Emma

By ClassicsTR

44.9K 3.1K 773

Jane Austen, 1815'te, 39 yaşındayken tamamladığı Emma'nın en sevdiği romanı olduğu söyler. Aşk ve Gurur ve Ma... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm

41. Bölüm

483 48 8
By ClassicsTR


Bütün bu umutlar, planlar, kumpaslar arasında haziran ayı Hartfield Konağı'nın kapısını çaldı. Gelişi Highbury kasabasının yaşantısında belirli bir değişim yaratmadı. Eltonlar hâlâ Sucklinglerin beklenen ziyaretinden ve onların lando arabalarıyla yapılacak gezilerden söz ediyorlardı; Jane Fairfax hâlâ ninesinin evindeydi; Campbellların İrlanda'dan dönüşü gene ertelenerek ağustosa bırakılmıştı, böylece Jane en az iki ay daha burada kalacak demekti. Tabii eğer Mrs. Elton'ın yardım çabalarını boşa çıkarabilir ve kendini, acelece, istemediği bir iş ya da evlilik durumuna sürüklenmekten kurtarabilirse!

Ancak kendisinin bilebileceği nedenlerden ötürü Frank Churchill'i baştan beri hiç sevmemiş olan Mr. Knightley'nin bu olumsuz duygusu gitgide güçleniyordu. Genç adamın Emma'ya gösterdiği yakınlıkta bir ikiyüzlülük sezmeye başlamıştı. Onun gözünün Emma'da olduğu tartışma kabul etmez sayılıyordu. Her şey bunu gösteriyordu, onun kendi ilgisi, babasının imaları, üvey annesinin anlamlı sessizliği, hepsi aynı kapıya çıkıyordu. Sözcükler, davranışlar, sır saklamalarla ağızdan laf kaçırmalar, hepsi aynı öyküyü anlatıyordu. Şimdi de, bir sürü insan Frank'i Emma'ya devretmeye, Emma da genç adamı Harriet'e "yapmaya" çalışadursun, Mr. Knightley onun Jane Fairfax'le gönül eğlendirmeye çalıştığından kuşkulanmaya başlamıştı. Tam çıkartamıyordu ama Jane'le Frank'in arasında gizli bir anlaşmanın belirtileri vardı sanki. Ya da ona öyle geliyordu. Frank'in gösterdiği birtakım hayranlık belirtileri ki, Mr. Knightley, her ne kadar Emma gibi hayale kapılmak istemiyorsa da, bir kez gözlemledikten sonra bunların anlamsız olduğuna inanamıyordu. Bu kuşku içine ilk düştüğünde Emma ile birlikte değildi. Eltonlarda, Randalls ailesi ve Jane'le birlikte bir akşam yemeğindeydi. Frank Churchill'in Jane Firfax'e öyle bir (hatta birden çok) bakışını yakalamıştı ki bunu, Emma'ya âşık olduğu sanılan bir gençte yadırgamıştı doğrusu. Onlarla yeniden bir arada olduğu zaman o gece gördüklerini unutamamıştı. Bu arada edindiği başka izlenimler de, iki genç arasında karşılıklı bir duygusal yakınlık, hatta gizli bir anlaşma olduğuna ilişkin kuşkularını güçlendirmişti.

Bir gün akşam yemeğinden sonra, çok zaman yaptığı gibi, akşamını Woodhouselarla geçirmek üzere Hartfield'e doğru yürümüştü. Emma'yla Harriet de yürüyüşe çıkıyorlarmış; o da onlara katıldı. Dönüşte daha büyük bir gruba rastladılar: Mr. ve Mrs. Weston'la oğulları ve yolda rastlamış oldukları Miss Bates ile yeğeni. Hep birlikte yürümeye başladılar. Hartfield Konağı'nın kapısına gelince Emma, babasının böyle bir komşu baskınından çok hoşlanacağını düşünerek, hepsine, içeri gelip onunla çay içsinler diye ısrar etti. Randallslılar hemen, olur, dediler. Miss Bates de pek kimsenin kulak asmadığı hayli uzun bir konuşmadan sonra, kendilerinin de Miss Woodhouse'un bu son derece nazik çağrısını kabul edebileceklerine karar verdi.

Tam bahçeye girerlerken atının üstünde Mr. Perry yoldan geçti. Baylar onun atından konuştular. Bir süre sonra Frank Churchill, Mrs. Weston'a dönerek, "Sahi," dedi. "Mr. Perry'nin araba almak planına ne oldu, acaba?"

Mrs. Weston şaşkınlıkla, "Böyle bir niyeti olduğundan hiç haberim yoktu," dedi.

"Yok, ben sizden duymuştum. Üç ay önce falan yazmıştınız bana."

"Ben mi! Olamaz!"

"Yazdınız ama, çok iyi anımsıyorum. Araba yakında alınacak diye Mrs. Perry söylemiş, çok da seviniyormuş. Kötü havalarda dışarı çıkmak kocasına hiç iyi gelmiyor diye üzüldüğü için kendisi ısrar etmiş. Şimdi aklınıza geldi mi?"

"Tanrı inandırsın, bu konuyu şimdi senden duyuyorum."

"Ciddi misiniz? Ama nasıl olur? Nasıl olabilir? Şaştım doğrusu. Demek ki rüyamda görmüşüm. Ama öyle emindim ki... Miss Smith, yorulmuş gibi bir haliniz var. Bir an önce eve gitmek istiyorsunuz, sanırım."

Mr. Weston, "Bu da nesi, nasıl, nasıl?" diye heyecanla sordu. "Perry araba alıyor mu, dediniz? Frank, Perry kendine araba mı ediniyormuş? Buna yetecek parası olduğuna sevindim. Kendi söyledi herhalde, değil mi?"

Oğlu gülerek, "Hayır, efendim," diye yanıtladı. "Galiba kuşlar söylemiş. Amma tuhaf ha! Mrs. Weston'ın haftalar önce Enscombe'a yazdığı mektupların birinde bütün bu ayrıntıları yazdığından emindim, ama kendisi konuyu daha önce hiç duymadığını söylediğine göre demek ki rüyamda gördüm. Ben çok rüya görürüm zaten. Uzaktayken Highburylilerin hepsini rüyamda görürüm. Yakın dostlarımın hepsini görüp bitirdiğim zaman da Mr. ve Mrs. Perry rüyama girmeye başlıyor herhalde."

Babası, "Tuhaf şey!" diye fikir yürüttü. "Perrylere, uzaktayken de aklından çıkmayacak kadar yakın değilsin, gene de onlar hakkında böyle düzgün, mantıklı bir rüya görmen gerçekten tuhaf. Perry'nin kendine araba alması; karısının, onun sağlığını düşündüğü için bunda ısrar etmesi, falan, bu rüyanın eninde sonunda aynen çıkacağından hiç kuşkum yok da, biraz erken görmüşsün. Kimi rüyalar nasıl da sahici gibidir adeta! Bazılarıysa ipe sapa gelmez bir saçmalıklar yığınıdır. Evet, Frank, uzaktayken de Highbury'yi düşündüğünü rüyan kanıtlıyor. Emma, sen de çok, hem de canlı rüyalar görürsün, değil mi?"

Emma onu duymadı. Konukları babasına bildirmek için hızlıca önden gitmiş olduğundan Mr. Weston'ın sözlerindeki iğne ona yetişemedi. Bu arada lafa karışmak için birkaç dakikadır boşuna kıvranmakta olan Miss Bates, "Doğruyu söylemek gerekirse," diye bir giriş yaptı, "eğer bu konuyu konuşmamız gerekse hiç kuşkusuz Mr. Churchill gerçekten de... böyle bir rüya görmemiştir, demek istemiyorum... benim de bazen en acayip rüyaları gördüğüm olur... ama bu konuda bana bir şey soran olursa, yalan söyleyecek değilim ya, geçen baharda böyle bir şey konuşulduğunu doğrulamak zorundayım, çünkü Mrs. Perry'nin kendisi anneciğime söylemişti, bizden, bir de Colelardan başka kimsenin haberi yoktu, çünkü gizli tutuyorlardı, zaten birkaç gün konuşuldu, sonra vazgeçildi. Mrs. Perry kocasının araba almasını pek istiyordu, bir sabah sevinçten etekleri uçarak anneme geldi, Mr. Perry'nin nihayet aklını yatırdığını sanıyordu...

Jane, anımsamıyor musun, eve döndüğümüzde büyükannen anlattıydı, hani? Yürüyüşten dönüyorduk; nereye yürüdüğümüzü unutmuşum ama herhalde Randalls'tır, evet, evet, Randalls'a yürümüştük. Mrs. Perry oldum olası anneciğimi el üstünde tutar da... tutmayan var mı ki zaten?.. Bu sırrı ona açmış, bize söylemesine de karşı çıkmamış ama, daha öteye gitmesin, demiş... Ben de o gün bu gündür kimseciklere söylemedim, yanılmıyorsam. Beri yandan hiçbir yerde şöyle bir dokundurup geçtiğim olmamıştır, diye de yemin edemem çünkü kimi zaman bir şeyleri farkında olmadan ağzımdan kaçırıveriyorum. Konuşkanımdır, bilirsiniz, çenem düşüktür biraz, arada söylenmeyecek bir şeyi ağzımdan kaçırdığım oluyor, işte. Bu yönden Jane'e hiç benzemiyorum. Ah, keşke benzeseymişim! O ömründe kimsenin sırrına ihanet etmemiştir, buna kefil olurum. Jane nerde? Ha, tam arkamdaymış. Mrs. Perry'nin gelişini dün gibi anımsıyorum. Acayip rüyalarmış!"

Hole girmek üzereydiler. Mr. Knightley'nin bakışları Jane'i, Miss Bates'inkilerden önce bulmuştu. Frank Churchill'in yüzünde, genç adamın bir gülüşle örtüp bastırmaya çalıştığı sıkıntıyı görünce gözleri ister istemez Jane'in yüzüne çevrilmişti. Genç kız gerçekten de arkadaydı, şalını düzeltmekle uğraşmaya dalmıştı. Bu arada Mr. Weston içeri girmişti. Öbür iki bay, Jane'e yol vermek için kapıda beklediler. Mr. Knightley'ye, Frank, Jane'le göz göze gelmek için çabalıyormuş gibi geldi. Eğer öyleyse boşunaydı; Jane iki erkeğin arasından, ne birine ne de öbürüne bakmaksızın geçerek hole girdi.

Başkaca yorum ya da açıklama için zaman yoktu. Şimdilik rüya varsayımıyla yetinilmek zorundaydı. Mr. Knightley de herkesle birlikte Hartfield salonunda Emma'nın getirdiği bir yenilik olan büyük, yuvarlak, modern masanın çevresindeki yerini aldı. Mr. Woodhouse'a, yirmi yıldır yemeklerini üstünde yediği küçük boy, Pembroke marka masanın sıkışıklığı yerine bu yenisini kullanmaya Emma'dan başka kimse razı edemezdi!

Çay rahat, tatlı bir hava içinde içildi; kimsenin kalkmaya acelesi yok gibiydi. Frank Churchill arkaya doğru uzanıp oradaki bir masanın üstünü yoklayarak, "Kuzum Miss Woodhouse, yeğenleriniz oynadıkları o abc bloklarını buradan aldılar mı?" diye sordu. "Kutusu hep burda dururdu. Nereye gitti? Bu gece hava bulutlu da, yazdan çok, kışı andırıyor. Hani bir sabah o bloklarla ne keyifli oynamıştık. Gene bulmacalar yapıp sizi uğraştırmak istiyorum."

Bu fikir Emma'nın da hoşuna gitti. Kutu hemen getirildi, harf blokları masanın üstüne yayıldı ama onlardan başka kimse oyun oynamaya meraklı değil gibiydi. Emma ile Frank ve oynamak isteyenler birbirleri için blok harflerle çabuk çabuk sözcükler oluşturuyorlardı. Oyunun sessizliği Mr. Woodhouse'u özellikle hoşnut bırakıyordu. Çocuklar buradayken Mr. Weston'ın arada başlattığı gürültülü oyunlardan rahatsız olmuştu ama şimdi, "zavallı küçükler"in yokluğuna tatlı bir hüzünle üzülürken mutluydu ve yakınına gelen harfleri eline alarak, "Emmacığım bunu ne de güzel çizmiş!" diye gururlanıyordu.

Frank Churchill, Miss Fairfax'in önüne bir sözcük dizdi. Miss Fairfax gözlerini masa çevresinde çarçabuk dolaştırdıktan sonra önündeki harflere baktı. Frank, Emma'nın yanında, Jane karşılarındaydı. Mr. Knightley de hepsini görebileceği bir yerdeydi. Amacı da baktığını dışarı vurmadan görebildiğince çok şey görmekti. Jane sözcüğü çözdü ve harfleri hafif bir gülümseyişle önünden itti. Niyeti bunları derhal öbür harflerin arasına karıştırıp gözden kaçırmak mıydı? Eğer öyleyse yanlış yaptı, çünkü önüne bakacağı yerde hemen karşısına baktı ve böylece harfler karışmadan kaldı. Yeni sözcükler bulmaya pek meraklı olan Harriet de hemen bunları kaptı ve çözme çabasına girişti. Mr. Knightley'nin yanında oturuyordu; ona doğru dönüp yardım diledi. Sözcük, "çam devirmek" anlamına gelen blunder'dı. Harriet bunu sevinçle ilan ederken Jane'in yüzüne, gizli duygularını belli eden bir renk yayıldı. Mr. Knightley bununla şu acayip rüya arasında bir bağlantı olduğunu çıkartmıştı, ama bu durumun nasıl oluştuğunu aklı hâlâ tam almıyordu. Çok değer verdiği Emma'nın dikkati ve sezileri bunca zamandır nasıl olmuş da uyanmamıştı? George Knightley ortada kesin bir ilişki olduğundan kaygılanmaya başlamıştı. Her adımda karşısına gizli kapaklılık ve ikiyüzlülük çıkıyordu sanki. Şu harfler bir aşk hilesinin araçlarıydı. Frank Churchill'in oynadığı daha sinsi bir oyunu maskelemek için kullanılan bir çocuk oyunu.

Mr. Knightley, Frank'i gözlemlemeyi büyük bir öfkeyle sürdürdü; gözleri kör olmuşa benzeyen öbür iki kişiyi de kaygı ve güvensizlikle izliyordu. Frank'in kısa bir sözcük hazırlayıp masum ve içten pazarlıklı bir bakışla Emma'nın önüne sürdüğünü gördü. Emma'nın sözcüğü çözümlediğini ve çok eğlenceli bulduğunu gördü. Ne var ki genç kız, nedense, eleştirel bir tutum takınmayı uygun görmüş olmalı ki, "Daha da neler! Ayıp, ayıp!" dedi. Mr. Knightley, Frank Churchill'in Jane'den yana bakarak Emma'ya, "Ona vereyim mi?" diye sorduğunu ve Emma'nın keyifle, heyecanla gülerek, "Sakın ha!" diye karşı çıktığını açıkça duydu. "Sakın yapmayın! Menediyorum sizi, yapmayacaksınız."

Gelgelelim iş yapılmıştı bile. Duygulanmadan sevebildiği ve kendini kolayca sevdirebildiği anlaşılan genç şövalye, sözcüğü hemen Jane Fairfax'in önüne itti ve ağırbaşlı bir nezaketle, ondan bilmeceyi çözmesini istedi. Bu sözcüğün ne olduğunu anlamak için aşırı bir merak içinde olan Mr. Knightley, gözlerini her fırsatta harflere yönelttiğinden, bunun "Dixon" olduğunu seçmekte gecikmedi. Jane de aynı anda bilmeceyi çözmüş ve bu beş harfin bu biçim dizilişinde daha büyük bir anlam, gizli bir amaç bulmuş gibiydi. Canının çok sıkılmış olduğu anlaşılıyordu. Gözlerini kaldırıp da Mr. Knightley'nin keskin bakışlarıyla karşılaşınca kıpkırmızı kesildi. Erkek, şimdiye dek onun böyle kızardığını hiç görmemişti. Ama genç kız yalnızca, "Özel adların kullanılabileceğini bilmiyordum," dedi ve sözcüğü adeta öfkeyle önünden itti. Bu oyunu artık oynamak istemediği anlaşılıyordu. Ona saldırmış olanlara sırt çevirerek teyzesinden yana döndü. Hiçbir şey söylemedi ama Miss Bates hemen, "Evet, çok haklısın, güzelim," dedi. "Ben de şimdi onu diyecektim. Artık gitsek iyi olacak. Yağmur yağacağa benzer; büyükannen bizi merak eder. Beyefendiciğim, ne kadar kibarsınız. Ama gerçekten, iyi geceler dilemeliyiz artık."

Jane'in hemen ayağa kalkması, teyzesinin iyi tahmin etmiş olduğu gibi, bir an önce masadan kalkıp gitmek istediğini belirtiyordu. Ama ayağa kalkmış dolaşan o kadar çok kişi vardı ki hemen uzaklaşamadı. Mr. Knightley, Frank'in bir sözcük daha dizip kaygıyla ondan yana ittiğini fark eder gibi olduysa da Jane harfleri, hiç bakmadan, kararlılıkla dağıttı. Sonra şalını aramaya başladı: Frank Churchill de aranıyordu, ama ortalık kararmaya başlamıştı, salon karmaşa içindeydi; Mr. Knightley onların nasıl ayrıldığını göremedi.

Ötekiler gittikten sonra da o, Hartfield'de oyalandı; kafası bu akşam görmüş olduğu şeylerle doluydu. O derece dolu ki, biraz sonra şamdanlar yakıldığında sanki yalnızca salonu değil onun düşüncelerini de aydınlattı. Evet, bir dost, kaygılı bir dost olarak, Emma'ya bir şeyler anlatmaya çalışmak, birkaç soru sormak zorundaydı. Onun böylesine büyük bir tehlike altında olduğunu bildiği halde korumaya çalışmaksızın duramazdı. Emma'yı uyarmak boynunun borcuydu.

"Emma, kuzum söyler misin, sana ve Miss Fairfax'e sunulan o son sözcüğün nesi o kadar komik, hem de o kadar dokunaklıydı? Sözcüğü seçtim; bunun nasıl olup da birinize o kadar eğlenceli, öbürünüze de o kadar üzücü gelebildiğini merak ediyorum doğrusu."

Emma ne yapacağını şaşırdı. Mr. Knightley'ye gerçeği açıklayamazdı, çünkü Dixonlar ve Jane konusundaki kuşkuları hâlâ yerli yerinde durmakla birlikte, genç kız bu kuşkuları Frank Churchill'e açmış olmaktan içtenlikle utanç duyuyordu.

Gözle görülür bir sıkılganlıkla, "Canım, hiç işte," dedi. "Yalnızca aramızda bir şakaydı."

Erkek gülmez bir yüzle, "Şaka yalnızca seninle Mr. Churchill arasındaymış gibi geldi bana," diye karşılık verdi.

Emma'nın bir şeyler daha söyleyeceğini ummuştu ama Emma konuşmadı. Konuşacağı yerde şalını arayıp bulmakla uğraşmayı seçmişti. Mr. Knightley kısa bir süre, tereddüt etti. Kafasından kötü kötü şeyler geçiyordu. Başkasının işine burnunu sokmaktan olumlu sonuç çıkmazdı. Emma'nın sıkılganlığı ve Frank'le arasında bir teklifsizlik olduğunu itiraf eden sözleri de onun gönlünün bu genç adamda olduğunu gösteriyordu. Gene de konuşmalıydı. Emma'ya borçlu sayılırdı bunu: Onun iyiliğini tehlikeye atmaktansa her şeyi göze almalıydı, gereksiz yere araya karışan sevimsiz bir üçüncü kişi olmayı bile. Sonraları bu durumda savsaklamacılık ettiğini anımsayıp pişman olmaktansa şu anda kendine yöneltilebilecek her türlü tepkiyi göze almak zorundaydı.

En sonunda içten bir yumuşaklıkla, "Biricik Emma," dedi, "söz konusu ettiğimiz hanımla beyin arasındaki ahbaplığın derecesini tam olarak anladığından emin misin?"

"Mr. Frank Churchill'le Miss Fairfax arasında mı? Elbette, tamamen. Bunda anlaşılmayacak ne var?"

"Mr. Churchill'in Miss Fairfax'te gözü olduğundan ya da Miss Fairfax'in Mr. Frank Churchill'i beğendiğinden şunca zamandır hiç kuşkulandığın olmadı mı?"

Emma açık yürekli bir içtenlikle, "Asla!" diye hafifçe bağırdı. "Hiçbir zaman! Bir dakikanın binde biri kadar bir zaman bile aklıma gelmedi böyle bir şey. Sizin aklınıza nereden gelmiş olabilir ki?"

"Son zamanlarda onların arasında bir bağ olduğu izlenimi edinmeye başladım sanki, birtakım gizli, anlamlı bakışmalar yakaladım gibime geliyor."

"Ay, çok hoşsunuz yani. Hayallerinizin başıboş dolaşmasına izin verdiğinizi bilmek çok hoş doğrusu ama hepsi boşuna. Daha ilk adımda sizi durdurduğuma üzülüyorum ama gerçekten, boş hayal bunlar. Aralarında hayranlığa benzer hiçbir şey yok, inanın bana. Gözünüze çarpan durumlar çok tuhaf bir rastlantının sonucu olsa gerek, bambaşka duyguların sonucu. Açıkça anlatmanın olanağı yok, çünkü araya bir sürü saçmalık da giriyor ama saçmalamadan açıklanabilecek bölüm şu ki dünyada birbirlerine asla bağlı olamayacak ya da hayranlık duyamayacak iki kişi varsa, bu dostlarımızdır. Yani bunun Miss Fairfax yönünden böyle olduğunu varsayıyorumama Mr. Frank Churchill yönünden böyle olduğuna garanti verebilirim. Onun o genç hanıma karşı kayıtsız olduğuna kefil olabilirim."

Emma'nın konuşmasındaki güvenç ve neşe, erkeği sarstı ve susturdu. Emma ise çok keyiflenmişti, konuşmayı uzatmak istiyordu. Tüm kuşkuların ayrıntılarını duymak, o gizli bakışların açıklamasını öğrenmek, kısacası kendini çok eğlendiren bu durumun tüm "nasıl" ve "nerede"lerini deşmek istiyordu ama Mr. Knightley'nin tüm neşesi kaçmıştı. Kimseye yararlı olamadığını görüyor, iyice sinirlenmiş olduğu için artık konuşmak da istemiyordu. Mr. Woodhouse'un çıtkırıldım bünyesinin yıl boyunca hemen hemen her akşam şöminede yakılmasını gerekli kıldığı ateşin sıcaklığıyla sinirlerinin büsbütün gerilmesini önlemek için hemen sonra acele bir vedayla oradan ayrıldı ve yürüyerek Donwell Abbey'nin serinliğine ve sessizliğine döndü.

Continue Reading

You'll Also Like

49.9K 2.1K 17
"Sen benimsin, seni artık hiçbir zaman görmesem de! Korkunun o uçsuz bucaksız sahasına girmediği müddetçe biliyorum, ama senin bana olan ilgini kesin...
70.7K 5.5K 55
On yaşında öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen, ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmek...
8.7K 324 31
Ana adlı roman 1868-1936, doğduğu kente sonradan Gorki adı verilen büyük Rus yazarı Maksim Gorki'nin en ünlü eseridir. Bu romanın ilk basımı 1907 y...
51.3K 2.5K 21
Keşke tersi olabilseydi! Keşke her zaman genç kalacak olan ben olsaydım da portrem yaşlansaydı! Bunun için... bunun için her şeyi verirdim!" Özellikl...