Emma

By ClassicsTR

44.9K 3.1K 773

Jane Austen, 1815'te, 39 yaşındayken tamamladığı Emma'nın en sevdiği romanı olduğu söyler. Aşk ve Gurur ve Ma... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm

36. Bölüm

505 43 5
By ClassicsTR


Mr. Weston, "Yakında size oğlumu tanıştırmak mutluluğuna kavuşacağımı umuyorum," dedi.

Bu sözlerle kendisine özel bir kompliman yapıldığını varsaymaya hazır olan Mrs. Elton yüce gönüllü bir ifadeyle gülümsedi.

Mr. Weston sözünü sürdürerek, "Frank Churchill diye birinden söz edildiğini duymuşsunuzdur," dedi. "Adımı taşımasa da benim oğlum olduğunu sanırım biliyorsunuzdur."

"A, evet, onunla tanışmak beni de çok sevindirecektir. Kocam kendisini hiç gecikmeden arayacaktır. İkimiz de onu sık sık evimizde ağırlamayı umarız."

"Çok naziksiniz. Eminim Frank de çok sevinecektir buna. Önümüzdeki hafta, belki daha da önce, Londra'da olacak. Bugün aldığımız mektubunda bildirmiş. Mektupları bu sabah yola çıkarken buldum, oğlumun yazısını görünce açmak cüretini gösterdim çünkü bana değil Mrs. Weston'a yazılmıştı. İnanın bana, oğlum esasta eşimle mektuplaşıyor, bana hiç yazmıyor, desem yeri var."

"Demek resmen eşinize yazılmış bir mektubu açtınız ha!" Yapmacıklı bir gülüşle, "Ah, Mr. Weston, işte buna karşı çıkmak zorundayım! Çok tehlikeli bir akım başlatmış oluyorsunuz. Yalvarırım, dostlarınızın sizi örnek almasına izin vermeyiniz. Vay canına, böyle şeyler oluyorsa biz evli kadınlar kendimizi göstermeye başlamalıyız demektir. İnanın, Mr. Weston, sizin böyle bir şey yapabileceğinize dünyada inanmazdım!"

"N'apalım, biz erkekler böyle sefil yaratıklarız işte, kendinizi bizden korumalısınız, Mrs. Elton. Bu mektupta... kısacık bir şey, acelece yazılmış, salt haber vermek için... oğlum, Mrs. Churchill yüzünden hemen Londra' ya geleceklerini yazıyor. Mrs. Churchill bütün kış hastalık çektiğinden Enscombe Konağı'nın çok soğuk geldiğini düşünür olmuş, bu yüzden hiç zaman geçirmeden güneye taşınıyorlarmış."

"Öyle mi? Yorkshire'dan Londra'ya. Enscombe Yorkshire'dadır sanırım, öyle değil mi?"

"Evet. Londra'yla aralarında 300 kilometre var. Epey uzun bir yol."

"Haklısınız, evet, hayli uzun yol. Maple Grove'la Londra'nın arasından 100 kilometre daha uzun. Gelgelelim, büyük servet sahipleri için uzaklık nedir ki, beyefendiciğim? Eniştem Mr. Suckling'in oradan oraya nasıl adeta uçtuğunu anlatsam şaşarsınız. Belki inanmayacaksınız ama bir keresinde Mr. Bragge'le birlikte bir haftada iki kez Londra'ya gidip geldiler, dört atlı arabayla."

"Enscombe'la Londra arasındaki uzaklığın sakıncası şu: Mrs. Churchill, anladığımız kadarıyla öylesine hastaydı ki bir haftadır koltuğundan kalkamamıştı. Frank'in yazdığına göre, hanımefendi limonluğa bile gidebilmek için hem kocasının hem de Frank'in koluna yaslanmak gereği duyduğunu söylüyormuş. Bu da onun çok mecalsiz olduğunu gösterir, değil mi, oysa şimdi kente gitmek için öyle sabırsızlanıyormuş ki yolda iki geceden fazla konaklamayacaklarmış, Frank öyle yazıyor. Hastalıklı hanımların bünyeleri çok tuhaf oluyor, anlaşılan, bunu siz de kabul edersiniz, değil mi, Mrs. Elton?"

"Hiç de bile kabul etmem. Ben her zaman kendi cinsimden olanların tarafını tutarım, her zaman, inanın. Sizi uyarıyorum, o konuda yaman bir karşıt olarak beni karşınızda bulacaksınız. Ben her zaman kadınları desteklerim. Hem zaten, emin olun, Selina'nın yolda, hanlarda gecelemek konusunda dediklerini duysanız, Mrs. Churchill'in bundan kaçınmak için olağanüstü çaba harcamasına şaşmazsınız. Selina hanlarda gecelemenin ona dehşet verdiğini söyler. Korkarım onun bu huyundan ben de biraz kapmışım. Selina her zaman kendi yatak çarşaflarını yanına alır ki pisliğe karşı mükemmel bir çaredir bu. Mrs. Churchill de öyle mi yapar?"

"Hiç kuşkunuz olmasın, başka kibar leydiler ne yapıyorsa Mrs. Churchill de aynısını yapar. Kendisi dünyada başka hiçbir leydiden geri kalmak istemediği için..."

Mrs. Elton heyecanla Mr. Weston'ın sözünü kesti:

"Mr. Weston, beni yanlış anlamayın. Selina öyle leydilerden değildir."

"Değil midir? Öyleyse Mrs. Churchill'le aşık atamaz, çünkü Mrs. Churchill öyle leydilerin bir numaralısıdır."

Mrs. Elton, Mr. Weston'ın sözlerine öyle candan karşı çıktığı için pişman olmaya başlamıştı. Ablasının en seçkin leydilerden olmadığına inanılsın istememişti. İtirazını nasıl geri alabileceğini düşünmeye başlamıştı ki Mr. Weston konuşmasını sürdürdü:

"Mrs. Churchill'in pek gözümde olmadığını belki anlamışsınızdır. Ama aramızda kalsın. Kendisi Frank'i çok seviyor, bu nedenle onun aleyhinde konuşmayı hiç istemem. Zaten şu sırada sağlığı bozuk, ama ona bakarsanız eskiden beri böyleymiş. Bunu başka kimseye söylemem, Mrs. Elton ama ben Mrs. Churchill'in hastalığına pek inanmıyorum."

"Eğer gerçekten hastaysa neden Bath'a gitmiyor ki, Mr. Weston, Bath'a ya Clifton'a?"

"Enscombe'un çok soğuk olduğunu aklına koymuş. Bana kalırsa Enscombe'dan usandı da ondan. Epey zamandır bu kadar uzun süre orada kalmamıştı. Artık canı değişiklik istemeye başlıyor, sanırım. Ne olsa ücra bir yer. Şahane bir yer ama ücra."

"Evet, tıpkı Maple Grove gibi, desenize. Maple Grove kadar içerlek ev görülmemiştir. Çepeçevre öyle uçsuz bucaksız korularla sarılmış ki! İnsan tüm dünyadan uzaklaşmış gibi olur, o kadar ücra. Herhalde Mrs. Churchill de Selina kadar gürbüz ve hayat dolu olmadığı için öyle bir ıssızlıktan hoşlanmayacaktır. Belki de kırsal hayatı benimsemesine yetecek kadar iç zenginliğine sahip değildir, kim bilir. Hep derim ya, kadınların ne kadar iç zenginliği olursa o kadar iyidir! Çok şükür benim sınırsız iç zenginliğim var da tenhalıktan hiç yüksünmem."

"Şubat ayında Frank, iki haftalığına buraya gelmişti."

"Öyle duyduğumu anımsıyorum. Bu kez geldiğinde Highbury sosyetesinde bir ek bulacak, yani kendimi bir ek gibi görmeye hakkım varsa eğer. Öyle ya, oğlunuz henüz yeryüzünde böyle bir yaratığın varlığından bile habersiz olabilir."

Bu öylesine açık bir "kompliman avcılığı"ydı ki bilmezden gelinemezdi. Mr. Weston da hemen nezaketle, "Çok sayın hanımefendi, sizden başka hiç kimse böyle bir şeyi olası göremez!" dedi. "Sizden haberi olmasın! Şu son zamanlarda Mrs. Weston'ın mektuplarında, Mrs. Elton dışında pek başka bir konudan söz ettiğini hiç sanmıyorum."

Görevini yapmıştı artık, oğluna dönebilirdi.

"Frank buradan ayrıldığında, onu bir daha ne zaman görebileceğimizi bilemiyorduk. Bu yüzden bugünkü haber iki kat sevindirici oldu. Hiç beklemiyorduk. Daha doğrusu, onun yakın zamanda gene aramıza döneceği benim içime doğuyordu; olumlu bir neden ortaya çıkacağından emindim ama bana kimse inanmıyordu. Frank de, Mrs. Weston da iyice umutsuzdular. 'Frank yeniden gelmenin nasıl yolunu bulabilirdi ki? Amcasıyla yengesinin onun yeniden gelmesine izin vereceklerini nereden çıkarıyordum?' Falan. Ama ben, bizi sevindirecek, beklenmedik bir şeyler olacağını hissediyordum ve işte, görüyorsunuz ya, oldu! Bunu her zaman gözlemlemişimdir, Mrs. Elton, işler bu ay ters gidiyorsa, gelecek ay mutlaka düzelecek, demektir."

"Çok doğru, Mr. Weston, çok doğru. Evlenmeden önceki sözlülük günlerimizde ben de şu malum beyefendiye aynı şeyi söylerdim; işler tam onun istediği gibi, onun dilediği hızla gelişmediği zamanlarda kendisi umarsızlığa kapılır, bu gidişle dünya evine girmemiz ta mayıslara kalacak, diye inlerdi. Ah, onu bu karamsarlıklardan kurtarıp biraz neşelendirinceye kadar neler çekmişimdir! Ya araba!.. Araba konusunda da terslikler olmuştu da, anımsıyorum, bir sabah kendisi nerdeyse saçını başını yolarak yanıma gelmişti."

Hafif bir öksürük tutması genç kadını susturdu, Mr. Weston da hemencecik bu fırsattan yararlanarak konuşmaya başladı:

"Mayıs ayı diyordunuz. Mrs. Churchill'e de tam mayıs ayında Enscombe'dan daha sıcak bir yerde bulunması, kısacası Londra'ya gitmesi söylenmiş ya da o bunu kendi kendine söylemiş. Yani bahar mevsimi boyunca Frank'in bizi sık sık görmeye geleceğini umabiliyoruz. Tam buna en uygun mevsim: Günler uzuyor, hava yumuşak ve açık, insanı hep dışarılara çağırır, gene de hareket edince terletmez. Oğlumun geçen gelişinde elimizden geleni yaptık ama epeyce rutubetli, ıslak, kapanık günler geçirdik; şubat ayında bu kaçınılmazdır, bilirsiniz. Niyet ettiklerimizin yarısını bile yapamadık. Ama şimdi yaparız artık! Tam sefa sürebiliriz. Mrs. Elton, biliyor musunuz, oğlumla kavuşmalarımızın şu belirsizliği, bugün gelecek, yarın gelecek diye gözlerimizin hep yolda oluşu, onun sürekli burada olmasından daha büyük mutluluk veriyor, sanki. Bana öyle geliyor. Oğlumu beğeneceğinizi umuyorum, ama sakın genç bir dâhiyle karşılaşacağınızı ummayın. Genelde çok beğenilen bir çocuktur, ama olağanüstü bir varlık beklemeyin. Mrs. Weston ona çok düşkündür, bunun da beni fazlasıyla hoşnut ettiğini anlayabilirsiniz. Mrs. Weston'a sorarsanız Frank'in bir eşi yoktur."

"Mr. Weston, benim de hiç kuşkum yok ki oğlunuz hakkındaki görüşüm kesinlikle olumlu olacaktır. Mr. Frank Churchill konusunda öyle çok övgü işittim ki! Beri yandan şunu da açıkça söylemeliyim ki ben öyle başkalarının görüşlerine körü körü katılmam; kendi kararını kendisi verenlerdenimdir. Şimdiden uyarıyorum sizi, oğlunuzu nasıl bulursam öyle değerlendireceğim. Pohpohlama beklemeyin benden."

Mr. Weston düşünceye dalmıştı. Biraz sonra, "Umarım zavallı Mrs. Churchill konusunda fazla insafsızlık etmemişimdir," dedi. "Gerçekten hastaysa, günahını almışsam üzülürüm. Ama mizacında öyle yanlar var ki benim onun konusunda sabırlı olmamı zorlaştırıyor. Mrs. Elton, onlarla aramızdaki akrabalığı duymamış olamazsınız. Ne de benim uğradığım haksızlıkları. Laf aramızda, bütün suç o hanımdadır. Her şeyin nedeni odur. O hanım olmasa Frank'in annesi öyle hor tutulup aşağılanmayacaktı. Mr. Churchill de gururludur ama onunkisi karısının gururu yanında hiç kalır; kimseyi incitmeyecek, yavaş, kendi halinde, centilmence bir gururdur onunkisi. Yalnızca kendini beceriksiz ve sıkıcı bir insan yapmaya yarar. Oysa hanımın gururu salt saldırgan küstahlık ve kendini bilmezliktir. İnsanın sabrını en çok taşıran da bu gururun bir soya sopa dayanmamasıdır. Evlendiğinde bir hiçti, doğru dürüst centilmen kızı bile denemezdi. Churchill adını aldığından bu yana büyüklenip tafra satmakta, yani Churchilllikte hepsini yaya bıraktı ama inanın bana, kendisi tam bir sonradan görmedir."

"Bakar mısınız! Ne demeli, son derece sinir bozucu olmalı bu. Sonradan görmelerden tiksinirim ben. Maple Grove o tip kimselerden temelli nefret etmeyi öğretti bana. Çünkü o yakınlarda bir aile var, öyle yapmacıklar, öyle havalara giriyorlar ki ablamla eniştemi sinir ediyorlar! Sizin Mrs. Churchill'i anlatışınız aklıma hemen onları getirdi. Tupman diye birileri, o yöreye yeni geldiler, bir sürü avam akrabaları var ama öylesine büyükleniyorlar ki eski, köklü ailelerle bir tutulmayı istiyorlar. West Hall Konağı'na yerleşeli, olsun olsun da bir buçuk yıl olsun, servetlerini nasıl edindiklerini de kimse bilmiyor zaten. Birmingham'dan gelmeymişler ki bu pek de iyiye alamet sayılmaz, biliyorsunuz ya, Mr. Weston. Birmingham'dan ne umulabilir ki? O yerin adında bile kasvet var, demişimdir her zaman ama ne yaparsınız, Tupmanlar hakkında başkaca kesin bilgi yok, bir dolu kuşku olsa bile. Gene de kendilerini eniştem Mr. Suckling'le bile eşit tutuyorlar, besbelli. Çok yazık, çünkü birbirlerine en yakın komşu onlar. Mr. Suckling on bir yıldır Maple Grove'da oturuyor, babası da ondan önce... yani öyle olduğuna inanıyorum... yaşlı Mr. Suckling'in ölmezden önce tapu işlemlerini bitirdiğinden hemen hemen eminim."

Lafları yarım kaldı. Çaylar dağıtılıyordu. Söylemek istediğini söylemiş olan Mr. Weston çok geçmeden fırsatını bulup oradan uzaklaştı.

Çaydan sonra Mr. ve Mrs. Weston, Mr. Elton ile Mr. Woodhouse iskambil oynamaya oturdular. Diğer beş kişi boşta kalmışlardı ve Emma onların kaynaşıp hoşça vakit geçireceklerinden kuşkuluydu çünkü Mr. Knightley sohbete pek hevesli görünmüyordu; Mrs. Elton ilgi bekliyordu, ama kimsenin bu ilgiyi göstermeye niyeti yok gibiydi; Emma'nın kendisi de duygusal yönden öyle altüst durumdaydı ki sessiz kalmayı yeğleyecekti.

Yalnızca Mr. John Knightley bu gece ağabeyinden daha konuşkan gibiydi. Ertesi sabah erkenden yola çıkıyordu; hemencecik, "Emma, bizim oğlanlar konusunda söyleyecek başkaca bir şey yok sanırım," diye söze başladı. "Ablanın mektubunu aldın; orada her şeyin uzun uzun belirtilmiş olduğundan hiç şüphem yok. Benim son sözlerim onunkilerden çok daha kısa ve de bambaşka olacaktır: Benim tek ricam şundan ibarettir: Onları şımartma ve ilaçlara boğma."

Emma, "İkinizi de memnun edeceğimi umuyorum," dedi. "Çünkü onları mutlu etmek için elimden geleni yapacağım ki bu, Isabella için yeterli olacaktır. Oğlanların mutlu olması için de zaten aşırı ilgi ve ilaçtan sakınılması gerektir."

"Başına dert olmaya başladıkları zaman da hemen geri yollamalısın."

"Olacak şeymiş gibi... Bunu olası görüyorsunuz, öyle mi?"

"Şamatalarıyla babanı yorma olasılığının elbet ayırdında olmam gerek. Sosyal etkinliklerin şu son zamanlardaki gibi artmaya devam ederse çocuklar senin için bile ayak bağı olabilirler."

"Artmak mı dediniz?"

"Kesinlikle; şu son beş altı ay senin yaşam tarzında büyük değişim meydana getirmiş, bunun sen de ayırdındasındır sanırım."

"Değişim mi? Yoo, hiç ayırdında değilim."

"Eskisine oranla daha çok toplantılara katıldığın su götürmez. Örnekse bu akşam. Bir günlüğüne çıkıp geliyorum ve seni bir akşam yemeği vermekle uğraşır buluyorum. Eskiden böyle şeyler olur muydu? Çevren genişliyor, sen de buna daha çok karışmaya başlıyorsun. Son zamanlarda Isabella'nın aldığı her mektupta yeni bir eğlentinin haberi oluyor: Mr. Colelarda yemek davetleri mi dersin, Crown'da balolar mı dersin... Randalls'ın, salt Randalls'ın senin yaşantında meydana getirdiği değişim son derece büyük."

Ağabeyi hemen, "Evet, her şeyin nedeni Randalls' taki değişimdir," dedi.

"Öyle olsun. Randalls'ın etkisi de bundan sonra azalmayacağına göre, sevgili Emma, benim John'la Henry' nin bazen sana ayak bağı olabileceklerini düşünüyorum. Olurlarsa çok rica ederim, hemen geri yolla onları."

Mr. Knightley, "Hayır!" diye sesini yükseltti. "Böyle yapmasına gerek yok. Onları Donwell'e yollasın. Benim zamanım nasılsa bol."

Emma, "Bu da nesi kuzum?" diye söylenenlere karşı çıktı. "Gülünçsünüz doğrusu. Şu benim sayısı belirsiz gezmelerimi ele alırsak... sizin de katılmadığınız kaç toplantıya gitmişim, söyler misiniz, lütfen? Ne diye küçük yeğenlerimle ilgilenmeye zaman bulamamam gibi bir tehlike görülüyor? Şu olağanüstü sosyal etkinliklerim... neymiş bunlar? Bir akşam Colelarla yemek yemek, bir de bir balodan laf etmek ki o da hiçbir zaman gerçekleşmedi zaten." John Knightley'den yana bakarak, "Sizi anlayabiliyorum. Bu kadar dostunuzu böyle bir arada görünce öyle sevindiniz ki gözünüzde büyütüyorsunuz. Oysa siz," Mr. Knightley'ye doğru dönerek, "siz ki benim Hartfield'den birkaç saatten uzun ayrılmadığımı çok iyi biliyorsunuz, benim bundan sonra sefahat âlemlerine dalacağımı nereden çıkarıyorsunuz? Aklım almıyor. Sevgili yeğenlerime gelince; Emma Teyzeleri onlara bakacak vakit bulamasa bile Knightley Amcalarının yanında daha rahat ederlermiş gibi! Emma Teyze'nin evden bir saat uzak kalmasına karşılık Knightley Amca beş saat dışarılardadır, zaten evde olduğu zaman da ya kendi başına kitap okur ya da hesaplarına bakar."

Mr. Knightley gülümsememeye çalışır gibiydi. Tam o sırada Mrs. Elton'ın onunla konuşmaya başlaması sayesinde bunu kolaylıkla başardı.

Continue Reading

You'll Also Like

8.7K 324 31
Ana adlı roman 1868-1936, doğduğu kente sonradan Gorki adı verilen büyük Rus yazarı Maksim Gorki'nin en ünlü eseridir. Bu romanın ilk basımı 1907 y...
70.7K 5.5K 55
On yaşında öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen, ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmek...
3K 467 8
Kaktüsler papatyalardan güzel değildir ki! Neden seçtin beni? 100120 | imyournesb Tamamlandı | Minific | 260720 1k | #1 Sungjae | #1 sungjoy •Wattpad...
18.4K 766 53
"Quasimodo", Paskalya'dan sonraki ilk pazara verilen addır aslında. XX. yüzyıl Parisi'nde Notre-Dame Kilisesi'nin ön avlusundaki kerevete, kimsesiz b...