Emma

By ClassicsTR

45.8K 3.2K 779

Jane Austen, 1815'te, 39 yaşındayken tamamladığı Emma'nın en sevdiği romanı olduğu söyler. Aşk ve Gurur ve Ma... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm

38. Bölüm

511 49 55
By ClassicsTR


Baloya engel olacak başka hiçbir terslik çıkmadı. Kararlaştırılan gün yaklaştı, yaklaştı, sonra gelip çattı. Kaygılı bir bekleyişle geçen sabahtan sonra Frank Churchill de akşam üzeri resmen ve sağ sağlıklı Randalls'a varınca ortada hiçbir tehlike kalmadı.

Genç adamla Emma arasında henüz ikinci bir karşılaşma olmamıştı. Crown'un balo salonunda yüz yüze geleceklerdi. Bu belki de herkesin içinde, olağan bir karşılaşmadan daha iyiydi. Mr. Weston, Emma'ya, hana erken gelmesi için öyle yana yakıla yalvarmıştı ki! Mümkünse kendilerinden hemen sonra orada bulunarak, başkaları gelmezden önce odalar ve tüm hazırlıklar konusunda fikir vermesini istiyordu. Emma onu geri çeviremezdi ve bu yüzden bir süre Frank'le sakin bir zaman geçirecek demekti. Harriet'i da kendi arabasına aldı ve böylece, hana Westonlardan kısa bir süre sonra vardılar.

Frank Churchill'in besbelli gözleri yollardaydı. Fazla bir şey söylemediyse de o gece çok eğlenmeye kararlı olduğu halinden anlaşılıyordu. Hep birlikte her yeri dolaşarak her şeyin olması gibi olup olmadığına bakarlarken, birkaç dakika içinde aralarına bir başka araba dolusu insan katıldı. Emma araba sesini duyunca şaşalamaktan kendini alamamıştı. "Amma da erkenciler!" demek üzereydi ki yeni gelenlerin, Mr. Weston'ın eski aile dostu olduklarını ve aynen kendisi gibi fikir vermek üzere özel olarak, erken erken çağrılmış bulunduklarını öğrendi! Bunların hemen arkasından da gene aynı iş için aynı biçimde rica minnet erkenden çağrılmış olan bir araba dolusu kuzen de sökün edince Emma, "Bu gidişle konukların yarısı çevreye bakıp fikir vermek için yakında toplanmış olacak galiba!" diye düşünmekten kendini alamadı.

Demek Mr. Weston'ın, fikirlerine ve zevk ölçüsüne güvendiği tek kişi kendisi değilmiş! Emma bunu gördüğü zaman, bu kadar çok sayıda güvendiği, canciğer dostu olan bir adamın yakınlığıyla güveninin pek de koltuk kabartıcı bir şey olmadığını düşündü. Mr. Weston'ın açık yürekliliğini seviyordu sevmesine de, biraz daha az açık yürekli olsa daha sağlam bir kişiliği olurdu, diye düşünüyordu. Adamı adam yapan şey, yedi dünyayla içli dışlı olmaksızın genelde yüce ve cömert yürekli olmasıydı. Emma ancak böyle bir erkeğe âşık olabilirdi.

Hepsi birden topluca çevreyi dolaşıp gözden geçirdiler, her şeyi döne döne övdüler, sonra yapacak başka işleri kalmayınca şöminenin önünde bir yarım halka oluşturdular ve başka konular açılıncaya kadar suskun kalmamak için, "aylardan mayıs olmasına karşın akşamları ateşin hâlâ hoşa gittiğini" konuştular.

Emma, özel danışmanların sayısının daha fazla olmayışındaki suçun Mr. Weston'a bulunamayacağını öğrendi! Westonlar yolda, arabalarına alıp getirmek için Bateslere de uğramışlar ama Miss Bates ile Jane Fairfax'i meğer Eltonların getirmesi daha önceden kararlaştırılmış.

Frank Churchill, Emma'nın yanındaydı. Yerinde duramaz gibi bir hali vardı. Huzursuzluğu içinin rahat olmadığını gösteriyordu. Çevresine bakınıyor, durup durup kapıya gidiyor, kulağı hep kirişte, besbelli öbür arabaların sesi duyulsun diye bekliyordu. Ya balo bir an önce başlasın diye sabırsızdı ya da Emma'nın yanında uzun kalmaktan korkuyor olsa gerekti.

Mrs. Elton'dan söz açıldı. Frank, "Yakında gelir herhalde," dedi. "Mrs. Elton'ı müthiş merak ediyorum. O kadar çok konuşuluyor ki. Çok gecikmeden gelir sanırım."

Bir arabanın geldiği duyulunca Frank hemen kapıya seğirtti, ama hemen dönüp geldi.

"Onunla tanışmadığım aklımdan çıktı. Hemen gidip karşılamam yakışık almaz."

Karıkoca Eltonlar göründüler; tanışma töreni her zamanki gülümsemeler ve nezaket sözleriyle yapılıp sona erdi.

Mr. Weston çevresine bakınarak, "Ama Miss Bates' le Miss Fairfax!" dedi. "Onları siz getireceksiniz sanıyorduk."

Ufak bir hata olmuştu. Araba hemen onları almaya yollandı. Emma, Frank'in Mrs. Elton'la ilgili ilk izlenimlerini öğrenmeye can atıyordu; yeni gelinin özentili giyimi ve o tepeden bakan gülümseyişleri acaba nasıl bir etki bırakmıştı Frank'in üzerinde?

Kısa bir zaman sonra araba geri döndü. Yağmur başladı, diyen oldu. Frank babasına, "Gidip bakayım, şemsiye çıkardılar mı, Miss Bates ihmal edilmemeli," diyerek dışarı koştu. Babası da arkasından davrandı ama Mrs. Elton onu, oğlu konusundaki düşüncelerini açıklayarak sevindirmek niyetiyle durdurdu. Ve öyle hemencecik lafa girişti ki henüz kapıya ulaşmamış olan genç adamın onu duymamasına olanak yoktu.

"Mr. Weston, oğlunuz gerçekten çok hoş çocuk. Biliyorsunuz, açıkça söylemiştim size, ben kendi kararlarımı kendim veririm diye. Sevinerek ifade edeyim ki kendisini son derece beğendim. Bana inanabilirsiniz. Ben kimseyi yalandan pohpohlamam. Bence çok yakışıklı bir genç adam, davranışları da tam benim zevkimi okşayacak nitelikte. Tam gerçek beyefendi, ne kibirli ne de züppe. Şunu bilmenizi dilerim ki züppeleri günahım kadar sevmem ben, görünce tüylerim diken diken olur resmen. Maple Grove'da züppelere hiç yüz verilmezdi. Ne eniştem Mr. Suckling ne ben onları çekebilirdik, öyle ki onlara karşı bazen çok acı konuşurduk. Kusur sayılacak kadar yumuşak başlı olan Selina onlara çok daha iyi katlanabilirdi."

Mrs. Elton, Frank'ten konuştuğu sürece Mr. Elton onun ağzının içine bakmıştı ama laf gene Maple Grove'a dönünce, yeni gelen kimi hanım konuklarla ilgilenmesi gerektiğini anımsadı ve mutlu gülücüklerle oradan ayrıldı.

Mrs. Elton da Mrs. Weston'a döndü: "Bu kesin bizim arabadır, Miss Bates'le Jane'i getiriyor. Arabacımızla atlarımız rüzgâr gibidirler, yani! Herkesten hızlı olduğumuza inanıyorum. İnsanın kendi arabasını yollayıp arkadaşlarını aldırtması ne büyük zevk! Duyduğuma göre siz de arabanızı önermek nezaketinde bulunmuşsunuz ama bundan sonra hiç zahmet etmeyin. Benim onlara her zaman kol kanat gereceğimden emin olabilirsiniz."

Miss Bates'le Miss Fairfax, baba ile oğulun eşliğinde salona girdiler. Mrs. Elton besbelli, onları buyur etmenin Mrs. Weston kadar kendi üstüne de vazife olduğu kanısındaydı. Tavrını ve hareketlerini, Emma gibi dışarıdan bakan herkes açıkça anlayabilirdi, ne var ki sözleri, çok geçmeden, Miss Bates'in kesintisiz konuşmasının selinde boğuldu. Miss Bates içeriye konuşarak girdi ve ateş başındaki halkaya katıldığı zaman da uzun süre susmadı. Kapı açıldığında içeridekiler onun sesini duydular:

"Ne büyük nezaket gösterdiniz! Yok, hiç yağmıyor gibi bir şey. Bana vız gelir. Ayakkabılarım oldukça sağlam. Jane de diyordu ki... Vay, bakın da hele!" İçeri adımını atar atmaz, "İşte bu çok parlak! Hayran oldum, resmen! Ne güzel düzenlenmiş, inan olsun. Hiçbir şey eksik değil. Hiç aklıma gelmezdi. Işıklandırması da ne şahane! Jane, Jane, bakar mısın, hiç gördün mü böylesine mükemmel bir şey? Mr. Weston, sizde kesin Alaattin'in lambası varmış. Zavallı Mrs. Stokes kendi salonunu tanıyamayacak artık. İçeri girerken gördüm onu, kapıda duruyordu. 'Ah, Mrs. Stokes,' dedim ona, başkaca bir şey diyecek de fırsat olmadı."

Mrs. Weston şimdi Miss Bates'i karşılamıştı.

"Çok iyiyim, sağ olun, efendim, umarım siz de iyisiniz ya? Çok sevindim buna. Başınıza ağrı falan saplanacak diye kaygılanmıştım. Günde kaç kez gelip geçtiğinizi gördüğüm için ne zahmetlere girdiğinizi biliyorum da. İşte buna çok sevindim! Ah, sevgili Mrs. Elton, araba için çok teşekkürler. Tam zamanında geldi. Jane'le ben de hazırdık. Atlarınızı bir an bile bekletmedik. Çok rahat bir araba. Ha, o konuda sanırım size de teşekkür borçluyuz, Mrs. Weston. Mrs. Elton daha önceden Jane'e bir not yollamak nezaketinde bulunmuştu, yoksa sizinle... Düşünün, aynı günde iki tane böyle davet! Bu kadar iyi komşuluk dünyada görülmememiştir! Anneme de onu dedim. Dedim ki: 'İnanın, anneciğim...' Teşekkür ederim, annem, nazar değmesin, çok iyi. Mr. Woodhouse'un yanına gitti. Şalını yanına verdim çünkü akşamları hava bayağı serin oluyor. Şu büyük, yeni şalı, Mrs. Dixon'ın düğün armağanı. Ne iyi yürekli hanım kız, annemi de düşünmüş. Weymouth'tan almışlar, Mr. Dixon seçmiş. Jane diyor ki üç şal daha varmış, bir süre karar verememişler. Albay Campbell'ın tercihi zeytin rengiymiş galiba. Canım Jane, ayaklarının ıslanmadığından emin misin? Birkaç damlacık sepiştirdi ama öyle korkarım ki, neyse Mr. Frank Churchill hemencecik öyle... zaten kapıda paspas da vardı. Onun nezaketini hiç unutmayacağım. Ah, Mr. Churchill, biliyor musunuz, annemin gözlüğü bir daha hiç bozulmadı, çivisi hiç çıkmadı. Annem çok zaman sizin yardımseverliğinizden söz ediyor, öyle değil mi, Jane? Sık sık Mr. Churchill'den konuşmuyor muyuz evde? Ah, işte biricik Miss Woodhouse. Nasılsınız, Miss Woodhouse? Çok iyiyim, sağ olun, çok iyi. Sanki periler ülkesinde bir buluşma bu! Bambaşka bir yer olmuş! Kompliman yasak, biliyorum, Miss Woodhouse," Emma'yı beğeniyle süzerek, "ama Tanrı inandırsın bu gece öyle başka türlü güzel... Jane'in saçını nasıl buldunuz? Bu konularda yargınıza güveniriz. Hem de kendisi yaptı. Saçını yapma tarzı olağanüstü bir şey! Londra'dan gelme kuaför olsa ancak bu kadar... Ah, Dr. Hughes da gelmiş... hem de Mrs. Hughes. Gidip Dr. ve Mrs. Hughes'a merhaba demem gerek bir dakika. Nasılsınız? Nasılsınız? Çok iyiyim, sağ olun. Nefis bir gece, değil mi? Ya sevgili Mr. Richard nerede? Ha, oradaymış. Nasılsınız, Mr. Richard? Geçen gün at üstünde çarşıdan geçerken gördüm sizi. Bakın hele, Mrs. Otway'le sayın Mr. Otway değil mi? Hem de Miss Otway'le Miss Caroline. Bu kadar çok dost bir arada! Mr. George'la Mr. Arthur, nasılsınız? Hepiniz nasılsınız? Çok iyiyim, sağ olun. Bir araba sesi daha duydunuz mu? Bu kim olabilir? Herhalde bizim Colelardır. Aman Tanrım, bu ne güzel şey, böyle dostlar arasında olmak! Ne şahane bir ateş bu! Kestane gibi kavrulacağım nerdeyse! Teşekkür ederim, ben kahve almıyorum, hiç kahve içmem. Bir fincan çay, efendim, mümkünse, hiç acelesi yok, ne zaman eliniz değerse. Ay, işte geldi bile. Her şey ne kadar kusursuz!"

Frank Churchill, Emma'nın yanındaki yerini aldı. Miss Bates susar susmaz Emma ister istemez biraz arkada duran Jane Fairfax'le Mrs. Elton'ın konuşmalarını duymak durumunda kaldı. Frank suskundu. O da arkadakileri mi dinliyordu acaba? Emma kestiremedi.

Mrs. Elton, Jane'in elbiselerini ve güzelliğini bolca övüyor, Jane de terbiyeli ama sakin yanıtlar veriyordu. Mrs. Elton besbelli kendi de övülsün diye bekliyordu ki hemen, "Esvabımı nasıl buldun? Kurdelelerim güzel mi? Wright saçımı nasıl yapmış?" Ve buna benzer birçok soru sormaya girişti. Jane bunların da hepsini sabırlı bir terbiyeyle yanıtladı.

Mrs. Elton bu kez, "Genelde giyim kuşamla benden daha az ilgilenen kimse olamaz," dedi. "Ama böyle bir gecede, herkesin gözü üzerimdeyken öteki hanımlardan aşağı kalmak istemem; nitekim işte, bak, salonda benimkinden başka inci kolye göremiyorum. Hem Westonlara da ayıp olur çünkü baloyu benim onuruma verdiklerinden eminim. Ya, demek Frank Churchill çok mükemmel dans ediyormuş, öyle mi? Bakalım tarzlarımız uyuşacak mı? Gerçekten pek yakışıklı bir genç şu Frank Churchill. Çok hoşuma gitti, doğrusu."

O dakikada Frank öyle bir hevesle konuşmaya başladı ki Emma onun Mrs. Elton'ın övgülerini duymuş olduğunu ve daha fazlasını duymak istemediğini anladı. Arkadaki hanımların sesleri bir süre duyulmadı, sonra bir duralama sırasında gene kulaklarına ulaştı. Mrs. Elton o sırada yanlarına gelmiş olan kocasıyla konuşmaktaydı:

"Sonunda bizi buldun değil mi, şu kuytu köşemizde? Ben de şu anda Jane'e diyordum, bizimki beni bulmak için artık sabırsızlanmaya başlamıştır, diye."

Frank Churchill şaşırmış, hoşnutsuz bir ifadeyle, "Jane, diyor," diye söylendi. "Hadi onu anladık ama Miss Fairfax buna razıysa başka, tabii."

Emma fısıltıyla, "Mrs. Elton'ı beğendiniz mi?" diye sordu.

"Hiç beğenmedim."

"Nankörsünüz."

"Nankör mü? Nasıl yani?" Sonra genç adam yüzünün asıklığını bir gülümsemeyle değiştirerek, "Yok, yok, söylemeyin bana," dedi, "ne dediğinizi bilmek istemiyorum. Babam nerede? Dansa ne zaman başlıyoruz?"

Emma onu anlamakta zorluk çekiyordu. Genç adamın bir tuhaflığı vardı ama... Hemen babasını bulmaya gitti, bir dakika sonra da yanında hem babası hem de üvey annesiyle döndü. Westonların küçük bir sorunu vardı ve bunu Emma'yla paylaşmaya gelmişlerdi. Mrs. Weston, baloyu açmayı Mrs. Elton'dan istemeleri gerekeceğini çünkü onun bunu kendi hakkı sayacağını düşünmüştü. Bu da baştan beri kurdukları tüm planları, tüm bu onuru Emma'ya vermek hayalini yıkan bir şeydi. Emma bu acıklı haberi metanetle dinledi.

Mr. Weston, "Peki ona hangi kavalyeyi bulacağız şimdi?" diye sordu. "O, Frank'in kendine eşlik etmesini bekleyecek."

Frank hemencecik Emma'ya dönerek önceden verilmiş sözünü anımsattı ve kendisinin "angaje" olduğunu ilan etti. Babası bunu bakışlarıyla onayladı. Sonra anlaşıldı ki Mrs. Weston meğer Mrs. Elton'la onun, Mr. Weston'ın dans etmesini istiyormuş, amaç bu işe onu razı etmekmiş ki bu da kısa zamanda gerçekleşti. Mr. Weston'la Mrs. Elton en önden dansı açtılar, Miss Woodhouse'la Mr. Frank Churchill de onları izlediler. Emma, Mrs. Elton'dan sonra gelmeye boyun eğmek zorunda kaldı, oysa bu baloyu, ilk baştan beri, kendi balosu olarak düşünmüştü. Öyle bir durum ki insanın neredeyse evleneceği geliyordu!

Bu kez Mrs. Elton ondan öndeydi ve gururu bütünüyle tatmin olmuştu. Gerçi ilk isteği, dansa Frank Churchill'le başlamaktı ama bu arada bir şey kaybetmemişti. Hatta Mr. Weston kavalye olarak oğlundan daha üstün bile sayılabilirdi. Emma da yaşanan küçük soruna karşın keyifle gülümsemeye başlamıştı; arkada oluşan çiftler kuyruğunun uzunluğunu görmek ve önünde saatler sürecek bir eğlence gecesi beklediğini bilmek neşesini yerine getiriyordu.

Onu asıl rahatsız eden şey, Mr. Knightley'nin dans etmeyişiydi. İşte oradaydı, kenarda, dans etmeyenlerin arasında, oysa ne işi vardı orada? Dans edenlerin arasında olması gerekirdi onun, yaşını başını almış, evli barklı adamlarla, iskambil masaları kuruluncaya dek dans edenlerle ilgileniyormuş gibi yapan oyun meraklılarının arasında değil. Öyle genç görünüyordu ki! Uzun boylu, dik omuzlu, sırım gibi yapısı o düşük omuzlu, göbekli yaşlı adamların arasına hiç yakışmıyordu. Hem yalnız orada da değil, Emma onun nerede olsa tüm bakışları üzerine çekeceğinden emindi ve salondaki genç erkeklerin arasında bile, kendi kavalyesi dışında, onunla boy ölçüşebilecek biri olmadığını düşünüyordu. O sırada Mr. Knightley birkaç adım ilerledi ve o birkaç adım bile onun, canı istese de zahmet etse, nasıl soylu bir tavır, nasıl doğal bir kıvraklıkla dans edebileceğini ortaya serdi.

Ne zaman göz göze gelseler Emma onu gülümsemeye zorluyordu ama erkeğin duruşu genelde çok ciddiydi. Emma, keşke balolardan hoşlanan, biraz daha Frank Churchill'e benzeyen bir erkek olabilseydi, diye düşünüyordu. Mr. Knightley'nin gözlerini sık sık kendi üzerinde hissettikçe, "Davranışımda kusur arıyorsa korkmama gerek yok," diye içinden geçiriyordu. Kavalyesiyle arasında en hafif bir flörte benzer bir şey geçmiyordu çünkü. Birbirini seven bir çift değil de iyi anlaşan, neşeli iki eski dost gibiydiler. Frank Churchill'in ona eskisi gibi vurgun olmadığı artık kesindi.

Balo başarıyla sürüp gitmekteydi. Mrs. Weston'ın sonsuz özen ve çabaları boşa gitmemişti. Herkes mutlu görünüyordu. Balonun çok güzel olduğu gerçi çoğu zaman balo bittikten sonra dillendirilir, oysa bu gece bu övgü, başlangıçtan beri sık sık yinelenmekteydi. Genelde bütün balolar gibi bu gece de, çok fazla çarpıcı, kayda layık olaylarla dolu geçmiyordu. Ama gene de Emma'ya önemli gelen bir şey oldu. Gece yemeğinden önceki son iki dans başlamıştı ve Harriet kavalyesizdi, dans etmeyip kenarda oturan tek genç hanım. Şimdiye kadar dans eden çiftlerin sayısı öyle denk ve belirliydi ki şimdi birden, içlerinden birinin eksik çıkması şaşılacak şeydi. Emma'nın şaşkınlığı biraz sonra, Mr. Elton'ın ortalıkta dolaştığını görünce geçti. Demek genç papaz Harriet'i dansa kaldırmayacaktı. Bundan kaçınmanın yollarını aramakta olsa gerekti. Emma onun her an oyun odasına sıvışmasını bekledi.

Gelgelelim Mr. Elton'ın niyeti kaçmak değilmiş. Dans etmeyenlerin oturduğu bölüme doğru geldi, birileriyle bir şeyler konuştu, sonra serbest olduğunu, serbestliğinden de vazgeçmeyeceğini göstermek istercesine önlerinden şöyle bir geçti. Miss Smith'in hemen önünde durmayı, yakınındakilerle konuşmayı da ihmal etmedi. Emma bunların hepsini gördü. Kendisi henüz dans etmiyordu. Şu sırada dans sırasının sonunda olduğu için çevresine bakınmaya zamanı vardı; başını birazcık çevirince her şeyi gördü. Sıranın ortasına geldiğinde gözlerini artık çevrede gezdirebilmek fırsatı kalmadı ama şimdi Mr. Elton o kadar yakınındaydı ki Emma o sırada onunla Mrs. Weston arasında geçen konuşmanın her hecesini işitti. Tam tepesinde duran Mrs. Elton'ın da konuşulanları salt duymakla kalmayıp anlamlı bakışlarla kocasını desteklediğini fark etti.

İyi yürekli, kibar Mrs. Weston yerinden kalkıp papazın yanına gitmiş, "Dans etmiyor musunuz, Mr. Elton?" diye soruyordu.

Buna anında verilen yanıt, "Severek dans ederim, Mrs. Weston, siz eşim olursanız," oldu.

"Ben mi? Yok, canım, ben pek dans bilmem. Size daha iyi bir eş bulayım."

"Eğer Mrs. Gilbert dans etmek istiyorsa çok sevinirim. Gerçi artık dans günlerim geride kalmış, evlenince yaşımı başımı almışım gibi geliyorsa da Mrs. Gilbert gibi eski bir dostla dans etmekten büyük zevk duyarım."

"Mrs. Gilbert dans etmek niyetinde değil ama şurada kavalyesiz oturan bir genç hanım var ki onun dansa kalkmasını çok isterim. Miss Smith'i diyorum."

"Miss Smith... ya! Gözüme çarpmamıştı. Çok naziksiniz, Mrs. Weston, dans günlerim geride kalmış olmayaydı... belki evli barklı bir adam olmayaydım... Beni hoş göreceksiniz artık. Başka bir emriniz varsa seve seve yerine getiririm ama dans günlerim çok geride kaldı... bizden geçti artık."

Mrs. Weston başka bir şey söylemeden yerine döndü. Emma onun duyduğu şaşkınlık ve utanç karışmış öfkeyi çok iyi anlayabiliyordu. Mr. Elton buydu işte! Kibar, nazik, güler yüzlü, yardımsever Mr. Elton! Emma onun Mr. Knightley'nin yanına gitmiş, onu lafa tutmaya hazırlandığını gördü. Bu arada karısıyla arasında geçen sevinçli bakışı da gördü. Dahasını görmemek için başını çevirdi. İçini ateş bürümüştü, yüzünün de ateş gibi yanıyor olmasından kaygılanıyordu.

Bir dakika sonra ise mutlu bir sahne gözüne çarptı: Mr. Knightley, Harriet'i elinden tutmuş, dansa kaldırmıştı! Emma ömründe bundan daha büyük şaşkınlığa uğradığını, bundan daha çok sevindiğini anımsamıyordu. İçi, hem kendisi hem Harriet adına mutluluk ve şükranla dolup taşıyor ve Mr. Knightley'ye teşekkür etmeye can atıyordu. Konuşamayacak kadar uzaktaydı ama gözleri bir an karşılaşınca dilinin söyleyemediklerini ona yüzünün ifadesiyle söyledi.

Mr. Knightley gerçekten de Emma'nın eskiden beri tahmin ettiği gibi son derece güzel dans ediyordu. Emma neredeyse Harriet'i kıskanabilirdi, eğer kızcağızın daha önce çektiği sıkıntıyı bilmiyor olsaydı. Zaten Harriet'in de duyduğu mutluluk ve övünç yüzünden akıyordu. Şansının farkındaydı ve buna gönül borcu duyuyordu. Dans ederken sanki havalarda uçuyor ve sürekli gülümsüyordu.

Mr. Elton, Emma'nın gözüne iyice şapşallaşmış gibi gelen bir tutumla oyun odasına kaçmıştı. Gerçi karısına benzemeye başlamışsa da henüz onun kadar katılaşmamıştı demek. Henüz utanabiliyordu. Karısıysa yanındakine yüksek sesle, "Bizim Knightley zavallı küçük Miss Smith'e acıdı!" diyordu. "İyi yürekli adam!"

Yemeğin hazır olduğu bildirildi; masalara doğru yürüyüş başladı. Miss Bates'in konuşmaya başladığı da duyuldu. O dakikadan onun, sofraya oturup kaşığını eline alıncaya kadar hiç aralıksız konuşmayı sürdürdüğünü duyacaklardı.

"Jane, Jane, canım Jane, neredesin? Al, işte şalın. Mrs. Weston, ille şalına sarınsın, diyor. Koridorda esinti olabilir, diye korkuyormuş. Gerçi her türlü önlem alınmış ama... kapılardan biri çivilenmiş... her yerde bir sürü kilim, falan. Jane, canımın içi, lütfen al şu şalı. Mr. Churchill! Ah, ne kadar naziksiniz! Ne güzel sardınız şalı. Çok teşekkürler. Dans da şahaneydi. Evet, güzelim, sana söylemiştim ya, bir koşu eve gittim, büyükannnenin yatmasına yardım etmek için, sonra da bir koşu geri geldim, kimsecikler farkına varmadı. Kimseye bir şey söylemeden ayrıldım burdan, tıpkı sana söylediğim gibi. Büyükannen çok iyi, Mr. Woodhouse'la çok keyifli bir akşam geçirmiş. Bir dolu çan çan etmişler, bir de tavla oynamışlar. Mutfaktan çayın yanına çörekle fırında elma da gelmiş. Yola çıkmazdan önce de şarap sunmuşlar, attığı zarların kimi öyle şanslıymış ki şaşmış, seni de ince ince sordu, eğleniyor musun diye, kimlerle dans ettin diye. Ben de dedim ki: 'Ben bir şey söylemem, bıraktığımda Mr. George Otway'le dans ediyordu, yarın sabah sana kendisi anlatmak isteyecektir, ilk kavalyesi Mr. Elton'dı, bundan sonra kimle dans edecek bilemem, belki de Mr. William Cox'la,' dedim. Sayın beyefendi, kolunuzu başka birine vermeyi yeğlemez miydiniz? Ben kendim de kalkabilirim. Gerçekten çok fazla naziksiniz, efendim, bir kolunuzda ben, öbür kolunuzda Jane, ne mutlu bize! Durun, durun, az geri çekilelim, Mrs. Elton kapıya yürüyor, biricik Mrs. Elton, ne kadar da şık, dantelleri harika. Artık hepimiz onun ardından geliyoruz, gecenin kraliçesi resmen o! İşte, koridora geldik bile. Burda iki basamak var, Jane, basamaklara dikkat. Aa, yok, bir tanecikmiş. Tuhaf şey! İki basamak olduğuna yemin edebilirdim, oysa bir tanecik varmış. Buranın bu geceki şıklığıyla konforu gibisini hiç görmemiştim, her yerde şamdanlar, şamdanlar... Jane, büyükanneni anlatıyordum sana, çok ufak bir üzgünlük yaşamış. Fırında elmayla çörekler enfesmiş ama daha öncesinde sofraya çok hafif bir 'frikase' gelmiş, kuşkonmazla koç yumurtası. Mr. Woodhouse, sağ olsun, kuşkonmazı biraz çiğ bularak gerisin geriye yollamış. Büyükanneciğin de kuşkonmazla koç yumurtasına bayılır, bu yüzden enikonu aklı kalmış ama bundan kimseye söz etmemeye karar verdik, çünkü olur a, sevgili Miss Woodhouse'un kulağına giderse çok üzülür. Amanın, işte bu muhteşem! Şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum, görmesem inanmazdım, bu ne şıklık, bu ne bolluk! Taa şeyden beri böyle şey görmemiştim, ee, nereye oturuyoruz? Nereye oturuyoruz? Neresi olursa, yeter ki Jane esintide kalmasın. Benim yerimin hiç önemi yok. Ya, bu yanı mı tavsiye ediyorsunuz? Sağ olun, Mr. Churchill, biraz fazla başköşe gibi geliyor ama... siz nasıl uygun görürseniz. Burada sizin gösterdiğiniz yol yanlış olamaz. Canım Jane, bütün bu yemekleri büyükannene anlatmak için nasıl aklımızda tutacağız? Çorba da var ha! Tanrım! Gerçi bana bu kadar erken servis yapılması yanlış gibi geliyor ama çorbanın kokusu öyle harika ki hemen başlamadan edemeyeceğim!"

Emma yemek sırasında Mr. Knightley'yle konuşmaya fırsat bulamamıştı. Yeniden dans salonuna döndüklerinde onu, bakışlarının karşı konulmaz bir buyurganlığıyla yanına çağırdı ve teşekkür etti. Mr. Knightley papazın davranışını içtenlikle kınıyor, bunun bağışlanamaz bir kabalık olduğunu söylüyordu. Mrs. Elton da bu kınamadan gerekli payını alıyordu.

Mr. Knightley, "Amaçları yalnızca Harriet'i kırmak değildi," dedi. "Emma, neden böylesine diş biliyorlar sana?"

Kıza, her şeyi anladığını belli eden bir gülümseyişle bakıyordu. Yanıt alamayınca, "Kocası ne yaparsa yapsın hanımın sana hiç de kızmaması gerek sanırım," diye ekledi. "Bu tahminime karşılık vermiyorsun, doğallıkla. Gene de, Emma, itiraf et ki adamı Harriet'le evlendirmeye kalkmıştın."

"Aynen öyle, onlar da bu yüzden beni bağışlayamıyorlar."

Mr. Knightley hoşgörülü bir gülümseyişle başını sarstı. Yalnızca, "Seni azarlamayacağım," dedi. "Seni kendi düşüncelerine emanet ediyorum."

"Benim kendi düşüncelerime, o pohpohlama ustalarına, nasıl güveniyorsunuz? Benim şu kibirli ruhumun bana, 'Yanlış yapıyorsun,' dediği görülmüş şey midir?"

"Kibirli ruhuna değil, ciddi, aklı başında ruhuna güveniyorum. Bunlardan biri seni yanlış yönlendirse bile eminim diğeri seni uyarıyordur."

"Mr. Elton konusunda temelden yanılmış olduğumu ben de kabul ediyorum. Onun küçük, değersiz yönünü siz keşfetmiştiniz ama ben göremedim. Harriet'e âşık olduğuna da bütünüyle inanmıştım. Birtakım acayip yanılgıların peş peşe gelmesinden oldu."

"Senin bu derece açık konuşmana karşılık ben de sana hakkını vermek istiyorum. Şunu söyleyim ki senin o adam adına yaptığın seçim, onun kendi yaptığı seçimden bin kat üstündür. Harriet Smith'in karakterindeki birçok güzel yönlerden Mrs. Elton tümüyle yoksun. Temiz ruhlu, yapmacıksız, alçakgönüllü bir kız. Aklı ve zevki olan her erkek onu Mrs. Elton gibi bir kadına kat kat yeğ tutar. Harriet'i bu gece umduğumdan çok daha olgunlaşmış buldum."

Emma bu sözlerden son derece hoşnut kalmıştı. Konuşmalarını, herkesi yeniden dansa çağıran Mr. Weston'ın hevesli sesi yarım bıraktı.

"Haydi, Miss Woodhouse, Miss Otway, Miss Fairfax, nerelerdesiniz? Emma, kuzum gel de arkadaşlarına örnek ol. Herkes tembelleşmiş mi ne? Herkes uyuyakalmış galiba!"

Emma, "Dansa çağıran olduğu anda ben hazırım," dedi.

Mr. Knightley, "Kiminle dans edeceksin?" diye sordu.

Emma bir an duraksadıktan sonra, "Sizinle, eğer beni kaldırırsanız," diye yanıtladı.

Mr. Knightley elini uzatarak, "Benimle dans eder misin?" diye sordu.

"Elbette dans ederim. Siz dans edebileceğinizi gösterdiniz artık. Ne kadar yakın olsak da kardeş olmadığımız için dans etmemiz hiç de yakışıksız sayılmaz."

"Kardeş mi dedin? Yok canım, hiç de kardeş değiliz."

Continue Reading

You'll Also Like

51.8K 4.3K 20
HATIRA KALMASI AÇISINDAN YAYINDA. ACEMİLİKLER VE MANTIK HATASI İÇEREBİLİR. jenmin Aynı kalpte aşk iki kere yaşanır mıydı? Acıların savurduğu bedenle...
43.7K 1K 22
İlk defa 1900-1901 yılları arasında Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilen Eylül'ün kitap halinde ilk baskısı 1901 yılında yapılmıştır. Rauf'un en...
21.6K 827 11
Şekilsel Batılılaşmayı temsil eden ve kimlik bunalımı yaşayan Felâtun Bey, günlerini gezip eğlenmekle geçirir. Râkım Efendi ise tam tersine ağırbaşlı...
129K 13.8K 70
"Bu yaz güller mavi; orman ise camdan. Yeşil pelerinini bürünmüş toprak, bende ancak bir hayalet kadar etki bırakıyor. Yaşamak ve yaşamayı bırakmaktı...