Arıza tespit

By BookGanstas

1M 54.6K 6.2K

Gümüş rengindeki gözleri beni ilgiyle süzerken, "Neden tamircilik?" diye bir soru yöneltti. Birkaç saniye öl... More

👉1. Akü
👉2. Tamirci Kız🔧
👉3. Yüzleşme
👉4. Sözleşme📃
👉5. Yavuz
👉6. Yeni iş
👉7. Baskın
👉8. Tamirhane🛠
👉9. İş tulumu
👉10. Le petit palais🍽
👉11. Arkanlar
👉12. Arabaya bin🚘
👉13. Yangın🔥
👉14. Kısır
👉15. Tapu📄
👉16. Garaj
👉17. İmza✍
👉18. Game over☠
👉19. Açıklama
👉20. Emre
👉21. Bar🔮
👉23. Tanışma🙋
👉24. Benimlesin
👉25. Sırılsıklam âşık💕
👉26. Gece ve gündüz
👉27. Aşk mı illüzyon mu❓
👉28. Kutu kutu pense💃
👉29. Ne hissetmeliyim❓
👉30. Söz
👉31. Sarışın kaplan🐯
👉32. Saf mısın❓
👉33. Kaç kaç🏃
👉34. Merak ediyorum
👉35. Paintball🔴
👉36. Paintpall🔵
👉37. Tabu
👉38. Belçıka çikolatası🍫
👉39. Aylin nerede❓
👉40. Çok güzelsin
👉41. Psycho🔫
👉42. Bırakma beni
👉43. Zıt kutuplar
👉44. Günaydın prenses👸
👉45. Çiçek💐
👉46. Uyuyalım💤
Yeni hikaye!
👉47. Korkak
👉48. Origami
👉49. Kaslı prenses
👉50. Şekerli mısır
👉51. Küçük prens
👉52. Sen kimsin❓
👉53. Sana aşığım💗
👉54. Sıyah gerbera
👉55. Masal🏰
👉56. Saat 12🕛
👉57. Korkuyorum sevmekten
👉58. Teslim ol
👉59. Biberli buluşma
👉60. Krep🥞
👉61. Seni seviyorum🖤
👉62. Kavga
👉63. Umut
👉64. Sevimsiz
👉65. Aile
👉66. Bana aşık mısın❓
👉67. Güzel bir gün🎀
👉68. Gelecekten bir gün - SON
Özel bölüm

👉22. Küçük oyun🤝

16.8K 865 87
By BookGanstas

Duvarın arkasından bir hışımla çıkıp "Durun!" diye bağırdım.

Arkamdan Zeyd kolumu kavramaya çalıştı ama ona fırsat vermeden fırlamıştım bile. "Sana çıkmamanı söyledim neden dinlemiyorsun Alya!?" diye haykırdı Emre. Hı sen çıkma dedin diye ben öylece duracaktım çünkü. Bu neyin kafası ya? "Burada oturup senin öldürülmeni izleyemem Emre."

"Bakın önce bir sakın olun." Benden sonra mecburen duvarın arkasından çıkan Zeyd iki elini hafifçe kaldırmış ortalığı sakinleştirmeye çalışıyordu. Adam silahı bir Zeyd'e bir bana doğrulttuğunda gözlerimi kıstım. Silah mı şimdi bunun elindeki? Yutkundum. Tamam, buraya kadar ne yapacağımı biliyor gibiydim ama burada bir kitlendim sanki. "Siz de her şeye şahit oldunuz, ilk önce hanginizi öldürsem?" dedi alay edercesine.

Gerçekten basar mıydı o tetiğe? Bir silah ne kadar ses çıkarır ki. Bardaki insanlara duyulur muydu acaba. Yoksa burada korkunç şeyler olurken kimsenin ruhu bile duymaz mıydı? Ya bu insanlar gerçekten üç kişiyi birden öldürmeyi göze alabilir miydi? Yoktan yere. Hem de böyle ortalık yerde. Realitede işlerin öyle yürüdüğü hiç inandırıcı gelmiyordu bana ama tabi silah baya inandırıcıydı.

Silah. Bir insanın - yani benim gibi normal sıradan bir insanın- hayatında silah görme ihtimali ne kadardı? Silah göreceğimi hiç düşünmezdim demeyeceğim çünkü poligona gidip atış yapmayı uzun zamandır istiyordum. Ama bir silahın tehdit dolu bir şekilde namlusunu göreceğimi düşünmezdim tabi ki de. Yine de o namluya bakarken hala bunun ne kadar absürt olduğunu düşünüyordum. Soğukkanlı bir mantıkla bu çok saçma diye düşünüyordum sadece. Bu çok saçma...

Siz de her şeye şahit oldunuz demişti. Oysa şahit olunacak bir şey olmamıştı bile. Sanırsın bu Emre yıllardır köstebeklik yapıyor da sırları ortaya çıkmasın diye öldürecekler. Hayır iki günde tehdit olabilecek kadar ne öğrenmiş olabilir ki. Mafya bile olsa böylesine kolay adam öldürdüklerine inanmakta zorlanıyordum. Bikere mafya neydi? Ben şahsen mafya kelimesini dizi ve kitaplardan öğrenmiştim ama gerçek hayatta neyi kapsıyordu mafya olmak. Kitaplardaki gibi yakışıklı, kaslı, zengin ve genç, dışarıdan buz gibi soğuk ve karaktersiz ama tanıyınca pamuktan bir kalbi olan bir topluluğu kapsamadığı kesin. Dizilerdeki gibi habire taka taka ortalığa ateş eden bir topluluk olduğunu da sanmıyorum, öyle olsa illaki gündeme gelirdi sık sık. Hani orada burada o kadar kolay çatışabiliyorlarsa eğer biz niye hiç karşılaşmıyorduk.

Mafya diye bir şey var mı diye sormayacağım, illaki vardır tabi. Sonuçta pislik mi ararsın. Ama gerçekten o kurgulardaki kadar kolay mıydı silahların arkasında saltanat sürmek ve pis işler yürütmek? Kafamda o kadar çok soru işareti vardı ki. Ben polisiye dizi izlerken bile figüranların başına gelenleri sorgulayan bir insanim neticede. Hani olur ya iyiler ve kötüler kapışırken. İyiler kötülerin peşine düşer ve bu süreçte kötüler bir türlü ölmese de her çatışmada kötülerin adamları ölür habire. İşte o adamların ölümünü beni hep düşündürmüştür. Bizim bu iyilerin sırf kötüleri yenmek için böyle tonlarca adamı öldürmesi ne kadar da çelişkili değil mi? Ama bunun şu anki durumumuzla hiçbir alakası yok. Çünkü kötü adamların iyileri öldürmesi o kadar da çelişkili değil.

"Biz bir şey bilmiyoruz sadece şu geri zekâlıyı almaya geldik." deyip Emre'yi gösterdim. Denemekten zarar gelmez sonuçta. Adam birdenbire aramızdaki mesafeyi kapatıp sırtımı göğsüne yasladığında geri çekilmeye bile fırsatım olmamıştı hiç. Silahı kafama doğrulttu. Nefesimi tuttum. Kafamdaki iyiler ve kötülerin savaşlarının kırıntıları bile kalmadı geriye. Kafama bir silah dayamıştı. Garip bir şekilde içimde korku yoktu. Daha çok bir boşluk vardı. Hala bunun gerçek olduğunu kavrayamıyordum. Bu çok saçma. Absürt. Bir insanın kafasına silah dayanması ne kadar olasıydı?

Göz ucuyla silaha bakmaya çalışırken acaba rüya mı görüyorum diye düşündüm. Çünkü böyle şeyler hayatımda olmasa da rüyalarımda sık sık oluyordu. Bilinçaltım benden bile çok saçmalamasıyla ünlüydü. Bir keresinde uzaya yolculuk kazanmıştım hiç unutmam. Tabi rüyalarımda bile bela çektiğim için ben uzaya gidemeden birileri uzay gemisini çalıyordu. Sonra bir koşturmaca bir aksiyon uzay gemisini aramaya çıkıyorduk falan. Tam bir bilim kurgu macerası. Ne rüyaydı ama...

"İlk önce seni öldürsem nasıl olur?" Rüyaysa sorun yok da, rüya değilse hiç hoş olmaz be mafya abi. Soğuk namlu şakağıma hafif bir baskı uyguladığında irkildim. O silah patlarsa çok canım yanar mıydı ki? Ölmek nasıl bir şeydi acaba? Ölürdüm değil mi? Fazla yakında çünkü. Kalp atışlarım hafif hafif hızlanmaya başladı. Köşeli jetonum yeni yeni düşüyordu. Galiba bu bir rüya değildi.

Cesedime ne yaparlardı? Öylece burada bırakmazlardı herhalde. Bu ardında delil bırakmak gibi bir şey. Gerçi gerçekten hiçbir sebep olmaksızın adam öldürenler cesetleri ortadan kaldırmaya alışkınlardır değil mi? Hiç kimsenin bulamayacağı bir ormanın derinliklerine mi gömerlerdi? Ya da belki yakarlardı. Denize de atabilirler... "Ama bu güzelliğe yazık olur. Şimdi ikilemde kaldım." Elimle boğazımı sıktığı kolu tuttum. Yalnız orada benim nefes borum var ve açık kalırsa sevinirim, hani nefes alabilmem için...

"Bırak lan kızı!" diye kükredi Zeyd. Aha Zeyd. Hadi ben çok fazla sansasyon yaratmam ama onun ortadan kaybolması büyük olay olur. Ne de olsa o bir Arkan. Sorun şu ki olay olana kadar çoktan geberip gitmiş olabiliriz. O zaman tam şu an 'sen benim kim olduğumu biliyor musun' muhabbeti için çok uygun bir an bence. Hadi Arkan, çok sevmiyor muydun böbürlenmeyi? Kendini tanıtır mısın lütfen. İnan bana ikinci bir can borcuna razıyım.

"Ona elini sürersen gebertirim seni!" diye tehdit ettikten sonra, "Kızı bırak, ikimizi öldürebilirsin," dedi. Hayır hayır hayır. Bu çok saçma. Zaten beni bıraktıktan sonra sizi öldürmesi için bir neden kalmıyor. Hem sizi öldürürken ben her şeye şahit olursam beni zaten bırakmazlar... Mantıklı düşün. Sen bir Arkan'sın. Sen çok güçlüsün. Dişlerimi birbirine bastırdım. Hey şeyi soyadıyla çözen adam şimdi niye böylesine saçma bir pazarlık yapıyordu. Kızı bırak bizi al demişti. Kaşlarım çatıldı. Nasıl ya? Benim hayatıma karşılık kendisininkini mi sunmuştu biraz önce?

Deminden beri susan Emre, "Ben ölmek istemiyorum ama," diye çocuklaştı. "Ulan Emre, senin yüzünden başımıza neler geldi, buradan bir sağ çık geberteceğim seni," dedim öfkeyle. "Kes sesini," deyip boğazımı daha çok sıkınca adam nefessiz kaldım ve öksürmeye başladım. Hayır elinde o silah olmasa ben sana yapacağımı bilirdim aslında.

"Pardon çok sıktım değil mi?"

Bir dakika bu benden özür mü diledi şimdi?

Silahını yavaşça indirip kolunu gevşetti. Bu hareketini gören Zeyd kolumdan tutup kendine çekti ve arkasına aldı beni. "Özür dilerim Alya biraz kendimi kaptırdım," dedikten sonra Emre'ye dönüp, "Bence bu kadar yeter ha, ne dersin?" dedi.

Emre kahkaha atarken Zeyd'le birbirimize 'öldük de cennette miyiz' bakışı attık. Ne oluyordu burada tam olarak? "Alya gerçekten tanımadın mı beni?" diye sorarken gözlerinin içi parlıyordu. Bu kadar yakışıklı birini nerede görsem tanırım demek istesem de kafamı sallamakla yetindim. Bön bön bir ona bir ona bakıyordum. Kafam bir hayli karışmıştı. Şimdi ölmeyecek miydik biz? "Neler olduğunu çabuk anlatın!" diye bağırdım.

Emre gözyaşlarını sildikten sonra konuşmaya başladı, "Sen gerçekten benim uyuşturucu işine gireceğimi mi sandın? Çok safsın Alya ya," dedi. O saçmalığa daha sonra değineceğim şu mafyayı anlamadım ben. "Emreee!" diye başladığımda, "Tamam Alya kızma anlatıyorum," dedi mafya rolü yapan ama mafya olup olmadığını anlamadığım adam. "Öncelikle kim olduğumu söyleyeyim, ben polis memuru Ömer hani beraber kursa gitmiştik bir dönem." Kaşlarımı çattım. Sonra gözlerim büyüdü. Yok artık. Şişko Ömer?

"Kusura bakma ya çok değişmişsin seni tanıyamadım..." dedim ufak bir suçluluk duygusuyla. Ama çok değişmişsin kesinlikle pozitif algılayabilirdi. Baya pozitif. Tamam, zaten gördüğümden beri gözüm bir yerden ısırıyordu ama bir türlü çıkaramamıştım. "Şimdi biz bu çeteyi zaten uzun zamandır takip ediyorduk ama bir türlü bir açıklarını bulup yakalayamamıştık." Mafya değil de çete kelimesini kullanması dikkatimden kaçmamıştı. Ve ben tekrar acaba mafya ne diye düşünmeden edemedim.

Her kötü adam da mafya değildi yani. Zaten her pis iş yapan mafya olabilseydi ortalık mafyadan geçilmezdi. Biz yine de pis iş yapanlara pislik diyelim, ortalık pislikten geçilmiyor neticede. Mafya biraz daha ileri bir seviye olsa gerek. Zaten benim bildiğim İtalyanlar mafya olmakla ünlüler. Neyse ben bir eve gideyim ilk iş bunu araştıracağım. Kim bu mafyalar? Ne iş yaparlar? Ve en önemlisi niye her kurguda ille de bir yerden pörtlemek zorundalar?

"Sonra Emre'yle tesadüf eseri karşılaştığımızda olay üzerinde çalışıyordum aslında. Ufaktan söz konusu olunca Emre seve seve yardım etmek istediğini söyledi. Teşkilatta köstebek olduğu haberini almıştık ve dışarıdan, bilinmedik biri işimize yarayabilirdi. Gerisini tahmin etmek zor değil zaten," diyerek açıkladı Ömer.

Yavaş yavaş Emre'ye yaklaştığımda o geri geri gitmeye başlamıştı. İki elini havaya kaldırdı. "Sakin ol sarı kafa..." Gözlerimi tehditkâr bir şekilde kıstım. "Bana böylesine bir oyun oynarken başına gelecekleri düşünmüşsündür herhalde değil mi..? Seni mafyanın elinden almak için çabalamış olmam seni gebertmeyeceğim anlamına gelmiyor çünkü."

Emre elimden kaçarken Zeyd'in arkasına geçti ve bana doğru itti, "İlla birini gebertmek istiyorsan al bunu gebert." Kafam hızlıca Zeyd'in göğsüne çarparken Emre hala kaçacak yer arıyordu. Yüzümü buruşturup elimle alnımı ovaladım. Acıdı ya. Bunların daha yumuşak olanlarını üretmiyorlar mı acaba. Adamın içi dişi sert ne kanıtlamaya çalışıyorsa artık. "Son duanı et dostum, çünkü ben bu çakma mafyalara benzemem. Akşamdan beri fantezilerimi süsleyen aşırı cani planlarım var. Sana harcadığım bu kadar zamanda ben yarım sezon dizi izlerdim. Hesabını vereceksin."

Emre hala geri geri giderken gözleriyle Ömer'i işaret etti. "Polis korumasındayım ben." Varlığını hatırlamamla ben de Ömer'e döndüm. "Niye beni kandırıyorsunuz o zaman?" O da Emre'nin biraz önce yaptığı gibi iki elini havaya kaldırdı. "Benim bir suçum yok Emre öyle istedi."

"Sana bir ders vermek istedim, her şeye kendin koşamayacağını, birinden mutlaka yardım istemen gerektiğini öğrenmen lazımdı," dedi Emre sonra Zeyd'e bakıp. Bende istemsizce ona baktım. İyi halt ettin. Yardım istediğim kişiye bakar mısın? Antipatik bay kibirli. Şaka gibi. 'Bir daha son çare de olsa aklına ben gelmeyeyim.'

Emre üzerindeki aletleri çıkarıp Ömer'e verdi. Ömer tam çıkacakken tekrar bana doğru döndü. Gözüm hala elinde olan silaha takıldı bir anlığına. "Fazla soğukkanlısın, başına silah dayadım ama sen hiç korku belirtisi bile göstermedin." Çok derin düşüncelere daldığım için o aşamaya gelememiştim ben daha. Bir de gerçek dışı olaylar gerektiği hissiyatı yaratamıyor bende. Onların gerçek dişi oluşuna o kadar odaklanıyorum ki gerçek oluşunu unutabiliyorum bazen. "Gerçek mi o?" diye sordum gözlerimi silahtan ayırmadan. "Polisim ben," diye bir karışlık verdi. Alt dudağımı ısırdım. "Bakabilir miyim?" "Hayır," dediğinde eğlenircesine bir oynama vardı dudaklarında. Hep bana hayır zaten. Ne var bir kere baksam. "Niye ya?" dedim iç geçirerek. Hep bana game over.

"Çünkü bir sonraki talebin de deneyebilir miyim olacaktı." Aynen öyle olacaktı ama bence bu hayır demek için bir neden değildi. Ben bir şeyler homurdanırken, bizim burada beklememizi ve bizi gelip alacağını söyledi. Yere çöküp oturan Emre'nin yanına bende aynı şekilde oturdum. "Şu an çok yorgunum ama bu iş burada bitmedi. Görürsün sen," diye homurdandım. Dizlerimi büküp ellerimi doladım. "Biliyor musun bu sabah söylediklerim aslında gerçekti." Bana baktı yandan yandan. "Tek başına acı çekmen çok zoruma gitti, bizlerle bir şey paylaşmaman." kafasını tekrar öne çevirip, "Kendimi gereksiz arkadaş gibi hissettim," dedi.

"Saçmalama kendini gereksiz arkadaş gibi hissetmek de ne, sen zaten gereksiz bir arkadaşsın," derken yanağımı ısırdım gülmeyeyim diye. Ardından gülümsedim. "Şaka yaptım şaka, sen harika bir arkadaşsın ve çok gereklisin çünkü ben en çok seni dövmeyi seviyorum. Beni bilirsin, zor konuşmalardan hoşlanmam, size de söyleyip canınızı sıkmak istemedim. Hem bak kendim çözdüm. Sorun yok yani," deyip başımı omzuna yasladım.

Tam olarak ben çözmemiştim, daha çok kendi kendine çözüldü ama bunlar önemsiz detaylar. Önemsiz detaylara takılmaya hiç gerek yok. Her zaman önceliğimiz genel tablo olmalı. Sorun çözüldü mü çözüldü, önemli olan bu. Genel tablo. Zaten Zeyd artık beni görmek istemediğine göre, oyun gerçekten bitmişti. Emre Zeyd'e bakıp, "Alya'nın senin yüzünden üzüldüğünü görünce seni gebertmek istedim. Bugün öyle davranmasaydın, yani Alya'yı korumasaydın içimdeki istek şimdiki gibi gitmemiş olacaktı. Alya beş kardeşim var sanıyor ama onun aslında beş abisi var. Bilmem anlatabildim mi?"

Hafif bir tebessüm meydana geldi dudaklarımda. Hadi canım? Bir abiliğiniz eksikti çünkü başımda. Sanki bir tane kendini abi sana yetmiyormuş gibi. Göz devirdim. Bari Alişi saymasaydın, küçücük bebe bile abi oldu iyi mi. Yine de duygulanmıştım biraz. Biz Emre'nin hep eğlenceli şakacı halini alışkındık. Şimdi ise korumacı halini görmek beni epey şaşırtmıştı. Ellerimle yanağını sıkıp "Sen nereden öğrendin bakıyım böyle konuşmayı?" dedim şirince. "Böyle konuşacağını bilsem hiç söylemezdim." dedikten sonra kıkırdadım. Napalim bizde anca bu kadar şirin olabiliyoruz. Emeğe saygı lütfen. Şirin olmak da kolay değil yani, o da biline...

Biz böyle konuşup eğlenirken Zeyd sadece bir noktaya odaklanmıştı ve sanki bizi tamamen yok sayıyordu. Uzun bir sessizlikten sonra Ömer bizi odadan aldı. Arabam Zeyd'in evinde kaldığı için Emre'ye tekrardan bunların hesabını soracağım şeklinde bir iki tehdit savurup Zeyd'in arabasına bindim. Ben bu arabaya bayılıyordum. O arabayı çalıştırırken benim gözlerim ortadaki minik ekrandaydı. Dokunup karıştırmak için can atıyordum aslında, arabayı sürmek için de can atıyordum. Bir kere ya. Sadece bir kere sürsem? Ama yanımdaki Zeyd Arkan'dı, hani şu sevimsiz olan. Bu yüzden isteğimi dile getirme zahmetinde bile bulunmadım. Onun yerine gözlerimi kapatıp arabanın sesini dinledim sadece. Sesi bile karizmatikti. Aşık olunası. Bir daha binemeyeceğime göre sesini dinlemek bile güzeldi. Aşkım Martin, bu bir veda mı? Bir daha görüşemeyecek miyiz? ♪Eller böyledir hep ayırır, karışır sevdalara♪. Elveda Martin.

Yol boyunca ağzını bıçak açmadı. Evin önüne gelince durdu ve direksiyona bakmaya devam etti. O bir şey söylemeyince, "Benimle geldiğin için teşekkür ederim, beni koruduğun için de. Beklediğimden saçma bir gece oldu ama yine de teşekkür ederim," dediğimde hala bana bakmamıştı. Omuz silktim. "Neyse o zaman ben gidiyim." Kapıyı açıp bir ayağımı dışarı atmıştım bile. "Verdiğin sözü unutma," diye seslendi hala ellerini direksiyondan ayırmadan. Ses tonu umursamaz. İlgisiz. Yüzünü baktığı ön camdan bir santim bile oynatmamıştı.

Arabadan inip bir elimi arabanın üstüne koydum ve hafifçe eğildim. O kadar olaydan sonra en azından bir 'kendine iyi bak' kopmalıydı bence dudaklarından. "Bunamadım merak etme, o iş bende," dedim yapay bir şekilde gülümseyerek. O ne kadar ciddiye vursa da ben gıcıklığına gırgır yapmak istedim. Sanki kırk yıllık arkadaşımla konuşur gibi rahattım son sözlerimi söylerken. Bu umursamazlık, bu ilgisizlik yersizdi, gereksiz. Bir daha görmek istemezsen görmezsin bu kadar basit!

Arabama doğru havalı havalı yürüdüm. Bakma Alya, sakın dönme! Arabayı çalıştırıp yol çıkmak üzere yanından geçtiğim sırada şöyle bir bakıyım derken kafasını diğer tarafa çevirdi. Arabam tam arabasının önündeyken sağ elimi yumruk yapıp sol omzuma vurduktan sonra peace işareti yapıp havaya kaldırdım. Bize böyle ayrılık yakışırdı çünkü.

Eve dönerken ne kadar garip bir gece olduğunu düşünmeden edemedim. 'Ben senin arkadaşın değilim bunu da unutma, bir daha son çare de olsa aklına ben gelmeyeyim' demişti. Bunda tuhaf bir şey yoktu, garajda ben de ona aynını demiştim, 'ben senin arkadaşın değilim'. Ama yine de hoşuma gitmemişti. Özellikle de bütün bu olanlardan sonra. 'son çare de olsa aklına ben gelmeyeyim.' 'Bir daha karşıma çıkma.' Kısaca oyun bitti mi kast etmişti, yoksa altında başka bir şey mi vardı? Aman ne fark eder, artık onu görmeyecektim. Artık ondan tamamen kurtulmuştum. Bu iyi bir şeydi, değil mi?

*****

"Barlarda geziyormuşsun, öyle bir duyum aldım?" Gözlerimi kısıp Emre'yi aradım kötü kötü bakmak için. Hemen yumurtlamış herkese. "Hm, evet, hunharca," diye karşılık verdim Hamza'ya alayla. Bakışlarım sonunda arabanın arkasında benden gizlenen Emre'yi bulunca. "Öldün sen öldün, ruhunu teslim etmeye çeyrek kala..." diye bağırdım ona doğru.

"Ya resmen petridish of humanity tarzında bir şeyin içine düştüm. Sosyofobiyim oğlum ben," diye dert yandım Hamza'ya. Petridish of humanity tanımını duyduğumdan beri hep kullanmak istemişimdir, buraya da baya uydu, güzel oldu, çünkü o bar kesinlikle bir petridish of humanity'di. "Niye bana gelmedin?" "Evli bir adamın kapısını çalıp benimle bara gelir misin mi deseydim?" "Alya Allah aşkına sen herhangi biri misin?" Omuz silktim. "Olsun, hiç hoş değil."

"Evet, bunun yerine gidip de Zeyd Arkan'ın kapısını çalman gayet hoş bir davranış çünkü." Göz ucuyla bana suçlayıcı bakışlar yollayan Selim'e bakarken yüzüme düşen bir tutam saça üfledim hafifçe. Omuz silktim. Ne yapmalı o an öyle gerekmişti. "Evet, gerçekten çok hoştu, kendisi de yüzüme tükürdü zaten sağ olsun." O yaptığını hatırlamamla yüzümü buruşturdum ve istemsizce elimle yüzümü siler gibi bir hareket yaptım. İğrenç ötesi...

"Ne yaptı?" diye sordu Emre sonunda arabanın arkasından çıkıp bize doğru gelirken. "Hayır, tamam su içiyorsun da, kapıyı açmadan yut bir zahmet. Hadi yutmadın ne diye püskürtüyorsun, sanki hortlak gördün... Disgusting." diye söylendim hazır laf açılmışken. Dün telaşımdan o detaya çok takılamamıştım. Banyoda harcadığım 20 dakika dışında tabi. "Kim bilir nasıl beliriverdin kapıda adamı hortlak görmüşe çevirdiğine göre," dedi Emre gülerek. "Gülme. Belirdiysem senin yüzünden belirdim. Geberteceğim seni..."

"Psikolojimi bozdular Maviş," dedim Selim'e. Maviş dememle her zaman olduğu gibi gözleri kısıldı hafifçe. Şirince sırıttım. "Damsız almayanı mı ararsın, suratıma tüküreni mi, çakma mafya mı... Hayır silahı kafama kadar dayadılar da bir tane baktırmadılar ya..." Sözlerimle birlikte Selim bakışlarını sinirle Emre'ye çevirdi. "Lan bir de kızın kafasına silah mı dayattım sen?"

Emre hemen iki elini kaldırıp bir adım geriye attı. "Tehlikeli bir durum yoktu. Emniyeti bile açık değildi zaten," diyerek defansa geçti. "Silah lan silah, bundan tehlikelisi olur mu?" Gözlerimi devirdim. Koyun can derdinde kasap mal dedikleri bu olsa gerek. Yemişim tehlikesini bir kere yakından bakacaktım sadece. Onlar aralarında tartışmaya devam ederken ben yine düşüncelere dalmıştım.

Gerçi aslında düşünmüyordum. Başım ağrıyordu, öylece boş boş bakıyordum. Sabah cebime bir ağrı kesici sokuşturmuştum acaba onu içse miydim yoksa biraz daha beklese miydim? Belki de sadece kafein takviyesine ihtiyacım vardı. "Şt bana bak bana." "Hı." Az çok ne söyleyeceğini bilmeme rağmen bilmiyormuş gibi baktım gözlerine. Şu 'bana bak bana' deyişinden belliydi zaten. Birazdan tepemi attıracak bir şeyler söyleyecekti. "Bir daha tek başına barlara gitmek yok."

Güldüm. Tabi ne demek. Ben de senden izin alıyordum çünkü. "Öyle mi? Kime göre? Neye göre?" Havada yoğun bir şekilde meydan okuma vardı. Mavi gözleri biraz daha kısıldı. "Bana göre," dedi alçak bir tonda. "İşte şimdi geliyor..." diye mırıldandı Emre ilgiyle bana bakarak. Kaşlarımı kaldırdım alaycı bir şekilde ama ben de gözlerimi kısmıştım. Hayatta üç şeyden nefret ederim ve bunlardan bir tanesi kesinlikle bana ne yapmam gerektiğinin söylenmesi. "Sen kimsin pardon?"

Gözleri hafif koyulaşırken 'sen benim kim olduğumu gayet iyi biliyorsun' dercesine bakıyordu. Otoritesini kale dahi almadım. Neden? Çünkü üzerimde bir otoritesi yoktu. Söz dinleyecek olsam sırada abilik taslayacak adam çoktu. "Bak bir konuda anlaşalım, ben barlarda gezmiyorsam eğer bu sen istemediğin için değil dostum. Ben istemediğim için. Bilmem anlatabildim mi?"

Sen kime şekil yapıyon acaba? "Fark etmez. Gitmediğini bileyim yeter..." dedi o da beni hiç umursamadan. Dişlerimi birbirine bastırdım. "Bak beni kışkırtma. Beni kışkırtma. Kışkırtırsan sırf inadıma giderim." "Gider," diye tekrarladı emre onaylarcasına. Ona sinirli bir bakış atıp, "Sen de kaybol gözümün önünden, gıcığım sana bugün..." Onun için özel sakladığım kötü bakışları yöneltip tersledikten sonra, "Zaten başım ağrıyor..." diye söylendim kendi kendime. "Uykusuzluktandır," deyip fırlattığım kutuya maruz kalmamak uzaklaştı. "İçtin mi yoksa?"

Yok bunlar beni zıvanadan çıkarmadan rahat edemeyecekler belli oldu. "Hm, kokteyl. Karizmama ancak öylesi yakışırdı çünkü. İki, yok üç tane..." derken umursamazca önce iki sonra üç parmağımı kaldırdım havaya. Bir an antipatiğin 'ürkek bir tavşan gibi etrafa bakınmayı bırak' deyişi geldi. O ne biçim benzetme ya. O kadar da yabani değilim. Sadece sosyofobiyim birazcık. "Hani oraya kadar gitmişken içmeden çıkmak olmazdı değil mi. Ayıp. Görgüsüz müyüm ben?" Kaşlarımı kaldırdım alayla. Selim bütün ciddiyetiyle bana kötü kötü bakarken biraz daha kaldırdım kaşlarımı. "Ne?" dedim meydan okurcasına. "Ne? İçtiysem ne yapacaksın? Sana ne ayrıca?" "İyi aferin, sen yine de içme."

Bıkkınlıkla ellerimi yüzüme kapattım. Ben bu kafamı duvarlara mı vursam. Hayır ya, neden ben kafamı duvarlara vuruyorum, onlarınkini vurmalı değil mi. "Ha bir şey daha..." diye başlayınca Selim, "O da ölmek mi dersin?" deyip ayağa kalktım. Maviş dedik bağrımıza bastık bu daarıza çıktı. "Ben şimdi kahve yapacağım, döndüğümde sen de gözüme gözükme. Sana da gıcığım bugün," dedikten sonra ona sırtımı dönüp mutfağa yöneldim. "Bir daha başkalarının kapılarını çalmak da yok." Dönüp buna da laf yetiştirebilirdim ama sadece duymamazlıktan geldim. Bence bugün sabrım yeterince sınanmıştı. Acilen kafein almalıyım.

Kahvemi aldım ve koltuğa kuruldum. Şöyle gururlu bir patron olarak çalışanlarımı izleyecektim. Çakma abiler sizi. Ben hepinizi döverdim aslında... Oh mis. Uzun zamandır kafam bu kadar rahat etmemişti, sonunda her şey çözülmüştü. Fincanı kaldırıp kahve kokusunu içime çektim. İşte huzur. Galiba işler yoluna girmişti. Tam ilk yudumu alacakken Ali beliriverdi birden bire. "Alya," diyerek endişeyle bana doğu gelince kendimi yeni bir darbeye hazırlamak istercesine gözlerimi yumdum. "Aah hayır ya... Yine ne oldu," diye kıvrandım. Ben kendi kendime nazar mı etmiştim acaba. Daha kahvemden bir yudum bile almamıştım oysaki. Bari kahvem bitene kadar o huzur illüzyonu içerisinde kalabilseydim. Ama yok yazılmış kadere bir kere game overlar. Kaçılmıyor.

"Yok, bir sorun yok da yolda gelirken Sevil yengeyi gördüm ben..." Kafamda bir yerlerde uyarı çanları çalmaya başlamıştı bile ama nedenini tam saptayamadım. "Eee?" dedim kaşlarımı devam et dercesine kaldırarak. "Bana bir şey dedi." Şu cümlenin saçmalığı da ayrı bir sinir bozucu. Bana bir şey dedi gibi anlamsız bir cümle kurmak yerine direk ne dediğini söylemek bu kadar mı zor. "Ne dedi?" diye sordum. Sadede gelsene oğlum. İçimde bir şey kaçırıyormuşum gibi bir his beni huzursuz etmeye başlamıştı. Tehlike çanlarının sesi bir tık daha yükseldi. Duyacaklarım hiç hoşuma gitmeyecekti.

"Yeğeniyle görüşmeyi kabul etmişsin?"

*****

😲 Şaşırdık mı? Yoksa Alya'dan bunu zaten bekliyor muyduk?
Galiba Zeyd'in yakında ne göreceğini öğrenmiş olduk...
Acaba ikiliyi neler bekliyor?🤔

Continue Reading

You'll Also Like

3.5M 128K 71
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
116K 2.4K 35
"Sen haklısın. Yani geri çekilmekte, kaçmakta ... Biz olmayız, olamayız. Bu , o gün ima ettiklerimin yanlış veya yalan olduğu anlamına gelmez. Ama be...
39.5K 2.7K 50
TAMAMLANDI / 01.06.2023 Bir hacker ve bir bilgisayar mühendisinin Gizem, aksiyon ve aşk dolu muhafazakar hikayesi... Kimsenin cesaret edemeyeceği bi...
Buz By gece__

Teen Fiction

323K 11.2K 43
Amerika'da araba hırsızlığı yapan bir kız. Türkiye'ye döner ve düşmanıyla karşılaşırsa; Neler mi olur? " Buz " gibi bir kızın hikâyesi.