Emma

بواسطة ClassicsTR

44.9K 3.1K 773

Jane Austen, 1815'te, 39 yaşındayken tamamladığı Emma'nın en sevdiği romanı olduğu söyler. Aşk ve Gurur ve Ma... المزيد

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm

26. Bölüm

666 49 51
بواسطة ClassicsTR


Frank Churchill, Londra'dan geri döndü. Eğer biraz geççe dönüp babasının akşam yemeğini bekletmişse bile Hartfield'dekiler bunu öğrenmediler çünkü Mrs. Weston onu Mr. Woodhouse'un gözünden düşürmemek için bir şey söylememişti!

Genç adam gerçekten de saçını kestirmiş olarak döndü. Kendi kendiyle tatlı tatlı alay ediyordu. Ediyordu ama hiç de utanmış, pişman olmuş gibi değildi. Her zamanki gibi rahat ve cıvıl cıvıldı. Onun bu tutumunu gördükten sonra Emma kendi kendine şöyle felsefe yürüttü:

"Bunun doğru olup olmadığını bilemem ama zeki olan bir insan kendi saçmalığının ayırdındaysa, yaptığı iş galiba insana pek o kadar saçma gelmiyor. Bir işin yorumu biraz da yapanın kişiliğine bağlı, galiba. Frank eğer züppe olsaydı, bu işi daha gösterişli bir biçimde, daha övünerek yapardı. Kendine daha az güvenseydi utanır, özür bulmaya çalışırdı. Oysaki Frank'in kendi zayıf yönlerini bilen, gene de kendine güvenen bir kişiliği var. Hayır, onun zıpçıktı bir züppe olmadığından eminim."

Coleların daveti salı akşamıydı. Genç kız Frank'le uzun saatler birlikte olacağını ve onu daha iyi tanımak fırsatını bulacağını düşünüyordu. Bu yemekte Frank'in kendine karşı beslediği duyguları da iyice anlayabilecekti. Bakalım genç adama karşı biraz soğuk davranmak, aralarına biraz set çekmek zamanı gelmiş mi? Çünkü Emma asla evlenmemek kararında duruyordu. Frank'e cesaret vermeye de hiç niyeti yoktu.

Hem Mrs. Goddard hem de Mrs. Bates salı gecesini Hartfield'de geçirmeye razı oldukları için babasının rahatı düşünülmüş demekti. Emma evden çıkmadan önce onların yanına girdi. Babası kızının elbisesinin güzelliğini överken, genç kız iki konuk hanıma büyük büyük pasta dilimleriyle şarap sundu. Onlar için bol ve nefis bir akşam sofrası hazırlatmıştı. Babasının konuklarının o güzelim yemekleri yemelerine izin vermesini umuyordu.

Yolda önlerinde giden bir başka araba vardı. Coleların kapısının önünde durdukları zaman bu faytondan Mr. Knightley'nin indiğini görünce genç kız sevindi. Çünkü başına buyruk, hareketli ve gürbüz bir adam olan George Knightley bir yere gideceği zaman yürüyüverir ya da ata binerdi. Donwell Abbey Malikânesi'nin efendisine yaraşır bir biçimde faytonla dolaştığı az görülen bir olaydı. Onun için Emma şimdi elini uzatarak, "İşte bu gelişiniz tam şanınıza layık," dedi. "Sizi gördüğüme çok sevindim."

"Teşekkür ederim, Emma. Öyleyse aynı dakikada gelişimiz benim için büyük şans. Burada değil de salonda karşılaşmış olsaydık benim nasıl geldiğimi bilmeyecek ve kuşkusuz beni böylesine şanlı bulmayacaktın."

"Yok, ne olsa sezerdim sizin geliş yönteminizi. Bir centilmen kendine yakışmayan bir biçimde davranırsa, halinden, tavrından, sözlerinden taş çatlasa anlaşılır. Yaptığı işi örtmek için numaralar çevirir. Gerçi siz her zaman çok rahat davranırsınız, ama şanınıza yaraşır bir iş yapınca, ne bileyim daha da rahat davranacağınız su götürmez. Yaya gelmekle övünç duyduğunuzu herkese belirtmek zorunda değilsiniz artık. Ve ben sizin kolunuzda salona girmekten büyük bir gurur duyacağım."

George Knightley, "Saçmalama çocuk!" diye söylendi. Ama, öfkeli değildi.

Emma, Mr. Knightley'nin toplantıya geliş biçiminden ne denli hoşnut kalmışsa, bundan sonraki saatlerin geçişinden de o denli zevk aldı. Ev sahipleri onu büyük bir saygı ve sevinçle karşıladılar. Ve Frank Churchill onu görür görmez öyle sevinçle yanına geldi ki, bu kimsenin gözünden kaçmadı. Emma sofrada da onunla yan yana düşmüş olduklarını kıvançla gördü. Çağrılı sayısı çoktu. Gerçi Miss Bates ile Jane Fairfax ve Harriet Smith yemeğe çağrılmamışlardı, ama sofra gene de hayli kalabalıktı. Onun için ancak genel konular, yani Mr. Elton'ın nişanıyla politika konuşuluyordu. Derken Mrs. Cole pek ilginç bir şey anlatmaya başladı.

Meğer o gün Mrs. Cole, Bateslere uğramış ve içeri girer girmez gözüne bir piyano çarpmış. Kuyruklu olmamakla birlikte pek güzel ve büyük bir piyanoymuş. İşin asıl heyecanlı yönü piyanonun bir gün önce Londra'dan gelmesiymiş. Ama kimin gönderdiği konusunda ne Bateslerin ne de Miss Fairfax'in bilgileri varmış. Jane şaşırmış kalmış. Sonunda piyanoyu Albay Campbell'ın bir sürpriz olarak gönderdiğine karar vermişler.

Mrs. Cole, "Başka ne düşünülebilir?" diyordu. "Ben olsam hiç şaşmazdım. Gerçi Campbelllardan yeni mektup almışlar. Mektupta piyanodan hiç söz yokmuş. Gene de Jane'i habersizce sevindirmek istemiş olsalar gerek."

Mrs. Cole'un düşüncesine katılan çoktu. Konuya değinen herkes piyanonun Albay Campbell'dan gelmiş olduğundan aynı oranda emin ve böyle bir armağanın verilmiş olması yüzünden aynı oranda sevinçliydi. Birçok kişi aynı zamanda konuştuğu için Emma bir yandan kendi düşüncelerine dalarken bir yandan da Mrs. Cole'a kulak verebiliyordu:

"Ömrümde hiçbir şey bu kadar içime sinmemişti, diyebilirim. Piyanoyu o kadar ustalıkla çalan Jane Fairfax'in kendine ait bir piyanosu olmayışı beni oldum olası üzmüştür. Çok yazık, diye düşünürdüm, hele kim bilir kaç evdeki güzelim piyanoların hiç kullanılmadığını düşündükçe! Kendi kendimizi kınıyorum, doğrusu. Daha dün Mr. Cole'a söylüyordum, salondaki yeni büyük piyanoya bakmaktan nerdeyse utanıyorum diye, çünkü biz tek nota bilmiyoruz, kızlarımız da öğrenmeye daha yeni başladıkları için kim bilir, belki hiç ilerleyemeyecekler, oysa müzik bilgini olan zavallı Jane Fairfax'in kendini oyalayacak şöyle eski, ucuz bir piyanocuğu bile yok, diyordum. Daha dün konuşuyordum Mr. Cole'la, aynen böyle, o da bana hak veriyordu. Ama kendisi müziğe öyle düşkündür ki piyanonun alınmasına engel olamadı. Komşularımızdan bazıları arada lütfederler de bizim yararlanamadığımız bu aletten belki yararlanırlar, diye düşünüyordu. Piyanoyu alışının gerçek nedeni işte budur, yoksa doğrusu kendi kendimizden utanırdık. Miss Woodhouse'u bu gece bu piyanoyu denemeye razı edebileceğimizi tüm kalbimizle umut ediyoruz."

Emma gereken olumlu yanıtı verdi ve Mrs. Cole'un başkaca bir söyleyeceği kalmadığını görünce Frank Churchill'e dönerek, "Neden gülümsüyorsunuz böyle?" diye sordu.

"Ya siz neden gülümsüyorsunuz?"

"Ben mi? Albay Campbell'ın bu kadar varlıklı ve açık elli oluşu hoşuma gittiği için gülümsüyor olsam gerek. Nefis bir armağan doğrusu."

"Çok!"

"Acaba daha önce neden verilmedi?"

"Belki Miss Fairfax burada daha önce bu kadar uzun kalmamıştı."

"Albay Campbell neden kendi evindeki piyanoyu göndermedi acaba? Nasılsa şimdi ev kapalı, kullanan da yok."

"O çok büyük, kuyruklu bir piyanodur. Bateslerin evine göre fazla kocaman kaçacağını düşünmüş olabilir."

"Mr. Churchill, bu konuda gizli düşünceleriniz olduğunu gülüşünüzden anlıyorum."

"Bilmem ki, benim bu konudaki seziş gücümü siz olduğundan yüksek görüyorsunuz, sanırım. Siz gülümsediğiniz için ben de gülümsüyorum. Bana öyle geliyor ki, sizin bütün tahmin ve kuşkularınızı ben de benimseyeceğim bu gidişle. Ama şimdilik benim hiçbir kuşkum yok. Piyanoyu Albay Campbell göndermediyse kim göndermiş olabilir?"

"Mrs. Dixon'a ne dersiniz?"

"Mrs. Dixon ha! Çok doğru, Mrs. Dixon hiç aklıma gelmemişti. Arkadaşının bir piyanonun eksikliğini nasıl derinden duyacağını o herhalde çok iyi bilir. Ve bu işi böyle bir gizem havasıyla, habersizce yapmak, yaşlı başlı bir erkekten çok, genç bir kadından beklenebilir. Öyle, bu işi yapsa yapsa Mrs. Dixon yapmış olabilir. Görüyorsunuz ya! Sizin kuşkularınızı benimseyeceğim, dememiş miydim size?"

"Öyleyse bu kuşkuları biraz genişletip Mr. Dixon'a doğru uzanmanız gerek."

"Mr. Dixon mı? Pek güzel. Evet. Bu sürprizi Dixonların karıkoca baş başa vererek hazırladıkları artık ortada. Mr. Dixon'ın müzik sevdiğinden ve Miss Fairfax'in piyano çalışına hayran olduğundan geçen gün konuşuyorduk."

"Evet. Sizin o sözleriniz benim çoktandır içime düşmüş olan bir kuşkuyu pekiştirmeye yaradı. Sakın Miss Fairfax'e ya da Mr. Dixon'a leke sürmek istediğim sanılmasın. Gene de bu iki gencin aralarında umutsuz bir bağlılık doğmuş olabileceğinden kuşkulanıyorum. Belki de bu bağ yalnızca tek yönlü olarak kalmıştı. Yürütebileceğimiz tahminlerin hesabı olmadığı gibi, gerçeği tam olarak bilmemizin de yolu yok, elbette. Ne var ki Jane'in İrlanda'ya gitmeyip Highbury'ye gelmesinin içinde bir iş olmalı. İşte, kendi içimden geçenleri size açık açık söyledim."

"Vay canına, söyledikleriniz enikonu akla yakın geliyor. Dixon'ın Miss Fairfax'in piyano çalışını kendi karısının çalışından daha çok beğendiğini ben kesin olarak biliyorum."

"Sonra Mr. Dixon, Miss Fairfax'in hayatını da kurtarmış. Biliyor muydunuz?"

"Evet. Ben de oradaydım."

"Öyle mi? Ama hiçbir şeyin farkına varmadınız, değil mi? Oysa orada ben olsaydım kim bilir ne keşiflerde bulunurdum."

"Kuşkusuz, ama bendeniz ahmak olduğum için hiçbir şey sezmedim. Miss Fairfax denize düşmek üzereydi. Mr. Dixon onu tutup kurtardı; hepsi bu. Her şey bir an içinde oldu bitti. Sonradan da hepimiz öyle bir telaşa kapıldık ki, herhangi birinin aşırı bir biçimde telaşlanıp telaşlanmadığı göze çarpacak gibi değildi. Ama siz orada olsaydınız herhalde bir şeyler keşfederdiniz."

"Bu piyanonun gelişi benim için yeterli bir kanıttır. Bunun Dixonların armağanı olduğu çok geçmeden ortaya çıkacaktır. Bakın görürsünüz."

"Onlar yadsırlarsa Albay Campbell gönderdi, demektir."

"Yok yok! Benim kuşkularım sizin aklınıza yatmamış olabilir, ama ben bu işte en çok Mr. Dixon'ın parmağı olduğuna inanıyorum."

"Aklımın yatmadığını söylemekle bana karşı haksızlık ediyorsunuz, Miss Woodhouse. Bu armağanın bir gönül armağanı olduğuna ben de yürekten inanıyorum."

Gerçekten de genç adam içten gelen bir ifadeyle konuşuyordu. Sonra tabaklar kaldırıldı, tatlılar geldi. Tatlılardan sonra evin çocukları içeri getirildi. Konuklar hayranlık ve sevgi sözleri söylediler. Derken hanımların yemek salonundan ayrılarak beyleri içkileriyle baş başa bırakmalarına sıra geldi. Tam o sırada konukların geri kalanları da içeri girdiler.

Emma, küçük arkadaşı Harriet'in girişini dikkatle süzdü. Kız büyük bir gurur ve şıklık sergilemiyor olabilirdi. Ama öyle şirin, masum ve güzeldi ki... Ve sonra öylesine neşeli bir duruşu vardı ki, onun aşk uğruna gizli gözyaşları döktüğünü kimse bilemezdi.

Jane Fairfax'se son derece şahane ve zarifti. Ama, onları uzaktan seyreden Emma'ya öyle geliyordu ki, Jane şu anda Harriet ile yer değiştirmeye seve seve razı olurdu. En yakın arkadaşının kocası tarafından sevilmektense, başka bir erkeği sevilmeden sevmiş olmayı Jane hiç kuşkusuz yeğ tutardı.

Böylesine kalabalık bir toplantıda Emma'nın Jane'e yaklaşmasının gereği yoktu. Zaten herkes hemen Jane'in çevresini sarmış, piyanodan konuşmaya başlamışlardı. Emma uzaktan uzağa onun suçlu gibi kızardığını gördü.

Çok geçmeden beyler içeri girdiler. İlk gelen Frank Churchill oldu... erkeklerin ilk içeri gireni ve en yakışıklısı. Miss Bates'le Jane Fairfax'i selamladıktan sonra doğru Emma'nın yanına yürüdü. Herkesin aklından geçenleri genç kız çok iyi biliyordu. Frank Churchill ona göz koymuştu ve bunu gizlemiyordu. Emma onu Harriet'le tanıştırdı. Sonradan bir fırsatını bulduğu zaman da onların birbirleri konusundaki düşüncelerini sordu.

Frank "ömründe böyle güzel bir yüz, böyle şirin ve tertemiz bir tip görmemişti". Harriet de, "gerçi Mr. Frank'i pek fazla övmek istemiyordu ama genç adam kimi yönlerden Mr. Elton'ı andırmaz değildi". Emma buna hiç karşılık vermedi.

Emma'yla Frank bir ara Jane'den yana şöyle bir baktıktan sonra, aralarında bakışmış ve anlamlı anlamlı gülümsemişlerdi. Ama sofradaki konuyu tazelemediler. Genç adam Highburyli beyleri ve Mr. Knightley'yi övüyordu. Doğrusu kasabaya ve kasaba halkına öylesine hayran kalmıştı ki, Emma, acaba bizim buralar aslında pek öyle benim sandığım kadar sönük değil mi, diye kuşkulanmaya başladı.

Kendisi de Frank'e Yorkshire ve Enscombe Konağı üstüne sorular sordu. Frank'in yanıtlarından Enscombe Konağı'ndaki yaşamın epey durgun ve sıkıcı olduğu anlaşılıyordu. Mrs. Churchill toplum hayatını sevmezmiş. Kırk yılda bir toplantı düzenleseler bile, son dakikada Mrs. Churchill'in kaprisi yüzünden geri bırakıldığı çok olağanmış.

Genç adamın, her şeye karşın, konakta pek önemli bir konumu olduğu, dayısından daha çok sözü geçtiği anlaşılıyordu. Gene de kimi konularda Mrs. Churchill Nuh der, peygamber demezmiş. Frank açıkça söylemese de bu konulardan birinin Highbury'yi ziyaret konusu olduğu belliydi. Bir başkası da Frank'in Avrupa'ya gitme isteğiymiş. Geçen yıl genç adam Avrupa'ya gitmeyi pek istemiş, ama Mrs. Churchill böyle bir yolculuğun adını bile andırmamış. Frank, "Şimdi de ben istemiyorum artık," diye anlamlı anlamlı konuştu. Sonra, "Korkunç bir keşifte bulundum," dedi. "Buraya geleli yarın bir hafta olacak. Günlerin böylesine çabuk geçtiğini hiç bilmezdim. Oysa ben yeni yeni eğlenmeye başlıyorum. Mrs. Weston'ı ve ötekileri daha yeni tanıdım.. Bunu düşününce kahroluyorum."

"Belki de bu sayılı günün birini saçınızı kestirmeye giderek harcadığınıza pişman olmaya başlamışsınızdır."

"Hayır," dedi genç adam gülümseyerek, "pişmanlık söz konusu olamaz. Görülecek kadar iyi olduğuma inanmadıkça, arkadaşlarımı görmekten zevk de almam."

Bu sırada öbür erkekler de salona girerek iki gencin baş başa söyleşmesine biraz ara verdiler. Sonra Emma, Frank'in Jane'den tarafa dik dik bakmakta olduğunu fark ederek, "Bir şey mi var?" diye sordu.

Genç adam hafifçe irkilerek, "Ah, teşekkür ederim," dedi. "Aklımı başıma getirdiniz. Böyle dik dik bakmak çok büyük kabalık, ama ne yapayım, Miss Fairfax saçlarına öyle acayip bir biçim vermiş ki bakmaktan inanın kendimi alamadım. Kendi yarattığı bir stil olsa gerek. Başka kimsede böyle bir saç biçimi görmüyorum. Şimdi gidip İrlanda stili mi, diye soracağım ona. Sorayım mı, siz söyleyin? Aa, soracağım, işte! Siz de seyredin; bakalım kıpkırmızı kesilecek mi?"

Frank hemen seğirterek Jane'in yanına gitti. Yalnız, Jane onun sözlerini duyunca kızardı mı, kızarmadı mı, bilinemez. Çünkü genç adam Jane'in tam önünde durduğu için Emma kızın yüzünü göremiyordu.

Frank'in sandalyesine dönemeden Mrs. Weston gelip yerine oturdu:

"Emmacığım, seninle konuşmak için can atıyorum. Tıpkı senin gibi ben de keşifler yapıp planlar kurmaya başladım. Sıcağı sıcağına anlatmak istiyorum. Miss Bates ile yeğeni buraya nasıl gelmişler, biliyor musun?"

"Herhalde yürüyerek gelmişlerdir. Arabaları olmadığına göre başka nasıl gelecekler?"

"Ben de öyle düşünüyordum. Zavallı Jane'in gece serinliğinde yol yürüyüp terlemesi ne kötü diyordum, kendi kendime. Hemen Miss Bates'in yanına gittim. Jane'in yanaklarını hiç böylesine renkli görmediğimi, herhalde yol yürümekten olacağını söyledim, dönmek istedikleri zaman arabamızın emirlerinde olduğunu bildirdim. Meğer onları buraya Mr. Knightley'nin arabası getirmiş, gene onun arabası götürecekmiş. Şaştım kaldım, Emmacığım. Pek sevindim ama pek şaştım doğrusu. Mr. Knightley'yi tanırım. Bu akşam buraya faytonla gelmesinin nedeni de bu olsa gerek. Yoksa tek kendisi için fayton hazırlatmazdı. Onlara yardım etmesine bir bahane olsun diye hazırlatmıştır, sanıyorum. Ne iyi, ince bir davranış, değil mi, canım? Her kişinin harcı değildir böylesine düşünceli olmak."

"Ama, Mr. Knightley de herkese benzemeyen bir insandır... Gerçekten düşünceli, iyi, yücegönüllü bir insan. Gerçi pohpohlayıcı bir salon adamı değildir, ama tam anlamıyla insandır."

Mrs. Weston gülümseyerek, "Gerçi bu söylediklerin doğru, ama ben onun bu akşamki davranışında iyi yüreklilikten öte bir anlam buluyorum," dedi. "Miss Bates konuşurken içime bir kurt düştü. Düşündükçe aklım daha çok yatıyor. Kısacası güzelim, ben Mr. Knightley'nin Jane Fairfax'te gözü olduğuna karar verdim. Seninle arkadaş olmanın sonuçlarını görüyorsun ya... Ee, ne dersin?"

"Mr. Knightley ile Jane Fairfax ha! Kuzum Mrs. Weston, nasıl düşünebilirsiniz böyle bir şeyi? Mr. Knightley ha! Mr. Knightley'nin bence hiç evlenmemesi gerek... Evlenip çocuğu olursa bizim küçük Henry onun mirasçısı olmaktan çıkar. Oysa hepimiz Donwell Abbey bir gün gelip Henry'nin olacak diye kuruyoruz. Yok yok, Mr. Knightley'nin evlenmesine razı olamam. Hem zaten ben onun evleneceğini hiç sanmıyorum. Sizin böyle bir şeyi düşünebildiğinize şaştım doğrusu."

"Emmacığım, ben sana yalnızca içime düşen kuşkuyu söyledim. Yoksa ille dostumuzu başgöz etmek sevdasında değilim. Küçük Henry'yi mirastan yoksun bırakmak gibi bir amacım da yok. Gene de Mr. Knightley tutup evlenmeye kalksa, ille Henry'nin yüzünden vazgeçmesini istemezsin, değil mi?"

"Bal gibi isterim. Henryciğin Donwell Abbey'den yoksun kalacağını düşünmek beni çok üzer. Hem Mr. Knightley bu yaştan sonra neden evlensin? Hele Jane Fairfax'le!"

"Ama, Mr. Knightley onu eskiden beri pek beğenir, bilirsin."

"Birbirlerine hiç uygun değiller ki."

"Ben yalnızca aklıma gelen bir şeyi belirttim."

"Bence ortada böyle bir olasılık filan yok. Mr. Knightley arabasını onlara iyi yürekliliğinden sunmuştur. Zaten biliyorsunuz, Jane Fairfax olmasa da, o Bateslere her zaman saygı gösterir. Sevgili Mrs. Weston, çöpçatanlıktan vazgeçin siz, e mi? Hiç beceremiyorsunuz. Jane Fairfax, Donwell Abbey'nin hanımı olsun! Yok yok, insanın isyan edeceği gelir böyle bir şeye. Böyle bir deliliğe kalkışmaması Mr. Knightley'nin kendi çıkarı gereğidir."

"Böyle bir evliliğe ideal denemezse bile delilik de denemez. Ortada Jane'in mali durumundan, biraz da yaşının küçüklüğünden başka ben hiçbir sakınca göremiyorum."

"Ama, Mr. Knightley'nin evlenmek aklının ucundan bile geçmiyor. Ben bundan eminim. Kuzum Mrs. Weston, sakın onun aklına sokmayın bunu. Neden evlensin durup dururken? Hayatından son derece hoşnut değil mi? Çiftliği, davarları, kitaplığı, yönetmesi gereken bu belde derken ömrü dopdolu geçiyor. Kardeşinin çocuklarına son derece düşkün hem. Evlenip de ne olacak, buna ne zamanı ne de yüreğinde yeri olmalı."

"Güzelim, kendisi evlenmek istemediği sürece iyi hoş, ama evlenmeye karar verirse ya da ne bileyim, Jane Fairfax'e gönül vermişse..."

"Ama bu kendisi için öyle alçaltıcı bir şey olur ki. Miss Bates'le akraba olmak onun hoşuna gider mi dersiniz? Miss Bates'in gece gündüz Donwell Abbey'ye gelip Jane ile evlendi diye Mr. Knightley'ye teşekkür ettiğini gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz? 'Kızımla evlenmekle büyük nezaket gösterdiniz. Var olun, sağ olun. Öyle kibar ve cömertsiniz ki, bizleri utandırdınız.' Sonra hemen lafı annesinin iç eteklerine getirecektir gene: 'Eskidiler ama pek de öyle eski değil. Daha epey giyilir. Zaten, Tanrı'ya şükür, bizim ailenin iç etekleri hep sağlam çıkar da uzun zaman dayanır...'"

"Hiç utanmak bilmez misin sen, Emma! Kuzum n'olur kadıncağızın böyle taklidini yapma. İnsanı ister istemez güldürüyorsun. Gene de bana öyle geliyor ki Miss Bates, Knightley'yi pek rahatsız etmez. Mr. Knightley'nin ufak tefek şeylerden rahatsız olmayan bir yaradılışı var çünkü. Bırakır, Miss Bates istediğince çene çalsın. Kendisi bir şey söyleyeceği zaman da sesini yükseltip ötekinin sesini bastırır. Hem zaten kendisi için nasıl bir evliliğin en uygun olacağını ancak kendisi bilebilir, öyle değil mi? Bana Jane'de gözü var gibi geliyor; hepsi bu. Onu övüşleri, ekmeğini mürebbiyelikle kazanmak zorunda olduğu için ona acıyışı... Sonra onun piyanosuna ve şarkı söyleyişine de bayılır. Jane'i ömrünce dinleyebileceğini kaç kez söylemiştir. Ha bak, az daha unutuyordum. Şu esrarlı piyano olayı. Herkes bunu Campbellların işi sandı, ama Mr. Knightley göndermiş olamaz mı? Sen ne dersen de, ben kuşkulanmaktan kendimi alamıyorum. Öylesine ince düşünceli bir adam ki... Böyle bir iyiliği Jane'e vurgun olmasa bile yapar gibi geliyor bana."

"Gördünüz mü? Öyleyse arabasını da Jane'e vurgun olmadığı halde göndermiş olabilir. Ama ben piyanoyu Mr. Knightley'nin gönderdiğini hiç sanmam, çünkü o böyle gizli kapaklı iş yapmaz."

"Jane'in çok güzel piyano çaldığı halde piyanosu yok diye hayıflandığını kaç kez duymuşumdur, Jane'de gözü olmasa bu denli üstünde durmazdı gibi geliyor."

"Peki neden gizli kapaklı yapsın?"

"Dedikodudan kaçınmak istemiş olabilir. Sofrada Mrs. Cole bu piyano işinden konuşurken, Mr. Knightley'nin hiç sesini çıkarmayışı da çok anlamlıydı."

"Aman Mrs. Weston, aklınıza bir şey gelmeyegörsün, hemen inanıveriyorsunuz. Benim böyle olduğumu, hayallere kapıldığımı söyleyip durursunuz. Ben Mr. Knightley'de hiç âşık adam hali görmüyorum. Piyanoyu onun gönderdiğini de hiç sanmıyorum. Onun Jane Fairfax'le evlenmesine gelince; ancak gözümle gördükten sonra inanabilirim."

Daha bir süre böyle tartışıp durdular. Yavaş yavaş Emma, Mrs. Weston'ı etkilemeye başladı. Zaten eskiden beri eninde sonunda Emma'ya boyun eğen o olmuştu. Derken Mr. Cole yanlarına geldi. Miss Woodhouse'tan piyano çalmasını rica etti. Emma'nın eski mürebbiyesiyle konuşması sırasında unutup gitmiş olduğu Frank de gelip kendi katmerli ricalarını ev sahibininkine ekledi. Her zaman önde olmak Emma'nın sevdiği ve alışık olduğu şeydi. Pek yücegönüllü bir tavırla piyanonun başına geçti.

Emma göz alıcı bir şekilde yapamayacağı bir işe kalkışmayacak kadar kendi yeteneğinin sınırlarını bilirdi. Genelde kabul gören hafif parçalar seçmekten ileri gitmezdi. Bu gibi ezgileri çok kıvrak çalardı, şarkı söyleyişi de hiç kötü değildi. Şarkılardan birini söylerken Frank Churchill de hafif ama tatlı bir sesle ona katıldı. Şarkı bitince herkes Frank'e, sesinin çok güzel olduğunu ve çok iyi "usul" bildiğini söyledi. O da doğallıkla sesinin hiç güzel olmadığını, usul filan da bilmediğini ileri sürdü. Böylece iki genç bir düet daha söylediler, sonra Emma yerini Jane Fairfax'e bıraktı. Jane'in hem sesi hem de yeteneği Emma'nın çok çok ötesindeydi ve Emma bu konuda kendini kandırmazdı.

Piyanodan biraz uzağa gidip oturdu ve müziği, içi karmakarışık duygularla dolup taşarak dinlemeye koyuldu. Frank Churchill gene şarkı söylüyordu. Weymouth' tayken Jane'le birkaç kez birlikte şarkı söylemişler, meğer. Gelgelelim Emma'nın aklı fikri piyanonun başında duran ve müziği can kulağıyla dinleyen George Knightley'deydi.

Genç kız Mr. Knightley'nin evlenmesi fikrine başkaldırmaktan kendini alamıyordu. Böyle bir olay herkesin rahatını kaçırmaktan başka bir işe yaramazdı. Hele Jane Fairfax'in Donwell Abbey'nin hanımefendisi olup çıkması! George Knightley evlenirse karısı çevrenin bir numaralı kadını sayılacak, hepsinden üstün bir konumu olacaktı. Dayanılmaz bir düşünce! Yok yok, Mr. Knightley asla evlenmemeliydi. Küçük Henry, Donwell Abbey'nin mirasçısı olarak kalmalıydı.

Biraz sonra Mr. Knightley şöyle bir arkasına bakıp Emma'yı gördü ve gelip yanına oturdu. Jane'in piyano çalışını övmesi pek içtendi, ama Mrs. Weston'ın deminki sözleri olmasa genç kız bunların pek üstünde durmazdı. Erkeğin ağzını aramak için Bateslere faytonunu sunmakla gösterdiği iyi yürekliliği övdü. Ama George Knightley'nin verdiği yanıtlar konuyu kısa kesmeye yönelikti, gösterdiği herhangi bir inceliğin üzerinde durmaktan hoşlanmadığını gösteriyordu, o kadar.

"Böyle zamanlarda arabamızı yeterince işe yaratmıyoruz diye bazen kaygıya kapılıyorum. İstemediğimden değil ama babam, James yorulacak diye asla razı gelmez, bilirsiniz."

Mr. Knightley, "Olmaz, dünyada olmaz," dedi. "Ama senin bunu çok zaman isteyeceğinden hiç kuşkum yok."

Ve genç kıza öyle tatlı bir gülümseyişle baktı ki Emma bir adım daha atmaktan kendini alamadı.

"Campbellların bu davranışı çok büyük cömertlik!" dedi.

Mr. Knightley pek rahat ve açık yürekli bir ifadeyle, "Evet, öyle," dedi. "Ama kızcağıza önceden bildirseler daha iyi ederlerdi. Bu gibi sürprizler bence sersemce şeylerdir. Verilen armağanın tadını artırmak şöyle dursun, bozmaya yarar. Ben doğrusu Albay Campbell'ı daha aklı başında bir adam sanırdım."

Emma, piyanoyu gönderenin Mr. Knightley olmadığına artık kalıbını basabilirdi. Ama Jane'de gözü olup olmadığını kestirebilmek pek öyle basit değildi. Son şarkıyı söylerken Jane'in sesi tarazlandı.

Mr. Knightley, "Artık bu kadar şarkı yeter. Kızcağız yoruldu," diye mırıldandı.

Herkes genç kızın bir şarkı daha söylemesi için diretiyordu. "Bir tanecik şarkı daha. Bir tek şarkıcık Miss Fairfax'i hiç yormaz, yalnızca bir tanecik." Bu arada Frank Churchill'in şöyle dediği duyuldu: "Sanırım bunu kendinizi zorlamadan çıkartırsınız, ilk ses çok kolaydır, şarkının asıl gücü ikinci sestedir."

Mr. Knightley küplere bindi:

"Herif ille kendi sesiyle gösteriş yapacak!" diye ateş püskürdü. "Başka bir şey düşündüğü yok. Engel olmak gerek!" Hemen Miss Bates'e dönerek, "Delirdiniz mi siz, Miss Bates?" diye homurdandı. "Zavallı yeğeninizin canını çıkarıyorlar. Hemen gidin, önleyin bu işi. Kıza acımaları yok."

Miss Batesçik, ona teşekkür etmek için bile vakit geçirmeden hemen piyano başına koştu ve böylece şarkı faslı kapanmış oldu. Zaten Emma'yla Jane dışında hanımların hiçbiri müzikle uğraşmıyordu. Derken bilinmez kim, birisi dans etmek fikrini ortaya attı. Mr. ve Mrs. Cole da bu öneriyi öylesine candan desteklediler ki, hemen eşyalar, halılar kenara çekildi, dans etmek için yer açıldı. Dans havaları çalmakta usta olan Mrs. Weston da piyanonun başına geçti ve dayanılmaz bir vals çalmaya girişti. Frank Churchill pek centilmen ve neşeli, gelip Emma'yı dansa kaldırdı. Böylece iki genç en başa geçtiler. Öbür gençler de eşlerini bulsunlar diye beklerlerken, Frank genç kızı sesinin ve piyano çalışının güzelliğinden ötürü övgülere boğuyordu. Gene de Emma, Mr. Knightley'den yana bakmak fırsatını buldu. Mr. Knightley hiç dans etmeyen bir adamdı. Şimdi gidip de Jane Fairfax'i dansa kaldırırsa işin içinde bir iş var anlamına gelebilirdi. Ama yok, Mr. Knightley, Mr. Cole ile çene çalıyordu. Dünya umurunda değilmiş gibi bir duruşu vardı. Jane'i bir başkası dansa kaldırdı. George Knightley dönüp bakmadı bile.

O zaman Emma'nın içi rahat etti. Küçük Henry'nin mirası kurtulmuştu! Genç kız tam bir ferahlık ve kıvraklıkla dansa başladı. Gerçi ortada yalnızca beş çift vardı. Gelgelelim eğlencenin böyle durup dururken ortaya atılması ve her zaman yapılmayan bir şey olması herkesin neşesine neşe katmıştı. Emma'nın eşi de harika dans ediyordu. İki genç herkesin zevkle seyrettiği bir çift oluşturmuşlardı.

Yazık ki dansın uzun sürmesine olanak yoktu. Saat geç oluyordu. Miss Bates gidip annesini almak için sabırsızlanmaktaydı. Gençler dansı sürdürmek için biraz direndilerse de sonunda Mrs. Weston'a teşekkür etmek ve hüzünlü yüzlerle dağılmaktan başka çıkar yol bulamadılar.

"Belki de böylesi daha iyi oldu," dedi Frank Churchill Emma'ya arabasına kadar eşlik ederken. "Miss Fairfax'i dansa kaldırmam gerekecekti. Sizden sonra onun o aheste dans edişi bana hiç uygun düşmeyecekti."

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

4.2K 258 22
Kırk iki yıllık gözden uzak ve sade yaşantısına karşın yazdıklarıyla İngiliz edebiyat tarihinin bir kült romancısı olmayı başardı. Eserlerinde güçlü...
940K 6K 200
Sevdiğim bir kafir ola kim, elinde asırlardır müebbetim...Nice cellat,ehl-i rahm kalır yanında...Ben yine de ''O aşktır!''derim her yadımda...
55K 3K 34
İngiltere'de XIX. yüzyılın ikinci yarısı, "Victoria Dönemi" olarak adlandırılan bu dönem, orta sınıfın yükselişini, gösterişli yaşamların moda oluşun...
8.5K 309 61
Dumas klasik romanın kilometre taşlarından biri olan bu yapıtında, Doğu'ya, klasik mitolojiye ve insan psikolojisine duyduğu tutkulu ilgiyi coşkun bi...