Thita - Yakut Hançer

By mssabelle

199K 12.4K 2.3K

Eliana'nın bilmediği en önemli şey, Archena Krallığı'nın kayıp varisi olmasıdır. Bir abisi, Bir prens arkadaş... More

Ben ve Onlar
BÖLÜM 1 ∞♦ Kehanetin Kaderi ♦∞
BÖLÜM 2 ∞♦ Swinyer ♦∞
BÖLÜM 3 ∞♦ İnsan ♦∞
BÖLÜM 4 ∞♦ Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 5 ∞♦ Yeni Hayatın İlk Renkleri ♦∞
BÖLÜM 6 ∞♦ Ekmek ♦∞
BÖLÜM 7 ∞♦ Teslimiyet ♦∞
BÖLÜM 8 ∞♦ Şişko ♦∞
BÖLÜM 9 ∞♦ Aramızda ♦∞
BÖLÜM 10 ∞♦ Obra Kadabro ♦∞
BÖLÜM 11 ∞♦ Kral Charles ♦∞
BÖLÜM 12 ∞♦ Ben Senim Kraliçe ♦∞
BÖLÜM 14 ∞♦ Prens Taylor ♦∞
BÖLÜM 15 ∞♦ Gölge ♦∞
BÖLÜM 16 ∞♦ Birleşme ♦∞
BÖLÜM 17 ∞♦ Çıkış ♦∞
BÖLÜM 18 ∞♦ Tuhaf Bir Duygu ♦∞
BÖLÜM 19 ∞♦ Plan ♦∞
BÖLÜM 20 ∞♦ Teklif ♦∞
BÖLÜM 21 ∞♦ Destek ♦∞
BÖLÜM 22 ∞♦ Zayıf Nokta ♦∞
BÖLÜM 23 ∞♦ Kan ♦∞
BÖLÜM 24 ∞♦ Kükreyiş ♦∞
BÖLÜM 25 ∞♦ Kan ve Ölüm ♦∞
BÖLÜM 26 ∞♦ 10 Yıl Sonra ♦∞
BÖLÜM 27 ∞♦ Yalan ♦∞
BÖLÜM 28 ∞♦ Acı Gerçek ♦∞
BÖLÜM 29 ∞♦ Bağ ♦∞
BÖLÜM 30 ∞♦ Diş İzleri ♦∞
BÖLÜM 31 ∞♦ Dönüşüm ♦∞
BÖLÜM 32 ∞♦ İsyan ♦∞
BÖLÜM 33 ∞♦ Anahtar ♦∞
BÖLÜM 34 ∞♦ Aile ♦∞
BÖLÜM 35 ∞♦ Saldırı ♦∞
BÖLÜM 36 ∞♦ Duvar ♦∞
BÖLÜM 37 ∞♦ Barış ♦∞
BÖLÜM 38 ∞♦ Oda Cezası ♦∞
BÖLÜM 39 ∞♦ Yaratık ♦∞
BÖLÜM 40 ∞♦ Ölüm ♦∞
BÖLÜM 41 ∞♦ Çağırış ♦∞
BÖLÜM 42 ∞♦ Gelecek Yazgısı ♦∞
BÖLÜM 43 ∞♦ Hepimiz ♦∞
BÖLÜM 44 ∞♦ Sınır ♦∞
BÖLÜM 45 ∞♦ Sarhoş ♦∞
BÖLÜM 46 ∞♦ Saray Yolu ♦∞
BÖLÜM 47 ∞♦ Anne ♦∞
BÖLÜM 48 ∞♦ Kader ♦∞
BÖLÜM 49 ∞♦ Kral ve Kraliçe ♦∞
FİNAL 1: BÖLÜM 50 ∞♦ Fedakarlık ♦∞
FİNAL 2: BÖLÜM 51 ∞♦ Safir ♦∞
AÇIKLAMA
THİTA 2 - Safir Hançer

BÖLÜM 13 ∞♦ Abi ve Küçük Kardeş ♦∞

5K 296 119
By mssabelle

|Bölüm 13: "Abi ve Küçük Kardeş" 👦👧

🔥

Sana sarılıp kazağını gözyaşlarımla dolduracağım, canım abim.❞

🔥

Göğsümün şişip kalktığını hissediyordum. Göz kapaklarımın altındaki mavilerimi, sağa sola döndürürken ışığı arıyordum, sonra rahat bir nefes alarak gözlerimi açtım.

Buğulu gözlerim etrafta yer edinirken ellerimi yere bastırarak doğruldum. Atlar kenarda çimen yerken nefesimi düzenleyip başıma saplanan acı kılıç darbelerini hissetmiştim. Elimi başıma götürerek ovaladım. Ayağa kalktığımda rüzgârın küçük hızı önümdeki saçlarımı geri atmıştı.

Gözlerim, Marcus ve Alaric'in geldiği yönde durdu. İkisinin iyi anlaşamayacağı uzaktan bile belliydi. Suratları buruşmuş, birbirine bakmıyorlardı.

"Uyanmışsın." dedi Marcus, yanıma gelirken.

"Nereye gittiniz?" dedim. Sesim sanki az önceki darbeyi yok saymaya çalışır gibi sakindi.

Marcus, gözleriyle Alaric'i gösterdi. "Komutanın çişi gelmiş," dedi.

Alaric homurdanarak, "Başka birinin de gelmişti." dedi imayla.

"Çişini sesli yapmıştın," dedi kızarak. "İnsan duyunca durduramıyor."

Alaric, ağzından bir şeyler geveleyip yanımızdan ayrılırken ben kıkırdayarak Marcus'a baktım.

"İyi misin? Rengin gitmiş." dediğinde kıkırdamamı durdurarak başımı salladım.

"İyiyim, kabus görmüştüm." dediğimde dikkatlice bana baktı.

Kabusumun gerçek olduğunu biliyordum. Böyle kabuslarım asla olmazdı. Gerçek gibiydi. Kükremesi, gözleri, kürkü, uçurum... Kabus değildi. Bir şey anlatıyordu ama ben anlamamıştım. Ne dediğini bile unutmuştum.

"Hadi gidelim. Akşama kalmak istemeyiz." diyerek atların yanından bize bağıran Alaric'e döndüm. Marcus, benimle birlikte oraya doğru yürümeye başladı. Atlara binerken sessizlik içinde ilerliyorduk.

Kabusu düşünmek istemiyordum ama rüzgarı gerçek gibiydi. Bana bakışları hemen hemen Swinyer'a benziyordu. Onu tanımıyordum. Ormanda öyle bir dişi aslana rastlamamıştım.

Kimdi? Ne istiyordu? Bu tür sorular kafamda dönüp duruyordu. Rüya da ne konuştuğumu hatırlamıyorum. Susuyordum. Marcus'un endişelenmesi an meselesiydi.

"Eliana," diye yanıma gelirken zaman durdu. Gözlerimi kırpmak istedim ama sağımdan gelen rüzgar ile atımı ve kendimi sola doğru çektim. Atım kişnerken ellerim dizginleri sımsıkı tutuyordu. Rüzgarın bitiş yönüne baktığımda küçük okun ağaca saplanmış haliyle göz göze gelmiştim.

"Neler oluyor?" diyerek Marcus'a döndüm. Gözleri etrafta okun geldiği yönde turluyordu. Alaric, kılıcını çıkarıp hazırda bekler gibi tetikteydi.

"Marcus!" dedim. Sesimin yükselişiyle çalılıktan çıkan siyah giymiş insanlar, etrafımızda dönmeye başladılar.

Marcus ve Alaric atlarından hızlıca aşağıya inerken bende onları takip ettim. Atımın yanında durup kavramaya çalışıyordum.

İnsanların belindeki kılıçlar avuçlarının arasındaydı. Yüzleri kapalıydı, sadece gözlerini görebiliyorduk. Rüzgâr anı bekler gibi durmuştu. Bizi öldürecekler miydi?

"Kapkaççılar," dediğinde etrafımızda ki insanlar koşarak bize doğru gelmeye başladı.

Marcus elindeki kılıcı hazırda tutarken Alaric, küçük hançerini boyunlarında kullanıyordu. Bana doğru gelen insanları öldürmeden yaralayarak kendimi kurtarıyordum.

"Bizde birşey yok ki!" dedim bana doğru gelen insanlara.

"Siktir!" diyerek yanıma doğru gelen Marcus'a uzunca baktım.

"Küfür ettin..." dedim şaşırarak. İnsanların böyle küfür ettiğini biliyordum ama gerçek hali çok komik gözüküyordu. Hele ki böyle bir durumda Marcus'un küfürünü duymak benim için komik ve şaşırtıcıydı.

"Eliana," dedi tavrıma karşılık bıkınca. Sonra da, "Bir şeyler yapamaz mısın?" dedi mırıldanarak.

Büyü gücümü kullanmamı istiyordu! Onları yenebilirdik, sayıları azdı. Kılıç darbelerim arasında Marcus'a cevap vermeye hazırlanıyordum.

"Alaric." dedim sadece. Başını sallayıp Alaric'in yanına gitti. Ona bir şeyler söylerken Alaric itiraz edip duruyordu. Bir yandan darbeler indirirken Alaric'in gözlerini devirdiğini görmüştüm. Gözlerimi onlardan çekerek ileri baktığımda üç kişinin onlara doğru koştuğunu gördüm, ama onlar bunu fark etmedi.

Sessiz bir şekilde büyü mırıldanırken Marcus ve Alaric hızlıca arkalarına bakmadan koşuyordu. Beni burada mı bırakacaklardı? Marcus'un planı bu muydu? Tek başıma kalmak...

Birkaç kişiyi darbelerimle indirirken o üç kişinin uçup yere düştüklerini gördüm. Bunun sayesinde kişilerin gözleri oraya dönerken, "Büyücü!" diye bağırdılar. Aralarından birkaçı kaçtığı için diğerleri de onu takip etmişti.

Geriye doğru giderek Marcus'un peşinden gitmeyi hedefledim. Arkamı dönerek koştum. Kılıcım elimde dururken, gözlerim etrafta onları arıyordu. Atlarımız orada kalmıştı. Kaleye nasıl gidecektik peki?

"Marcus!" diye bir ümitle sesimi duyması için bağırdım. Swinyer'dan aldığım eğitimi kullanarak sesleri kontrol ettim. İllaki kavga edeceklerdi.

"Salak! Onu nasıl orada bıraktın?!" Alaric, sesini yükselterek Marcus'a bağırıyordu. Benim için endişelenmiş miydi?

Seslerini takip ederek onlara doğru gittim.

"Bana salak deme!"

Yapmayın ama... "Salaksın!" dedi hiddetlenerek.

"İkiniz de salaksınız!" dedim onlara gözükerek. "Kavga edip etrafınıza bakmıyorsunuz! Ya sizi takip etselerdi?" Kılıcımı geri yerine koyup onlara döndüm.

"Ne yaptın onlara?" dedi Alaric

"Sizin kaçtığınızı görerek benim gibi bir kızla savaşmak istemediler." dedim omuz silkerek. Alaric'e direk büyü yaptım diyemezdim. "Atlarımızda olmadığına göre ne yapacağız?"

"İleride bir kasaba olması lazım. Oraya gidip at satın alalım. Sonra geri yola koyuluruz." dedi Alaric kaşları çatık bir şekilde. Eminim ki durumumuzu sorguluyor, nasıl kaçtılar gibi sorular aklında dolanıyordu.

"İyi fikir." diyerek onayladım.

Alaric tek kaşını kaldırıp Marcus'a baktı. "Salaklar böyle fikir söylemezler değil mi? Demek ki ben salak değilmişim. Kimmiş buradaki salak?"

Yavru aslan gibiydiler. Didişip duruyorlardı.

"Tanrım!" dedi Marcus ve kolumdan tutarak beni peşinden sürükledi.

"Yavru aslan gibisiniz." dedim ona ayak uydurmaya çalışarak. Lakin Marcus'un hızına yetişemiyordum.

"Sen böyle dövüşmeyi nereden öğrendin?" dedi Alaric yanımıza gelerek. Adımlarımız yavaşlamıştı.

"Biri öğretmişti," dedim ona bakmayarak.

"Her kimse çok iyi dövüşmeyi biliyor demektir. Neredeyse benden iyi olacağını düşünmeye başlayacaktım." diyerek kaşlarını kaldırdı.

"Ondan daha iyi değilsin." dedi Marcus mırıldanarak.

"Bir şey mi dedin?" dedi yanımdaki Marcus'a bakarak. Ama duyduğunu biliyordum. Sadece tartışmayı uzatmak istemiyordu.

"Ne diyebilirim, siz komutansınız sonuçta," diyerek omuz silkti. "Sesli işiyen komutan." diyerek kulağıma eğilip fısıldadı.

Kıkırdadım. Bunun üzerine Marcus da sırıttı. Alaric kaşlarını çattıp bize bakıyordu. "Gizli konuşmayı kes!" dedi tıslayarak.

Marcus saldırmadan bakışlarını yola çekti. "Bu yol nereye gidiyor?"

"Küçük kasabaya," dedi ve ağaçların arasına baktı. "Kasabanın üzerinde kaleye gidecek yol var. Oradan geçeriz."

"Güvenilir mi?"

"Kasaba güvenilir ama yol direk kaleye çıktığı için askerler ve tuzaklar çok olacaktır." dedi başını iki yana salllayarak.

"Başka güzergâh yok mu?"

"O yoldan geçtiğim için diğer yolları bilmiyorum. Ama oradaki yetkili askerlerimize sorarız. Kalenin planları da atım sayesinde gitti." diye somurttuğunda, Marcus gözlerini ona dikti.

"Üzerinde bir cep falan yok muydu senin?"

"Savaş kostümlerinde cep olmaz." diyerek cevapladı.

Nefesimi üfledim. Keegan burada olsaydı rahatça kaleye gidebilirdik. Ama o kadim bir varlıktı. Bense onun kızı. Tüm hayatım boyunca bunu biliyordum.

O benim babam. Biyolojik olmasa da babam gibiydi. Onu görmediğim ve bilmediğim babam yerime koydum.

Eliana!

Eliana!

Kaşlarımı çattım. Bu sesi tanımıyordum. Kimdi bu? Swinyer ve Keegan değildi.

Kimsin sen?

Kadim Ormanı'nın kızı, kurtar yavrumu!

Neredesin?

Yardım et!

"Eliana!"

Marcus beni sarsarak konuşmamı bölmüştü. Endişeli gözleri üzerimdeyken bana seslenen canlıya ulaşmak istedim. Ama beni engelleyen bir duvarla çarpışmıştım.

"Marcus," dedim lakin sesim kısık çıkmıştı. "Biri yardım istiyor."

"Ne?" dedi anlamayarak.

"Biri bana seslendi. Yardım istiyordu." dedim, Alaric bana bakarken devam edemezdim.

"Yalnız bırakabilir misin?" dedim Alaric'e dönerek. Marcus omzumu tutmuş, Alaric'e bakıyordu.

"En azından biraz uzaklaş." dedi ciddiyetle.

Alaric kaşlarını çatarak önde yürümeye başladı. Rahat bir nefes alıp Marcus'a döndüm.

"Kadim Orman'ında hayvanlarla yaşadığımı söylemiştim. Onlarla düşünceler arası sohbet edebiliyordum."

Başını sallayıp devam etmemi istedi. "Az önce biri bana seslendi. Hayvan olduğunu tahmin ediyorum. Ama kim olduğunu bilmiyorum." dedim sonra Alaric'e baktım. Bizden uzaktayken dinleyemezdi. "Yardım istedi. Beni tanıyordu. Sesinden kim olduğunu anlayabilirdim ama tanımadım." Titrek bir nefes aldım.

Marcus'a dönüp, "Bana Kadim Ormanı'nın kızı dedi." Başımı iki yana salladım. "Kimse bana böyle seslenmezdi. İlk defa duyuyorum."

"Seslense bile ona nasıl yardım etmeyi düşünüyorsun. Alaric varken hem de..." dedi Alaric'i yan gözle göstererek.

Sonra hayranlıkla bana baktı. "Zaman geçtikçe sana hayran kalıyorum." dedi gözündeki parıltılarla.

"Marcus!" dedim hafif kızgınlıkla. "Ne yapacağım? Burada bir görevim var ama onlara yardım etmeliyim. Sonuçta kimse bana erişemez. Onlar erişiyor." dedim sona doğru gelen kısık sesimle. "Gitmek istiyorum."

"Alaric'e yalan uydurmalıyız." dedi ciddice.

"Gerçekleri söylemek isterdim."

"Ama bunun büyük bir sır olduğunu biliyorsun. Bana da söyledin, neden?"

"Söylememi istedi."

"Kim? Ormandaki kişi mi?" dedi yukarı kalkan kaşlarıyla.

Kişi mi? Gülerek başımı salladım. "Evet."

"Beni tanıyor mu? Onu hiç görmedim."

"Göremezsin zaten," dedim kısık sesimle. "Orman da."

"Anlamadım. O oradaysa seninle nasıl konuşuyor?"

Yutkundum. Keegan bir sırdı, bir varlıktı. En önemlisiyse babamdı. Söyleyemezdim. O istemediği sürece anlatamazdım onu.

"Konuşmanız bittiyse kasabaya yaklaştık." dedi Alaric önden. Onun sayesinde sorudan kurtulmuştum. Rahat bir nefes verirken Marcus beni süzmüştü.

"Yol atlar için geçilir mi?" dedim onun yanına yaklaşarak.

"Atlar için geçilir ama nasıl geçeceğimize emin değilim."

"Yolda ne var? Kapkapçcı mı?"

Başını sağa sola sallarken Marcus yanıma gelmişti. "Onlardan kat kat daha kötü. O yol direk kaleye varır. Büyücüler yola tuzak kurdu. Bilenler geçebilir ki ben geçtiğim için biliyorum. Ama oniki sene önceydi. Unutmuş olmalıyım."

"Başka yollardan çözüm deniyelim."

"O yolları öğrenirsek zamanı uzatabiliriz. Bunu göze alamam."

"Kralın bize zaman verdiğini hatırlamıyorum." dedi Marcus araya girerek.

"En yakın zamanda saraya varsak iyi olur. Sonuçta zaman geçerse şartınızı gözden geçirecektir."

"O yol tek çözüm," dedim kabullenerek.

"Ve en korunaklı..." dedi Marcus, nefesini vererek.

Alaric ileri bakarken sırıttı. "Şansımız yaver gitse iyi olur. Ölmek için çok gencim."

Marcus bunun üzerine ona bakıp sırıttı. "Bir ayağın yere bakıyor. Ne yaşaması?"

"Karşındakinin bir komutan olduğunu unutuyorsun sanırım."

"Hatırlatmasaydın keşke," dedi bıkınca. "Öfkem kabarıyor."

"Kapatın çenenizi." dedim hiddetle. "Hançerimi kullanmamak için kendimi zor tutuyorum."

🔥

Birkaç saatin ardından kasabaya gelmiş, güneşin batışını görebilmiştik. Ormanın içinde ağaçların arasında sadece yıldızların ışıkları gözüküyordu. Karanlık olduğu halde pencerelere vuran ışıklar sayesinde kasabadaki evlere bakıyordum.

"Handan at alacağım. Siz yiyecek alın." diyerek yanımızdan ayrıldı Alaric.

Marcus başını sallarken yollarımızı ayırdık. "Atı aldıktan sonra mı yola koyulacağız? Siz dinlenmediniz."

"Yarın ilk iş yola koyulmak olacak. Bu akşamki nöbeti sen tutarsın." dediğinde başımı salladım.

"Uykumu almıştım. Nöbet tutarım." Yiyecek almak için dükkanlara bakıyorduk.

"Şimdi..." dedi uzatarak. "Alaric de yokken bana şu ormanı anlat."

Nefesimi alırken, "Şu kişiyi merak ettim. Bir zahmet onu da..." dediğinde "Aramızda kalacak." diyerek başıyla onaylamasını izledim.

"Güvenmiyor musun?" dedi şaşırtıcı bir şekilde.

"Hayır, güveniyorum." dedim endişe içerisinde hızlıca söyleyerek. "Sadece bu söyleyeceğim önemli. Kimse bilmemeli."

Beni onaylamadan tezgaha ilerledi ve adamla alacaklarını konuşmaya başladı.

Bense etrafı izliyordum. Burası sakin gibiydi. İlk geldiğim yere benzemiyordu. İnsanlar daha sakin, biraz huzurlu ve konuşkan benziyordu. Hatta evleri yakın olanlar birbirine gülümseyerek bakıyor ve konuşuyordu.

Belki de içlerinde acılar yaşanıyordu.

"Burası çok tuhaf değil mi?" dedim incelemeye devam ederken.

Adama parasını ödeyip benim gibi etrafı inceledi. "Herkes tuhaf," diyerek bana döndü. "İnsanlar isyandan sonra çok değişti."

"Hangi isyan? Archena Krallığı'na olan isyandan mı söz ediyorsun?"

Yanıma yaklaşıp kulağıma eğildi. "Biraz sessiz söyle." Gözleri insanların arasında geziniyordu. "Oradan kaçan insanlar her tarafa dağıldı. Belki burada bile o kişileri bulabiliriz. Ama lütfen üzüntülerini içinde yaşasınlar." dedi fısıldayarak.

"Çok mu kötü şeyler yaşadılar?" dedim üzüntüyle.

"Kral ve kraliçe bile yaşadı. Özellikle altı aylık bebeklerini söylemiyorum bile," dedi umutsuz bir sesle. Gözlerinde hem özlem hem de hüzün içeriyordu. Boşluğa bakarak bana olayları anlatıyor, bir yandan yaşıyor gibi gözüküyordu. Kendine gelebilmek için başını iki yana salladı. "Tanrım onu korusun."

"Kraliyet ailesi yaşıyor mu ki?" dedim sessizce. Kralın ve kraliçenin iyi olduğunu biliyordum ama bunun insanların bildiğine emin değildim.

"Kraliyet ailesinin yaşadığını bilmiyoruz. Altı aylık bebeklerine ne olduğun da kimse bilmiyor." Yürümeye başlayınca hemen yanında yer aldım. "Bazıları ölmediğini ve birgün geleceğini düşünüp tanrıya dua ediyor. Ama diğerleri öldüğünü ve bu acımasız hayata devam edilmesini söylüyor."

"Sen ne düşünüyorsun?"dedim ona dikkatlice bakarak. Yüzünde hafif bir sırıtma geçti, sonra yok oldu.

"Annem, o bebeğin yaşadığını iddia ediyordu. Birgün kendi halkını kurtarıp yeni bir yaşamı getirecekmiş. Ben de onunla birlikte inanmaya başladım. Umarım bu inancım tükenmez. O bebekte büyümüş ve ailesini kurtarmak için planlar yapıyordur."

"Adı ne peki?"

"Adını hatırlamıyorum ama o bir kız, bir prenses."

"Onun için üzülüyorum." dedim bakışlarımı yere indirerek.

"Bende," dedi nefesini vererek. "Keşke ne yaptığını bilseydim. Prenses için canımı veririm. O benim umudum, o benim..." Devam etmedi, başını diğer tarafa çevirip benden saklandı.

"Umarım inandığın gibi olur." diyerek konuşmayı sonlandırmak istedim. Archena Krallığı'nın eski benliğine kavuşmasını, hatta tüm krallıkları için istiyordum. Yaşaması gerekiyordu. Marcus gibi inancı olan insanların umutlarını koruması gerekiyordu. Ortaya ne zaman çıkacaktı? Peki ben yaşadığını düşünüyor muydum?

Krallık için uğraşaçak Marcus gibi insanlar lazımdı. Ama kime inanacaklardı ki? O kız her ne yapıyorsa yanında olmak isterdim. Sonuçta aynı kaderi paylaşmışız. O da ailesini kaybetmiş, ben de... Umarım benim gibi şanslı ve ormandakiler gibi dostlar edinmiştir.

"Alaric'e bak," dedi neşeli sesiyle.

Yönümü ona çevirip baktım. Bir atın önüne geçmiş, arkadaki iki atı da yürütmeye çalışıyordu.

"İnatçı at almış."

"Karışma." dedim sahte kızgınlığımla. Ona baktığımda, "Biliyor musun? Senden şüpheleniyorum." diyerek pelerinime tutundum ve kıkırdadım.

Bana bakıp alayla kaşlarını kaldırdı. "Çok soğuk birine benziyordun. Soğuk sesine de titremiştim. Ama değiştin. Sıcacık oldun, çok farklı davranmaya başladın."

Egosuyla sırıttı. "Seni tanımaya başlayınca soğukluğuma bir kenara attım. Üstelik ormanda yetişmişsin, kötülük bileceğini sanmıyorum." dedi ve boş olan kolunu üzerime attı. Diğer kolu poşetlerle doluydu. Beni göğsüne çekince gülümsedim.

"Senden iyi bir abi olurmuş." dedim alttan ona bakarak. Göğsü titrediğinde dudaklarından kısık bir kahkaha çıktı.

"Senden de çılgın küçük insancık olurmuş." diyince biraz daha başımı kaldırdım. Kötü bir şey dememişti değil mi? 

"İnsancık mı?" dedim anlamayarak. "O benim lafımdı."

O da başını eğince yakın olmuştuk. Gülümseyip gözlerini bana dikti. Işıl ışıldı. Ela gözleri çok yakınımdaydı ve derine kapılıyordum. Beni daha çok kendine çekince göğsüne çarpmış, sıcaklığı yanaklarımı ısıtmıştı. Yüzünü sağ tarafıma doğru uzatıp kulağıma nefesi verdi.

Çok yakındı, çok...

"Kardeşim olmaya ne dersin?"

Nefesimi tutup gözlerimi kırpıştırdım. Diğer elimi göğsüne getirip avuçlarımı bastırdım. Parmaklarımla değdiğim bedene dikkatlice bakarken gözlerimin dolduğunu hissettim.

Duygusal biriydim; gözyaşlarımı tutmayı değil, bırakmayı seçerdim. Deli gibi ağlasam benden kaçar mıydı? Ailesiyle gülen içimdeki ben Marcus'a kocaman gözlerle bakıyordu. Ondan sevgi bekliyordu.

"Bak, sorun olursa," dedi çekilmeye çalışarak. Kalın kazağını kavramış, avumucun içine alıp çekilmesine müsaade etmemiştim.

Gözlerimi kapatıp göğsüne bastırdım yüzümü. Dudaklarım aralanırken burnuma kokusunu çektim. Bir insan kokusunu bu kadar yakından içime çekmek benim için inanılmazdı. Hep babamın ve canlılarımın kokusuna alışmışken Marcus'un kokusu kimse de bulamadığım nefesti.

"Evet," dedim gülümseyerek. "Teşekkür ederim."

Benim abim vardı. Adı da Marcus, kan bağı ya da gerçek kardeşim değildi. Beni olduğum gibi kabul eden biriydi.

"Ağlamanı yasaklıyorum küçük insancık," dediğinde ağladığımı fark etmemiştim. "Burnundaki iğrenç sümükler kıyafetlerimi kirlettiyor." Başıma öpücük kondurup daha fazla gözyaşı dökmemi sağladı.

"Yapma şöyle şeyler," derken dediklerine kızmıyordum. Beni öpmesi ve sarılması çok tuhaf hissettirmişti. "Gözyaşlarım daha da arttı."

Başıma bir öpücük daha kondurup geri çekildi. Poşetleri bana uzatırken bana bakmamaya çalışıyordu. "Alaric'e yardım edeceğim." derken elindekilerini almıştım.

Yanımdan ayrılırken ellerimin tersiyle yanaklarımdaki ıslaklığı sildim. Poşetleri tutup yanlarına doğru adımladım. Marcus çok iyi biriydi. Beni kardeşi görüyordu. Bende onu abim görüyordum. Ormanda Keegan ve Swinyer yanımdayken insanların arasında Marcus vardı. Artık insan bir ailem vardı.

Ama Keegan kabul edecek miydi? Benim isteklerimi geri çevirmemişti. Düşüncelerime saygı göstermişti. Bir tek şu dışarı çıkma olayına karşı çıkmıştı. Kendi çapında haklıydı. Yirmi iki yıldır beni yetiştirip insanların eline bırakacak değildi. Zaten güvenmiyordu. Bir tek Marcus'a güvenmemi istemişti. Bir de Dryden'a...

Marcus da ne görmüş olabilirdi? Ona güvenmemi isterken ciddiydi. Peki sonra onu yanımdan kovmak isterse? Marcus'a alışmalı mıydım?

Yanlarına gelip atlara baktım. "Atlarda senin gibi," dedi Marcus. İkisi Marcus'un, biri Alaric'in elindeydi.

"Bana laf atmadan duramıyor musun?" dedi Alaric ata binerken.

"Keşke durdurabilsem." dedi omuz silkerek.

Göz devirip poşetleri ata binmiş Alaric'e verdim. Kendi atıma atlayıp Marcus'a döndüm. O da atına binince yönümüzü kasabanın çıkışına çevirmiştik.

"Biliyorum ama içimde kötü hissi uzaklaştıramıyorum," dedim arkamı dönmeden. "Başka yol yok mu?"

"Handa askerleri gördüm. Yolun daha çok tehlikeli olduğunu söylediler. Başka yolun olduğunu da söylediler."

"O zaman oraya gidelim." dedim rahatlayarak.

"Olmaz," dedi bana bakarak. "O yol Kadim Ormanı'na yakın olduğu için gidemeyiz. Ormanın hikâyesini biliyorsunuz."

İçimde kabaran özlem duygumla Alaric de olan gözlerimi Marcus'a çevirmiştim. Onun da bana baktığını gördüğüm için bakışlarımı çekemedim.

Özlemiştim.

Hem Swinyer'a yakında geleceğime söz vermiştim. Aradan yedi gün geçmişti. Artık görmek istiyordum. Özlem duygumu bastıramıyordum.

"Oradan geçelim." dedi Marcus beni anlayarak.

"Delirdin mi?!" dedi yüksek sesle. "Ölmek istemiyorum."

"Kadim Ormanı'na yakın dedin, içinden geçiyor değil. Zarar göreceğimizi sanmıyorum."

"Delisin sen!" dedi aynı sinirle Alaric. "Tuzaklı yolu tercih ederim daha iyi."

Atını sürüp beni geçerken arkadan umutsuzca baktım. "Alaric..." dedim duymasını sağlayan sesimle. "Lütfen..."

Bana şaşkınlıkla baktı. Gözlerini üzerimden çekip Marcus'a döndü. "Ciddi misiniz?! O ormanın tehlikeli olduğunu biliyorsunuz. Olayları bilmiyormuşsunuz gibi de davranmayın. Hayvanlar vahşi, orman sessiz... Asla o yoldan gidilmeyecek!" dedi ciddi bir sesle.

Sinirlenmiştim. Ormanı bu kadar kötü görmemeliydi. Resmen dostlarımı yanımda aşağılamıştı. Sesimi çıkaramazdım da ama özlüyordum. Kimse beni vazgeçiremezdi.

Dizginleri tutup Alaric'e kaşlarımı çattım. "Ben gidiyorum, istediğini yap."

"İzin vermiyorum. Bizimle geleceksin." dedi.

"Bizimle derken?" dedi Marcus yanıma gelerek. "Ben de onunla gidiyorum. Karar senin."

Gülümseyerek ona baktıktan sonra Alaric'e döndüm. Sinirle bir nefes alıp saçlarına daldırdı elini.

"Sizin kadar çılgın birilerini görmemiştim." dedi yenilgiye uğrayarak. "Tamam, gidiyoruz. Ama beni dinliyeceksiniz. Emirlerime karşı çıkılmayacak."

Başımı hızlıca salladım. Yanımızdan geçtiğinde, "Gidelim," dedi.

Atımızın yönlerini çevirip Alaric'in arkasında yer aldık. Sonunda onları görebilecektim. En azından Swinyer'ı. Keegan mağaradan dışarı çıkamazdı. Çıksa bile bana gözükmesi gerekirdi. Yanımda Alaric ve Marcus olurken bunun olumsuz olduğunu biliyordum.

Toprağına dokunsam, gözlerimle görsem, kulaklarımla işitsem bana yeterdi.

"Özlemiştim," dedim Marcus'a hitaben. "Ama şimdi onları göreceğim için o kadar çok mutluyum ki Alaric'e bile sarılabilirim."

Marcus yüzünü buruşturdu. Hareketine güldüm. "Gözlerinden anlaşılıyordu. O yüzden senin için oradan geçmeye karar verdim." Kısık sesiyle, "Ama birazcık korkuyorum." diye bitirdi.

"Merak etme sana zarar vermelerine izin vermeyeceğim. Beni dinleyecekleri için korkmamalısın."

Marcus sırıtarak bakışını Alaric'e çevirdi. "Dostlarına söyle, Alaric'e güzel bir burun yapsınlar."

Tek gözünü kısıp, "Biraz yandan ısırabilirler. Deliklerine de bir yol bulsunlar artık." dediğinde kahkaha attım. "Çok abartmasınlar." dedi uyarıcı bir sesle.

"Tamam, söylerim."

"Güzel," dedi geri çekilirken. "Sonunda gözlerim festival yapacak."

Kıkırdayıp Alaric'e baktım. Kendi halinde etrafına bakıyordu. Yandan yüz hatları yerine koca burnu gözüküyordu. Ama burnundan bana neydi? Ben onu kendisi olduğu için katlanıyordum. Aslında iyi biri gibi gözükse de ve biraz kavgacıydı, alışılmadık biriydi. 

Keegan'dan huy almıştım. İnsanlara güvenmemek...

Tabii Marcus hariçti. O benim abimdi.

🔥

Güzel bölümle geldiğimi düşünüyorum. Neyse bölüm hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum.

Sizce Marcus ve Alaric'in atışmaları komik değil mi? Ne diyorsunuz?

Ve herkes Marcus ve Eliana'yı shiplemiş, öyle gördüm, bunun için üzgünüm. Hikaye akışı aklımda öyle değildi :( Ama böyle olması daha güzel değil mi?

Kendinize iyi bakın.

💜

Continue Reading

You'll Also Like

NEFES By N

ChickLit

57K 3.6K 25
Toprağın hayat, yaşamın ölüm koktuğunun farkında mısın, küçük çocuk?
263K 20.4K 125
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Özel Kuvvetler Komutanlığı yani meşhur Bordo Bereli Üsteğmen Melike'nin nasıl gittiğini bilmediği paralel evrende yer alan...
1K 151 18
UYARI: Hikayemde olaylar ikinci bölümün yarısından itibaren başlamaktadır!!! Düşünsenize, bir anda iki gece önce okuduğunuz bir kitaba reenkarne o...
32.4K 433 23
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...