Emma

By ClassicsTR

45.8K 3.2K 779

Jane Austen, 1815'te, 39 yaşındayken tamamladığı Emma'nın en sevdiği romanı olduğu söyler. Aşk ve Gurur ve Ma... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm

53. Bölüm

551 48 33
By ClassicsTR


Mrs. Weston rahat bir doğum yaparak bütün dostlarını sevindirdi. Onun sağlığı konusunda Emma'nın sevincini artıracak bir şey varsa o da dünyaya getirdiği çocuğun kız olmasıydı. Emma baştan beri, ille de küçük bir Miss Weston istemişti. Niyetinin sonradan bu kızı, Isabella'nın oğullarından biriyle evlendirmek olduğunu kabul etmiyor, ancak ana ile babaya bir kız evladın çok yaraşacağını ileri sürüyordu. Bu, Mr. Weston'a yaşlılığında (çünkü elbet Mr. Weston da yaşlanacaktı, on yıl falan sonra) büyük avuntu verirdi. Evinden ayrılmak zorunda kalmayan bir çocuğun oyunlarıyla saçmalıkları, kaprisleriyle hayalleri evinin şenliği olurdu. Mrs. Weston'a gelince; bir kız çocuğunun en çok onu sevindireceğinden kimse kuşku duyamazdı. Zaten kız yetiştirmekte bu kadar usta olan birinin bu yeteneğini bir daha hiç kullanmaması yazık değil miydi?

"Alıştırmasını benim üzerimde yaptı; bu bir artıdır bence. Şu Fransız romancısı Madame de Genlis'in "Adelaide ve Theodore" romanındaki, hani, Almane baronunun, yeteneğini Ostalis Kontesi Adelaide yoluyla geliştirmesi gibi. Şimdi de, işte, Mrs. Weston'ın kendi Adelaide'sini çok daha kusursuz bir planla yetiştirdiğini göreceğiz."

Mr. Knightley, "Yani demektir ki kızını seni şımarttığından bile daha çok şımartacak ama hiç şımartmadığını söyleyecek. Başkaca hiçbir fark olmayacak," dedi.

"Zavallı yavru! O gidişle nasıl biri olur, kim bilir!"

"Çok da kötü değil. Binlerce kızın kaderini paylaşır. Çok küçüklüğünde huysuz ve sevimsiz olur, büyüdükçe kendi kendini yola getirip düzelir. Şımarık büyüyen çocuklara artık eskisi kadar kızamıyorum, sevgili Emma. Şu anda tüm mutluluğumu sana borçluyken, onlara kızmam nankörlük olmaz mı?"

Emma gülerek, "Evet ama benim şansım vardı," dedi. "Siz başkalarının beni şımartmasını dengelemeye çalışarak bana yardımcı oldunuz. Yoksa salt kendi aklımla adam olabilir miydim? Hiç sanmıyorum."

"Öyle mi? Ben sanıyorum. Tanrı sana zekâ vermiş, Miss Taylor da ilkeler verdi. Nasılsa düzgün yetişecektin. Benim sana karışmam yarar sağlamak yerine zarar bile verebilirdi. 'Bu adam kim oluyor bana akıl öğretecek?' demeye hakkın vardı. Sonra kim bilir benim akıl veriş biçimimi de ne kadar itici buluyordun. Yok, sana iyiliğim dokunduğuna inanmıyorum, Emma. Seni gözbebeğim gibi sevmekle ancak kendime iyilik ettim ben. O kadar yakından ilgilenip de seni olduğun gibi sevmemek elimde değildi, kusurlarınla falan. Kısacası, eleştirecek bir sürü kusur bula bula, sana en azından on üçüncü yaşından beri âşık olduğumu sanıyorum."

Emma, "Sizin bana çok yardımınız dokundu, bundan eminim," dedi. "Çok zaman sizin etkiniz bana doğruyu göstermiştir; o sırada itiraf etmezdim ama çok zaman öyleydi. Bana yararınız dokunduğundan hiç kuşkum yok. Eğer küçük Anna Weston ille şımartılacaksa bana yaptığınız bütün yardımları ona da yapmak insanlık görevinizdir... on üç yaşına geldiğinde ona âşık olmak dışında, tabii."

"Küçükken çok kez bana, o hınzır bakışlarından biriyle, 'Ben şöyle şöyle yapacağım, babam olur diyor,' derdin ya da, 'Miss Taylor izin veriyor.' O yapacağın şeyin benim onaylamadığım bir şey olduğunu bile bile. İşte böyle durumlarda benim araya karışmam sana iki kat üzgünlük vermiş olsa gerektir."

"Ne de uysal çocukmuşum ya! Konuşmalarımı sevecenlikle anımsamanıza şaşıyorum doğrusu!"

"Bana 'Mr. Knightley,' derdin her zaman, Mr. Knightley... Kulağım alıştığı için pek resmî bir sesleniş gibi gelmezdi ama ne olsa resmî, işte. Artık bana başka türlü seslenmeni istiyorum ama nasıl, bilemiyorum."

"On yıl kadar önceydi, anımsıyorum, bir gün aksiliğim üstümdeyken sizi 'George!' diye çağırdım. Amacım sinirlendirmekti ama siz hiç oralı olmadınız, ben de bir daha yapmadım."

"Peki, şimdi bana, 'George' diyemez misin?"

"Dünyada olmaz. Size, 'Mr. Knightley'den başka hiçbir şey diyemem. Hatta Mrs. Elton'ın o zarif özetlemesini örnek alarak size Mr. K. diyeceğime bile söz veremem." Emma biraz sonra, yanakları pembeleşerek, "Gene de sizi ilk adınızla bir kez çağıracağıma söz veriyorum," diye güldü. "Ne zaman olacağını bilemem ama nerede olduğunu sanırım siz de kestirebilirsiniz... Hani A ile B'nin, birbirlerine, 'İyi günde ve kötü günde' diye söz verdikleri yerde."

Emma bir şeye çok üzülüyordu: onun üstün akıl gücüne güvenmemiş olduğu için kendi başına sardığı en önemli dertten... onun öğüdüne kulak vermediği için yaptığı, yetişkinlik yıllarının en büyük saçmalığından, yani dik kafalılığı yüzünden Harriet Smith'le kurduğu arkadaşlıktan ona söz edemeyişi. Çünkü bu, Emma'nın ona açamayacağı kadar hassas bir konuydu. Aralarında Harriet'in lafı çok az geçiyordu. Belki Mr. Knightley onu pek düşünmediği için. Ama Emma bunu erkeğin nezaketine ve göz önündeki birtakım belirtilere bakarak, iki kızın arasındaki arkadaşlığın soğumaya başladığından kuşkulanıyor olmasına yoruyordu. Kendisi de biliyordu ki Harriet'le başka koşullar altında ayrılmış olsalar elbet daha sık mektuplaşırlardı ve kendisi, Londra'dan haber alabilmek için hemen hemen yalnızca Isabella'nın mektuplarına güvenmek zorunda kalmazdı. Bu, Mr. Knightley'nin gözünden kaçmamış olabilirdi. Ondan herhangi bir şeyi gizlemenin verdiği üzgünlük, Emma için, Harriet'i mutsuz etmiş olmasının verdiği acıdan pek geri kalmıyordu.

Isabella, Harriet'le ilgili olarak, elinden geldiğince haber veriyordu. Harriet ilk geldiği zamanlar keyifsiz görünüyormuş ama bu çok doğalmış çünkü diş hekimine gitmesi gerekiyormuş. O iş bittikten beridir, Harriet'in artık eski Harriet'ten farkı kalmamış. Evet, gerçi Isabella' nın pek iyi bir gözlemci olduğu söylenemezdi ama Harriet çocuklarla oynayamayacak kadar neşesiz olsa bu, elbet onun gözünden kaçmazdı. Harriet'in ziyareti uzatılmıştı, iki hafta en azından bir ay olacağa benzerdi ki bu da Emma'ya biraz daha rahat nefes almak fırsatı veriyordu. Isabella ile John Knightley, ağustosta Highbury'ye gelmeyi, Harriet'i da gelirken getirmeyi tasarlıyorlardı.

Mr. Knightley, "John senin arkadaşının sözünü bile etmiyor," dedi. "İşte bana yanıtı, görmek istersen." Bu, onun evlenme niyetini bildiren mektubunun yanıtıydı. Emma bunu heyecanla aldı; John Knightley'nin ne yazdığını okumaya sabırsızlanıyordu. Onun Harriet'ten söz etmeyişiyse umurunda bile değildi.

George Knightley, "John benim mutluluğumu tam bir kardeş gibi paylaşıyor," dedi. "Ama kendisi pohpohlamayı sevmez. Ben onu tanıyorum, sana karşı da kardeşçe bir sevgi beslediğini biliyorum. Gene de gösterişten zerrece hoşlanmadığı için, bu mektubu başka bir kadın okusa onun yazdıklarını biraz soğuk bulabilir. Ama ben senin onu anlayarak okuyacağından eminim."

Emma mektubu bitirince, "Sağduyulu bir adam gibi yazıyor," dedi. "Dürüstlüğüne saygı duyuyorum. Açıkça anlaşılıyor ki bu konuda şansın bütünüyle benden yana olduğunu düşünüyor, gene de benim zamanla gelişerek senin sevgine gerçekten layık olacağıma inanıyor. Durumu başka türlü yorumlayan bir şey yazsaydı ona inanmazdım."

"Emma'm benim, hiç de öyle demek istemiyor, işte. Onun tek söylediği..."

Emma ciddi bir gülümseyişle onun sözünü kesti: "Eğer bu konuyu hiç çekinmeden, resmîlikten uzak olarak konuşabilseydik kardeşin, görüşlerimizin arasında pek az fark olduğunu anlardı, hatta kendisinin bile farkında olduğundan çok daha az."

"Emma, canım Emma..."

Genç kız şimdi iyice neşelenerek, "Yok," dedi. "Kardeşiniz benim kıymetimi ölçemiyor sanıyorsanız, sevgili babacığımın her şeyi öğrenmesini bekleyin de onun düşüncelerini dinleyin! İnanın bana, o da sizin kıymetinizi hiç ama hiç ölçemeyecek! Tüm şansın, kazancın, mutluluğun sizden yana olduğunu, benim çok daha fazlasına layık olduğumu düşünecek. Tek umudum onun gözünde daha ilk baştan, 'Zavallı Emma!' olup çıkmamak. Çünkü değeri bilinmeden ezilen kimselere karşı duyduğu acımanın sınırı yoktur."

"Sevgilim, ikimizin de ayrı ayrı, farklı farklı değerli olduğumuzu, bu sayede birlikte mutlu olmayı hak ettiğimizi John çabucak kabul edecektir. Umarım baban da onun yarısı kadar çabukça kabul eder. John'un mektubunun bir yerine güldüm... dikkatini çekti mi? Verdiğim haberin onu tam olarak şaşırtmadığını, zaten böyle bir şeyler beklediğini söylüyor."

"Ben doğru anlamışsam kardeşiniz yalnızca sizin evlenmeyi düşünüyor olabileceğinizi tahmin etmiş. Ben hiç aklına gelmemişim. Buna hiç hazırlıklı olmadığı belli."

"Evet evet, benim duygularımı bu kadar derinlemesine sezmiş olması beni güldürdü. Neye göre karar veriyordu? Ben ne davranışlarımda ne konuşmalarımda, artık evlenmeye hazır olduğumu duyumsatacak bir değişiklik olduğunun ayırdındayım. Ama varmış demek. Geçen gün onlarda kaldığım zaman bir değişiklik vardı, herhalde. Çocuklarla eskisi kadar çok oynamadım, sanıyorum. Bir akşam çocukcağızlar, 'Amcamız bugünlerde hep yorgun galiba,' dediler, anımsıyorum."

Haberi başkalarına da anlatma, başkalarının tepkisini de alma zamanı artık yaklaşıyordu. Mrs. Weston'ın durumu yeterince düzelip de Mr. Woodhouse onu yeniden ziyaret etmeye başlayınca, Emma eski mürebbiyesinin yumuşak sağduyusundan, önce evde, sonra da Randalls'ta yararlanmak niyetindeydi. Ama bu arada babasına konuyu nasıl açabilecekti? Kendi kendine söz vermişti: Bunu, Mr. Knightley'nin yanında olmadığı bir zamanda yapacaktı, yoksa son anda gene cesaretini yitirip konuşmayı ertelerdi. Mr. Knightley daha sonra gelip onun başladığını tamamlamalıydı. Emma, çaresiz, babasıyla konuyu konuşacaktı, hem de neşeyle konuşmak zorundaydı. Durgun konuşarak babasının üzüntüsünü artırmamalıydı.

Böylece, yüreğini pekleştirebildiğince pekleştirerek babasını önce tuhaf bir şey dinlemeye hazırladı. Sonra, kısaca, eğer onun rıza ve onayını alabilirlerse, Mr. Knightley ile kendisinin evlenmeyi tasarladıklarını söyledi. Onun rızasını almanın zor olmayacağını umuyordu çünkü hepsini mutlu edecek bir şey söz konusuydu. Böylelikle Mr. Knightley de Hartfield'de yaşayacaktı ki Emma babasının dünyada, kendi kızları ve Mrs. Weston dışında en çok onu sevdiğini biliyordu.

Zavallı adam! Önce beyninden vurulmuşa döndü ve Emma'yı bu tasarıdan caydırmak için olanca ciddiliğiyle çaba harcadı. Ona, eskiden beri, "Hiç evlenmeyeceğim!" dediğini döne döne anımsattı, bekâr kalmasının onun için çok daha hayırlı olacağını söyledi, zavallı Isabella'yla zavallı Miss Taylor'dan dem vurdu. Ama boşuna. Emma gülerek onun boynuna sarılıyor, bu işin mutlaka olacağını söylüyordu. Ama babası bunu Isabella'yla Miss Taylor'ın evlilikleriyle bir tutmamalıydı. Onlar evlenince Hartfield' den ayrılmışlardı ve bu ayrılık gerçekten de hazin olmuştu. Oysa kendisi gitmiyordu; hep Hartfield'de kalacaktı: O evlenince yaşamları her yönden daha konforlu, daha güzel olacaktı. Babası bir kez bu fikre alıştıktan sonra Mr. Knightley'nin aynı evde olmasından büyük mutluluk duyacaktı; Emma bundan emindi. Babası Mr. Knightley'yi çok sevmiyor muydu? Onun bunu yadsıyamayacağını biliyordu. İş konularında babasının danışmak istediği tek insan Mr. Knightley değil miydi? Ona yardım etmeye, mektuplarını yazmaya, her yönden destek olmaya Mr. Knightley'den daha gönüllü kim vardı? Mr. Knightley kadar neşeli, saygılı, sevecen başka bir dost bulunabilir miydi? Babası onun her zaman yakınında olmasını istemez miydi?

Evet, isterdi. Kızının söylediklerinin hepsi doğruydu. Mr. Woodhouse, Mr. Knightley'yle birlikte olmaktan hiç bıkmazdı. Onu her gün görmek kendisini sevindirirdi. Ama onu zaten her gün görüyorlardı ya! Neden yaşamları her zamanki gibi sürüp gitmesindi?

Mr. Woodhouse'un bu yeniliği benimsemesi zaman alacaktı ama neyse, en zorlu adım atılmış, tohum ekilmişti; gerisi zamana ve fikrin durmadan işlenmesine kalıyordu artık. Mr. Knightley'nin yalvarış ve güvenceleri de Emma'nınkine eklendi. Mr. Woodhouse onun Emma'dan, öylesine derin bir sevgiyle söz etmesini dinlemekten hoşlandığı için bir bakıma konuya alışmaya başladığı da söylenebilir. Yaşlı baba şimdi her fırsatta onları dinlemekten zevk alıyordu. Isabella son derece olumlu, onaylayıcı mektuplar yazarak elinden gelen desteği veriyordu. Mrs. Weston da, daha ilk buluşmada, konuya son derece iyimser baktığını belirtmişti. Konuyu birincisi, kararlaşmış bir şey, ikincisi de iyi bir şey olarak düşündüğünü Mr.Woodhouse'a da anlatmayı ihmal etmedi. Böylece yaşlı baba Emma ile Mr. Knightley'nin evlenmeleri düşüncesini, ileride gerçekleşecek bir olay olarak benimsedi. Yakınındaki, sözüne güvendiği herkes bunun onu daha mutlu edeceğini söylüyordu. Kendisi de bir yerde bu görüşlere katıldığı için, bu evliliğin günün birinde, belki bir iki yıl içinde gerçekleşmesinin pek de o kadar kötü olmayacağını düşünmeye başladı.

Mrs. Weston, Mr. Woodhouse'a bu evliliğe ilişkin söylediği olumlu sözlerin hepsinde içtendi, hiç abartma yapmıyordu. Gerçi Emma ona açıldığı zaman adeta afallamıştı; ömründe hiç bu denli şaşırdığını bilmiyordu. Gelgelelim bu birleşmenin herkese mutluluk getireceğine inandığı için yaşlı babayı elinden geldiğince etkilemeye çalışmaktan hiç çekinmiyordu. Mr. Knightley'ye o kadar çok değer verirdi ki onun kendi en sevgili Emma'sına bile layık olduğu kanısındaydı. Zaten bu birleşme her açıdan öyle uygun, öyle yerinde, öyle kusursuzdu ki Mrs. Weston'a, Emma zaten başka hiçbir erkeği sevemezmiş gibi geliyordu. Bunun böyle olacağını çok önceden görüp arzu etmediği için kendisi dünyanın en aptal yaratığı olmalıydı! Emma'yla evlenmek isteyebilecek düzeyde olan erkeklerin kaç tanesi kendi evlerini Hartfield için terk edebilirlerdi? Ve Mr. Knightley'den başka hangi erkek, Mr. Woodhouse'un huylarını bile bile böyle bir çözüme gönüllü olabilirdi? Westonların Emma ile Frank arasında hayal ettikleri evlilikte de kafalarını yoran baş sorun, Mr. Woodhouse'u idare etmenin yolları olmuştu. Enscombe'la Hartfield'in iki yönlü baskısı her zaman bir engel oluşturmuştu. Gerçi Mr. Weston bunu karısı kadar açığa vurmazdı ama o bile, "Bu sorunlar zamanla çözülür; gençler bir yol bulurlar," demekten öte bir yol gösterememişti. Oysa bu kez ortada belirsiz bir gelecekle ilgili hayalci tahminler yoktu; her şey doğru, her şey açık ve denkti. Bu, kendi yönünden en büyük mutlulukları umduran ve karşı çıkılması için tek bir gerçek, akılcı neden bulunmayan bir evlilik tasarısıydı.

Dizinde bebesi, böyle aydınlık düşüncelere dalan Mrs. Weston dünyanın en mutlu kadınlarından biriydi. Mutluluğunu artıracak bir şey varsa o da, bebek Anna'nın ilk başlıklarının artık küçük gelmeye başlamış olmasıydı.

Haber, her ulaştığı yerde katıksız bir şaşkınlık yaratıyordu. Mr. Weston da bu şaşkınlıktan beş dakikalık nasibini aldı. Bu beş dakika onun işlek zekâsının haberi her yönüyle kavramasına yetti. Böyle bir evliliğin olumlu yönlerini görebiliyor ve karısına olan bağlılığı nedeniyle, onun kadar seviniyordu. Ne var ki şaşkınlığı pek kısa sürdü. Aradan daha bir saat geçmeden Mr. Weston, bu işi çoktandır sezmiş olduğuna kendini neredeyse inandırmış bulunuyordu.

"Gizli tutulacak herhalde," dedi. "Bu işler zaten hep gizli tutulur, ta ki herkesin zaten bildiği anlaşılıncaya kadar. Yalnız, ne zaman konuşabileceğimi lütfen haber ver. Acaba Jane hiç kuşkulanmış mıdır, dersin?"

Ertesi sabah Highbury'ye giderek bu noktadaki merakını giderdi. Jane'e haberi verdi. Jane onun kızı sayılmaz mıydı, büyük kızı? Haberi ona kendisinin vermesi gerekirdi elbet. O sırada Miss Bates de orada olduğundan haber doğal olarak Mrs. Cole'a, Mrs. Perry'ye ve hemen sonra Mrs. Elton'a ulaştı.

Bu, konunun esas kişilerinin zaten beklemekte oldukları bir şeydi. Haberin Randalls'ta duyulduktan sonra kasabanın içine kaç zamanda erişeceğini merak etmişlerdi. Kendilerinin birçok evdeki akşam sohbetlerinde şaşkınlık ve tartışma konusu olduğunu tahmin ediyorlardı ki bunda çok da haklıydılar.

Genelde sözlüler birbirlerine pek uygun bulundu. Kimileri kızı, kimileri de erkeği daha şanslı bulabilirdi. Hepsinin birden Donwell Abbey'ye taşınıp Hartfield'i John Knightleylere bırakmalarını salık veren birkaç kişi çıkabilirdi ya da hizmetçiler arasında sürtüşmeler çıkacağını öngören birkaç kişi... Ama genelde dişe gelir bir itirazda bulunan olmadı, papaz evindekiler dışında! Burada haberin ilk şaşkınlığını yumuşatacak olumlu duygular yoktu. Mr. Elton'ın konuyla ilgisi, karısınınkine kıyasla daha hafifti. O yalnızca, "Umarım hanımefendinin gururu artık tatmin olur," ve, "Besbelli küçükhanım eskiden beri Knightley'yi kafese koymayı kuruyormuş," demekle yetindi. Ailecek Hartfield'de yaşanılacağını duyduğu zaman da erkekçe, "Mübarek olsun! Bana göre değil!" demek yürekliliğini gösterdi.

Gelgelelim Mrs. Elton gerçekten çok tasalanmıştı: "Vah, zavallı Knightley, zavallı adamcağız, yazık oldu ona!" Öyle üzülmüştü ki anlatılamaz. Gerçi Knightley oldukça tuhaf huyluydu ama sayısız iyi yönleri de vardı. O kıza nasıl kanabilmişti? Ona zerrece âşık olduğunu Mrs. Elton hiç sanmıyordu. Zavallı Knightley! Aralarındaki o tatlı dostluğun sonu demekti bu. Oysa adamcağız onlara yemeğe çağrıldığı zaman nasıl da mutlu olurdu! Ama bunlar geçmişte kalmıştı artık. Zavallıcık! Artık Mrs. Elton'ın onuruna Donwell gezileri de yapılmayacaktı çünkü araya bir Mrs. Knightley girip her şeyin tadını kaçıracaktı. Tatsız mı tatsız! Gene de Mrs. Elton geçen gün onların kâhya kadınına ağzının payını vermekten pişman değildi. Hele iki evin birleşmesi, akıldışı bir karar! Dünyada yürümezdi. Kendisi Maple Grove yakınlarında bir aile biliyordu; böyle, bir arada yaşamayı denemişler ama üç aya kalmadan ayrılmak zorunda kalmışlardı.

Continue Reading

You'll Also Like

162K 4.3K 14
Hep başkalarının istediği gibi yaşayan Raif Efendi, memnuniyetsiz hayatının tek bir anıyla değiştiğine şahit olacaktır: Maria Puder isminde bir kadın...
129K 13.8K 70
"Bu yaz güller mavi; orman ise camdan. Yeşil pelerinini bürünmüş toprak, bende ancak bir hayalet kadar etki bırakıyor. Yaşamak ve yaşamayı bırakmaktı...
119K 2.5K 19
İlk Basımı 1937 yılında "Yeni Kitapçı" tarafından basılan roman, Sabahattin Ali'nin roman türünde ilk eseridir. Kuyucaklı Yusuf konusu itibariyle a...
2.4K 238 4
"Yasaklar insanları günahkar olmaya zorlar" 12.09.2020