğinde manidar bir şarkı duyuldu. Başka hiçbir rüzgâr parçası, böyle yüce bir duyguya ev sahipliği yapamazdı.

Continue Reading

You'll Also Like

DİLVAN By Helin

General Fiction

3.9M 190K 57
Tek davası okumak olan Avin Mirşad. Bin derdin dermanı olan Maran Mirşad. "Mardin şahidim Maran yüreğimin güneşisin. Dışımı aydınlatırken yüreğimi...
2.7M 143K 16
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
163K 11.2K 47
Gerçek Osmanlıyla bir alakası yoktur. iyi okumalar.
488K 25.1K 35
İstenmeyen çocuktu Gece. Ne anne bilirdi ne de baba. Ne de bir kardeş. Kendini bildi bileli tek başına olan bu kız hayatına aniden giren babası ile a...