taç yaprağı

De ancillulaa

56.9K 6.1K 4.4K

"İntihar etmek havalı bir şey değil ki," diye fısıldadım bir süre sonra. "Aptal." © yamen 2018 Mais

1 ❦ mutfak bıçağıyla öldürülen ruhlar
2 ❦ Venüs'e taşınan çocukluk
3 ❦ saksı çiçeğinin altındaki ev anahtarı
4 ❦ yara bandı satmayan eczaneci
5 ❦ balonu patlayan kız çocuğu
6 ❦ eski hatıraların arasındaki yaşlı ruh
7 ❦ tahta kılıcın koruduğu kumdan kalesi
8 ❦ camdan converse giyen aptal prenses
9 ❦ okyanusun derinliklerine gömülmüş gülümsemeler
10 ❦ iyi olmak isteyen cehennem volkanları
11 ❦ kalbe dayanan silahın içindeki çiçekler
12 ❦ renkleri akmış gökkuşağı
13 ❦ ay'a mektup yazan kurt
14 ❦ ayna'yı öldüren yansıma
15 ❦ sessiz limana varan çığlık vapurları
17 ❦ bir cenaze töreni var, kırmızı giyeceğim
18 ❦ terastaki sessiz çiçeklerin melodisi
19 ❦ üşüyen anılar ve kül olmuş duygular
20 ❦ suyu sevmeyen japon balığı
21 ❦ hayali; büyüyünce katil olan kelimeler
22 ❦ havva'ya yasak limon
23 ❦ ölen insanlar hep mutlu anılarımızda!
24 ❦ ay'a çıkan ilk duygular
25 ❦ yalnız kalmak hiç havalı bir şey değil!
26 ❦ Sakura'lar uyumamı söylüyor
27 ❦ ölen kişi için ölmek kolaydır
28 ❦ bir varmış, bir yokmuş
29 ❦ kiraz çiçekleri ne çabuk soluyormuş, hiç var olmamış gibi
30 ❦ az kalsın yaşıyorduk, tanrı korudu
31 ❦ tanrı'sını kaybeden ruh
üzgünüm, satusu

16 ❦ yanan evin içindeki akşam yemeği

1K 125 85
De ancillulaa



#bumkey - when i saw you.




Uyandım.

Açlıktan midem sırtıma yapışmıştı sanırım, çünkü onu hissetmiyordum. Hiç hoş olmayan bir şekilde esneyerek yataktan kalktım. "Günaydın duvarlar, günaydın kapı ve günaydın ölü bir gün." Çağan'dan kıyafet isteyemeden odasına çekilip uyduğu için ben de mecbur okul kıyafetleriyle uyumuştum. Yataktan kalktığım gibi odadan çıktım ve evin içinde parmak uçlarımla yürümeye başladım.

Yorgun bakışlı Çağan Eflah'ı uyandırmak akıl işi değildi. Gün boyu bana o uykusuz bakışlardan atarak ona vicdan yapmamı sağlardı. Bu yüzden de arsızlığıma devam edemezdim. Oysa hayatta kalmak için yüzsüzlüğüme ihtiyacım vardı.

Evin içinde ilerlerken etrafı göz süzgecimden geçirmeyi de tabii ki unutmamıştım: Ev bir yalı yada saray değildi. Sıradandı. Bizim daire gibi merdivenleri olan, oldukça sıradan bir evdi. Çağan Eflah'a ayak uyduramayacak kadar sıradandı hemde.

Yüzüme sinsi bir ifade yerleştirerek büyük buz dolabının tam karşısında durdum. Ellerimi küçük çocuklar gibi birbirine çırptım ve karnımın gurultusunu ses verdim. "Midem sizi evlatlık almak istiyor bebeklerim." diyerek kendi kendime kötü kadın kahkahası atmaya çalıştım ama aç olduğum için bunu uzun süre devam ettirmeden buzdolabının kapısını açtım.

Sonuç: Hayal kırıklığı.

"Boş?" Dudaklarım benden izinsiz şaşkınlık nidalarına gebe kaldı. Buzdolabı tamamen boştu. Yani bildiğimiz bomboş, içinde sinekler uçuşuyordu resmen. Ama Çağan nasıl yemek yiyordu öyleyse? Yeni taşındığı içim alışverişe çıkamamış olabilir miydi? Ağıma takılan sorular çürümeye yüz tuttuğunda buzdolabının kapısını kapattım ve koşarak merdivenleri çıktım.

Çağan Eflah'ın kapısının önünde duraksadığımda ciğerlerime okkalı bir nefes saplandı. Sol elimi havaya kaldırarak kapıya vurdum. Biraz daha beklersem havanın sayesinde yediğim yüreği sindirecektim ve aç karnına onun kalkmasını bekleyecektim. Bu ölüm gibi bir şeydi benim dünyamda.

Kapı tahmin ettiğim gibi açılmadı. Sanırım hâlâ uyuyordu. Tabii o da haklıydı çünkü saat sabahın beşiydi. Boğazımı temizleme gereği duyarak kapıyı tekrardan tıklattım. Cevap gelmedi. Artık sinirlenmeye başlıyordum.

Andaval gibi uyumuştu hayvan.

Hem de evde bir yabancı olmasına rağmen. Bana nasıl güvenerek böyle derin bir uyku uyuyabilmişti? Ya evine onu öldürmek için gelen bir seri katilsem ve onun uyumasını bekleyip mutfaktan aldığım en keskin bıçakla ensesine çökmek için bekliyorsam? O zaman ne yapacaktı acaba?

Elimi tekrardan havaya kaldırarak kapıya sertçe vurmaya yeltenmiştim ki, kapı aniden açıldı ve ben havaya kaldırdığım yumruğumu onun göğüs kafesine vurdum.

Durumu anlamamış gibi kaşlarını çatıp yüzümü incelemeye başladığında, somurttum. "Açım."

Az önce uyandığı için yüzünde yastık izleri vardı. Saçları karmakarışıktı ve gözleri hafif şişmişti. Sanırım böyle, onu geceleri parkta gördüğüm kadar kalpsiz görünmüyordu aksine tatlı görünüyordu. "Sana da günaydın, kız çocuğu." dedi uykulu sesiyle. Sesi çok yumuşak ve dağınık çıkmıştı.

"Ben o faslı zaman kaybetmeyelim diye geçmiştim. Hadi yemek yiyelim."

Beni umursamadan arkasını döndü ve tekrardan yatağına doğru ilerledi. Sessizce onun sırtını izlemeye başladığımda ise yüzüstü kendini yatağa atarak gözlerini kapatmıştı. Ne yani şimdi tekrardan mı uyuyordu? Hemde ben açken?

Gürültülü adımlarımla hiç tereddüt etmeden odasına dalarak yatağına doğru ilerledim. Aniden odasına ilk kez girdiğimi fark ettiğimde bakışlarımı istemsizce etrafta gezdirdim; kahverengi tonlarında mobilyalar vardı küçük yuvarlak delikleri olan koyu bir perde pencereni kapatmıştı. Perdeleri neden delikti ki?

Tuhaf.

"Çağan hadi kalk," Yatağın yanına diz çökerek oturdum ve onun pembe pijamasını parmağımla dürtmeye başladım. "Açlık güç gelince ben o ben olamıyorum," Cevap vermek bir yana gözlerini açmadı bile. Sıkıntılı nefesimi dışarı üfleyip tekrardan onu dürtmeye başladım. "Tamam, hoş bir espri değildi bu. Ama sen böyle yatmaya devam edersen ben daha fazla iğrenç espiriler yapacağım."

Bir şeyler homurdanarak yatakta diğer tarafa dönüp uyumaya devam etti. Uykuya bu kadar takıntılı bir adam ilk defa görüyordum açıkcası. Burada 16 yaşında aç bir kızın hayatı söz konusuydu! Ne dersem diyeyim asla tepki göstermiyordu.

Artık gerçekten sinirlenerek yatağın üzerine çıktım ve aniden zıplamaya başladım. Çağan gözünün birisini açarak yatağı bir kaosa çeviren bana keskin bakışlar attı. Omuz silkip zıplamaya devam ettim. "Beni asla aç bırakamazsın."

"Uykumun içine sıçtın." Homurdanmaya devam ederek beni hafifçe ayağıyla itti ve yataktan yere düştüm.

Acıyan ayağımı tutarak ona bakıyordum ama o benim farkımda bile değildi. Çünkü gözleri kapalıydı! Uyuyordu. Yine.

"Daha başka yerlerine de sıçacağım.." Öfkeyle söylediğim cümlem kafama gelen yastıkla yarıda kesildi. Beyaz yastık tamamen onun gibi kokuyordu. Ona ait olduğu her halinden belliydi zaten.

"Patavatsız." diye söylenerek sonunda yataktan kalktı ve oturur pozisyona gelip bacaklarını yataktan sarkıttı.

"Sen söyleyince oluyor ama?" dedim üste çıkmaya çalışarak. "Neden ben söyleyince kafama yastık yiyorum?"

"Ben senden büyüğüm," diyerek kestirip attı. Uyanmak istermiş gibi kafasını iki yana salladı ve esnedi. "Büyüklerin her şeye hakkı var."

"Sen büyük falan değilsin. Büyük olsaydın iki saattir beni açlıktan buralarda süründürmek yerine kalkıp adam gibi yemek hazırlardın. Büyükmüş, hah! Kıçım!"

Öfke anında söylediğim sözler yüzünden aniden tamamen uykusu dağılarak göz kapaklarını sonuna kadar açıp bana şaşkın şaşkın baktı. İyice çirkefleşmiştim. Beni çok yanlış birisi olarak tanıyacaktı çünkü normalde böyle birisi asla değildim. Sadece açtım. Bir süre sonra gözleri öfkeyle parlamıştı. Ne söylediğimi yeni kavradığımda hızla ayağa fırlayarak koşmaya başladım.

"Özür dilerim!" diye bağırmayı da unutmamıştım arkamdan. Adamı hem zorla uyandırıyor hem de üstüne üstlük arsızca yemek istiyordum sabahın beşinde. Beni kesin evinden kovacaktı.






"Senin yüzünden rezil olacağım ya. Bu kıyafetlerde ne böyle?" Elimle yüzümü sanki ünlü biriymişim gibi saklamaya çalışıyordum. Soğuğun ortasında güneş gözlüğü takmış büyük bir şapkayla yüzümü kapatmaya çalışmıştım. Sanki çok normal giyinmişim gibi Çağan'a tuhaf bakışlar atmaya devam ederken sabahtan beri söylendiğim konuya geri döndüm.

"Eğer birisi gelip bir şeyler sorarsa falan seni tanımıyormuş gibi yapacağım Çağan Eflah!" Şiddetli bir uyarıdan sonra tekrardan üzerindeki kıyafetleri süzdüm. Şaka gibi pembe pijamasıyla dışarı çıkmıştı! Bana inat yapmıştı bunu farkındaydım. Ama çok rahat bir tavrla beni umursamadan uykulu gözlerini ovuşturarak yürüyordu.

"Hayır, anlamıyorum. Sen genç birisi de değilsin ki, bu tür çılgınlıklar yapasın. Yarın bir gün ölüp gideceksin. Bu neyin çılgınlığı?" Çağan aniden bana baktı, sanki bakışlarıyla ağzıma fermuar çekmeye çalışıyordu. Ama ben durur muydum?

"Bir de pembe giymiş dalga geçer gibi! Anlamıyorum, şu halinle sana gram saygım kalmadı cidden." Tam da cümlemi bitirdiğim anda Çağan aniden alnıma bir fiske attı. Acıyla inleyere alnımı ovuşturmaya başladım. Artık susmam gerekiyordu sanırım. Ama yine de kendimi tutamadım.

"Seni ilk tanıdığım zamanlar, ne ağırbaşlı, ne kadar da görüp yaşamış ağır birisi, diyordum senin için, cidden neden böyle şeyler yapıyorsun ki? Birkaç yıl sonra ölüp gideceksin zaten."

"Neden sürekli beni öldürmek istiyorsun? Benim daha yaşayacak uzun yıllarım var."

"Evet uzun yılların var önünde, ahiret sorgusuna çekilirken."

Süpermarketin önüne geldiğimizde ona son kez emin misin? der gibi baktım ama uyku mahmuru suratla bıkkın bir nefes aldı ve beni umursamadan süpermarketten içeri girdi. Oflayarak onun peşine takılmaktan başka şansım kalmamıştı. Bende onun yanına gittim.

Sarmaşıklı adamın.

Tekerlekli alışveriş sepetleri olan tarafa yürüdüğünü fark ettiğimde hızlı adımlarla onun yanına gittim ve konuşmaya başladım. "Sabahtan beri merak ettiğim kocaman bir soru bankası varda aklımda. Senin buzdolabın neden tamamen boştu? Yani sinekleri bile gördüm diyebilirim."

Kahverengi gözlerini bana çevirerek vücudumu süzmeye başladı. Ne yapıyordu bu adam? Anlamadığımı belli eden bir ifadeyle ona keskin bakışlar attığımı fark ettiğinde ciddi bir şekilde bileğimden tutarak ellerimi tekerlekli sepetin kulpuna yerleştirdi. "Yalnız yemekten nefret ettiğim için genellikle dışarıda yerim." diyerek hiç beklemediğim bir haraket yaptı ve beni bütün hücrelerime kadar şaşkınlığın içine gömdü.

Tekerlekli alışveriş sepetinin içine oturdu. Kocaman cüssesiyle, hiç kimseyi umursamadan.

Çağan Eflah, sen tuhaflığın ön sıradan müşterisiydin. Yerini kimse devralmazdı, buna anormallik seviyeleri yetmezdi çünkü.

Damarlarımda çalkalanan şaşkınlık birkaç dakika konuşmamı engelledi. Dilimin ucu bir sözcüğe gebe kalıyordu ama dudaklarımı araladığım an çocuğu ölü doğuyordu. Bu neydi şimdi? Etraftaki insanların bize tuhaf bakışlar attığını fark ettiğimde silkelenerek kendime geldim ve onlara dönerek dil çıkardım.

Tuhaf adamın yağcısı. Güzel kılıf.

"Ama neden böyle şeyler yapıyorsun ki? Kocaman adamsın. Ya okuldan bir tanıdık bu halde bizi görürse? Ne yapacağım ben?" Tekerlekli sepeti tüm gücümle itmeye başladığımda dilim çözülmüş gibi konuştum.

"Sabahın köründe uykumun bölünmesini sevmem Erva," İsmimin dudaklarından ilk dökülüşünü dinledim.

İçimde yağmurlar başlamıştı sanki. Çiçeklerimi suluyor onları büyütüyordu bu yağmur. Aynı zamanda kaburgalarımdaki sarmaşıkları güçlendiriyordu. Bu onun yağmuruydu. İçimdeki ilk yağmurun sahibi oydu.

"O yüzden uykuma kaldığım yerden devam edeceğim."

Islak mı yaşamak?

Onu duymadım. Tekerlekli sepeti reyonların arasında ilerletiyordum ama sessizdim, düşünceliydim. Dünden beri olan her şeyi detaylıca düşünmek istiyorum; Meran'ın söylediklerini, Evren'i arkamda bırakıp koşuşumu, Çağan'ın evine gelmemi ve Alasan'ı, Kristina'nı, Annemleri, Yağızı, herkesi, her şeyi düşünmek istedim.

En son da onu. Ama onu en son onu düşünmek istedim. O hani yemek yerken sevdiğimizi en sona saklıyorduk ya hep, onun gibi ben de onu düşünmeyi en sona saklamak istedim.

Ama neden?

Acaba birisinin yağmurunu severken bir ömür ıslak yaşamayı istemek olur muydu? Ya da ıslak yaşamak olur muydu ki hiç? Kendi gözyaşlarında değilde, sonbahar yağmurunda ıslak yaşamak. Bilemiyordum.

"Et reyonuna gidelim mi?" diye sordum düşüncelerimden sıyrılarak. Kapattığı gözlerini açıp bana ifadesizce baktı.

"Hayır," dedi kısaca. Sonra sepetin içinde doğrularak sakince konuştu. "Çikolata reyonuna gidelim."

"Çikolata mı?" dedim yüzümü buruşturarak.

"Tabii ki." Aniden şaşkınca bana baktı. "Yoksa çikolata sevmiyor musun?" Başımı hayır anlamında iki yana salladım.

"Allah belanı vermiş o zaman." diyerek alayla güldü. "Bir çocuk nasıl çikolata sevmez ki?"

"Çocuk olmadığından olabilir mi?" dediğimde çikolata reyonuna girmiştik.

"Olabilir. Ama sen çocuk olduğun için bu söz konusu bile değil." Ne kadar uçuk bir diyaloğun içinde olsakta bunu ciddiyetle söylemişti.

Ben çocuk değildim Çağan. Sen beni hâlâ anlamıyorsun.

Çağan önüne dönerek fotokopici bakışlarını çikolataların üzerinde gezdirdi. Çikolataları gördüğünde uykusu tamamen dağılmış gibiydi. Uyuz herif. Reyonlara uzanarak avuçlaya bildiği kadar fazla çikolata aldı ve kucağına boşalttı. Bu adam gerçekten de çikolataya bayılıyor olmalıydı. 

"Çağan," diyerek tekrardan sepeti ilerletmeye başladığımda konuştum. Bu kadar dayanmam bile mucizeydi gerçi. "Artık ben oturabilir miyim sepetin içinde? Hep kitaplarda falan okuyordum, çok hoşuma gidiyordu. Sen eşek  kadar adamsın, yürüyebilirsin. Şimdi de ben otursam olmaz mı?"

"Olmaz," diyerek kestirip attı.

Reyonlarda gezdirdiğin gözlerini oyarak çıkartmak istiyorum Çağan Eflah!

Öfke bütün hücrelerime erişip tahtını bedenimde kurmuştu. Benden büyüktü bu yüzden beni sepetin içinde taşıması gereken de o idi. Ama neden bu çileni ben çekiyordum?!

Öfke karışmış duygularımı kontrol edemeyerek sepeti tüm gücümle iterek bıraktım. Kendi kendine zeminden dizilmiş konservelere doğru giden sepeti fark ettiğinde Çağan bir şeyler homurdanmıştı. Galiba küfür etmişti. Ama öylece durup sepetin benden uzaklaşmasını kollarımı göğüsümde birleştirerek izledim.

Tekerlekli alışveriş sepeti giderek hızını azaltmak yerine daha da hızlanıyordu. Bunu başta umursamamaya çalıştım ama kulakları batırıcı bir ses duyduğumda gözlerimi kocaman açarak Çağan'a baktım.

Alışveriş sepeti yerden dizilmiş konservelere çarparak hepsini devirmişti ve sonunda da abur cubur reyonuna çarparak durmuştu.

Endişe bütün vücuduma yayıldığında burada çalışan elemanlar gibi onun yanına panikle koştum. Çağan'ın yanına vardığımda sepetin üzerine dağılmış -daha doğrusu Çağan'ın üzerine devrilmiş-  konservelerin arasından bana öfkeyle baktığını gördüm. Bu bakışlar birkaç saniye olduğum yerde duraksamama neden olmuştu.

Çalışanlar ona iyi olup olmadığını sorarak konserveleri üzerinden toplamaya çalışıyordular. Birkaç kişi onun pembe pijamasına şaşırarak gülmüştü. Ama bunlar önemli değildi.

Bakışlarım onun eline kaydığında üzerindeki yaranı gördüm. Kanıyordu. Sanırım konservelere karşı kendini korumak isterken olmuştu. Hızla elini avuçlarım arasına alarak yarasına bakmaya başladım. Yaraları iyi anlardım. Benimle iyi anlaşırlardı çünkü.

Yeşilin en koyu rengini kendinde barındıran gözlerimi onun kahverengi gözlerine çıkardım. Öylece bakıyordu işte, duygusuzca. "Canın acıyor mu?" diye sordum kendime engel olamayarak. Bakışlarını gözlerimden çekmeden başını hayır anlamında salladı.

Tekrardan yarasına baktığımda kendi kendime söylenmeye başladım. "Yalancı."

Bu yarayı iyi bilirdim. Benim sınıflandırdığıma göre Taç Yaprağı yarasıydı. Küçük bir çizikti ama ömrün boyunca acısını hissederdin. Çünkü Taç Yaprakları her yağmurda ıslanarak görünmez olsa da hep olduğu yerde dururlardı. Gitmezlerdi, seni terk etmezlerdi. Şeffaf bir aşık gibi sürekli seni uzaktan izlerdi.

Yüzümü çalışanlara tutarak ilk yardım çantalarını sordum ama Çağan bana abartmamamı söyleyip durdu. Buna rağmen bal rengi gözlere sahip bir kız bana yara bandı ve pansuman getirmişti. Kızın elindekileri alarak hızlıca teşekkür ettim ve Çağan'a dönerek elini tekrardan kavradım.

"Özür dilerim." diyerek elindeki kanı pansumanla temizledim ve pamuğu yarasına bastırdım. "Önemli değil." demişti sadece. Pamuğu yarasından çekerek yara bandının her iki tarafından tutarak kağıdını sıyırdım ve elinin üzerine yapıştırdım.

"Sepetin içinde oturmaya bu kadar kafayı takmamalıydım." diye suçlu çocuk edasıyla mırıldandım.

"Hayır, senin suçun değildi. Sana izin vermeliydim oturman için. En başından beri sen oturmalıydın zaten." Aynı mahcubiyetle bana karşılık verdi.

"Haklısın. Hadi kalk."

Aniden kaşlarını çatarak bana baktı. Onu oyuna getirdiğimi anladığında sepetin içine iyice sinerek bağırmaya başladı. "Hayır haklı falan değilim! Hepsi senin şımarıklığın yüzünden oldu! Sepeti haketmiyorsun."

Etraftaki birkaç kişi onun yüksek sesi yüzünden bize taraf dönmüştü. Ama onları umursamayarak Çağan'a baktım tekrardan ve onun gibi bağırdım. "Bana oturabileceğimi söylemiştim! Bencilin tekisin sen! Yalancısın da! Yaşlısın da!"

Tuhaf şekilde anlamsız bir şey üzerinde kavga etmeye başladığımızda ciddi görünümlü birisinin yanımıza gelmesiyle ikimizde sustuk. Adam bir pembe pijamasıyla alışveriş sepetinin içinde oturmuş Çağan'a birde kocaman şapkayla kışın ortasında güneş gözlüğü takmış bana baktı. Şaşırmıştı her halinden belliydi.

Bir süre sonra kendini toparlayıp konuştu. "Hanımefendi ve beyefendi müşterilere rahatsızlık verdiğiniz içim süpermarketimizi kısa bir sürede terk etmenizi isteyeceğim. Umarım anlayış gösterirsiniz."

Çağan az önce içinde bastırdığı öfkeyi kusmaya yer arıyordu ve bulmuştu sanarım. Adama benim param var istesem bütün marketinizi satın alırım diye çıkışmış, onu nasıl kovduklarını anlamadığı için şikayet edeceğinden bahs etmişti. Ama sonuç olarak onu kasaya kadar sepetin içinde götürmüştüm. Sepetin içinde çikolatadan başka birşey yoktu bu yüzden onları kasaya verip sonunda Çağan ayağa kalkmıştı. Kasiyer kız onun pembe pijamasına olan şaşkınlığını gizletmeye çalışarak çikolataları kasadan geçirdi ve tuttuğu miktarı söyledi.

Sessizce Çağan'ın yanında durarak bizi süpermarketten bir an önce çıkartmak isteyen adama ölümcül bakışlarımı atıyordum. Çağan paranı ödemek için refleksle elini pijamasının cebine attı. Ama gel gör ki pijamasının cebi yoktu. Kaşlarını çatarak aceleyle montunu da aramaya başladı. Ve en sonunda pes edip bakışlarını bana çevirdi.

"Sıçtık."



Kasım ayının ikinci haftasındaydık. Bu yüzden soğuk dünyanı en ücra köşelerine kadar istila etmişti. Soğuktan donan parmaklarım kıpkırmızı olmuştu. Yine de gözlerimi parmaklarımın arasında tutuğum elma şekerinden çekemiyordum.

"Yemeyecek misin?"

Çağan'ın duygusuz sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. Sonunda paltosunun önünü iliklemişti. Sabahtan beri bunu yapsaydı yoldan geçen herkes bize gülmezdi. Aniden histerik bir kahkaha attım ve sorduğu soruya karşılık verdim.

"Bizi dilenci sandılar."

"Dilenci değil," diyerek beni düzeltti büyük bir ciddiyetle. "Evsiz."

Bizi süpermarketten kovmamıştan önce yazık deyip ikimizin eline de çikolata vermiş, ben çikolata sevmediğimi söylediğim de ise, benim elime elma şekeri Çağan'ın eline çikolata tutuşturmuştular. Sanırım tuhaf kıyafetlerle markete dalan iki evsiz falan sanmıştılar bizi.

Çok ironik bir durumdu bu. Hâlâ aklım almıyordu. Çağan evden çıkarken cüzdan almayı nasıl unutmuştu?

Bakışlarım hâlâ Çağan'ın bana bakan gözlerindeyken kendimi tutamayarak gülmeye başladım. O da eşzamanlı olarak gülmeye başlamıştı. Çağan kahkahasının arasından zorla konuştu. "Düşmek neysede resmen iki seksen yere kapaklandık, kız çocuğu!"

"Rezil olduk." diyerek onu tamamladım.

Onun böyle kahkaha atmasını ilk kez görüyordum. Hep hüzünlü bakışlarla bana bakan ve dünyanın havasının kendisine yetmediği adam o kadar içten bir şekilde gülüyordu ki, bakışlarımı ondan çekemiyordum.

"Bir şey diyeceğim," diye mırıldandım aniden.

"Hı?"

İç çektim.

"Seni tanıdığımdan beri sadece hüzünlü anılarımda yer aldın. Dert ortağım olduğun için sürekli acılarımı anlatıp durdum, sürekli ağladım ve sen sürekli hüzünlendin." demek istedim. "Fakat şimdi gülüyoruz. Hiç acı çekmemişiz, hiç ağlamamışız gibi. Ne tuhaf değil mi?"

Ama sadece, "Boş ver." diyerek geçiştirdim. Çünkü gerçek hislerimi ona söylemeye hazır değildim. Bu kadar acının içindeyken böylesine kahkaha atabilmek, ihanete uğramışım gibi hissettiriyordu.

Böylelikle insanların tuhaf bakışlarını umursamadan gülerek eve doğru ilerledik. Tabii yol boyu ona ilişerek sürekli konuştum. Yaşlı olduğu için ne zaman öleceğinden tut, benim de fantastik olayların içinde yer alan esas kız olmamdan konuşup durdum. Hatta bir ara kendi çikolatasını susmam için ağzıma tıkmıştı. Ben de güneş gözlüğümü çıkartarak ona taktım. Çok komik görünmüştü.

Öyle eğlenmiştim ki yolda gelirken, nefret ettiğim o sokağı onunla birlikte gülerek yürüdüğümü bile sokağın sonunda anlamıştım. Hep çabuk geçmek için hızlı hızlı yürüdüğüm o sokağı birkaç dakikaya, duraksayarak ve bir şeyler anlatıp gülerek yürümüştüm.

Konuşmamız bittiğinde ve sessiz geçen kısa bir zaman sonra arkası bana dönük bir şekilde apartmana doğru ilerlediğinde sessizce onun arkasından bakakaldım. Sonra bir an adımlarım duraksadı.

O an geçen gün olduğu gibi yine, ona asla yetişemeyeceğimi hissettim. Koşsam bile, uçsam bile onun duvarlarına çarpıp ona ulaşamadan yere çakılacaktım ve diz kapaklarımdaki yaralarla bir ömür boyu yaşayacaktım.

Bugün benimle, bana gülümsedi. Fakat bu gülümseme kendimi ona daha da uzak hissetmeme neden olmuştu. Çünkü o düşündüğüm gibi depresif bir yapıya sahip değildi. Bilirsiniz, bazı insanlar doğduklarından beri karamsarlardı. Onun da öyle olduğunu sanmıştım ama o öyle değildi. Gülümseyebildiği halde sürekli onu üzen bir acının içindeydi. Bu kadar güzel gülümsemesi varken, bunu dünyadan saklayan o derin acının ne olduğunu bilmek isterdim.

"Yeteri kadar cesur olsaydım, inşaa ettiğin duvarları yıkıp, sana ulaşmak isterdim." diye geçirmiştim içimden o gün.

Onun sırtına asla dokunamayacağımı, koşsam bile ona asla yetişemeyeceğimi düşünmüştüm. İleriye doğru attığım adımların hiçbiri ona ulaşmayacak gibiydi. Arkasında kalarak izlediğim sırtına elimi uzatsam bile dokunamayacağımı sanmıştım.

Ama konuşmazsam sesimin ulaşılamayacağı gibi, ilerlemezsem adımlarım da ulaşamazdı değil mi?

Bir adım ileri attım.

Ve bir adım daha.

Koşarak onun yanına gittim, tereddüt etmeden elimi uzatıp omuzuna dokundum.

Kalbinin etrafındaki duvarlar onu tanıdıkça daha da yoğunlaşıyordu. Fakat en azından omuzuna dokunarak, onunla birlikte yürüyerek ve nefes alışlarını dinleyerek duvarlarının ardındaki çarpan kalbini hissedebilirdim. Çünkü duvarları her ne kadar kalın olursa olsun, tuğlaları ne kadar yıkılması imkansız olursa olsun, o taştan sınırların ardında çarpan bir kalbi vardır.

Kalbi kırıktı.

Çünkü kırılmasaydı, asla o duvarları, etrafına kendi elleriyle örmezdi.





Eve gittiğimizde kendi evime gidip bavulumu aldım ve onun evindeki geçici odama bıraktım. Sabah kahvaltısı yapmamıştık. Çünkü ne hikmetse evde yemeye hiçbir şey yoktu. Çağan kendi odasında bir şeyler yaparken ki kapı kapalı olduğu için ne yaptığını bilmiyordum, ben de bavulumu açıp kıyafetleri sanki taşınıyormuşum gibi yerli yerinde küçük boş dolaba yerleştirdim.

Okul kıyafetlerimi çıkartıp soluk kahverengindeki kapüşonlu ve kapüşonlunun etek uçlarından birkaç parmak görünen siyah bir etek giydim. Zaten kapüşonlunun boyu kalçalarımı kapatacak kadar fazla uzundu. Kısa saçlarımı toplayamadığım ve asla taramak gibi bir niyetim olmadığından onları öyle bırakıp dizlerime kadar gelen siyah çorabı bacaklarıma geçirdim.

Parmaklarım dizimin hemen üstünde biten çoraptan yaralı dizlerime kaydı. Evren böyle bile anime karakterleri gibi havalı olduğumu söylemişti. Şimdi yanımda olsaydı yine cebinde taşıdığı yara bantlarından çıkartıp dizlerime yapıştırır mıydı? Bütün açık yaralarımın üzerini merhametiyle örter miydi?

Yaralar.

Yara bantları.

Yaralar olan kısmı bendim, yara bantları olan ise hep o olurdu. Her zaman yara bantı görevini sırtlandı, hiç şikayet etmeden, hiç yorulmadan, hiç bıkmadan. Fakat cebinde taşıdığı yara bantları hiç kendisi gerek duymamış mıydı?

Cebindeki yara bantlarıyla hep benim açıkta kalan yaralarımı kapattığı için kendi yaralarını mikrop kapmış olmalıydı. Bu kadar çok yarası varsa ve hepsi mikrop kapıyorsa kangren olmaz mıydı? Belki de bu yüzdendir bazen ruhsuz gibi evin içinde dolaşması. İçindeki yaralar ruhunu kangren etmişti ve ruhu o daha ölmeden bedeninden kesilmişti.

Ben bencildim; Benim olan benimdi, senin olanda benimdi.

Bunca zaman sadece kendimi düşünmüştüm. Ağabeyimin mutluluğunu kendi huzurum için istemiştim. Onun yaralarını görmeden sürekli dilimdeki neşterle kalbini deşmiştim.

Belki de İrem haklıydı. Bana bir keresinde, "Sen abinin mutluluğu adı altında kendi mutluluğunu koruyorsun." demişti.

Çünkü aile olmak bunu gerektirirdi. Eğer baban eve mutsuz gelmişse onunla oturup mizah programını konuşamazdın. Eğer abin birkaç gündür kendini fazla yalnız hissedip, sürekli ağlıyorsa sen etrafına neşe saçarak dolaşamazdın. Huzursuzluk ilmik ilmik zihnine dikilirdi.

Eğer sevdiğin birisi üzgünse sen o an dünyanın en mutlu insanı bile olsan içine bir yumru otururdu. Tam kalbine. Onu asla çözemezdin çünkü boğazdaki yumruyla, kalpteki yumru farklıydı. Kalpteki yumrunu asla çözemezdin. Yutkundan, konuşsan, bağırsan, koşsan bile geçiremezdin.

Telefonumu elime alarak odadan çıktım ve siyah ekrandaki yansımamı bir süre boş boş inceledim. Acaba şimdi ne yapıyordu? Ben bugün o kadar gülerken o ağlıyor muydu?

Dün gece söylediklerime sinirleneceğini, bana tokat atacağını ve bağıracağını, belki de öyle olmadığını söyleceğini sanmıştım. Ya da bana sarılacağını. Fakat o bütün bu hakaretlere rağmen sadece gülümseyerek öyle olduğu için özür dilemişti.

Kalbimdeki yumru daha da ağırlaştı.

Koridorun sonunda kapının ardından su sesi geldiğini duyduğumda Çağan'ın duş aldığını anlamıştım. Acaba onun evinde kalmakla doğru yapıyor muydun? Meran'ın söylediği tüm o şeyler gerçek olursa ne yapacağım peki?

Kafamı daha sonra düşünmek için iki yana salladım ve telefonun tuş kilidini açıp rehbere girerken, eşzamanlı olarak banyo olduğunu düşündüğüm kapıya doğru gittim ve kapının yanına çökerek oturdum. Şimdi bu tuhaf insanüstü şeyleri düşünmemin zamanı değildi. Gerçi her ne kadar düşünecek olsam bile neyini düşüneceğimi bilmiyordum. Yalan söylüyor olabilirdiler, onlara kolayca inanamazdım. Sadece merak etmiştim ve bu yüzden bütün bu saçma şeyleri bahane ederek Çağan'ın evine gelmiştim.

Çünkü..

Çünkü o bana böyle yaşamak zorunda olmadığımı söylemişti.

İkinci kez düşünürsem vazgeçeceğimi bildiğimden ekranda beliren numaraya tıkladım ve kulağıma götürdüm. Telefon birkaç kez çaldı.

"Erva?"

"Nasıl olurda dünden beri bir kez bile aramazsın beni?"

"Arasam bile açmayacaktın," Evren'in derin nefes alışı kulaklarıma doldu. Ah. Beni iyi tanıdığını unutmuştum. "Ve telefonun kapalıydı."

"Seninle konuşmuyorum." dedim duygusuz tutmaya çalıştığım sesimle. Yine de bunu başaramamıştım, yine de onun aldığı nefesler benim ciğerimden kopmuşçasına titremiştim.

"Ama bir şeyleri demek için aradım. Çünkü dün gece içimde kalmıştı. Ve bütün geceni uyuyamadım." Sesimi stabil tutmaya çalışsam da, duygusuz rolünü üstlensem de onu deli gibi merak ediyordum. Acaba yemek yemiş midir? İyi uyumuş mudur? Nerede kalıyor, ne zaman dönecek, neden gitti.

"Benim tek istediğim şey," diye mırıldandım üzgünce. "Senin en yakının olmaktı."

Evren'in nefesinin kesildiğini hissettim. Dün gece kimin yara aldığı önemli değildi. İkimizde yara almıştık. Bu yüzden önemli olan kimin daha derinden yara aldığıydı.

"Başka hiçbir şey istemiyordum. Yemin ederim. Ne seninle aynı miktarda harçlık almayı, ne annemin akşam yemeklerinde sana verdiği tavuğun en güzel kısmını, ne de ki başka bir şey. Hiçbir şey istemiyordum ben. Sadece sana yük olmak yerine en yakının olmak istemiştim." Gözlerimin dolduğunu fark ettiğimde kafamı yukarı kaldırıp akmamaları için direndim.

"Tek istediğim, sen ağladığında sarılmayı istediğin ilk kişi olmaktı."

"Kız çocuğu," Evren'in bin yerden kırılmış sesini duyduğumda içim titredi.

"Sen benim ailemsin," dedi. "Nasıl bir yük olduğunu düşünürsün?"

Sen benim ailemsin.

İşte bu, şu an yanımda olup dizlerime yara bantı yapıştıramadığı halde kalbime yapıştırdığı kocaman yara bantıydı.

"Gardım birazcık düştü." dedim istemsizce.

"Kabul et, kalbin eridi." Evren'in telefonun diğer ucundan güldüğünü duyduğumda ben de gülümsedim.

"Sadece birazcık." diye itiraf ettim. "Ama yine de seninle konuşmuyorum."

Evren'in cevap vermesine fırsat vermeyip konuşmayı sonlandırdım ve siyah telefon ekranına uzun süre sessizce baktım.

İrem'de birisinin ailesi miydi? Bana aileye çok önem verdiğini söylemişti. Ablasını hiç özlediği oluyor muydu? O da ablasıyla benim Evren'le yaptığım gibi sürekli kavga ediyor muydu? Annesine o da gıcık olup, babasına hayranlık duyuyor muydu?

Ben, birisinin ailesiydim.

Ve birisinin ailesinin katiliydim.

Derin düşüncelere dalmış bir şekilde yerde oturmaya devam ettiğimde banyonun kapısı açıldı ve içeriden bornoza sarınmış bir şekilde Çağan çıktı. Beni fark etmemişti. Ben de fark etmeden oturduğum yerde küçücük kalmıştım zaten. Etrafa yayılan karışık koku, toprak kokusuyla ve yoğun kahveyle karıştığında derin bir nefes aldım.

O bilmiyordu değil mi? Psikopat olduğunu düşündüğüm halde beni evine alan merhametli adam, evinde kız çocuğu olduğunu düşündüğü bir katilin kaldığını bilmiyordu.

Bilmediği sürece sorun yoktu. Gözlerime kabukların arasındaki kızın günahlarını biliyormuş gibi bakmadığı sürecek sorun değildi. Günahkar birisinin canını, işlediği günahtan çok, insanların onun gözlerine işlediği günahı bilerek bakması yakardı.

"Tüh, sabahtan beri bekliyordum ama sen camideki Hoca gibi sarınıp çıkmışsın." Memnun olmayan bir ifadeyle konuştuğumda Çağan arkasını dönüp şaşkın gözleriyle bana baktı.

"Sen neden.." Bir şeyler söylemek için dudaklarını araladığında omuz silkip onu böldüm.

"Senin şu anda altına sardığın havluyla ve saçlarından damlayan damlaların göğüsünden aşağı baklavalarına damlamasıyla dışarı çıkman ve benim de seni izlerken yalandan utanmam ama yine de çaktırmadan bakmam gerekiyordu." diye söylendim.

"Hayallerimi yıktın."

"Neden evde bir kız çocuğu varken erotik takılayım?" Çağan kaşlarını yukarı kaldırarak sorduğunda bakışlarımı bacaklarında gezdirdim. Güzel bacaklar.

"Baklavaların olmadığı için erotik takılmaya özgüvenin yetmediğini düşünüyorum." dedim tek seferde.

"Benim baklavalarım var." diye hemen lafa atladı. "Kaslarım da var. Ama onları küçük bir çocuğa göstermek için yapmadım."

"Ha, yani benim yerime bir kadın olsaydı evde çıplak gezecektin." diye konuştum aniden şaşırarak.

"Ben seninle ne yapacağım, kız çocuğu?" Çağan bıkmışçasına avucunu alnına vurdu. "Sen okula gitmiyor musun?"

"Bugün Cumartesi." diye memnuniyetsiz ifademi takındım. Gerçekten hayal kırıklığına uğramıştım.

"Aç baklavalarına bakacağım. Olmadığına yemin edebilirim."

"Sapık." Çağan bornozunun önünü elleriyle kapatarak hızlı adımlarla odasına doğru adımladı. "Şimdiki çocukların gerçekten hiç utanması yok. Pervasız, patavatsız.."

"Yalnız ben duyuyorum!" diye bağırdığımda Çağan odasının kapısını gürültülü bir şekilde kapattı. Kendi kendime oturduğum yerde gülümsedim.

Onunla gülmek güzeldi, uğraşmak güzeldi, konuşmak güzeldi. Bazense sadece onu izlemek bile güzledi.

Bu an, her ne kadar baklavalarını açmasa da, onu ilk kez fark ettiğim andı; Pembe atkısı olan tuhaf adamı.

Çağan Eflah gerçekten çok güzeldi.


Continue lendo

Você também vai gostar

376K 24.4K 24
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
374K 18.5K 72
4 arkadaşın numara komşuları üzerine iddiaya girmeleriyle başlar her şey... Argo, küfür vs. içerir!!!
YUVA De _twclr

Ficção Adolescente

928K 44.8K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
1.1M 44.7K 25
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir, karanlık aşk türündedir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik...