Emma

By ClassicsTR

44.9K 3.1K 773

Jane Austen, 1815'te, 39 yaşındayken tamamladığı Emma'nın en sevdiği romanı olduğu söyler. Aşk ve Gurur ve Ma... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm

46. Bölüm

411 47 6
By ClassicsTR


Mrs. Churchill'in ölümünden on gün kadar sonra bir sabah Emma'ya, aşağıda Mr. Weston'ın onu görmek istediğini söylediler. Mr. Weston'ın kalacak zamanı yokmuş, ama Emma'yı mutlaka görmek istiyormuş. Kızı salon kapısında karşıladı ve normal sesiyle şöyle bir hatırını sorar sormaz hemen, Mr. Woodhouse duymasın diye fısıldayarak, "Bu sabah bir fırsatta Randalls'a gelebilir misin?" diye sordu. "Mümkünse lütfen gel, Mrs. Weston seninle konuşmak istiyor. Seninle konuşması şart."

"Hasta mı yoksa?"

"Hayır, hayır, bir şeyi yok, yalnız biraz heyecanlı, diken üstünde gibi. Seni aldırmak için araba gönderecekti ya, yalnız görüşmeyi istiyor, bu da, biliyorsun..." Başını salondan yana sallayıp hafifçe öksürerek, "Gelebilir misin?"

"Elbette. İsterseniz hemen şimdi. Bu şekilde istediğiniz bir şeye olmaz denilemez ama ne var, kuzum? Mrs. Weston'ın gerçekten hiçbir şeyi yok, değil mi?"

"Bana inan ama artık soru sorma. Zamanı gelince her şeyi öğreneceksin. Akla hayale gelmeyecek bir şey! Ama sus, şşş!"

Bütün bunların ne anlama geldiğini çıkartmanın, Emma için bile, olanağı yoktu: Mr. Weston'ın yüzündeki ifadeye bakılacak olursa ortada önemli bir şeyler vardı. Mrs. Weston iyi olduğuna göre Emma kaygılanmamaya çalıştı. Babasına yürüyüşünü şimdi yapacağını söyledi. Mr. Weston'la birlikte hiç gecikmeden evden ayrıldılar ve sıkı adımlarla Randalls'ın yolunu tuttular.

Büyük bahçe kapısından yeterince uzaklaştıkları zaman Emma, "Şimdi," dedi. "Mr. Weston, hadi söyleyin bakalım, ne oldu?"

Mr. Weston ciddilikle, "Yok, olmaz," diye karşılık verdi. "Bana sorma. Karıma söz verdim, her şeyi ona bırakacağım. O sana alıştıra alıştıra söylemeyi daha iyi becerir. Sabırsızlanma, Emma, yakında her şey ortaya çıkacak."

Emma dehşet içinde duralayarak, "Alıştıra alıştıra mı?" diye hafifçe bağırdı. "Aman Tanrım! Mr. Weston ne var, hemen söyleyin bana. Brunswick Meydanı'nda bir şeyler oldu, değil mi? Evet, öyle, biliyorum. Söyleyin bana, hemen söyleyin kuzum, ne oldu?"

"İnan, yanılıyorsun."

"Mr. Weston, beni oyalamayın. Bir düşünsenize, en yakınlarımın kaç tanesi orada? Hangisinin başına kötü bir şey geldi? Ne oldu? En kutsal varlıklarınızın başı için, benden bir şey gizlemeye kalkışmayın."

"Yemin ederim, Emma..."

"Şerefiniz üstüne mi? Onların hiçbiriyle ilgisi olmadığına niçin yemin etmiyorsunuz? Ulu Tanrım! Bana alıştıra alıştıra söylenecek şey, o aileden biriyle ilgili olmaz da neyle ilgili olabilir?"

Mr. Weston, "Şerefim üstüne," diye ciddilikle yanıtladı, "onlarla hiç ilgisi yok. Knightley adını taşıyan herhangi biriyle, uzaktan yakından, zerrece ilgisi yok."

Emma biraz cesaret bularak yeniden yürümeye başladı.

Mr. Weston, "Öyle, alıştıra, alıştıra demekle hata ettim," dedi. "O deyimi kullanmayacaktım. Aslında gerçekten de seni ilgilendirmiyor, yalnızca beni ilgilendiriyor, yani umarım öyledir." Kısa öksürük, "Kısacası, sevgili Emma, senin kaygılanmana hiç neden yok. Yani, sevimsiz bir iş, demek istemiyorum ama daha kötüsü de olabilirdi. Hızlı yürüsek kısa zamanda Randalls'a varabiliriz."

Emma sabretmesi gerektiğini anlamıştı, ama bu zoruna gitmiyordu artık. Daha başka soru sormayıp yalnızca kendi hayal gücünü çalıştırdı. Büyük bir olasılıkla bir para sorunudur, diye düşündü ya da aile içinde, ortaya yeni çıkan, tatsız bir durum, Richmond'daki son acı olayın su yüzüne çıkardığı bir şey. Hayal gücünün işlekliği üstündeydi: beş altı tane nikâh dışı çocuk ve zavallı Frank'in mirastan yoksun bırakılması, belki de! Bu, hiç istenmeyen bir durum sayılırdı ama gerçek de çıksa Emma'ya dert olmazdı. İçinde güçlü bir meraktan başka bir heyecan uyandırmıyordu.

Biraz daha ilerledikleri zaman, "Şu at üstündeki beyefendi kim?" diye sordu. Meraktan değil de, Mr. Weston'ın, sırrını eve gidinceye kadar saklayabilmesine yardımcı olmak niyetiyle sormuştu.

"Bilemiyorum. Otwaylerden biri olabilir. Frank değil, inan bana Frank olamaz. Onu göremeyeceksin. Windsor Yolu'nun yarısına varmıştır şu sırada."

"Oğlunuz yanınızdaydı demek?"

"Evet, ya! Haberin yok muydu? Şey, neyse, üstünde durma."

Mr. Weston bir an sessiz kaldı, sonra daha sakıngan bir sesle, "Evet, Frank bu sabah gelmişti, sırf hatırımızı sormak için," diye ekledi.

Adımlarını sıklaştırarak kısa zamanda Randalls'a vardılar. Salona girerlerken Mr. Weston, "İşte hayatım, aldım, getirdim," dedi. "Umarım iyileşirsin artık. Sizi baş başa bırakıyorum. İşi uzatmanın gereği yok. Beni istersen dışardayım, uzağa gitmiyorum." Sonra Emma onun, salondan çıkmazdan önce alçak sesle, "Sözümde durdum. Hiçbir şeyden haberi yok," dediğini duydu.

Mrs. Weston öyle bitkin, öyle tedirgin görünüyordu ki Emma büsbütün kaygılandı. Baş başa kaldıkları anda kendini tutamayarak, "Ne var, sevgili dostum?" diye sordu. "Anladığım kadarıyla çok nahoş bir şey olmuş; nedir, yalvarırım bana hemen söyle. Buraya kadar merak içinde geldim. Merakta kalmaktan sen de nefret edersin. Öyleyse benim merakımı daha fazla uzatma artık. Sıkıntını anlatmak sana da iyi gelecektir, her ne olursa olsun."

Mrs. Weston, "Gerçekten de hiçbir fikrin yok mu?" diye sesi tireyerek sordu. "Aklına hiç... biricik Emma'm, söyleyeceğim şeye ilişkin hiç mi bir şey gelmiyor aklına?"

"Mr. Frank Churchill'le ilgili bir şeyse tahmin edebilirim."

"Doğru söyledin. Onunla ilgili bir şey. Hemen anlatıyorum sana." Dikişini gene eline alarak, besbelli başını kaldırmamaya kararlı. "Frank bu sabah buraya geldi, akıl almayacak bir amaçla. Uğradığımız şaşkınlığı anlatmanın olanağı yok. Babasıyla bir konuyu konuşmaya gelmiş: Bir kızı seviyormuş."

Kadın soluğunu almak için sustu. Emma'nın aklına ilk gelen kendisi oldu, sonra da Harriet.

Mrs. Weston, "Sırf sevmek de değil," diye sözünü sürdürdü. "Bir söz, resmen bir anlaşma. Emma, ne diyeceksin acaba... herkes ne diyecek... Frank Churchill'le Jane Fairfax'in birbirleriyle sözlenmiş... hem de uzun zamandır sözlü olduklarını duyunca?"

Emma şaşırarak neredeyse yerinden sıçradı ve dehşet içinde, "Jane Fairfax ha!" diye ünledi. "Tanrım, ciddi olamazsınız! Ciddi konuşmuyorsunuz, değil mi?"

Mrs. Weston hâlâ başını kaldırmadan, "Ne denli şaşsan haklısın!" dedi ve Emma'ya toparlanmak fırsatı vermek için heyecanla konuşmayı sürdürdü: "Hem de çok haklısın şaşıp kalmakta. Neylersin ki durum aynen böyle. Ekim ayından beri aralarında ciddi bir anlaşma varmış; Weymouth'tayken anlaşmışlar, ama herkesten gizli tutmuşlar. Kendileri dışında tek kulun haberi olmamış, ne Campbelllar ne Jane'in ailesi ne de biz. Öyle olmayacak bir şey ki ben bile, durumun gerçek olduğunu bildiğim halde inanılmaz buluyorum. Aklım hâlâ almıyor. Frank'i tanıdığımı sanıyordum."

Emma söylenenleri doğru dürüst duymuyordu bile. Kafasında yalnızca iki düşünce vardı: kendisinin eskiden Frank'le Jane Fairfax konusunda yaptığı konuşmalar ve zavallı Harriet. Bir süre şaşkınlık sesleri çıkarmaktan ve haberi yeniden, yeniden doğrulatmak isteyerek, döne döne, "Sahi mi?" diye sormaktan başka bir şey yapamadı.

Sonunda kendini toparlamaya çalışarak, "Demek öyle," dedi. "Bu durumu kavrayabilmem için üstünde en az yarım gün düşünmem gerek, sanırım. Nasıl olur? Demek kış başından beri sözlüymüşler ha, Highbury'ye gelmezden bile önce?"

"Ekimden beri sözlüymüşler, gizlice. Bu beni çok gücendirdi, Emma. Babasını da aynı derecede. Frank'in aramızdayken takındığı kimi tavırlar var ki bağışlayamayız."

Emma bir an düşündükten sonra, "Ne demek istediğinizi anlamamış gibi yapmayacağım," dedi. "İçinizi elimden geldiğince rahatlatmak için şunu hemen söyleyeyim ki oğlunuzun bana gösterdiği ilgiden, sizin tasalandığınız gibi bir sonuç doğmadı."

Mrs. Weston, inanmaya cesaret edemeyerek başını kaldırdı, ama Emma'nın yüzü de sözleri kadar bulutsuzdu. Genç kız, "Şu anda tamamen ilgisiz olduğuma daha kolay inanabilmeniz için size şunu da söyleyeyim: İlk tanıştığımız sıralarda hoşlanmıştım ondan, nerdeyse ona âşık bile olabilirdim, hatta birazcık oldum bile galiba. Duygularımın neden geçtiğine şaşılabilir belki. Neyse ki geçti işte. Epey zamandır, en az üç aydan beri ona karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Bana inanabilirsiniz, Mrs. Weston. Gerçek bundan ibaret."

Mrs. Weston onu, gözlerinde sevinç yaşlarıyla öptü ve konuşabildiği zaman onun bu sözlerine dünyalar kadar sevinmiş olduğunu söyledi.

"Mr. Weston da benim kadar rahatlayacak," dedi. "Bu konu bizi kahrediyordu. En büyük dileğimiz sizin birbirinizi sevip evlenmenizdi; bunun da gerçekleştiğine inanmıştık. Senin için neler neler hissettiğimizi artık sen anla!"

"Ucuz atlatmışım. Siz ve ben buna dua edip sevinebiliriz, ama bu oğlunuzu temize çıkarmaz ki! Onu çok suçlu bulduğumu size açıkça söylemek zorundayım, Mrs. Weston. Hem duyguları hem de verdiği sözle sımsıkı bağlı olduğu halde aramıza serbest, gönlü boş bir erkek gibi girmeye ne hakkı vardı? Tek bir kadına ait olduğu halde başkalarına da kendini beğendirmeye çalışmaya... ki nitekim beğendirmişti... ne hakkı vardı? Tek bir kadını seçer gibi yapıp özel ve sürekli bir ilgiyle peşine düşmeye ne hakkı vardı? Bunun ne büyük acılara neden olacağını hiç mi düşünmedi? Beni kendine gerçekten âşık etmediğini nerden biliyordu? Çok yanlış yaptı, Mrs. Weston, çok büyük yanlış."

"Emmacığım, bana anlattıklarından çıkardığım kadar..."

"Ya Jane bu davranışa nasıl dayanabildi? Soğukkanlılığın böylesi! Sevgilisi gözünün önünde başka bir kızla cilveleşsin de onun kılı kıpırdamasın! Doğrusu bu derece soğukkanlılığı ne anlayabilirim ne de saygıyla karşılarım."

"Aralarında yanlış anlamalar olmuş, Emma. Frank bunu özellikle belirtti. Pek ayrıntıya girmeye zamanı yoktu. On beş dakika ancak kalabildi; öyle perişan durumdaydı ki o zamanı bile tam olarak işe yaratamadı. Ama yanlış anlamalar olduğunu açıkça söyledi; sanırım şu sıradaki kriz de o yanlış anlamaların sonucuymuş. Bunların, oğlumuzun yakışıksız davranışlarından kaynaklandığını ileri sürebiliriz."

"Yakışıksız mı? Aman, Mrs. Weston, bu çok hafif bir suçlama! 'Yakışıksız'dan çok daha ağır bir sıfat gerek. Onun gözümden ne kadar düştüğünü anlatamam. Erkekliğe hiç yakışmayan şeyler. Erkek dediğiniz yaptığı her şeyde dimdik dürüst, doğrucu, ilke sahibi olmalı, her türlü küçüklükten, hileden nefret etmeli bence."

"Yok, Emma, burada ondan yana çıkmak zorundayım. Gerçi bu yaptığı, evet, yanlıştı ama ben onu iyi tanıdığım için sayısız güzel özellikleri olduğuna..."

Emma onu dinlemeden, "Aman Tanrım!" diye ünledi. "Bir de Mrs. Smallridge var. Jane onun yanına mürebbiye olarak girmek üzereydi! Frank nasıl bu kadar hoyratlık yapabilir? Kızcağızın işe girmesine izin vermesi! Onun işe girmeyi aklından geçirmesine bile izin vermemeliydi!"

"Emma, Frank'in bundan hiç haberi yokmuş. Onu bu suçtan bütünüyle aklayabilirim. O kararı Jane kendisi almış, Frank'e söylemeden, hiç olmazsa inandırıcı biçimde söylemeden. Frank'in bu konudan düne kadar haberi yokmuş. Sonra birden durumu öğrenmiş; nasıl, bilmiyorum ama bir mektup ya da mesaj yoluyla Jane'in yaptığı şeyi öğrenince hemen her şeyi açıklamaya karar vermiş. Kendini dayısının insafına bırakıp her şeyi itiraf ederek ne zamandır süren çirkin gizliliği sona erdirmek istemiş."

Emma biraz daha dikkatle dinlemeye başladı.

Mrs. Weston, "Yakında ondan haber alacağız," diye sözlerini sürdürdü. "Giderken bana yakında yazacağını söyledi. Sesinden, ifadesinden anladığıma göre şu anda veremediği çok sayıda ayrıntıyı açıklamak niyetinde. Biz de o mektubu bekleyelim, diyorum. Yazdıklarını okuyunca birçok şeyi belki hoş görürüz; aklımızın ermediği şeyleri anlayıp bağışlayabiliriz. Çok sert olmayalım, onu suçlu bulmakta acele etmeyelim. Sabırlı olalım. Ben onu sevmek zorundayım. Şimdi artık bence önemli olan tek konuda içim rahat ya, her şeyin tatlıya bağlanmasını yürekten istiyorum. Böyle olacağını umut etmeye de hazırım. Öylesine ağır, uzun bir gizlilik saklılık sürdürmek için ikisi de çok acı çekmiş olmalılar."

Emma hafif bir alayla, "Frank acı çektiyse bile pek zarar görmüşe benzemez," dedi. "Peki, Mr. Churchill nasıl karşılamış bu işi?"

"Çok olumlu karşılamış, yeğeninden yana çıkmış, onun evlenmesine hemen hiç karşı çıkmadan izin vermiş. Şu bir hafta içinde, o evde olup bitenleri bir düşün, Emma! Mrs. Churchill sağ olsaydı, herhalde Frank için zerre kadar umut, herhangi bir şans ve olasılık olamazdı. Ama zavallının naaşı daha aile kabristanına yeni konulmuşken kocası onun isteklerinin tam tersi bir karar vermek durumunda kalıyor. Zararlı baskıların ölümle birlikte gömülebilmesi ne iyi bir şey! Frank pek az bir dil dökmeyle dayısının rızasını almayı başarmış."

Emma içinden, "Yaa, demek Harriet için de aynı şeyi yapardı," diye düşündü.

Mrs. Weston, "O iş dün gece sağlama bağlanmış, Frank de bu sabah ortalık ağarırken yola düşmüş," diye anlattı. "Highbury'de durup Bateslerde bir süre kaldığını tahmin ediyorum, sonra buraya geldi. Ama dayısının yanına dönmek için öyle acele ediyordu ki... adamcağızın şu sırada yeğenine her zamandan daha çok ihtiyacı var, tabii... dedim ya, yanımızda bir on beş dakika ancak kalabildi. Öylesine heyecanlı, diken üstündeydi ki... bundan önce hiç görmediğim bambaşka birini andırıyordu... her şeyin üstüne bir de Jane'i çok hasta bulmanın şokunu yaşıyordu; büyük bir sarsıntı geçirdiği her halinden belliydi."

"Aşklarının bunca zaman, gerçekten dediği gibi gizli kaldığına inanıyor musunuz? Campbelllar... Dixonlar, hiçbirinin bu söz konusundan haberi olmamış mı?"

Emma, "Dixon" adını anarken hafifçe kızarmaktan kendini alamadı.

"Hiç kimse, hiçbiri. Frank bu sözü dünyada Jane'le kendinden başka kimsenin bilmediğini kesinlikle ileri sürdü."

Emma, "Eh, ne yapalım," dedi. "Herhalde zamanla alışacağız. İkisine de mutluluklar diliyorum, elbet. Gene de, ne olursa olsun, bu yaptıklarının çok ayıp bir şey olduğunu düşünmekten asla vazgeçmeyeceğim. Baştan sona ikiyüzlülükle aldatmacadan, ispiyonlukla saman altından su yürütmekten ibaret. Aramıza girip açık yürekli, şeffafmışlar gibi yapıp gizliden gizliye hepimizi çekiştirerek yargılamaktan başka bir şey değil! Bütün bir kışla bahar mevsiminde hepimizi kandırdılar, biz de kendimiz gibi dürüst ve onurlu iki kişinin karşısında olduğumuzu sandık. Kim bilir, aslında onların duymaması gereken ne sözler söyleyip ne yorumlar yapmışızdır da onlar hepsini aralarında konuşup gizlice bizi yargılamışlardır. Birbirleri hakkında hiç de hoş olmayan şeyler konuşulduğunu duydularsa ne yapalım, sonuca katlansınlar artık."

Mrs. Weston, "O yönden benim içim rahat," diye karşılık verdi. "Ben onların birinden biri hakkında, ötekinin duymaması gereken hiçbir şey söylemedim."

"Şanslısınız. Sizin ağzınızdan tek kaçırdığınız, sır olarak bana söylediğiniz şeydi, hani bir dostumuzun bu genç hanıma tutkun olduğunu sandığınıza dair."

"Doğru. Ama ben Miss Fairfax'i oldum olası gerçekten beğendiğim için, ne kadar ihtiyatsız konuşursam konuşayım onunla ilgili kötü bir şey söylemiş olamam. Hele Frank'le ilgili kötü bir şey söylemeye gelince, o yönden hiç korkum yok."

Bu sırada Mr. Weston pencerenin biraz ötesinde belirdi, besbelli gözleri onlardaydı. Karısı onu bir bakışla içeri çağırdı ve bu arada, "Biricik Emma'm, ne olur, benim hatırım için sözlerinle de, bakışlarınla da onun içini rahatlatmaya çalış ki bu evlilik konusunu içine sindirsin," diye yalvardı. "Duruma iyi yönden bakmaya çalışalım. Zaten Jane hemen hemen kusursuz bir kız sayılır. Bu durumun bizi çok tatmin edeceğini söyleyemem, ama Mr. Churchill böyle düşünmüyor madem, biz neden düşünelim? Sonra bu onun için hayırlı da olabilir... Frank için, diyorum, böyle sağlam karakterli, aklı başında bir kızı eş olarak seçmiş olması. Jane'i her zaman aklı başında birisi olarak görmüşümdür. Mutlak doğruluk ilkesinden bu olayda adamakıllı sapmış olmasına karşın, ben hâlâ onun yargısının sağlamlığına inanmak eğilimindeyim. Zaten onun aile ve ev durumunu dikkate alırsak bu bir tek hatada bile hoş görülecek şeyler bulabilemez miyiz, dersin?"

Emma içtenlikle, "Hem de nasıl!" diye karşılık verdi. "Bir kadının salt kendini düşünmesini mazur gösterecek bir durum varsa o da Jane Fairfax'in durumudur."

Mr. Weston'ı, kapının girişinde, gülümseyen bir yüz ve neşeli bir sesle karşıladı:

"Aşkolsun size, beni nasıl da oyuna getirdiniz! Amaç benim meraklılığımla dalga geçmekti herhalde ya da tahmin yeteneğimi çalıştırmak. Şaka bir yana, gerçekten korkuttunuz beni. Mülkünüzün en az yarısını kaybettiniz falan sandım. Oysa ortada, avuntu gerektirecek bir durum değil, kutlama gerektirecek bir durum varmış. Sizi tüm kalbimle kutlarım, Mr. Weston, İngiltere'nin en güzel, en iyi yetişmiş kızlarından biri gelininiz oluyor."

Karısıyla arasında geçen birkaç kısa bakışma Mr. Weston'ı, her şeyin bu kısa demecin belirttiği kadar yolunda olduğuna inandırdı. Bu inancın onun ruhsal durumundaki etkisi de hemencecik kendini gösterdi. Mr. Weston her zamanki canlılığına kavuştu ve Emma'nın elini candan bir minnetle sıkarak konuşmaya başladı. Biraz zaman ve biraz telkinden sonra, oğlunun evlenmek üzere sözlenmesinin pek de kötü bir şey olmadığını düşünmeye başlayacağı anlaşılıyordu. Konuyu hep birlikte baştan sona, ayrıntılarıyla ele alıp konuştular. Mr. Weston, Emma' yı Hartfield'e geri götürürken yolda onunla da enine boyuna konuştu. Şimdi her şeye tam anlamıyla razı olmuştu, o kadar ki neredeyse, "Frank dünyada bundan daha iyi bir şey yapamazdı," diye düşünmeye başlayacaktı.

Continue Reading

You'll Also Like

8.7K 324 31
Ana adlı roman 1868-1936, doğduğu kente sonradan Gorki adı verilen büyük Rus yazarı Maksim Gorki'nin en ünlü eseridir. Bu romanın ilk basımı 1907 y...
1.8K 208 11
"hani ben senin evindim Kerem?" "Sen o evi kendi ellerin ile yaktın Altay."
KUŞ GÖZÜ By 𝓜🦋

Science Fiction

216 114 11
✨Kara Kış Festivali 2024 Favori Hikayesi seçilmiştir.✨ "Winston'da artık uyumak istiyordu. Gözlerini kapattığında, kendini uçsuz bucaksız yeşil bir v...
5.5K 239 14
18. Yüzyıl Rusya'sında, rejimin çalkantılı ve belirsiz olduğu bir dönemde orduya katılan genç asilzade Pyotr Andreyiç Grinyov ile taşralı Maşa arasın...