Emma

By ClassicsTR

44.7K 3.1K 773

Jane Austen, 1815'te, 39 yaşındayken tamamladığı Emma'nın en sevdiği romanı olduğu söyler. Aşk ve Gurur ve Ma... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm

43. Bölüm

500 45 7
By ClassicsTR


O sabah hava çok güzeldi. Tüm hazırlıklar, araba ve yer dağılımı ile herkesin dakikliği gibi diğer dış koşulların uyumlu gerçekleşmesi de Box Tepesi gezintisinin çok başarılı geçeceğini gösteriyordu. Mr. Weston her şeyi kendisi yönetiyordu. Hartfield'le papaz evi arasındaki gidişgelişi bir selamet atlattı ve herkesi zamanında aldı. Emma ile Harriet bir arada, Miss Bates ile Jane Fairfax Eltonlarla birlikte, beylerse at sırtındaydılar. Mrs. Weston, Mr. Woodhouse'la kalıyordu. Artık tepeye çıkıp hoşça vakit geçirmenin dışında bir eksikleri yoktu. On bir kilometreyi bu beklentiyle gittiler ve tepeye varınca manzara karşısında hep birlikte hayranlık gösterdiler.

Gelgelelim günün genel havasında bir eksiklik vardı. Üzerlerine tuhaf bir ağırlık, bir isteksizlik, bir kopuşmuşluk çökmüştü de bir türlü silkip atamıyorlardı sanki. Küçük gruplara ayrılıp duruyorlardı. Eltonlar baş başa yürüyorlardı; Mr. Knightley, Miss Bates'le Jane Fairfax'e el koymuş, Emma ile Harriet de Frank Churchill'e kalmışlardı. Mr. Weston'sa, boş yere, onları kaynaştırmaya çalışıyordu. Bu bölünmeler başlangıçta rastlantısal gibi görünse de temelde hiç değişmiyordu. Gerçi Mr. ve Mrs. Elton ötekilerle kaynaşmaya teşne görünüyor, ellerinden geldiğince güler yüzlü olmaya çalışıyorlardı, gelgelelim öteki gruplar ayrışmayı amaç edinmiş gibiydiler, öylesine ki Box Tepesi'nde kaldıkları iki saat boyunca ne güzel manzaralar ne piknik yemekleri ne de Mr. Weston'ın neşesi bu eğilimi yıkabildi.

Emma gezintiyi daha ilk baştan son derece ve resmen yavan buldu. Frank Churchill'i hiç böyle sessiz ve sersem görmemişti. Dinlemeye değer bir şey söylemiyor, baktığına görmez gibi bakıyor, aptal komplimanlar yapıyor, Emma'nın sözlerini anlamadan dinliyordu. O bu derece durgunken Emma, Harriet'in da durgunlaşmasına şaşmıyordu; ikisinin de çekilecek yanı kalmamıştı.

Epey dolaştıktan sonra oturduklarında durum iyileşti, çok daha iyileşti, Emma'ya sorarsanız. Çünkü Frank Churchill neşesi yerine gelerek gevezelik etmeye ve tüm ilgisini onun üzerinde yoğunlaştırmaya başladı. Sanki tüm amacı Emma'nın gözüne girip hoşça vakit geçirmesini sağlamaktı. Oyalanmaktan hoşnut kalan ve övülmekte hiçbir sakınca görmeyen Emma da neşesini bulup rahatladı ve genç adamın kendine hafiften kur yapmasına, aynen tanışıklıklarının o ilk ve heyecanlı dönemindeki gibi, izin verdi. Gerçi bunların şimdi onun gözünde zerrece anlamı yoktu ama dışardan bakanların gözünde, ancak İngiliz geleneğince düpedüz "flört" sözcüğüyle tanımlanabilecek bir anlam taşıyabilirdi. "Mr. Frank Churchill'le Miss Woodhouse müthiş flört ettiler." Kendilerini aynen bu tümceye açık bırakıyorlar, hatta belki öbür hanımlardan birinin bu tümceyi mektupla Maple Grove'a, diğerinin de İrlanda'ya göndermesine yol açıyorlardı. Emma'nın böyle şen ve düşüncesiz davranmasının nedeni çok mutlu olması sanılmasın; umduğundan daha az mutlu olduğu için böyle davranıyor, hayal kırıklığına uğradığı için böyle bol bol gülüyordu. Evet, Frank'in gösterdiği ilgiden hoşnuttu ve onun övgülerinin, gerçek hayranlıktan ya da arkadaşlıktan da kaynaklansa, yalnızca oyun ve latife de olsa, tıpatıp gerçeğe uyduğuna inanıyordu ama bunlar onun gönlünü yeniden kazanıyor değildiler. Kararı hâlâ bu gençle salt arkadaş kalmaktı.

Frank Churchill, "Size ne kadar teşekkür borçluyum!" dedi. "Çünkü bugün buraya gelmemi söylediniz. Siz olmasaydınız, şu gezintinin mutluluğundan yoksun kalacaktım. Dün akşam dönmeye kesin kararlıydım."

"Evet, pek huysuzdunuz. Neden? Anlayabilmiş değilim. Herhalde çileklerin en güzellerine yetişemediğiniz içindi. Benim gibi iyi yürekli bir dostu hak etmemiştiniz, doğrusu. Neyse ki sonunda boynunuzu eğdiniz de emir almak için epey direndiniz."

"Huysuz, demeyin. Çok yorgundum. Sıcaktan bitkin düşmüştüm."

"Hava bugün daha sıcak."

"Bana hiç öyle gelmiyor. Bugün çok rahatım."

"Rahatsınız çünkü buyruk altındasınız."

"Sizin buyruğunuz mu? Evet."

"Belki böyle yanıtlamanızı bekliyordum ama, kendi buyruğunuz altında, demek istemiştim. Dün, her nasılsa ipin ucunu kaçırmış, dağılmıştınız, bugün toparlanmışsınız. Ben de her zaman yanınızda olamayacağıma göre, en iyisi, benim değil kendi buyruğunuzun altında olduğunuza inanmanızda yarar var."

"İkisi aynı yere çıkar. Ben bir amacım olmadıkça kendi irademe söz geçiremem. Siz, bir şey söyleseniz de, söylemeseniz de bana buyruk veriyorsunuz. Hem neden her zaman benim yanımda olmayacakmışsınız? Her zaman yanımdasınız."

"Dün öğleden sonra saat üçten bu yana. Tarih bu. Sürekli etkim daha önce başlamış olamaz, yoksa dün o kadar keyifsiz ve ters olmazdınız."

"Dün öğleden sonra saat üç ha! Verdiğiniz tarih bu mu? Oysa ben sizi ilk şubat ayında gördüğümü sanıyordum."

Emma, "Nezaketiniz gerçekten kusursuz," dedi. Sesini alçaltarak, "Gene de bizden başka konuşan yok; sessiz oturan yedi kişinin keyfi için saçma sapan konuşmak da yorucu, doğrusu."

Frank neşeli bir şımarıklıkla, "Ben utanacağım bir şey söylemiyorum ki!" dedi. "Sizi ilk şubat ayında gördüm. Şu tepe üstünde, beni duyabilen herkes duysun lütfen. Sesim bir yanda Mickleham'e, öbür yanda Dorking'e ulaşsın. Sizi ilk olarak şubat ayında gördüm." Sonra fısıldayarak: "Gezi arkadaşlarımız iyice aptalmış. Ne yapalım onları canlandırmak için? Herhangi bir saçmalık yeter. Mutlaka konuşturacağız onları. Hanımlar, beyler, her katıldığı topluluğun melikesi olan Miss Woodhouse'un buyruğu üzerine bildiriyorum ki kendileri sizlerin hepinizin ne düşündüğünüzü bilmeyi istiyorlar."

Kimileri gülerek şakadan karşılık verdiler. Miss Bates uzun uzun konuştu. Mrs. Elton, Emma'nın melike olmasına bozuldu. En açık yanıt veren Mr. Knightley oldu:

"Miss Woodhouse acaba bizlerin neler düşündüğümüzü öğrenmek istediklerinden eminler mi?"

Emma, "Yok, yok, sakın ha!" diye, elinden geldiğince tasasız bir kahkaha attı. "Dünyada istemem. Şu sırada kesinlikle kaldıramam bunu. Hepinizin neler düşündüğünüzü duymaktansa başka her şeyi duymaya razıyım. Gerçi 'hepinizin' de demeyeceğim." Mrs. Weston'la Harriet'ten yana bakarak, "Aranızda bir iki kişi var ki onların düşüncelerini duymaktan korkmayabilirim."

Mrs. Elton sözlerinin üstüne basa basa, "Ben olsam böyle bir şeyi öğrenmeyi kendi hakkım saymak aklımın ucundan bile geçmezdi," dedi. "Gerçi, belki de bu topluluğun 'şaperon'u olarak... toplantılar... keşif gezileri... genç hanımlar... evli kadınlar..."

Bunları daha çok kocasına söylüyordu; o da mırıltılı bir sesle karşılık verdi: "Pek doğru, sevgilim, pek doğru. Tam tamına öyle işte... böylesini hiç duymamıştım... ama kimi hanımlar laf olsun diye konuşurlar. İyisi mi, şaka, deyip geç. Senin kim olduğunu herkes biliyor."

Frank, Emma'nın kulağına fısıldayarak, "Olmadı," dedi. "Çoğu alındılar. Saldırımı daha incelikle yapmalıyım. Hanımlar, beyler, Miss Woodhouse'un buyruğu üstüne şunu söylüyorum ki kendileri sizin tam olarak ne düşündüğünüzü öğrenmek hakkından vazgeçmişler. Şimdi her birinizden yalnızca çok eğlendirici bir şey talep ediyorlar, yani genel anlamda. Burada yedi kişisiniz, bir de ben varım ama kendileri benim zaten eğlendirici olduğumu söylemek inceliğini gösteriyorlar. Her birinizden çok akıllıca bir şey istiyor, ister şiir olsun ister düz, özgün ya da kopya, ama mutlaka çok eğlendirici bir tek şey ya da daha az eğlendirici iki şey ya da iyice can sıkıcı üç şey. Bunların hepsine kahkahalarla güleceklerine söz veriyorlar."

Miss Bates, "Tamam öyleyse!" dedi. "Benim korkum kalmadı. İyice can sıkıcı üç şey, ha! Bu tam bana göre bir şey. Nasılsa daha ağzımı açtığım anda üç tane can sıkıcı şey söyleyeceğim kesin, öyle değil mi?" Çevresine bakınarak, "Hepiniz böyle düşünmüyor musunuz?"

Emma kendini tutamadı:

"Ancak, efendim, gene de zorlanabilirsiniz. Özür dilerim ama istenen sayı kısıtlı: Bir seferde ancak üç tanecik olacak!"

Onun tavrındaki yalancı nezakete aldanan Miss Bates, denilmek isteneni hemen kavrayamadı. Sonunda kavradığı zaman da kızmak aklına gelmedi. Ama yüzüne yayılan hafif renk dalgası incinmiş olduğunu gösteriyordu.

"Ha, evet, tabii. Evet, ne demek istediğinizi anlıyorum." Mr. Kinghtley'ye dönerek, "Dilimi tutmaya çalışacağım. Herhalde herkesin başını şişiriyorum, yoksa o, eski bir dosta böyle bir şey söylemezdi."

Mr. Weston, "Oyununuzu beğendim!" diye araya girdi. "Kabul, kabul. Ben elimden geleni yapacağım. Bilmece hazırlıyorum ama yanıtında sözcük oyunu var. Böyle bir bilmece sizin koşullarınızdan kaç tanesini karşılar?"

Oğlu, "Az bir şey, efendim, ne yazık ki pek az," dedi. "Ama sizi biraz kayırırız artık, hele de oyunu ilk başlatan olduğunuza göre."

Emma, "Yok, yok!" dedi. "Hiç de az sayılmayacak. Mr. Weston'ın oyuncaklı bilmecesi onu ve yanında oturan kişiyi temize çıkaracak. Buyurun, efendim, bilmecenizi sorun lütfen."

"Aslında çok akıllıca bir bilmece olduğundan ben de pek emin değilim çünkü gereğinden fazla kolay ama işte söylüyorum: İngiliz abc'sinin hangi iki harfi kusursuzluğu betimler?"

Emma, "Hangi iki harf... kusursuzluğu mu betimler? Doğrusu bilemeyeceğim," dedi.

"Ya! Dünyada bilemeyeceksiniz. Durun, ben size söyleyeyim: M* ile A, Emma. Şimdi anladınız mı?"

Emma bilmeceyi çözmesiyle birlikte büyük bir hoşnutluğa kapıldı. Bilmece pek zekice bir sözcük oyunu sayılmayabilirdi ama genç kızı bol bol güldürdü. Frank' le Harriet'i da öyle. Diğerleri aynı derecede etkilenmemişe benziyordu. Kimileri boş boş bakmaktaydılar. Mr. Knightley ciddilikle, "Oyunda nasıl şeyler istenildiğini böylece anlamış olduk," dedi. "Mr. Weston da kendi sırasını pek iyi savdı. Ne var ki sanırım hepimizin yolunu tıkadı. Kusursuzluk böyle çabucak ortaya çıkmamalıydı."

Mrs. Elton, "Ben ise özür dilemek zorundayım," dedi. "Denemeye kalkışmayacağım bile... bu tür şeylerden hiç ama hiç hazzetmem ben. Bir keresinde birisi bana kendi adım üzerine kurulmuş bir akrostiş yollamıştı da hiç hoşuma gitmemişti. Kimden geldiğini de biliyordum. Zibidi bir züppe! Kimi demek istediğimi biliyorsunuz, değil mi?" Kocasına bakarak, "Bu oyunlar Noel zamanında, ateş başında oturulurken falan iyidir, hoştur da, yazın kırsalda yapılan keşif gezilerine pek uygun düşmez, bana sorarsanız. Miss Woodhouse beni hoş görmelidir. Ben öyle, her isteyene vermek için hazır espri bulunduran kişilerden değilimdir. Çok nükteci olduğumu da ileri süremem. Gerçi zekâm çok kıvraktır ama özür dilerim, ne zaman konuşup ne zaman dilimi tutacağıma kendim karar vermek isterim. Bizi lütfen geçiniz, Mr. Churchill; Mr. E.'yi, Jane'i, Knightley'yi, bir de beni geçiniz. Bizim söyleyebileceğimiz hiçbir akıllıca şey yoktur, hiçbirimizin."

Kocası da hem utanmış hem de alaycı bir tavırla, "Evet, lütfen beni geçin," dedi. "Benim söyleyeceğim hiçbir şey Miss Woodhouse'u ya da başka herhangi bir genç hanımı eğlendiremez, nasılsa. Zaten bizden geçmiş artık, evli barklı bir adam, hiçbir işe yaramaz. Augusta, biraz dolaşalım mı?"

"Elbette. Bunca zamandır hep aynı yeri keşfedip durmaktan usandım zaten. Gel, Jane, sen de öbür koluma gir."

Jane gitmek istemeyince karıkoca birlikte oradan ayrıldılar. Onlar sesini duyamayacak kadar uzaklaşır uzaklaşmaz Frank Churchill, "Mutlu çift!" dedi. "Nasıl da yaraşıyorlar birbirlerine! Şanslıymışlar, çünkü bir ılıca ortamında tanışarak evlenmişler. Sanırım Bath'ta, birkaç haftalık bir tanışıklıktan sonra! İki kez şanslı sayılırlar, çünkü böyle yerlerde insanların gerçek kişilikleri üstüne edinilen izlenimler sıfır değerindedir, kimse kimseyi tanıyamaz. Gerçek bir fikir edinebilmek için kadınları kendi evlerinde, kendi çevrelerindeki insanlar arasında, her zamanki halleriyle görmek gerekir. Bunun dışında her şey tahmin ve şanstan ibarettir ki çoğunlukla da kötü şans olur. Kısa bir tanışıklıktan sonra bir kadına bağlanmış, sonra da ömrünün sonuna kadar pişmanlık çekmiş kaç adam vardır, kim bilir!"

Şimdiye kadar kendi yakın çevresinin dışında pek konuşmamış olan Miss Fairfax şimdi sesini yükseltti:

"Böyle şeyler oluyordur, hiç kuşkusuz," dedi ama bir öksürük nöbeti sözlerini kısa kesti.

Frank Churchill ciddilikle, "Bir şey diyordunuz, Miss Fairfax," dedi.

"Yalnızca şunu diyecektim: Böyle şanssızlıkların bazen erkeklerin de kadınların da başına geldiği ne yazık ki oluyor ama ben bunun çok da sık olduğuna inanmıyorum. Acele ve uygunsuz bir bağ kurulmuş olsa da çoğu zaman sonradan bunu düzeltmeye fırsat vardır. Yani demek istediğim şu ki uygunsuz bir söz yüzünden ömür boyu baskı ve sıkıntı çekenler yalnızca mutluluğu her zaman şansa bırakan zayıf, kararsız karakterlerdir."

Frank karşılık vermedi; yalnızca genç kızın şöyle bir yüzüne baktıktan sonra saygılı bir reverans yapmakla yetindi. Az sonra da canlı bir ses tonuyla, "Benim kendi yargı gücüme öyle az güvenim var ki evlendiğim zaman eşimi benim için başka birinin seçmesini umuyorum," dedi. Emma'ya dönerek, "Bunu siz yapar mısınız? Benim için bir eş seçer misiniz? Sizin seçtiğinizi, kim olursa olsun beğeneceğimden hiç kuşkum yok. Bu konuda ailemizden siz sorumlusunuz, nasılsa." Babasına bakıp gülümseyerek, "Ne olur bana da birini bulun. Acelem yok. Kanadınız altına alın onu. Yetiştirin."

"Yani kendime benzeteyim."

"Hay hay, yapabilirseniz."

"Peki, ben de siparişi üstleniyorum. Nefis bir eş sahibi olacaksınız."

"Yaşam dolu ve ela gözlü olmalı. Başka hiçbir şey umurumda değil. Birkaç yıl yurtdışında kalacağım, döndüğümde de size gelip eşimi isteyeceğim. Unutmayın."

Emma sanki bunu unutabilirmiş gibi! Onun tüm duygularını okşayan bir siparişti bu. Frank'in tarif ettiği kişi bütünüyle Harriet değil miydi? Ela göz dışında genç kız gerçekten de iki yıl içinde tam onun istediği kişi olamaz mıydı? Genç adamın şu anda bile aklında Harriet vardı belki. Kim bilebilirdi? Evleneceği kızın yetiştirilmesini Emma üstüne bırakması bu anlama çekilemez miydi?

Jane, teyzesine döndü: "Teyzeciğim, sizce sakıncası yoksa Mrs. Elton'a katılalım mı?"

"Evet, katılalım, güzelim. Çok isterim. Ben hazırım. Zaten onunla gitmek istiyordum ya, zararı yok, şimdi gideriz. Kısa zamanda ona yetişiriz, nasılsa. Hah, işte orda... yok, başkasıymış. Şu araba partisi grubundaki İrlandalı hanımlardan biri, hiç de benzemiyor ama... Doğrusu nasıl..."

Yürüyüp uzaklaştılar. Yarım dakika sonra da Mr. Knightley onları izledi. Şimdi arkada yalnızca Emma, Harriet, Mr. Weston ve oğlu kalmışlardı. Frank'in neşesiyle gevezeliği de giderek öyle taşkınlaştı ki çekilmez oldu. Sonunda Emma bile pohpohlanıp şakalaşmaktan bıkkınlık getirdi. Keşke şu sırada ötekilerle birlikte, herhangi biriyle, sakin sakin yürüyor olsaydı! Ya da yalnız başına, sessiz sedasız oturup aşağıdaki şu güzelim manzaraları seyredebilseydi. Onlara arabalarının beklediğini bildirmeye gelen uşakları görünce Emma çok sevindi. Yola çıkmak için yapılan toparlanma hazırlıklarının telaşına, Mrs. Elton'ın önce kendi arabasının getirilmesi için ayak diremesine bile seve seve katlandı. Neyse, evine yapacağı dingin yolculuk, bu sefa gününün doğrusu tartışılır nitelikteki eğlencelerini sona erdirecekti. Emma, böylesine bir sürü aykırı tipi bir araya getiren bir gezintiye bir daha asla kanıp katılmayacağını umuyordu.

Arabasını beklerken Mr. Knightley'yi yanında buldu. Mr. Knightley, yakınlarında kimse olmadığına güven getirmek ister gibi çevresine bakınarak konuştu:

"Emma, seninle bir kez daha eskiden konuştuğum gibi konuşmak zorundayım. Senin bana bu ayrıcalığı can ve gönülden tanımadığını bilsem bile bunu kullanmam gerekiyor. Yanlış bir şey yaptığını görüp de seni uyarmamak elimde değil. Miss Bates'e karşı nasıl öyle taş yürekli davranabildin? Emma, onun yapısındaki, o yaşta, o durumdaki bir kadınla nasıl öyle küstahça dalga geçebildin? Senden hiç ummazdım."

Emma, yaşlı kıza söylediklerini aklına getirdi, kızardı, üzülüp pişman oldu ama gene de gülerek geçiştirmeye çalıştı.

"A canım, o sözleri söylememek nasıl elimden gelirdi? Kim olsa kendini tutamazdı. Çok da kötü sayılmazdı ki! Zaten o benim dediğimi anlamamıştır bile."

"Öyle bir anladı ki! Bütünüyle anladı, hem de içine işledi. O zamandan beri bunu konuşuyor. Nasıl açık yüreklilikle, sevecenlikle konuştuğunu keşke sen de dinleyebilseydin. Daha demin senden ve babandan gördüğü sayısız yakınlıkları anlatıyordu ve bu arada, o kadar can sıkıcı olduğu halde ona katlanmakla gösterdiğiniz büyük gönüllülüğü övüyordu."

Emma, "Of!" diye ünledi. "Dünyanın en iyi yürekli kişisidir, biliyorum. Gene de yadsıyamazsınız: Yazık ki onda iyi huylulukla gülünçlük birbirine karışmış."

"Karışmış, kabul ediyorum. Varlıklı bir kadın olsaydı gülünçlüğün arada iyiliğe baskın çıkmasının ben de üstünde durabilirdim. Parlak durumda bir kadın olsaydı bütün bu zararsız abuk subuklukları kendi hallerine bırakırdım; onunla kırıcı konuştun diye seni kınamazdım. Seninle aynı durumda olsaydı... Ama durumlarınız bundan daha apayrı olamaz, Emma. Bu kadın yoksul biri, gün görmüş, sonra düşmüş; uzun yaşarsa daha da düşeceği kesin. Onun durumuna acıman gerekirdi. Çok kötü yaptın, çok! O, seni dünyaya geldiğinden beri biliyor, sen büyürken onun komşuluğu onur sayılırdı ama şimdi, saçma sapan bir neşe anında, bir kendini beğenmişlik sırasında onu alaya alıp küçültmen, hem de yeğeninin yanında, herkesin yanında! O kimselerden çoğu da (hiç değilse bazıları) senin bu kadıncağıza davranışını kendilerine örnek alacaklardır. Emma, bunları dinlemek senin için hiç hoş değil... benim de hoşuma gittiğini sanma, ama söylemem gerek; söyleyeceğim. Sana doğruları söyleyeceğim, söyleyebildiğim sürece. Bununla senin gerçek dostun olduğumu kanıtlıyorum; inanıyorum buna. Günün birinde senin beni şimdikinden daha iyi anlayacağına da inanıyorum, Emma."

Bir yandan konuşurken arabaya doğru yürümüşlerdi. Araba hazırdı. Emma daha bir şey söyleyemeden erkek onu elinden tutup arabaya bindirmişti bile. Onun yüzünü yana çevirip suskun kalmasına neden olan duyguları yanlış yorumlamıştı. Oysa bunlar kızın kendisine karşı duyduğu derin öfkeden, derin bir utanç ve derin bir üzüntüden ibaretti. Konuşamamıştı. Arabaya bindiğinde de bir an için kendini üzgünlüğe bırakıp arkasına yaslandı; sonra vedalaşmamış, ondan teşekkür etmeden, asık suratla ayrılmış olduğunu fark ederek pencereden baktı ve bambaşka bir ifadeyle el sallayıp seslendi ama yazık ki geç kalmıştı. M. Knightley arkasını dönüp yürümüş, atlar da yola koyulmuşlardı.

Emma arkaya bakmaktan vazgeçmedi, ama boşunaydı. Kısa zamanda, sanki doğadışı bir hızla yamacın yarısına inmişlerdi ve her şey çok geride kalmıştı. Emma sözle anlatılamaz bir üzüntü içindeydi ve bu duyguyu saklamakta zorlanıyordu. Ömründe, hiçbir durum karşısında böylesine bir kaygı, utanç ve pişmanlık duymamıştı. Derinden sarsılmıştı! Mr. Knightley'nin söylediklerinin doğruluğu yadsınamazdı. Kendisi Miss Bates'e karşı nasıl bu kadar zalim ve yırtıcı olabilmişti? Kendisini, o kadar değer verdiği bir insanın, Mr. Knightley'nin gözünden neden öyle, bile bile düşürmüştü? Sonra da ondan nasıl, ufacık bir teşekkür bile etmeden, pişmanlık gösterip ona hak verdiğini belirtmeden, en basit bir dost nezaketi göstermeden ayrılabilmişti?

Zamanın geçmesi onun duygularının durulmasına yetmedi. Düşündükçe yüreği daha çok dağlanıyordu sanki. Ruhunun böylesine karardığını hiç anımsamıyordu. Neyse ki konuşmak zorunda değildi. Yanında yalnızca Harriet vardı; o da keyifsiz görünüyordu, yorgun, belli ki konuşmamak canına minnet. Yol boyunca Emma'nın gözlerinden yaşlar süzüldü ama bunun alışılmadık bir şey olmasına karşın o, bu yaşları silmek için elini kıpırdatmak zahmetine bile katlanmadı.

. M harfi İngilizcede "em" diye okunur. Böylece m ve a harfleri yan yana okununca "Emma" oluyor. (Ç.N.)

Continue Reading

You'll Also Like

18.3K 766 53
"Quasimodo", Paskalya'dan sonraki ilk pazara verilen addır aslında. XX. yüzyıl Parisi'nde Notre-Dame Kilisesi'nin ön avlusundaki kerevete, kimsesiz b...
12.2K 403 40
1860'ların Fransa'sında, kuzeydeki maden işçileri, çetin çalışma koşullarında yaşam mücadelesi vermektedir. İşçiler, ocaklarda göçük ve grizu patlama...
16.5K 382 39
Dostoyevski, yaşamının son yıllarında başyapıtı Karamazov Kardeşler'i tamamladığında, Rus yazınında 'felsefe düzeyinde roman-tragedya denen türün de...
406 91 29
KİTABA BU HESAPTAN DEVAM EDECEĞİM ESKİ E-MAİL HESABIM ÇALINMIŞTIR BİLGİNİZ OLSUN Yarım kalan bir aşkın gerçekleri öğrendikten sonra intikama dönüştüğ...