Emma

By ClassicsTR

44.9K 3.1K 773

Jane Austen, 1815'te, 39 yaşındayken tamamladığı Emma'nın en sevdiği romanı olduğu söyler. Aşk ve Gurur ve Ma... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm

47. Bölüm

538 51 28
By ClassicsTR


"Harriet, zavallı Harriet!" Sözün özü buydu işte, Emma'nın aklından çıkaramadığı kahredici düşünceler bu sözcüklerde gizliydi. Zaten onun gözünde tüm bu olanların en acı yönü de buydu: Frank Churchill ona, Emma Woodhouse'a karşı çok kötü davranmıştı... birçok yönden çok kötü... ne var ki şimdi Emma'nın ona karşı böylesine öfke duymasının nedeni temelde onun değil, kendi davranışıydı. Frank'in suçunu gözünde büsbütün ağırlaştıran şey, onun yüzünden kendisinin Harriet'le bir çıkmaza girmiş olmasıydı. Zavallı Harriet! İkinci kez Emma'nın yanlış düşünceleriyle pohpohlamasının kurbanı oluyordu. Mr. Knightley o sıralar, "Senin Harriet Smith'e bu yaptığın gerçek dostluk değil," dediğinde meğer ne ileri görüşlüymüş! Kendisi arkadaşına kötülükten başka bir şey yapmadığını düşünüyordu şimdi.

Gerçi, evet, bu kez geçen seferki gibi, kendini bu tersliğin tek ve esas mimarı olmakla, Harriet'in kafasına hiç yoktan hayaller sokmakla suçlayamazdı. Çünkü Harriet, Frank Churchill'i çok beğendiğini, hatta tutkun olduğunu önce kendisi açıklamıştı. Ne var ki Emma kendini gene de bu duyguları bastıracağı yerde körüklemekten bütünüyle suçlu buluyordu. Harriet'in üzerindeki kendi etkisini kullansa bu duyguların dal budak sarmasını pekâlâ önleyebilirdi. Yapması gerekenin bu olduğunu şimdi tam anlamıyla algılıyor, arkadaşının mutluluğunu hiç yoktan birtakım nedenlerle tehlikeye atmış olduğunu hissediyordu. "Sağduyuya kulak versem, Harriet'e, 'Onu düşünmeyi kendine yasakla; onun seni sevmesinin şansı beş yüze karşı bir bile değil!' derdim," diye düşündü. "Gel gör ki benim sağduyuyla pek ilişkim kalmamış galiba!"

Kendi kendine olan öfkesi sonsuzdu. Bir de Frank Churchill'e kızamasaydı herhalde patlardı. Jane Fairfax'e gelince; Emma'nın şimdilik hiç değilse onun için üzülmesine gerek kalmamıştı. Harriet'in kaygısı yeter de artardı bile! Jane'in sorunuyla hastalığının kaynağı aynı olduğuna göre, ikisi de artık şifa bulacak demekti. Jane Fairfax'in silik ve zor günleri sona ermişti. Genç kız çok yakında sağlığına, mutluluğa ve refaha kavuşacaktı.

Emma kendi arkadaş olma çabalarının neden geri çevrildiğini de anlıyordu artık. Bu sayede birçok küçük meseleyi de gün ışığına çıkarmış oluyordu. Esas neden, hiç kuşkusuz kıskançlıktı. Jane onu bir rakip olarak görmüştü; ondan gelen her türlü yardım ve yakınlık önerisini geri çevirmesi doğaldı. Hartfield Konağı'nın arabasına binmek çarmıha gerilmekle eş, Hartfield kilerinden gelen yiyecekler zehir sayılmış olmalıydı. Emma şimdi artık her şeyi görebiliyordu. Ve öfkeli düşüncelerin adaletsiz bencilliğinden sıyrılabildiği zaman, Jane Fairfax'in en büyük mutluluklara, en parlak yaşam tarzına layık olduğunu da kabul ediyordu.

Gelgelelim Harriet öyle ağır bir yüktü ki! Emma' nın başka birini çok fazla düşünecek hali yoktu ama bu ikinci düş kırıklığının Harriet'i birincisinden daha çok sarsacağını üzülerek tahmin ediyordu. Doğal da buluyordu öyle olmasını çünkü Frank Churchill, Mr. Elton' dan çok daha seçkin ve çekici bir erkekti ve Harriet'in üzerinde de daha büyük bir etki yapmış, onu olgun ve ölçülü bir insana dönüştürmüştü. Her şeye karşın Emma acı gerçeği arkadaşına hemen açıklamak zorundaydı. Gerçi Mr. Weston ayrılırken gizlilik ricasında bulunmuştu. Şimdilik tüm olup bitenin sır olarak kalması gerekiyordu. Mr. Churchill bunun üstünde önemle durmuştu, henüz çok yeni yitirdiği eşinin anısına bir saygı görevi olarak. Herkes de bu düşünceyi çok yerinde buluyordu. Emma söz vermişti; gel gör ki Harriet'i ayrı tutması gerekiyordu. Harriet'e gerçeği söylemek her şeyden önce gelmeliydi.

Tüm sıkıntısına karşın durumu neredeyse gülünç görmekten de kendini alamıyordu. Biraz önce kendi karşısında Mrs. Weston neler yaşadıysa biraz sonra kendisi de Harriet'in karşısında aynı şeyleri yaşayacaktı. Kendisine o kadar kaygı ve heyecanla verilen haberi şimdi kendisi kaygı ve heyecanla başkasına verecekti. Harriet'in adımlarıyla sesini duyunca yüreği hızla atmaya başladı. Kendisi Randalls'a yaklaşırken zavallı Mrs. Weston'ın yüreği de böyle çarpmış olmalıydı. Keşke açıklamanın sonucu da aynı olaydı! Ama ne yazık ki bundan hiç umut yoktu!

Harriet odaya heyecanla dalarak, "Sevgili Miss Woodhouse, dünyanın en şaşırtıcı haberi değil mi bu sizce?" diye sordu.

"Hangi haberden söz ediyorsun?" Emma, Harriet'in sesinden ve yüzünden, Frank'le ilgili haberi duymuş olup olmadığını çıkartamamıştı.

"Jane Fairfax'le ilgili haber. Böyle acayip şey duydunuz mu ömrünüzde? Ha, bana söylemekten çekinmenize gerek yok çünkü haberi Mr. Weston'ın kendisinden duydum. Demin rastlaştık. Tamamen sır kalacak, dedi; sizden başka kimseye sakın söylemeyecekmişim ama siz nasılsa biliyormuşsunuz."

Emma, kafası hâlâ biraz karışmış olarak, "Mr. Weston ne söyledi sana?" diye sordu.

"İşte her şeyi anlattı bana: Miss Jane Fairfax'le Mr. Frank Churchill'in evleneceklerini, şunca uzun zamandır birbirleriyle gizlice sözlü olduklarını. Ne tuhaf şey!"

Tuhaftı, gerçekten de. Harriet'in tutumu öylesine tuhaftı ki Emma akıl erdiremiyordu. Arkadaşının kişiliği temelden değişmiş miydi? Harriet bu haberle ilgili olarak hiçbir üzüntü, düş kırıklığı, hatta özel ilgi göstermemeye kararlıydı sanki. Emma ona bakakaldı. Konuşamıyordu bile.

Harriet, "Mr. Frank'in onu sevdiğini hiç tahmin etmiş miydiniz?" diye sordu. "Belki siz sezmişsinizdir. Siz ki..." Harriet pembeleşmişti. "Herkesin kalbini okuyabiliyorsunuz... ama başka biri..."

Emma, "Ben kimsenin kalbini falan okuyabildiğime inanmıyorum artık," dedi. "Harriet, bunu ciddi olarak nasıl sorabilirsin bana? Onun başka bir kadına âşık olduğunu bilsem seni, duygularını özgür bırakman konusunda teşvik eder miydim? Mr. Frank Churchill'in Jane Fairfax'e karşı en ufak bir ilgi duyduğundan kuşkulanmamıştım bile; şu son yarım saate kadar hiçbir şeyden haberim yoktu. Olsaydı seni de bu yönde uyarırdım, bundan emin olabilirsin."

Harriet kızararak, şaşkın, "Beni mi?" diye ünledi. "Beni ne diye uyarasınız? Benim Mr. Frank Churchill'le ilgilendiğimi sanmıyorsunuz ya?"

Emma gülümseyerek, "Senin bu konuda böyle yüreklice konuşabilmene sevindim!" dedi. "Ama bir ara... hem de yakın zamanda... beni onunla ilgilendiğine inandıracak şeyler söylediğini yoksa yadsıyacak mısın?"

"O mu? Asla, hiçbir zaman. Sevgili Miss Woodhouse, beni nasıl yanlış anlayabildiniz?" Üzgünlükle başını çevirdi.

Emma bir an duraladıktan sonra, "Harriet!" diye ünledi, "Sen ne demek istiyorsun? Ulu Tanrım, ne demek bu? Yanlış mı anlamışım? Yani o zaman senin demek istediğin?.." Başka tek sözcük söyleyemedi. Sesi çıkmıyordu. Oturduğu yerden, Harriet'in yanıtını, yüreği ağzına gelerek bekledi.

Harriet biraz ötede, yüzü öteye dönük duruyordu. Bir süre bir şey demedi. Sonra, hemen hemen Emma' nınki kadar titrek, üzgün bir sesle konuştu:

"Beni yanlış anlayabileceğinize dünyada inanmazdım! Biliyorum, adını telaffuz etmemek konusunda anlaşmıştık... ama onun herkesten nasıl anlatılmaz derece üstün olduğu düşünülürse, benim başka bir kimseyi demek isteyeceğim aklınızın ucundan bile geçmez sanırdım. Mr. Frank Churchill'miş! O kadar zevksiz olmadığımı sanıyorum. Ötekinin yanında ona kim bakar ki? Frank Churchill onun yanında hiç kalır. Sizin bu derece yanılmış olmanız beni şaşkınlığa düşürdü, doğrusu! Eğer benim sevgimi bütünüyle onayladığınıza, bana cesaret verdiğinize inanmasam, başlangıçta bırakın onu düşünmeyi, aklımdan geçirmeyi bile en büyük küstahlık sayardım. Siz bana, dünyada çok daha inanılmaz şeylerin gerçekleşebildiğini söylemeseydiniz, ben dünyada bu duygularıma kendimi bırakmaya cüret edemezdim... mümkün olabileceğini rüyamda bile... ama mademki siz... siz ki onu çocukluğunuzdan beri tanıyorsunuz..."

"Harriet!" diye bağırdı Emma, "Birbirimizi lütfen şimdi anlayalım da başkaca yanlışlığa yol açmayalım. Sen şimdi... Mr. Knightley'den mi bahsediyorsun?"

"Elbette ondan bahsediyorum. Başka kimseyi düşünemezdim, bu yüzden siz de biliyorsunuz sandım. Ondan konuştuğumuz gün gibi ortadaydı bence."

Emma sakin durmaya kendini zorlayarak, "Pek o kadar da değil," dedi. "Senin söylediklerinin hepsi başka bir insana dairmiş gibi geldi bana. Nerdeyse Mr. Frank Churchill'in adını verdiğine bile inanabilirdim. Onun seni Çingenelerden kurtarmakla ettiği iyilikten söz ediyormuşuz gibime gelmişti."

"Ah, Miss Woodhouse, nasıl unutabilirsiniz!"

"Sevgili Harriet, o konuşmada söylediklerim aklımda. Onu sevmene şaşmadığımı, sana yaptığı iyilikten sonra bunun son derece doğal olduğunu söylemiştim. Sen de bana hak verdin, onun yaptığı iyiliğe duyduğun derin minneti dile getirdin, hatta seni kurtarmaya geldiği sıradaki duygularını bile anlattın bana. Belleğimde hepsi taptaze duruyor."

Harriet, "Aman Tanrım, ne acı!" diye inledi. "Demek istediğinizi şimdi anlıyorum ama ben o zaman bambaşka bir şeyden söz ediyordum. Çingeneler değildi benim demek istediğim, ne de Mr. Frank Churchill. Hayır!" Sesi ve gözleri biraz canlanarak, "Çok daha eşsiz bir olaydan konuşuyordum ben. Hani Mr. Elton benimle dans etmeyip de salonda başka kavalye de olmadığı zaman Mr. Knightley gelip beni dansa kaldırmıştı ya, ondan söz ediyordum. Oydu benim dediğim iyilik, benim demek istediğim asil yücegönüllülük oydu! Onun yeryüzündeki bütün insanlardan nasıl daha üstün olduğunu işte o davranışından sonra algılamıştım."

Emma, "Güzel Tanrım!" diye ünledi. "Ne acı, ne feci bir yanlışlık! Şimdi ne yapacağız?"

"Yani beni doğru anlamış olsaydınız cesaret vermez miydiniz?"

Harriet bir iki dakika sustu, sonra, "Miss Woodhouse, sizi anlıyorum," diye sözlerini sürdürdü. "Söz konusu ben olsam da olmasam da bu iki erkeğin arasında çok fark görüyorsunuz. Onlardan bir tanesinin ötekine kıyasla benden beş yüz kez daha üstün olduğu kanısındasınız. Gene de umut ediyorum ki... eğer bir gün... şimdi olamaz gibi geliyorsa da... biliyorsunuz... siz kendiniz demiştiniz, dünyada çok daha inanılmaz şeyler olabiliyor diye... demek ki dünyada bunun gibi şeyler de olmuştur... yani eğer ben... şans bir gün bana sözle anlatılamayacak biçimde gülecek olursa... eğer Mr. Knightley gerçekten... eğer 'O' aramızdaki uçuruma aldırmazsa... biricik Miss Woodhouse, umarım siz de karşı çıkmaz, araya engeller koymazsınız. Siz bunu yapmayacak kadar iyisiniz, biliyorum."

Harriet pencerelerden birinin önünde duruyordu. Emma döndü, yüreği sıkışarak ona baktı ve çabucak sordu:

"Mr. Knightley'nin, senin sevgine karşılık vereceğine dair bir umudun var mı?"

Harriet, "Evet," diye yanıtladı: Uysal, gene de korkusuz konuşmuştu. "Var, demek durumundayım."

Emma gözlerini anında başka yere çevirdi ve birkaç dakika sessiz ve düşünceli, öylece durdu. Bu birkaç dakika onun kendi kalbini okumasına yetti. İşlek zihni, bir kez kuşkuya kapıldıktan sonra hızını kesmedi; genç kız gerçeği gördü, anladı ve kabul etti. Harriet'in Mr. Frank Churchill yerine Mr. Knightley'ye âşık olması neden bu kadar daha kötüydü? Harriet'in, aşkına karşılık umması da kötülüğü neden böyle, büsbütün büyütüyordu? O anda işin gerçeği, Emma'nın kafasında şimşek gibi çaktı: George Knightley kendisinden başka kimseyle evlenmemeliydi!

Hep o aynı birkaç dakika içinde, kendi kalbi gibi kendi tutumu da gözlerinin önüne serilmişti. Her şeyi, bundan önce hiç nasip olmamış bir berraklıkla görebiliyordu. Harriet'e karşı ne büyük ayıplar etmişti! Ne denli düşüncesiz, patavatsız, mantıksız, duygusuz davranmıştı! Nasıl bir körlük, nasıl bir çılgınlık itmişti onu buralara? Kendi hatalarını ürkünç birer darbe gibi hissediyor ve kendine karşı hangi kötü sıfatı yakıştırsa az geliyordu. Gelgelelim tüm bu kötü notlara karşın ayakta kalmış bir onur duygusu, saygınlığını yitirmeme kaygısı ve Harriet'e karşı hakça davranma isteği (kendini Mr. Knightley'nin aşkına layık gören bir kıza anlayış göstermeye gerek yoktu ama vicdan, ona artık soğuk davranılmamasını emrediyordu) Emma'ya oturup arkadaşını sakinlikle, hatta iyi yüreklilikle dinleyebilmek gücü verdi. Zaten kendi iç huzuru için, Harriet'in umutlarının derecesini sorup öğrenmesi gerekti. Harriet, aralarındaki, Emma'nın isteyerek kurup geliştirdiği arkadaşlığı yitirecek hiçbir şey yapmış değildi. Hele hele, onu öğütleriyle baştan beri yanlış yönlendirmiş olan kişi tarafından küçük görülmeyi hiç hak etmiyordu!

Böylece Emma düşüncelerinden sıyrılıp duygularını bastırarak yeniden Harriet'e döndü ve daha tatlı bir sesle, deminki konuya döndü. Aralarındaki konuşmayı ilk başlatmış olan konuya. Jane Fairfax'in şaşılası öyküsüne gelince; o çoktan unutulup gitmişti. Şu anda arkadaşların ikisi de Mr. Knightley'yle kendilerinden başka hiçbir şey düşünmüyorlardı.

Hiç de mutsuz sayılmayacak hayallere dalmış olan Harriet, gene de, Miss Woodhouse gibi bir hakem ve dostun özendirmesiyle bu dalgınlıktan uyanmaya hazırdı. Umutlarının tarihçesini çarpıntılı ama büyük bir kıvançla anlatmak için ufacık bir çağrı yeterliydi. Emma'nın soru sorar ve yanıtları dinlerken geçirdiği çarpıntılarsa, daha iyi gizlenilmelerine karşın daha az şiddetli değildi. Sesi titremiyordu ama zihni allak bullaktı çünkü aynı anda hem kendi kendisini tanımış hem korkutucu bir tehlikeyle karşılaşmış hem de ani ve şaşırtıcı duyguların çalkantısına kapılmıştı. Harriet'in anlatmaya giriştiği ayrıntıları içten içe büyük bir acı çekerek ama dışarıdan sabırla dinliyordu. Bu anlatının iyi düzenlenmiş, sıraya konmuş ve iyi ifade edilmiş olması elbet beklenemezdi ama anlatış biçiminin cılızlığı dikkate alınmazsa öyküde Emma'nın içini karartacak çok şey vardı. Hele, Mr. Knightley'nin Harriet için yaptığı olumlu değerlendirmelerin kendi belleğindeki anısı da bir kanıt olarak ele alınırsa!

Harriet o iki tarihî danstan sonra Mr. Knightley'nin kendine karşı olan tutumunda bir değişim fark etmeye başlamış. (Emma da erkeğin o geceden sonra Harriet'i umduğundan daha gelişmiş bulduğunu biliyordu.) İşte o geceden sonra, daha doğrusu Miss Woodhouse'tan gördüğü teşvikten sonra, bu değişimi daha da açık hisseder olmuş. Mr. Knightley artık kendisiyle eskisinden daha çok konuşuyor, daha farklı, daha yumuşak ve sıcak davranıyormuş. Hele şu son günlerde bu değişim iyice belirginleşmiş. Grup halinde yaptıkları gezilerde Mr. Knightley Harriet'in yanına geliyor ve öyle tatlı tatlı sohbet ediyormuş ki! Onu daha yakından tanımak ister gibiymiş. Emma bunun da gerçekten böyle olduğunu biliyordu; bu değişimi kendisi de sık sık ve aynen böyle açık açık ayrımlamıştı. Harriet erkekten duyduğu övgü ve onay sözcüklerini yineledikçe Emma bunları Mr. Knightley'nin kendisinden de duymuş olduğunu anımsıyordu. Harriet, Mr. Knightley'nin onu özentiden uzak, yapmacıksız bulduğu için, açık, dürüst, cömert duygularından ötürü övdüğünü söylüyordu. Emma onun Harriet'te bu gibi erdemler bulduğunu ve birkaç kez bunu kendisine de söylediğini biliyordu.

Harriet'in aklından çıkmayan bir sürü şey: erkekten gördüğü yakınlıkların birçok küçük ayrıntısı... bir bakış, bir deyiş, bir kalkış, bir oturuş, ima edilen bir iltifat... Bunlar, o zamanlar böyle bir kuşku taşımayan Emma'nın gözünden kaçmıştı. Toplasan yarım saat tutacak baş başa bir görüşmenin, görüşene kanıt gibi gelebilecek olan sayısız ayrıntısını o fark etmemişti bile. Gene de verilen en son iki örneğe –Harriet'i en umutlandıran iki olaya– Emma da bir dereceye kadar tanık olmuştu. Bunlardan birincisi Mr. Knightley'nin, Donwell'deki ıhlamurlu yolda Harriet'le baş başa yürümesiydi. Harriet, Emma yanlarına gelmezden önce Mr. Knightley'nin onu kasıtlı olarak ötekilerden ayırıp kendi yanına çektiğine inanıyordu. Bu sırada Harriet'le öyle anlamlı bir biçimde konuşmuş ki, gerçekten pek anlamlı! (Harriet bunu anımsayınca kıpkırmızı kesildi.) Mr. Knightley sanki neredeyse ona, sevdiği birisinin olup olmadığını sorar gibiymiş. Ne var ki Miss Woodhouse yanlarına yaklaşır yaklaşmaz konuyu değiştirip toprak işlerinden konuşmaya başlamış.

İkinci olay da, erkeğin Londra'ya gitmezden önceki son sabahta, Emma'nın gittiği yerden Hartfield'e dönmesini beklerken yarım saat oturup Harriet'le sohbet etmesiydi. İlk geldiği zaman, beş dakikadan fazla kalamayacağını söylemesine karşın! Daha sonra da Londra'ya gitmek zorunda olduğunu ama aslında buradan ayrılmayı hiç istemediğini söylemiş. Emma bunu duyunca, Mr. Knightley'nin kendisine böyle bir şey söylemediğini anımsadı ve onun Harriet'e daha fazla yakınlık göstermiş olmasının bu bir tek örneği içine ateş gibi düştü.

Biraz düşündükten sonra yüreğini pekleştirdi ve bu iki olaydan birincisiyle ilgili olarak, "Acaba onun amacı... sana duygularınla ilgili soru sorarken... acaba Mr. Martin'e değiniyor olamaz mıydı? Mr. Martin'in iyiliğini düşünerek?" diye sormayı göze aldı.

Gelgelelim Harriet bu olasılığa kesinlikle karşı çıktı.

"Mr. Martin mi? Yok canım, ne ilgisi var! Mr. Martin'in sözü bile geçmedi. Ben artık Mr. Martin'le ilgilenecek kız değilim, hiç kimsenin de böyle düşünmesini istemem."

Harriet kanıtlarını sıralayıp dosyasını kapadıktan sonra, sevgili Miss Woodhouse'una, umutlanmak için sağlam nedenleri olup olmadığını sordu.

"Başlangıçta," dedi, "siz olmasanız böyle bir şeyi düşünmeye cesaret bile edemezdim. Siz bana, ona dikkatle bakmamı, davranışlarımı onun davranışlarına göre ayarlamamı söylemiştiniz, ben de öyle yaptım. Şimdi artık, belki de ona layık olabilirmişim gibime geliyor. Gerçekten beni seçerse eğer... bu pek de akıl almaz bir şey sayılmayabilir, diye düşünmeye başlıyorum."

Bu sözlerin doğurduğu acı duygular, sayısız acı duygular yüzünden Emma arkadaşına karşılık vermek için olağanüstü çaba harcamak zorunda kaldı:

"Harriet, sana ancak şu kadarını söyleyebilirim: Yeryüzünde bir kadına bile bile boş umut vermeyecek bir erkek varsa o da Mr. Knightley'dir."

Tam gönlüne göre olan bu sözler Harriet'e sanki dünyaları verdi. Genç kız neredeyse Emma'nın boynuna sarılacaktı ki bu Emma için o anda korkunç bir işkence olurdu. Neyse ki babasının ayak sesleri onu kurtardı. Mr. Woodhouse koridordaydı, salona geliyordu. Harriet o kadar heyecanlıydı ki onunla karşılaşmak istemedi. Kendini toparlayamıyordu. Mr. Woodhouse onu bu halde görse telaşlanırdı. Gitse, en iyisiydi. Böylece, arkadaşının can ve gönülden desteğiyle Harriet başka bir kapıdan dışarı çıktı. Ve kapı onun ardından kapanır kapanmaz Emma'nın bastırmış olduğu duygular, "Tanrım! Keşke bu kızı hiç görmemiş olaydım!" diye bir ünlemle boşaldı.

Emma'nın düşünceleri günün geri kalan yanıyla akşama da sığmadı. Şu son saatlerde duyup öğrendiklerinin karmaşası içinde serseme dönmüştü. Saat başı yeni bir sürprizle karşılaşmış, her sürpriz onu kendi gözünde yeniden, biraz daha alçaltmıştı. Her şeyi birden aklına nasıl sığdırabilecekti? Kendi kendine nasıl yalanlar yaratmış ve bu yalanlarla nasıl yaşamış olduğunu hangi yoldan açıklayabilecekti? Ah, kendi kafasının, kendi gönlünün şu körlüğü ve aymazlığı! Emma oturuyor, kalkıyor, bahçede gezip odasına dönüyordu... ve nereye gitse, nerede dursa, son derece zayıf davranmış olduğunu yeniden kavrıyordu. Utanılacak kertede başkalarının etkisi altında kalmıştı; daha da utanılacak biçimde kendi kendini kandırmıştı; bu yüzden şimdi mutsuzdu ve aslında mutsuzluğunun henüz yeni başladığını biliyordu.

İlk yapması gereken şey kendi gönlünü, hem de köşe bucak, iyice anlamaktı. Genç kız babasıyla meşgul olmadığı her dakikasını bu amaca harcıyordu.

Mr. Knightley'ye karşı, şu anda tüm benliğini tepeden tırnağa titreten bu sevgiyi ne zaman hissetmeye başlamıştı? Mr. Knightley onu ne zaman etkisi altına almıştı, hem de böylesine bir etki? Bir zamanlar, çok kısa bir süre için Frank Churchill'in işgal ettiği yeri ne zaman o almıştı? Emma geçmişi düşündü, iki erkeği birbiriyle kıyasladı ve başlangıçtan beri her zaman Mr. Knightley'yi ötekinden ölçülemeyecek kadar üstün saymış olduğunu anladı. Onun saygı ve yakınlığı her zaman kendisi için dünyanın en değerli şeyi olmuştu. Hayallere kapılarak kendi kendini zıt bir yöne saptırmasının bir aldanıştan, kendi yüreğini tanımamaktan ibaret olduğunu şimdi görebiliyordu. Kısacası, aslında Frank Churchill'i hiçbir zaman sevmemişti.

Düşüncelerinin ilk dalgasının sonunda ulaştığı gerçek bu oldu. Kendi kendini ilk sorgulamasında aldığı ilk yanıt buydu ve bu yanıtı alması pek uzun sürmemişti. Emma şimdi hüzünle karışık bir öfke içindeydi. Mr. Knightley'ye olan sevgisi dışında tüm duygularından, düşüncelerinden utanıyor, tiksiniyordu.

Çekilmez bir kendini beğenmişlikle herkesin duygularını okuyabildiğine inanmış, bağışlanmaz bir küstahlıkla herkesin yaşamını biçimlendirmeye kalkışmıştı. Her konuda yanılmıştı. Tüm işgüzarlığına karşın hiçbir şey yapamadığı da ileri sürülemezdi çünkü kötülük yapmıştı. Harriet'e, kendisine, hatta korkudan titreyerek düşünüyordu ki Mr. Knightley'ye bile kötülüğü dokunmuştu. Bu alabildiğine uygunsuz birliktelik gerçekleşecek olursa, her şeyi başlatan kişi olmak sorumluluğunun hepsi ona düşmez miydi? Çünkü Mr. Knightley'nin sevgisi ancak, Harriet'in aşkının bilinci ve etkisiyle uyanmış olabilirdi. Öyle olmasa bile Emma, Harriet'i ortaya çıkarmak budalalığında bulunmasa adamcağız bu kızın varlığından bile haberdar olmayacaktı ya.

Mr. Knightley ile Harriet Smith! Bu, tüm akıldışı birliktelikleri gölgede bırakan bir şeydi! Bunun yanında Frank Churchill'le Jane Fairfax'in evlenmeleri sıradan, sudan, bayat kalıyordu. Mr. Knightley ile Harriet Smith! Kız için nasıl akıl almaz bir yükseliş! Erkek için ne hazin bir alçalma! Onun toplumun gözünden nasıl düşeceğini, nasıl alaylara, gülüşmelere, dalga geçmelere konu olacağını, kardeşinin nasıl dünyasının kararacağını, kendisinin nasıl bin türlü zorlukla karşılaşacağını düşünmek Emma'nın tüylerini diken diken ediyordu. Olabilir miydi böyle bir şey? Hayır, dünyada olamazdı. Gelgelelim işte şu anda, olanaksız olmaktan çok çok uzaktı. Zaten üstün kişilikte, değerli bir erkeğin kendinden çok daha aşağı nitelikli bir kıza kapılması görülmemiş şey miydi? Kızların peşinden koşamayacak kadar işi başından aşkın erkekler, çok zaman kendi peşlerinde koşan kızların eline kalmazlar mıydı? Bu dünyada eşitsizlik, tutarsızlık, nispetsizlik pek mi şaşılacak şeydi? Rastlantıların ve durumların insan kaderine yön vermesi pek mi yeniydi?

Ah, Harriet'i hiç kanadının altına almamak, kendi çevresine sokmamak varmış! Onu, aynen Mr. Knightley'nin o zaman öğütlediği gibi, olduğu yerde bırakmak varmış! Öyle ya, eğer kendisi, sözle anlatılamaz bir budalalık yapıp onun o temiz, dürüst genç çiftçi âşığıyla evlenmesini engellemeseydi Harriet şimdi aslında ait olduğu bir yaşam tarzına kavuşarak mutlu ve saygın bir kadın olacaktı. Hiçbir şey tehlikeye girmeyecek, bu korkunç sonuçlar ortaya çıkmayacaktı.

Harriet, Mr. Knightley'ye göz koymaya nasıl cüret edebilmişti? Mr. Knightley gibi bir erkek tarafından seçilmiş olduğuna, kesin kanıtı olmadığı halde nasıl inanabilmişti? Gel gör ki Harriet o eski pısırık, ürkek kız değildi artık. Kendinde, durumunda hiçbir eksiklik görmez gibiydi. Mr. Elton konusunda bile, Mr. Knightley konusundaki kadar kendine güvenmemişti. Ama heyhat! Bu da Emma'nın kendi eseri değil miydi? Harriet'e özgüven konusunda dersler veren kendisi değil miydi? Kişiliğini elinden geldiğince geliştirmesi için onu zorlayan, parlak bir evlilik yapmaya layık olduğu fikrini ona aşılayan kendisi değil miydi? Eğer bir zamanların kendi halinde, haddini bilir Harriet'i şimdi kendini beğenmiş biri olup çıkmışsa, bunun suçu da Emma'nındı.

Continue Reading

You'll Also Like

745 62 7
Bakır Atlı, Aleksandr Puşkin'in üç uzun şiirinden; Bahçesaray Çeşmesi, Çingeneler, Bakır Atlı, üç acıklı hikayeden oluşmaktadır. Yayınevi: Cumhuriye...
70.8K 5.5K 55
On yaşında öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen, ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmek...
18.9K 625 30
Madam Bovary, 19. yüzyıl Fransız kadınının kıstırılmış hayatını ve iç dünyasını oldukça şeffaf bir şekilde ele alırken, dönemin kadın erkek ilişkiler...
55K 3K 34
İngiltere'de XIX. yüzyılın ikinci yarısı, "Victoria Dönemi" olarak adlandırılan bu dönem, orta sınıfın yükselişini, gösterişli yaşamların moda oluşun...